“Suyun dibinde bir gül var, gülün içinde bir başka ırmak.”
Federico García Lorca
19 ve 20. Yüzyıl boyunca birçok ideoloji insanlığın soru ve sorunlarına dair büyük anlatılar vazetti. Askeri tarım imparatorlukları çökerken sanayi devrimi ve aydınlanma ile ulus devletler ve aralarındaki paylaşım savaşları dünyayı kan ve gözyaşına boğdu. Marksizm, milliyetçilik, liberalizm, İslamcılık, hem olayları açıklama hem yön verme iddiasıyla milyonlarca insanı domine etti. Soğuk savaş yılları boyunca iki kutuplu dünyada kapitalist demokrasi ve totaliter sosyalizm, rekabet içinde dünyanın batılılaşmasını sağlayıp ödül olarakta ulusal kalkınma ve refah düzenlerini kurabilmişlerdi. Sanayi toplumunun yeni dinleri olarak ideolojiler insanların acılarını dindirecek afyon rolü oynadı. 20. Yüzyılın ikinci yarısı her biri kendi iyi, doğru, güzel hedefleri için, daha iyi bir gelecek için mücadele eden idealist kuşakların kan, gözyaşı, hapis ve ölümle dolu maceraları ile geçti. (Bir kaç yıl önce, Lübnan Bekaa vadisinde bir çiftçi Suriye tarafını göstererek, ‘bak şuralarda dünyanın her yerinden gelen militanların kampları vardı, demişti’. Sonra da eklemişti; ‘galiba o işler bitti ve bu kamplar kapatıldı. Şimdi ekip biçiyoruz oraları…’ Şimdi, başka tarlalarda başka tip kamplar hazırlanıyor.)
Rusya, İran ve Fransa, Suriye/Lübnan üzerinden Anglo Sakson Yahudi dünyayla proxy savaşını işte bu idealist kuşakların kanı ve canı üzerinden sürdürüyordu. Soğuk savaş sonrası Ruslar ve Fransızlar bırakınca İran kendi mezhepçi savaşını devrim ihracı perdesiyle sürdürdü. İran, Hint-Aryan mayasına uygun bir takiye ve münafıklıkla, İsraille danışıklı bir tiyatro oynamaya başladı.. ‘En kötü, en iyinin kötüye kullanımıdır.’ (Schopenhauer) Acem münafıklığı, Hint kökenlerinden gelir. Pers kavimleri, Hint alt sınıflarının milattan önce ilk batıya göçen topluluklarıdır. Yahudilerle Hintten hemşehri olan bu topluluklar, -Ki onları Hintten Ortadoğuya M.Ö.400’lerde getiren Perslerdir-kast olarak farklıdır ve aralarında bazan kast kavgaları olur. İran’ın İsraille 40 yıldır oynadığı düşmanlık tiyatrosunda gerçeklik efekti gerekirse yani ciddi bir savaş olursa ölenler asla Farslar olmayacaktır. Arap, Azeri, Kürt veya başka kavimden Şiiler daima ön safa dizilir.
Sonuçta, 19. yüzyılda bütün Avrupa’yı, 20. yüzyılda bütün dünyayı savaşa boğanlar, 21. yüzyıl başında Ortadoğu’da benzer bir savaşlar zincirini kışkırtmaya devam ettiriyor. Kim bunlar? Amerikalılar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Anglo-saksonlar. Yahudiler, İranlılar. Hepsinin ortak noktası Hint-İran havzasından olmaları. Aryan ırkı, Hindistan’ın, moğollar ise Çin’in dışarıya -batıya sürdüğü ırklar ve bunlar artık orada ne yaşadılarsa, tarihleri boyunca bir daha çıktıkları Hind’e-Çin’e geri dönmeden, gittikleri her yeri yakıp yıkan, insanları çoluk çocuk demeden acımasızca katleden, soykırıma uğratan ve bunu hiç bıkmadan biteviye tekrar eden bir tarihe sahipler. Belli ki bunların insan soyuyla derin bir sorunları var.
Hint-Avrupa ve Ari ırk teorisi muhtemelen doğru ve halen de dünyayı domine eden, hegemonya sahibi ve insanlıktan nefret eden tüm güç sahipleri bir şekilde Aryan. Aynı zamanda Hint kökenli Farslar ve Hint alt kastından olan yahudiler de daima Batıdaki Aryanlarla birlikte hareket etmiş, onların yardımcısı, destekçisi, taklitçisi olarak rakiplerine karşı daima onların yanlarında yer almıştır. Yahudilerin Hint dravid kökenleri, Ortadoğuda bulaştıkları kısmi musevilikle maskelendiği için, onlara daha dikkatli bakınca asıl kökenleri görülür.
