6 Eylül — Dünya, 31 Ağustos – 3 Eylül tarihleri arasında yaşanan olaylardan önceki haliyle artık aynı değil. Hafta, Çin’in Tianjin kentinde düzenlenen ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) devlet başkanları toplantısıyla başladı. Bu toplantı, toplam 26 ülkenin katılımıyla örgütün bugüne kadarki en yüksek katılıma sahne olması açısından tarihe geçti. Bu ülkeler, dünya nüfusunun %42’sini temsil ediyordu. İki gün sonra, 3 Eylül’de Çin, 1945’te Japonya’nın mağlup edilmesinin 80. yıldönümü vesilesiyle büyük bir kutlamaya ev sahipliği yaptı ve modern tarihin en büyük ve en etkileyici askeri geçit törenlerinden birini sergiledi. Bu birkaç gün boyunca verilen mesaj son derece açıktı: Dünyada giderek büyüyen ye
ŞİÖ zirvesinde onlarca ekonomik anlaşma imzalandı, büyük ölçekli yeni girişimler duyuruldu ve son derece çeşitli ülkelerden oluşan bir grup, dikkat çekici bir dayanışma gösterisiyle bir araya geldi. Özellikle, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in “lao pengyou” yani “eski dost” olarak hitap ettiği onur konuğu olarak zirveye katıldı. İki lider, etkinliğin tonunu belirledi. Başkan Xi, ŞİÖ Devlet Başkanları toplantısındaki konuşmasına, ŞİÖ’nün tarihine ve yirmi yılı aşkın süredir elde ettiği başarılara değinerek başladı; bugün örgütün dünyanın en büyük bölgesel yapısı hâline geldiğini ifade etti. Bu çerçevede Xi şöyle dedi: “ŞİÖ’nün kuruluş misyonuna sadık kalalım, görevlerimizi üstlenmeye cesaret edelim… ve insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir toplumun daha aydınlık yarınına doğru kararlılıkla ilerleyelim.”
Zirvede yapılan önemli duyurular arasında Xi’nin Küresel Yönetişim Girişimi önerisi de yer aldı. Girişim beş temel ilkeye dayanıyor: egemen eşitliğe bağlı kalmak; uluslararası hukukun üstünlüğüne riayet etmek; çok taraflılığı benimsemek; insan merkezli yaklaşımı savunmak; ve gerçekçi eylemlere odaklanmak. Bu ilkeler, süregiden stratejik gelişmeler bağlamında değerlendirildiğinde, dikkatli gözlemciler bunun “küreselcilik” adına atılmış yeni bir adım değil, dünyanın Britanya jeopolitiğinin vahşiliğini aşmasını mümkün kılacak bir ilkeler dizisi olduğunu anlayacaktır. Başkan Putin, Xi’nin girişimini memnuniyetle karşıladı ve “küresel yönetişimdeki açıkların giderilmesinde önemli bir rol oynayacaktır” dedi; ayrıca “bazı ülkelerin uluslararası ilişkilerde otoriter uygulamalara devam ettiği bir dönemde, bu girişim özellikle önemlidir” diye ekledi.
Yaptırımlara, şantajlara ve Batılı ülkelerin Küresel Çoğunluk içerisinde geniş kapsamlı bir birlikteliğin oluşmasını genel olarak engellemeye yönelik diğer çabalarına rağmen, Tianjin’deki katılım olağanüstü ve son derece çeşitliydi. Temsil edilen 26 ülke arasında, hem NATO üyesi hem de Doğu ile Batı arasında önemli bir köprü olan Türkiye de vardı; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başkan Xi ve Başkan Putin ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Avrupa, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić ve Slovakya Başbakanı Robert Fico tarafından temsil edildi ve her iki lider de Putin ile dostane görüşmeler yaptı.
Ayrıca İran, Pakistan ve Malezya’nın devlet başkanları ile birlikte, Batı’nın yakından ilgilendiği ve Rusya’nın güney sınırında stratejik bir konumda bulunan Ermenistan ve Azerbaycan’ın liderleri de zirveye katıldı.