Milliyetçilik ve Sosyalizm Aryan icadıdır
Hint kökenlilerin alameti farikası olan demagoji, takiyye ve münafıklığın bir başka modern biçimi, bir diğer Aryan kökenli ırk olan Almanların icat ettiği Nasyonel Sosyalizmi, NAZİ ve faşizm kavramıyla perdeleyip, sözümona ulusal kurtuluş dini olarak üçüncü dünyaya pazarlamaktı. 20. yy boyunca, Sosyalizm kavramını yıpratmamak ve Sovyetleri batı dışı dünyada halklar için batıya alternatif merkez olarak sunma çabası-çünkü soğuk savaş tiyatrosunda gerçeklik efektini sosyalizm davası veriyordu-, sözde kapitalizmle mücadele ve toplumsal kurtuluş adına özünde Nazi ideolojisini cilalayıp bir çok ülkenin, partinin, örgütün solculuk tarzına dönüştürülmüştü. NAZİ, Nasyonel sosyalizm-milliyetçi toplumculuk demekti ama dünya literatüründe asla sosyalizm kavramı kullanılmadı ve NAZİ olarak literatür oluşturuldu. Arap milliyetçiliği Baasçılık ve Nasırcılıkla, Türk Kamalizmi 9 mart cuntasının sol Kamalist ulusalcılığı ile, Kürt milliyetçiliği ise PKK’nın Stalinist kürt ulusçuluğu ideolojisi ile bu münafık aşıya sahipti. Nihayetinde hem teknolojiyi hem ideolojiyi Almanlar icat edip İngilizler, Fransızlar, Ruslar biraz dönüştürüp kullanıyordu. İtalya ve Musollini’ye ait faşizm kavramı da Alman Nazileri ve Hitlerle özdeşleştirilip gerekli şeytanın adı olarak bu münafık solculuğun bildiği bütün kötülere ve düşmanlarına küfretme kavramı olarak hala kullanılıyor.
Milliyetçilik, Aryan ırkçılığının Fransız versiyonudur. Bir dönem Türkçeye milliyetçi-toplumculuk olarak tercüme edilip sevimli kılınsa da-şimdiler de de ulusalcılık yapıldı-, özünde Aryan üstün ırk kibrinin taklidinden başka birşey değildir ve imparatorlukları tasfiye edip küçük kavim devletçikleri kurarken işe yaramıştır. En iyi milliyetçilik bile kötü bir Aryan projesidir. (Patriotizm-vatanseverlik ve Milletçilik-millilik, nasyonalizmden-milliyetçilikten farklı bir şeydir. Her namuslu insan kendi ülkesinin vatanseveri, kendi halkının ve tarihinin muhibbidir. Maalesef, milliyetçilik zehiri, bu tabii fıtri millet-vatan sevgisiyle ideolojik ırkçı-üstünlükçü şeytaniliği bir birine karıştırmıştır.)
Siyonizm de Aryan ırkçılık taklididir
Akdeniz -Ortadoğu havzasında İngilizlere karşı bir koloni kurmak ve kendi Yahudilerinden de kurtulmak amacıyla Almanların 19. Yüzyılda icat ettiği Yahudi milliyetçiliği Siyonizm de nasyonel sosyalist bir ideolojiydi. I. Dünya savaşında Almanların yenileceği anlaşılınca 1917 Balfour deklarasyonuyla saf değiştirip İngilizlerin kullanımına geçmişti. Hitlerin partisi bunu cezalandırmak için anti Yahudi bir politika başlatmış ve İsrailin kuruluşu ve ABD’nin Yahudi FETÖ’sü olan İsrail lobisi tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlanan bugünkü sorunların tohumu atılmıştı. Bu da mazlumiyetin kötüye kullanımıydı.
1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sonrası İsrail’in yaşayacağı anlaşılınca, dünya solu içindeki bir çok Yahudi saf değiştirip hem solcu hem siyonist olmuşlardı. Yahudiler, hem zalimliklerini hem her tür fitne ve fesatlarını mazlumiyet istismarıyla örtmeyi iyi bilirler. Aslen Hint alt sınıflarından olan yahudiler, bir üst Hint kastı olan Aryan Avrupalıların zulmüne uğramanın acısını bu Hint kökenli ‘hemşehrilerinden’ değil, genetik demagoji yetenekleriyle yalan bir tarih uydurup Filistinlilerden-Müslümanlardan çıkarmaya çalışıyorlar. Zaten inançları bile yalanlardan ibaret. En yaygın yalanları olan Musevilik iddialarının aksine asla Musevilikle ilgileri yoktur. Tahrif ettikleri Tevrat ve uydurulmuş bir Talmudik şeytaniliğe ve bunun seküler biçimleri olan abuk sabuk inançsızlık çeşitlerine sahiplerdir. Hind-Aryan halklar, hiç bir şeye inanmaz aslında. Ama çok iyi inanmış rolü yaparlar. Çünkü i-na-na-mazlar. İnanmayı bilmezler. O yetenekleri yoktur. İnanç bir akli melekedir ve inanmak, gelişmiş akıl sahibi olan Adem soyunun işidir. Hiç bir inancı olmayanlar ile bir inancı inanıyormuş gibi abartıp yobazlık düzeyinde putperestçe ve kendi malı gibi dogmalaştıranların-ki bu da bir münafıklık alametidir- dünyanın neresinde olursa olsun, kökeni genetik olarak Hinttedir. Yani dinci-dinsiz hiç bir yobaz, asla Ehl-i kitap mümini olamaz. Ölçü basittir: müminler, hakkıyla iman edip o doğrultuda tevazuyla salih amel işlerler. Hintten ise mümin değil, dinbaz, din şarlatanı, üfürükçü, din karşıtı yobaz veya dinsiz şarlatanlar yani dini tahrif/tahrip/istismar edenler çıkmıştır.
19. ve 20. Yüzyıl boyunca Hristiyan Avrupa ile savaşında, Endülüs, Polonya, Rusya pogromlarının rövanşı için din karşıtı her gelişmeyi destekleyen Yahudi iç güdüsü, mayasındaki inançsızlığın nüksetmesiyle kolayca materyalist-pozitivist felsefeleri kendisine uygun bir kimlik olarak gördü. Hatta bu tür felsefeleri önemli-yeni-bilimsel keşiflermiş gibi geliştirip yaydı. Aydınlanma çağı, özünde Roma ile kavgalı ve zorla Hristiyan yapılmış pagan unsurlarla-Ki çoğu Hint kökenlidir-, kilise ile kavgalı Yahudilerin burjuva devrimi denilen yeni çağın inşasında yaptıkları ideolojik ortaklığın ifadesiydi. Nihayetinde başardılar, burjuvazi rakibi olan aristokrasiden kurtuldu, Yahudiler ve paganlar kilise tasallutundan kurtuldu. Yerel prenslikler krallardan kurtuldu. Modern Avrupa, işte bu kurtuluşçuluğun aydınlanma diye sunulduğu yeni düzenin eseri olarak şekillendi. Sonrasında ise aralarındaki beylik savaşları yani ulus devletler arası sömürge paylaşım savaşları başladı. Tüm dünyayı bir yandan batılılaştırma adıyla sömürgeleştirme çabası sürerken kendi aralarında da halklarını tahrip eden savaşlarla tüketmeyi sürdürdüler. Halklarını böyle kolay harcamalarının nedeni, kendilerinin o halklardan olmamasıydı. 2. Dünya savaşı sonrası kurulan Avrupa refah düzeni, ABD’nin koruması ve gözetiminde aslında rakip Almanya’nın (ve Japonya’nın) savaşçı gücünün çalışmaya koşullanmasını (savaşma, çalış!), enerjisinin bu kastrasyonla tehdit olmaktan çıkmasını ifade ediyordu. Bilimsel teknolojik gelişmeler, yeni icatlar, geri kalan dünyayı da büyüleyen modern batı imajını parlatıyor, özellikle ABD’nin abilik rolü hem güvenlik hem de siyasal rol modeli olarak, Sovyetler ve komünizm tehdidiyle kafeslenen halklara muasır medeniyet ideali olarak sunuluyordu. ABD’nin kurucu babaları da yahudi veya Anglo Sakson yani son tahlilde Hint Aryan kökenlilerdi. Buna bazıları WASP bazıları derin Batı der.
Octavio Paz’ın ifadesiyle, son iki yüzyıl Batının iç savaşıydı aslında. Belki, Hint Avrupa kavimlerinin ve kastlarının tarihsel iç savaşı demek daha doğrudur. 20. Yüzyılı Amerikan çağı yapan bu Aryan irade, belli ki artık yeteri kadar yorulmuş ve yıpranmış bu küresel oyunu farklı bir sahada ve farklı bir bağlamda yeniden kurup yönetmeye hazırlanıyor.
Çin, ‘Çin’ mi?
Şimdi, 21. Yüzyıl başlarındayız, benzer bir küresel düzen hazırlığı Çin için yapılıyor. Devasa teknolojik yapılar, üretimler, icatlar, çipli kameralı puanlı kontrol düzenekleri, muazzam bir ekonomik hamle, siyasi istikrar, kitleleri böcek gibi öldüren yeni zalimane silahlar…Bunları Çinlilerin icat edip geliştirmediğini herkes biliyor. ‘Bir insanı büyüyle öldürebilirsin’ demiş bir Çinli bilge, ‘ama çayına bir miktar arsenik eklemek şartıyla’. Galiba Çin’in çayına bir miktar İngiliz çayı da eklenmiş.
Bir yandan orta vadeli tehdit gibi öte yandan ABD sonrasına yeni bir rol modeli gibi hazırlanan/sunulan bu devasa güç, şimdilik sessiz ya da sinsi bir pozisyonda gelişiyor. Çin’in küresel abilik rolü için belki erken ama, ABD ve müttefiklerinin kana boğduğu bir dünyada yarın, soğuk savaş yıllarındaki Rusya’nın misyonu yerine ikame edilecek anti ABDci yani kurtarıcı dünya lideri olarak rol üstlenmesi söz konusu. Belli ki geçen yüzyılda Latin Amerika ve Asya’nın afyonu olarak işlev gören milliyetçilik ve sosyalizm, Çin özelinde tam da tanımına uygun olarak yeniden güncellenmiş bir Nasyonel Sosyalizm modeli olarak gelişmesini kodlayacak. 21. Yüzyıl da galiba kapitalizm, Avrupa’da göçmen karşıtı milliyetçilikle beslenen Nasyonel sosyalist türevlerinin hegemonyasını geliştirecek. Bugünkü hormonlu İngiliz Çin’i ise, tarihsel Çin’e, yani Tao’nun, Konfüçyus’un, Sun Tsu’nun geleneksel Çin’ine benzemediğine göre, bu organik olmayan nasyonel komünist kapitalist Çin(!), adı Çin, personeli Çin, vitrini Çin ama beyni, ruhu, kültürü, sistemi, misyonu yine Aryan küreselliğin, özellikle İngiliz renkli Aryanlığın gizli elini maskeleyen Çin, evet hızlı yükseliyor.