Ancak, küresel ölçekte yaşanan büyük değişimin belki de en görünür örneği, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin zirveye katılmasıydı; kendisi, sınır anlaşmazlığı nedeniyle yedi yıldır Çin’i ziyaret etmemişti. Modi’nin zirvede yer alması, Putin ve Xi ile kahkahalar eşliğinde sohbet edip sarıldığı görüntülerin tekrar tekrar yayınlanmasıyla sayısız Batılı elitleri öfkelendirmekle kalmadı, aynı zamanda Küresel Çoğunluğun artık Batı’nın dayatmalarına boyun eğmediğini açıkça gösterdi.
BRICS gibi, ŞİÖ de dünya sahnesinde daha fazla güç ve nüfuz elde etmeye çalışan basit bir “ittifak” ya da anti-Amerikan ya da anti-Batı bir oluşum değildir. Aksine, bu yapılar, iflas etmiş transatlantik sistemin çürüyüp çökmesi sonucu zorunlu hâle gelen ve yeni bir dünya sisteminin parçası olarak büyüyüp gelişen organik bir sürecin yansımasıdır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un zirve sonrasında söylediği gibi, ŞİÖ katılımcıları yalnızca, Batılı ülkelerin artan baskılarına rağmen, uluslararası hukukun değerlerini ve ilkelerini korumak ve ilerletmek için çalışmaktadırlar—üstelik bunlar “bir zamanlar Batı’nın bizzat savunduğu ilkeler”dir.
Bu iki örgüt birlikte, dünya nüfusunun %75’ini temsil etmektedir. Dahası, şu anda ŞİÖ’ye katılmak üzere başvuruda bulunmuş 12 ülke daha vardır; BRICS’e katılmak için başvuranların sayısı ise bundan çok daha fazladır. Bu nedenle, bu yapı artık gerçekten Küresel Çoğunluk hâline gelmiştir ve ortadan kalkacak gibi de görünmemektedir.
Modi, Xi, Putin ve RIC
Başbakan Narendra Modi, ABD Başkanı Donald Trump’ın Hindistan’ın Rusya’dan petrol satın almasına kısmen tepki olarak Hindistan’a %50 gümrük vergisi uygulamaya başlamasından kısa bir süre sonra Tianjin’e geldi. Durum, Trump’ın bu vergileri açıklamasının ardından geçen ay içinde gelişti ve Modi, Hindistan’ın Amerikan baskısına karşı “kararlılıkla duracağını” söyledi. Ancak bu durumun arka planında, BRICS ve ŞİÖ gibi üç ülkenin de temel taşı olduğu yapılar bağlamında süregiden iş birliğinin yanı sıra, daha da köklü olan RIC—yani Rusya-Hindistan-Çin dostluğunun gerçek gücü—bulunuyordu.
RIC, ilk olarak 1998 yılında Rusya Başbakanı Yevgeny Primakov tarafından önerildi. Primakov, o dönemde bu üç ülke arasındaki bir “stratejik üçgen”in, iş birliği ve ekonomik kalkınma için yeni bir sistemin belkemiğini oluşturabileceğini belirtmişti. O tarihten bu yana grup gevşek bir biçimde birlikte çalıştı; ancak özellikle Hindistan ile Çin arasındaki gerilimi körükleyerek bu ülkeleri birbirinden uzak tutmaya çalışan Britanya yanlısı güçler, bu ittifakın gelişmesini engellemek için yoğun çaba sarf etti. Ancak son gelişmeler, durumu yeni bir yöne çevirmiş olabilir ve Modi ile Xi, aralarındaki husumeti sona erdirmeye kararlı görünmektedir.