Çin’in şimdilik bir başka rolü ise Hindistan’ı gölgelemesi, daha doğrusu perdelemesi olarak beliriyor. Hindistan, Hindistan olarak tabii ki bir çamur deryası. Sadece nüfusu değil, İngiliz işgalinden beri bozulmuş tarihi birikimi ve artık dikiş tutmayan sosyal karmaşasıyla elbette bir Çin kadar sistemik bir imaja sahip olamaz. Ama Henry Kissinger’ın ifadesiyle, ‘İngilizce ’ye ve matematiğe yatkınlığı itibariyle Batı’nın Doğu’daki en yakın müttefiki Hindistan’dır’. Hatta daha ötesi, batılı elitlerin bir şekilde kendi kök arayışlarında yaslandıkları Ari ırk-Aryanlık-Hind-Avrupacılık gibi eğilimlerle birlikte düşünüldüğünde, çeşitli komplo teorilerini de doğrularcasına, Hindistan üst kastı, bir küresel Aryan imparatorluğunun Çin’i de dengeleyen stratejik partneri olarak kodlanabilir. Tabi İran’ın Hint üst kastıyla ilişkileri aryanlık temelinde iyi olan Fars elitleri de İran’ı olası bir rejim değişimi sonrası Şia maskesini atıp, artık seküler imajıyla bu yeni dengeye hazırlayacaktır. İşi biten yani Ortadoğuyu yeteri kadar istikrarsızlaştırıp, Arap devrimlerini zehirleyen, Irak, Suriye ve Yemen’de ABD-İngiltere’nin yapamadığı katliam ve sürgünleri yaparak tarihe geçen İran’ın münafık Şii hilali gibi, batı Akdeniz kıyısını Filistinsizleştirerek yeni projelere hazırlayan ve sonrada kötü adamlar olarak işi bitecek olan Siyonist proje de tasfiye edilecektir. Bu şekilde yeteri kadar ceza ve ödülle terbiye edilmiş olan Yahudiler, çöl Arapları ve Pers-Sasani-Safevi hevesli İranlılar-Ki, hepsi aslında Hint kökenlidir- bundan sonra Aryan küreselliğinin yeni görevlerine imtiyazlı kölemenler olarak hazırlanacaktır. Misal, olası bir Çin-Hint savaşında, veya Çin-Rus savaşında farklı roller yüklenecektir.
(İsrail’in Gazze katliamındaki dünyanın sessizliğine bakıp, Yahudilere ciddi ciddi güç atfederek önlerinde secdeye kapanan Türkçü, Kürtçü, Arapçı siyonistler, henüz asıl gücün Aryan faşistlerinde olduğunun farkında değil. Gerçi fark ettiklerinde Aryanlıkla da illiyet bağı kurabilecek donanıma sahipler.)
Kürtleri Aryan Memlük’ü yapma formulü: Dini bırak devleti al
Aryan küreselciliğin bir başka kölemen adayı ise Kürtlerdir. 20. yüzyıl başında yetersiz ve şehirli olmayan nüfusu, İran, Türkiye ve Arap devletlerinin daha önemli bulunması ve dindar kimlikleri nedeniyle bir ulus devlet bahşedilmeyen Kürtler, uzun süredir önce İranileştirme sonra Aryanlaştırma ameliyatına alınıp gerekli asimilasyona tabi tutuldu. İranileştirme, Kürtçe-Farsça bağı, Ari köken ve Nevruz-Güneş-ateş gibi Zerdüşt/Mecusi sembolleri Kürtlere yedirerek başlamıştı. Aryanlaştırma ise, Kürtleri dini,tarihsel ve coğrafi bağları olan halklardan izole edip İsrailvari mağdur bir halkın hak mücadelesi psikolojisiyle meşrulaştırılmış bir batıcı-seküler-neonazi çukurunu kimlikleştirerek devam ediyor. Bu süreçte şehirlere yığılan, nüfusu artan ve gerekli miktarda devşirilmiş seküler eliti yetişen kürtler için artık tehlikeli bir büyük bir sınav hazırlanıyor. Doğal-organik Kürtler hala asli kimlikleri olan İslamla bağlarını korurken, devşirilmiş yani İranileştirilip Aryan kölemeni yapılmış olan Kürt nasyonalistleri de Türk veya Araplara benzemeyi yani müslüman kimliklerini muhafaza etmeyi asimilasyon zannediyor. Gavurlaşmayı yani Aryan faşizminin üçüncü sınıf taklidi olan Hint dravidi olmayı, müslüman olmaya tercih eden yeteri kadar Kürt nüfus peydahlandığı için gerekli tüm desteği veren derin Batı, bölgede Ermenilerin yerine yeni kolonisi olur diye yandan bu desteği esirgemeyen Rusya ve tabii ki Türkiye’ye karşı her hamleyi şehvetle koruyup kollayan İran, hep birlikte Kürtler için senaryolar hazırlamaya devam ediyor. Bu aryanlaştırma asimilasyonunda gerekli mağduriyet ve mazlumiyet gerekçesini sağlayarak büyük emeği geçen, Türklük adına Kürt avlayan, kürtlüğü ve Kürtçeyi yasaklayan, örseleyen, zulm eden kamalist rejimin zalimlerine de bu sonuca katkıları için ödül olarak taptıkları putun nöbetini tutmayı bir süre daha lütfettiler. Türkçülük-Türk milliyetçiliği, tabii Türklüğün, Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği de tabii Kürtlüğün en büyük mezar kazıcısıdır. Bin yıldır İslam sancağıyla bütün bölgeyi barış ve adaletle tanzim eden iradeyi üçüncü sınıf aryan ırkçılığı taklidi milliyetçilik çukuruna itip, tanzim ettiği halkların düşmanlığını sağlayan Türk milliyetçiliğini bizatihi milliyetçilerin uyanıp ciddi ciddi sorgulamalarının zamanı gelmiştir. Şimdilerde, kürtlere dayattıkları İslam öncesi İran-Aryan kimliği gibi, 1930’larda denedikleri ama tutmayan, Türklere İslam öncesi uyduruk tengrici-şamanist Moğol saçmalıklarını ÖzTürklük kimliği diye va’zeden Türk siyonistlerinin ergen cahillere, Arap ve kürt düşmanlığı kılıfıyla İslamofobi aşıladığı biliniyor. Bu zehirli kampanyanın da arkasındaki İsrail ve Aryan eli belirgindir.
Hiç kimse bin yıllık tarihsel tabii kimlikleri bu şekilde küresel şeytanların oyuncağı yapma hakkı ve haddine sahip değildir. Aynı şey, Kürtler ve Kürtlük için de geçerlidir.
Yüzyıl önce Türklere, ‘dini bırak devletini al’, diyenler, şimdi kürtlere de ‘dini bırak önce kimliğini sonra devletini al’ diyorlar. ‘Dini bırak. İslamı terk et. Yeter ki, bin yıldır dünyayı domine eden o tarihsel İbrahimi devrime katılarak elde ettiğin tüm organik insanlaşma havuzundan çık, o zaman sana Türk, Kürt, Arap diyerek onore ederiz, hatta böylece tekrar yarı hayvana dönüşmüş halinle bile seni kendi imtiyazlı kullarımız arasına alır, paraya-imkana boğarız,’ diyorlar. Eh bunu bireysel düzeyde veya şimdilik küçük grup-cemaat-parti-örgütler için yapıyorlar da.
İslam’ı bıraktıktan sonra geriye Türklük, Kürtlük, Araplık, Arnavutluk, Çerkezlik vb adıyla birer düşkün -dravid insan çöplükleri kaldığını-kalacağını yeteri kadar gözlemledik. Ama diğer yandan zaten insanlık diye bir dertleri kalmadığı için ırkçı milliyetçi faşist olabilen bu tıynette yaratıkların batılı efendileri tarafından özenle korunup kollandığı, ödüllendirildiği, çeşitli nimetlere boğulduğunu da gördük. Özellikle Türklerin bu şekilde gavurlaşanlarının birer self kolonizasyon misyoneri gibi onyıllardır tabii Türklüğe, tabii Kürtlüğe, tabii dindarlığa karşı yürüttükleri laiklik-cumhuriyet maskeli vekalet savaşı sonunda ödüllendirildiklerini, meşhur yapıldıklarını, makam mevki koruma vb ek ödüllerle dokunulmaz kılınıp işledikleri suçların unutturulduğunu, ülkenin hala bu zalim yardakçısı devşirmelerin bu suçlarının tahribatlarının ve bedelini ödemeye devam ettiğini de iyi biliyoruz.
Bütün bu devşirme-asimilasyon operasyonu, Ortadoğu’yu 15. yüzyıldaki Endülüs’ün, 20. yüzyıl başındaki Balkanların akıbetine uğratmak içindir. Bu toprakların ruh kökü olan, Türk’ün, Kürdün, Arabın, Çerkezin, Arnavut’un, Boşnak’ın, Gürcü’nün kimlik ve varoluşunun hem mucidi hem geliştirici hem de sigortası olan, hatta bu toprakların Ermenisinin, Rum’unun Musevisinin, süryanisinin, inançsız, heretik veya diğer marjinal toplulukların dahi bir arada barış içinde yaşamasının tarihin ispatıyla sabit tek garantisinin İslam olduğu malumdur. Arada bir yaşanmış kavga ve acılar ise ya siyasi ya ekonomik küçük lokal çıkar kavgalarıdır veya batılı doğulu şeytanların kışkırttığı vekalet savaşlarının faturasıdır. Ama asla ve asla İslam kaynaklı, İslam’ın icbar ettiği veya müslümanlığı gereği bir zulüm, haksızlık, adaletsizlik yaşanmamıştır. Çünkü islam adına bile yapılsa zulme, adaletsizliğe haksızlığa cevaz vermeyen bir iyilik ve adalet imanı söz konusudur. Gavur aklıyla beyni karışmış devşirmelerin gavurdan ezberlediği bütün aykırı tezlere inat, bugün hala bu gerçeğin eseri olarak sayılan bütün kimlikler diliyle, inancıyla, kültürüyle yaşamaktadır. Bu bağlamda, İslam’ı sıradan bir din-dinsellik zanneden ya da öyle kodlayan ve bu modern religion algısını içselleştirmiş tüm devşirme zihinlerin anlamadığı, bu küresel çete için İslam’ın ve İslamla mücadelenin klasik bir din savaşı değil, ekonomi politik-siyasi bir hegemonya savaşının, daha ötesi ontolojik bir insanlaşma-şeytanlaşma savaşının sembolik kodu olduğudur. İslam, İslamdan daha fazla bir şeydir. İslamcılık, işte bu daha fazlanın davasıdır ve dinsellik-dincilik-din egemenliğini değil, bu toprakların, bu coğrafyanın tüm halklarının, bu tarihin bütün onurlu birikiminin haysiyetini, varoluşunu ve bekasını savunmanın adıdır. İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyolojisi, Alman ideolojileri, Rus jeopolitiği, Amerikan gücü, İsrail parasıyla beyni zehirlenmiş her türden ideoloji şaşkınlarının önce islamı bir religion olarak değil, evrensel ve tarihsel bir varolma dinamiği olarak kavramayı öğrenmesi gerekiyor.