Modi’nin Xi ile yaptığı görüşmede, iki lider geçen yıl Rusya’nın Kazan kentinde gerçekleştirdikleri ikili görüşmeden bu yana ilişkilerde kaydedilen ilerlemeye duydukları memnuniyeti vurguladı—bu görüşme, beş yıl sonra yapılan ilk resmî temas niteliğindeydi—ve gezegenin en kalabalık iki ülkesi olarak aralarındaki iş birliğinin tüm dünyanın istikrarıyla doğrudan ilişkili olduğunun altını çizdiler. Xi, “Ejderha ile fil birlikte dans edebilir” ifadesini kullandı. Görüşmeler, son aylarda her iki ülkenin yetkilileri arasında gerçekleştirilen yoğun diplomatik temaslar bağlamında gerçekleşti ve iki ülke arasındaki normal diplomatik ilişkiler yavaş yavaş yeniden tesis ediliyor.
Modi’nin Putin ile yaptığı görüşme de en az bunun kadar anlamlıydı. Hindistan, 2017 yılında Avustralya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte, kamuoyunda sıkça “Asya NATO’su” olarak anılan QUAD güvenlik ittifakına katıldı ve o zamandan bu yana Batı ile karmaşık fakat yakın ilişkilerini sürdürdü. Buna rağmen Hindistan, Rusya ile iyi ilişkilerini korudu ve 2022’den itibaren Rus petrolü alımlarını dramatik biçimde artırdı. Hindistan’a, Rusya ile olan dostane ilişkilerini kesmesi ve Rus petrolü alımını durdurması yönünde büyük baskı uygulandı; Trump’ın gümrük vergileri ise bu baskıların yalnızca en sonuncusuydu.
Ancak Modi, Rusya Devlet Başkanı’nı karşılarken, “özel ayrıcalıklı stratejik ortaklığımızın derinliği ve kapsamı”nı içtenlikle vurguladı ve şu ifadeyi kullandı: “En zorlu koşullarda bile Hindistan ve Rusya her zaman omuz omuza ilerlemiştir.” Modi, Putin’e, bu yılın ilerleyen dönemlerinde Hindistan’ı ziyaret ettiğinde “1,4 milyar Hintli sizi sabırsızlıkla karşılayacak” dedi. Aynı günün ilerleyen saatlerinde ve ertesi gün boyunca, Modi’nin Putin’in limuzininde onunla birlikte görüntülendiği ve dostane şekilde gülümsediği fotoğraflar ve videolar medyada geniş yer buldu. Batılı yorumcular, daha sonra Putin, Modi ve Xi’nin el ele tutuşup eşit bireyler gibi sohbet ettikleri görüntüleri izlediklerinde daha da büyük bir şaşkınlık yaşadı.
Hindistan’ın liderleri yalnızca Batı’yı dinlememekle kalmıyor, aynı zamanda aksi yönde ilerliyor gibi görünüyor. Rusya’nın devlet nükleer enerji şirketi Rosatom’un CEO’su Alexey Likhachev, 1 Eylül’de ŞİÖ toplantısının oturum aralarında yaptığı açıklamada, Hindistan’ın Rusya’nın dördüncü nesil nükleer santrallerine son derece ilgi duyduğunu ve ayrıca ticaretini Rusya’nın Kuzey Deniz Rotası üzerinden önemli ölçüde artırmak istediğini söyledi. Ayrıca Hindistan’ın, Rus ham petrolü alımlarını %10 ila %20 oranında artırmayı planladığına dair haberler de var; bu da Primakov’un RIC modelinin potansiyelini daha da pekiştiriyor.
Temel Taş Olarak Ekonomik Kalkınma
ŞİÖ kurulduğunda, ağırlıklı olarak güvenlikle ilgili konularda, özellikle terörle mücadele gibi alanlarda iş birliği ihtiyacına odaklanmıştı. Ancak zamanla tartışmalar, Çin’in birçok ŞİÖ üye ülkesini kapsayan Kuşak ve Yol Girişimini ilan etmesi ve 2014’te Avrasya Ekonomik Birliğinin kurulmasıyla birlikte evrim geçirdi. 2008 finans krizinin ardından “basılan” on trilyonlarca dolar sayesinde ayakta tutulan transatlantik finans sisteminin genel iflası, giderek görmezden gelinemez bir gerçek hâline geldi. Ancak, Ukrayna’daki çatışmanın patlak vermesinin ardından Rusya’ya uygulanan ağır yaptırımlar ve Rusya’nın SWIFT ödeme sisteminden çıkarılması, siyasallaşmış Batı finans sistemi altında hiçbir ülkenin güvende olmadığını açıkça ortaya koydu.