Dünyanın Hindistanlaşması
Dünyanın Hindistanlaşması, daha doğrusu Hindistanlaştırılması, bugünkü Hindistan isimli ülkeden bağımsız olarak, Aryan ırkçılığının yani batılı beyaz adamın kendine yakıştırdığı Hint-Ari kökçülüğün hegemonyasını kastettiğimiz bir eğretileme kavramdır. Bu anlamda bu insanlık düşmanı küresel zalimlerin kendi köklerini indirgedikleri tarihsel Hindistan, Hint-İran havzası olarak tanımlanan Fırat’dan Herat’a, Bağdat, Basra Doğu Arabistan ve Yemen’den Tibet’e, Hazar’dan Bangladeş’e kadar uzanan geniş bir tarihsel havzayı ifade eder. Bu havzadan doğan yüzlerce kavim, inanç, mezhep, dil, din, bilim, teknik, siyaset ve savaş kültürü, ortalama bin yılda bir nüfus transferi yoluyla dünyaya dağılmıştır. Bu anlamda Hindistan, bugün Hindistan denilen resmi adı Bgharat yapılmış 1,5 milyarlık ülkeden daha fazla bir ‘entite’nin adıdır. İşte bu entite olarak Hindistanlaşma veya Aryanlaşma, dünyayı doğru anlamak için gerekli bir kavramsallaştırmadır.
Hindistan’ın 2 bin yıl önce kavimler göçüyle batıya göç etmiş unsurlarının ardılları, son iki yüz yıldır Hint-Avrupa, Hint-Ari tezleriyle afişe ettikleri beyaz üstün seçilmiş ırk teorileriyle, batılı beyaz adam maskesiyle bugün artık tüm dünyayı teslim almaya çalışıyor. Dünyanın batılılaştırılması, kapitalist üretim ilişkilerinin egemen kılınması sayesinde tamamlandı. Artık yeni bir arayışa giren Aryan kastının, şimdi yeni dijital teknoloji ve asimetrik-hibrit savaş yöntemleriyle farklı bir aşamaya geçtiği görülüyor. Geçen yüzyılda savaşlar ve teknolojik üstünlükle sağladıkları hegemonya ile yetinmeyip, bizatihi seçtikleri toplulukları da -misal yahudileri- önce döverek, şimdi de terbiye edip güçlendirerek/ödüllendirerek devşirip kendilerine benzetmeye yani kendi soylarını çeşitlendirerek çoğaltmaya yöneldiler. Hedeflerine uygun bahsettiğimiz sair halklardan da asimile edebildiklerini imtiyazlı kölemenler olarak memlükleştirip, bölgesel-lokal projelerinde değerlendirecekler. Geri kalan insan çöplüğünü (!) ise açlık, kıtlık, hastalık, savaş, akılsızlaştırma ve ahlaksızlıklarla soyunu kurutacak hamleler yapıyorlar. Hindistan işte böyle bir yer zaten. Açlığın ve açgözlülüğün ve bundan mülhem her tür melanetin kurumsallaşmış-içselleşmiş-kanıksanmış biçimlerinin kader haline geldiği bu trajik ülke, artık tüm dünya için bir kader aynasıdır. Hindistanda bir milyon tanrı, beş milyon din, on milyon vaiz, yüz milyon kabile var, ama bir tane gerçek var: Bu çukur kader değil. Bu iğrenç cehennem, aç gözlü iblis soylu üst kastların eseridir.
Hint kast sistemini bilenler, oluşturulmaya çalışılan küresel kast sisteminin taşlarının döşendiğini, Hint inanç ve mitolojik çeşitliliğini bilenler ise, sinema-dizi-oyun-porno-bilişim-finans sektörleri üzerinden insanlığın kadim inanç ve bilgi birikimi ile geleneğinin deforme edildiğini, böylece adeta hafızasının sıfırlanarak yeni bir evren-doğa-dünya-insan-yaşam-ekonomi-tarih-bilim-kültür inşasına çalışıldığını da fark etmişlerdir. Misal; üst ve alt kastlar arasındaki sınıfsal uçurum, alt kastların üste bağımlı ve özentili konumu, en alt sınıfların ise-en eski tarihte Dravidler-isimsizler denilen aslında bugünkü yahudiler ve çingenelerin atalarının- en üst kasta özenme güdüsüyle geliştirdiği kaba saba ve agresif davranışlardan ibaret yaşam tarzını yaymaya çalıştıkları açıktır. Yani her toplumda her insan grubunda da az çok var olan paraya tapma, sınırsız ve sebepsiz eğlence, sapkın ilişkiler, alkol, uyuşturucu, kumar, evlilik dışı cinsellik, pedofili, zoofili, homoseksüellik, oğlancılık, fahişelik, teşhircilik, röntgencilik, çalma, çarpma, dolandırma, sapkın heretik inançlar, astroloji fal, büyücülük, ataruhculuk, kavmiyetçilik, mezhepçilik, vb. huy ve alışkanlıkların kurumsallaştırılımış ve organize bir yaşam paketi yapılmış biçimleri, bugün modern, çağdaş, seçkin, elit, gelişmiş, ileri vb. kavramlarla süslenip özendirici kılıflarla sürekli dayatılmakta, adeta küresel bir yaşam tarzı, kimlik ve alışkanlık haline getirilmektedir. İşte Aryanlaştırma-Aryan hegemonyası tam da budur. Üst kastın şeytani yaşam tarzının tüm insanlığa kötü birer taklit halinde derece derece şırınga edilmesi. Ve insanlığın bu şekilde devasa bir köle tarlasında, çöplükte, birbirini yiyerek, çiğneyerek, tüketerek yaşamaya mahkum edilmesi.
Sahip oldukları, daha doğrusu ekonomik sihirbazlıklarla insanlıktan çaldıkları serveti kullanarak insanlığa, insanın-Adem’in-kadim birikimine, inanç ve geleneğine, ailesine, ahlakına, kişiliğine, değerlerine savaş açan bu şeytani odağın ne olduğunu, ne yapmaya çalıştığını iyi kavramak ve bütün gelişmeleri bu temelde değerlendirerek tedbir almak şarttır. Sürekli medyatik telkinler, savaş ve ölümün büyüleyici ve tüketici etkisi, ekonomik sorunların meşguliyeti ve özendirilmiş ahlaksız ilişkilerin boşa harcadığı enerjiyle koyun sürüsü haline getirdikleri insan topluluklarını böyle güderken, sözde devletlerin de yönetici kadrolarını para ve şehvetle satın alıp etkisizleştirmekte, bu sayede adeta varmış gibi görünen devletler ve orduları aslında hiçbir kıymeti olmayan içi boş güçler haline dönüştürmekteler.
Bu sürecin devamında, hedeflerine uygun yani bu köleleştirmeyi teorize edecek bir paradigma ile kalıcı bir küresel resmi ideoloji de tüm insanlığa dayatılacaktır. Özellikle 2030’lu yıllardan itibaren yeni dinler, yeni ideolojiler, yeni felsefeler de konuşulmaya başlanacaktır. Geçen 500 yıl boyunca, her yüzyılın özellikle 30’lu yılları, bugün egemen olan tüm inanç ve evren-tarih-toplum-devlet-ekonomi düzeninin kavramsal ve kuramsal çerçevesini oluşturan tez ve teoriler üretilmiş, peşinden hızla dünyaya yayılmıştı. Halen 1730, 1830 ve 1930’larda ürettikleri ideolojilerin son ürünlerini tüketiyoruz. Tarihin böyle ilginç periyotları var. 2030’a kadar, hazırladıkları yeni küresel pagan-animist din ve ideolojileri, her coğrafya, toplum ve bireye uygun farklı formatlarda 2030 lardan itibaren sahneye sürecekler. Önümüzdeki yıllarda yeni keşifler, yeni tezler, yeni icatlar eşliğinde doğru bilinen bir çok şeyin yanlış olduğunu, yanlış bilinen bir çok şeyin de aslında doğru olduğunu koyunlaştırdıkları kitlelere va’z edecekler.
Endülüs’ü yok eden iradeye karşı direnç cephesi
Son 15 yıldır, Mısır’daki Sisi darbesi, Suriye deki İran-Rus-Nusayri katliamları ve en son siyonistlerin Gazze katliamı, milyarlarca insanın onlarca devletin tv izler gibi seyrettiği ve hiç bir şey yapamadığı bir zalimliğin örnekleri olarak tarihe geçti. Bu zalimlik, hala Endülüs’ü yok eden haçlı saldırganlığının yani o kadim savaşın devamıydı. Saddam’ın satılmış Baasçı cumhuriyet muhafızlarını hapisten çıkarıp, Afgan ve çöl arabı katiller ve ABD-Avrupa-Rus hapishanelerindeki psikopatları da ekleyip kurdukları İŞİD-DAEŞ örgütleriyle, Kasım Süleymani-Nasrallah-Husiler türü Acem haşhaşilerinin organize ettiği münafık çeteler ve Nusayri denilen haçlı kalıntısı rafıziler sayesinde Irak ve Suriye’yi kana boğan, Mısır fellahları ve firavun torunu ordusuyla da Mısır’ın tek insan kalmış müslümanlarını tasfiye eden küresel haçlılar, 15 Temmuz’u da Fetö’den PKK’ya, İşid’den Dhkpc’ye kadar Türkiye’ye karşı kullandıkları asimetrik savaş çetelerinin de katıldığı Dubai toplantılarında , Rus, Suud, İran, Mısır,Bae istihbaratlarının katkılarıyla birlikte organize etmişlerdi. (BAE-Dubai denilen yer, aslı Hint kökenli olan ama Arapça konuşan aşiretlerin tarlasıdır, gerçekte ise İngiliz-ABD-İsrail’in yeni fitne merkezidir, Suud gibi.)
Bu coğrafyada, bu toprakların ruh kökünü, yani başta Müslümanlık olmak üzere doğu Hristiyanlığı da dahil tüm yerli dinamikleri yok etmeyi hedefleyen, bütün doğu Roma-Osmanlı coğrafyasını Endülüs gibi İslamsızlaştırmaya-İbrahim milletinden uzaklaştırmaya çalışan bin yıllık Haçlı ruhunun hala aktif olduğunu ve temel güdülerinin hala bu tarihsel direnç dinamiklerini yok etmek olduğunu görmeyen her analiz boştur, koftur, hatta bu gerçeği örtme-saklama misyonlu ajan ideolojilerdir. Türkçülük, Kürtçülük, Arapçılık, solculuk, ulusculuk, kamalizm, şekilci kaba softa münafık dincilik, çöl nihilizmi vahhabilik vb. kılıklarla Ortadoğuya enjekte ettikleri Neonazi ideolojileri veya dinci-dinsiz deformasyon örgütleri, yine siyonizm, ermenicilik, rafızilik, irancılık gibi diğer Aryan aparatları, tümü, işte bu Endülüsleştirme operasyonunun, bu modern Haçlı saldırısının asimetrik savaş silahlarıdır. Aryan faşizmi, bin yıl önceki katolik haçlı ruhunu, tapınak şövalyelerini, gülhaçlı tarikatlarını ve yerli işbirlikçisi haşhaşi çeteleri devralıp güncelleyerek yeni hegemonya saldırısının askerleri yapmıştır. Tabi bu defa Hristiyanlık maskesiyle değil, kendi şeytani hevesleri için.