Bu nedenle ŞİÖ de, BRICS gibi, yeni ve bağımsız bir ekonomik mimari oluşturmak için giderek daha hızlı bir şekilde çalışıyor. Zirve sırasında Başkan Xi, “üye devletler arasında güvenlik ve ekonomik iş birliği için daha sağlam temeller sağlamak” amacıyla bir ŞİÖ Kalkınma Bankası kurulmasını önerdi. Ayrıca, önümüzdeki üç yıl boyunca ŞİÖ üye ülkelerine toplam 1,4 milyar dolar kredi verme taahhüdünde bulundu. Henüz küçük çaplı ve başlangıç aşamasında olsa da, bu tür bir banka, Batı kurumlarının kontrolü dışında kalkınmaya yönelik kredi hatları sağlayabilir. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin zirve sonrasında ifade ettiği gibi, söz konusu banka “ŞİÖ ülkelerinde altyapı gelişimi ve sosyoekonomik kalkınmaya güçlü bir ivme kazandıracaktır.”
Putin, ŞİÖ’ye hitabında, tek taraflı aktörlerin müdahalesinden bağımsız yeni finansal mekanizmaların oluşturulmasını savundu. ŞİÖ üyesi ülkeler tarafından “ortak tahvil ihracı yapılması, kendimize ait bir ödeme, takas ve saklama altyapısı kurulması ve ortak yatırım projeleri için bir banka oluşturulması” çağrısında bulundu. Bu tür girişimler, Başkan Xi’nin ŞİÖ’nün “küresel yönetişim sisteminin gelişimi ve reformu için bir katalizör hâline gelmesi” ve dünya ülkeleri arasındaki ilişkilerin jeopolitik düzlemin dışına çıkarılarak “ittifak kurmama, çatışmama ve üçüncü tarafları hedef almama” ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesi yönündeki çağrısıyla tam bir uyum içindedir.
Finansal reform tartışmasının yanı sıra, dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Doğu’ya kayması da en az bunun kadar köklü bir değişimdir. 2 Eylül’de Putin, Xi ve Moğolistan Cumhurbaşkanı Ukhnaagiin Khürelsükh arasında yapılan üçlü görüşmenin ardından, Gazprom CEO’su Alexei Miller, üç liderin devasa Sibirya’nın Gücü 2 doğal gaz boru hattının inşası için “hukuken bağlayıcı bir mutabakat” imzaladığını duyurdu. Bu boru hattı, yılda 50 milyar metreküp (bcm) doğal gazı Moğolistan üzerinden Çin’e taşıma kapasitesine sahip olacak. Miller’ın açıklamasına göre mevcut Sibirya’nın Gücü 1 boru hattı 44 bcm’ye çıkarılacak ve ayrıca Rusya’nın Sahalin Adası’ndan geçen ve şu anda 12 bcm’ye çıkarılmakta olan boru hattı da eklendiğinde, Çin’e akacak toplam Rus gazı potansiyel olarak yılda 100 bcm’nin üzerine çıkacak.
Rusya’nın, Ukrayna savaşı öncesinde Avrupa’ya gerçekleştirdiği toplam doğal gaz satışının 150 ila 180 bcm arasında olduğu düşünüldüğünde, ülkenin önceki pazarlarını daha dostane ve daha güvenilir pazarlarla değiştirmeye yöneldiği açıkça görülmektedir. Bu, yalnızca Rusya için değil, aynı zamanda gelecekteki küresel ekonominin motorunun Küresel Güney ve Doğu’da yattığını gören Küresel Çoğunluk’un diğer üyeleri için de büyük bir dönüşüm anlamına gelmektedir.
Pekin’de 3 Eylül günü düzenlenen askerî geçit töreniyle aynı gün, Rusya’nın uzak doğusundaki Vladivostok kentinde Doğu Ekonomi Forumu başladı. Bu yılki teması, “Uzak Doğu: Barış ve Refah için İş birliği” idi. Rusya Uzak Doğu ve Arktik Kalkınma Bakanı Alexey Chekunkov, bir röportajda foruma ilişkin bazı bilgiler paylaştı. Chekunkov’a göre, şu anda Rusya’nın Doğu ve Arktik bölgelerinde toplam 148 milyar dolarlık 3.800 yatırım projesi yürütülüyor ve bu bölgeler, ülkenin geri kalanına kıyasla 3,3 kat daha fazla ekonomik büyüme kaydediyor. Ekonomik faaliyetin önemli bir göstergesi olan elektrik talebi de son on yılda bu bölgelerde %28 artarak, ülke ortalamasının iki katına ulaştı.
Bu veriler, Arktik ve Uzak Doğu bölgelerinde mümkün olanların yalnızca görünen yüzüdür. Zorlu iklim koşulları ve yeterli uluslararası iş birliğinin eksikliği nedeniyle, insanlık için muazzam bir potansiyel barındıran bu kaynak zengini bölgeler büyük ölçüde gelişmemiş kalmıştır. Ancak bu durum artık değişmektedir.
II.Dünya Savaşı Anma Töreni Bir Seremoniden Daha Fazlası
Çin’in, Pasifik Zafer Günü’nün 80. yıldönümünü kutlamak üzere uzun zamandır beklenen töreni, dünyada bir şok dalgası daha yarattı. Bu yılın başlarında ŞİÖ toplantısına katılan 26 ülkenin liderlerinin çoğu, 3 Eylül’deki anma törenine ve ardından düzenlenen geçit törenine de katıldı. Çin, bu törende en gelişmiş silah sistemleri ve diğer askerî teçhizatlarını sergiledi. Ve sergilenen oldukça fazlaydı. Gösteride, Çin’in en yeni hipersonik balistik ve seyir füzeleri, menzilinin 20.000 kilometre olduğu tahmin edilen yeni bir stratejik balistik füze, en yeni hayalet savaş uçağı, insansız hava aracı savunma sistemleri, lazerler, tanklar ve daha fazlası ilk kez tanıtıldı. Geçit töreninin başında, “Adalet galip gelecek, Barış galip gelecek, Halk galip gelecek” yazılı pankartlar taşıyan helikopterler gökyüzünde uçuş gerçekleştirdi.
Bu gösterinin önemi, CNN’de yayımlanan bir makalede şu sözlerle ifade edildi: “Sergilenen devasa miktardaki askerî teçhizat, Çin’in sözlerinin arkasında duracak sanayi gücüne sahip olduğunu gösteriyor” — tıpkı ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanmak için yaptığı gibi. CNN şöyle devam etti: “Ancak 80 yıl önce ABD sanayisi Mihver devletlerinin sonunu getirirken, Amerika artık Çin’in üretebileceği miktarda silah üretme kapasitesine sahip değil.”
Ancak bu anma töreni, yalnızca siyasi güç gösterisi olmanın ötesinde çok daha derin bir anlam taşıyordu. Çin, 1931–1945 yılları arasında Japon emperyalizmine karşı verdiği mücadelede 35 milyondan fazla vatandaşını kaybetti. Rusya ve eski Sovyet bloğu ülkelerinde olduğu gibi, baskıya karşı özgürlük zaferinin o dönemde ne anlama geldiğine dair derin bir tarihsel bilinç mevcut ve bu hafıza, bugün dünyanın izlemesi gereken rotanın temel ilkesi olarak görülüyor.