Bunlara karşı en cahil, en basit, en sade, en ilkel haliyle bile olsa yerli, sahici, organik olan tüm dini anlayış ve oluşumlar, gerçek Sünni-Ehl-i Sünnet, gerçek Alevi/Bektaşi, yerli Ermeni/Rum ve diğer Ehli kitap topluluklar, sufi-safi inanç öbekleri veya doğal organik tüm etno kimlikler, kadim gelenekler-adetler ve bu topraklara ait organik felsefi, siyasi, kültürel fikirler, artık birer direnç dinamikleridir. Mevzuyu en baştan bu eksenden alıp, cepheyi bu kırmızı çizgilerle belirginleştirmeden, hiçbir fikir sahici ve önemli değildir.
Dünyanın Hindistanlaştırılması, Hint-Aryan kökenli küresel Rafıziliğin* hegemonyasını yeni bilim ve teknoloji eşliğinde update etme çabasını ifade ediyor. Bu egemenlik, tüm dünyayı Endülüs uygarlığını yok ettikleri gibi yıkıp kendilerine uygun bir çiftlik yapma hedefidir.
Bu hem küresel kast sistemiyle insanlığı güdülen koyun sınıflarına indirgeyen küresel ekonomi politiği, hem bizatihi insanın ontolojik varoluşunu hedef alan, yani kadın-erkek cinsiyet kimliğini, bireylerin akıl, ruh, beden sağlığını, ev’i, ocağı, aileyi, ahlakı, İbrahimi tevhidi özgürlükçü imanı, çevreyi, iklimi, doğayı, canlıları, çocukları, kadınları hedef alan, istismar eden, deforme eden, fesada boğan küresel saldırganlığı doğru tespit edip, doğru yerinden vuracak bir evrensel savaşı zorunlu kılmaktadır.
Zerre kadar insanlığı, aklı, ahlakı kalmış herkes artık saflarını netleştirmeli, dayatılmış tüm kimlikçilikleri, tüm çelişki ve çatışma motivasyonlarını, tüm namussuz ahlaksız haysiyetsiz yaşam tarzlarını, tüm para şehvet şöhret makam güdülerini terk edip sahip olduğu tüm güçleri birer savaş aracına dönüştürerek Adem’in-İbrahim’in-Musa’nın-İsa’nın-Muhammed’in (hepsine selam olsun) kadim hürriyet mücadelesinde saf tutmalıdır.
Türkiye, Nedir?
Türkiye, Doğu Roma-Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet kökleriyle, İbrahim milletinin kadim yurdu olma misyonuyla, bu köklerinden kopartmaya çalışanlara inat, bin yıllık organik mevzisinde, akıbeti Endülüs’ün sonu gibi olmasın diye, insanlık adına, bölge halkları adına, Anadolu adına, bütün millet bileşenleri adına sürdürdüğü varlık ve beka mücadelesini, işte bu kadim saldırganlığın zayıf hedefi olmadan, bin yıllık tanzim edici iradesiyle bizzat onları hedef alarak tahkim edilecek bir iç kaledir. Birliği de, bütünlüğü de, gücü de, huzuru da, istikrarı da, geleceği de işte bu nedenle, bu bağlamda hassastır, önemlidir, değerlidir, tartışılmazdır.
Diğer bütün mevzular, önce bu zeminde başlanarak tartışılır, sorgulanır, elenir, değiştirilir, yeniden kurulur. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan 12 Eylül darbeci faşistlerin uydurduğu üçüncü sınıf ergen kamalizminin saçmalıkları değil, bu toprakların kadim beka davasına ruh veren misyon, inanç ve değerlerdir.
Dünyanın Aryan faşizminin egemenliğine boyun eğmeyen tüm devrimci, namuslu, mümin insanları, bu büyük savaşta müttefik görülmeli ve çocuklarımızın cesetlerini elimize verip üstüne birde dalga geçen bu zalim güçlere karşı bütün silahlarla savaşa hazır hale getirilmelidir. Herşey ama herşey, artık bir savaş aracıdır. İnsanlık, er geç bu iblis soyunun kökünü hem kendi evinde hem tüm dünyada kurutacaktır.
Bu ülke, bu savaşın en önemli mevzisidir. En stratejik kale burcudur. Adem soyunun, o kozmik varoluşun, o suyun içindeki gülün, gül’ün içindeki ırmağıdır. O yüzden ırmağının akışına ölünür.
Kaderini, bu misyonu sürdürdüğü sürece bu ülkeyle bu milletle bir görmeyen kim varsa, ihanetine ne mazeret uydurursa uydursun, haçlı saflarındadır ve hedeftir. Herkes, hala bir kendi kalmışsa, silkinip kendine gelmelidir.
Dünyanın iblisleri ise yine dünya savaşı istiyorlarsa, yeni Endülüs soykırımları hedefliyorlarsa, artık bütün evleri camdandır ve artık bütün taşlar da Filistinlidir.
Mûini zâlimin dünyâda erbâb-ı denâ’ettir
Köpekdir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten
Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Ne yâr-ı cân imişsin âh ey ümmîd-i istikbâl
Cihânı sensin âzâd eyleyen bin ye’s ü mihnetden (Namık Kemal)
Gayet başarılı bir yorum.tesekkurler
Tam olarak karşılığını bulamadığım bir soru var; Kazanılmış, edinilmiş, baskılanmış, dönüşüme uğramış, kaynaşmış, erimiş, silikleşmiş, kaybolmuş, vb kimlik yada karakterler var da bu “aryanlık” nasıl bir kuvve ola ki “hep diri! ve baskın!”? Konunun bu yönünü de biraz daha açabilir misiniz?
Romantik devrimciler gelmiş