Xi, törende yaptığı konuşmada Çin’in savaşta yaptığı büyük fedakârlıkları ve uzun yenilenme sürecini özetledikten sonra şunları söyledi: “Tarih bize, insanlığın birlikte yükselip birlikte düştüğünü öğretiyor.” Xi sözlerine şöyle devam etti: Ancak tüm ülkeler birbirlerine eşit davranıp birbirlerini desteklediklerinde “tarihsel trajedilerin tekrarını önleyebiliriz.” “Bugün insanlık, bir kez daha barış ile savaş, diyalog ile çatışma, kazan-kazan iş birliği ile sıfır toplamlı oyun arasında bir tercih yapmak zorundadır” uyarısında bulundu ve Çin’in bu kararlılığı sürdürmekte tereddüt etmeyeceğini vurguladı. Xi, konuşmasını sesini yükselterek şöyle bitirdi: “Çin ulusunun büyük yeniden doğuşu durdurulamaz! İnsanlığın barış ve kalkınma gibi yüce davası galip gelecektir!”
Geçit töreni, 80. yıl dönümünü simgeleyen 80.000 güvercin ve 80.000 balonun gökyüzüne bırakılmasıyla sona erdi.
Bu etkinliğin hem Rusya hem de Çin için taşıdığı önem, ŞİÖ zirvesinden bir gün önce Başkan Putin’in Xinhua News’e verdiği röportajda daha da açık bir şekilde ortaya kondu. Putin şöyle dedi: “Bazı Batı ülkelerinde, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarının fiilen revize edildiğini ve Nürnberg ile Tokyo mahkemelerinin kararlarının açıkça göz ardı edildiğini görüyoruz.” Ve ekledi: “Rusya ve Çin, tarihin yeniden yazılmasına yönelik bu girişimleri kararlılıkla kınıyor.” Ardından şunları söyledi: “Sovyet ve Çin halklarının Alman Nazizmine ve Japon militarizmine karşı verdiği ortak mücadelenin hatırası bizim için kalıcı bir değerdir… Savaşta zaferin 80. yıldönümünü kutlamak üzere, Yeni Bir Dönem için Çin-Rusya Kapsamlı Stratejik Koordinasyon Ortaklığı’nın Daha Da Derinleştirilmesi Konulu Ortak Bildiri’yi imzaladık. Bu belge, bazı ülkelerin insanlığın tarihsel hafızasını ortadan kaldırma ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan dünya düzeni ile diyalog ilkelerinin yerine sözde ‘kurallara dayalı düzen’i geçirme girişimlerine karşı ülkelerimizin ortak yanıtını içermektedir.”
Batı da Davetlidir
Bu yeni dinamiğin “Doğu’da” gelişmekte olduğu tartışmasız bir gerçek olsa da, bu durum Batı’nın davet edilmediği anlamına gelmez. Başkan Putin, 5 Eylül’deki Doğu Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşmada, Rusya’nın Amerika Birleşik Devletleri ile Arktik bölgesinde yürütülebilecek ortak projeler hakkında hâlihazırda görüşmeler yaptığını belirtti ve hatta ABD, Rusya ve Çin arasında üçlü projeler gerçekleştirilme olasılığını da gündeme getirdi. Putin şunları söyledi: “Tüm bu seçenekler tartışılıyor, masada. Yalnızca siyasi bir karara ihtiyacımız var. Bu mümkündür ve hem doğalgaz hem de petrol alanındaki iş birliği karşılıklı olarak faydalı olacaktır.” Çin de daha derin bir iş birliği için Batı’ya defalarca dostluk elini uzattı.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın, bu gelişmekte olan ülkeleri düşman olarak görmekten vazgeçip, onları ortak olarak görmeye başlamaları için kapı aralanmıştır. Arktik’teki ortak projeler yalnızca bir başlangıç olabilir ve onlarca yıldır süren parazit ekonomik politikaların etkisini ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan büyük ölçekli fiziksel-ekonomik büyümenin temelini oluşturabilir. Bu potansiyel gelecek iş birliği, yalnızca Batı ülkeleri içinde var olan en iyi geleneklerin yeniden canlanmasına öncülük etmekle kalmasın; aynı zamanda uzun süredir dünyanın büyük bölümünü yöneten oligarşik sistemin de sonunu getirsin. Lyndon LaRouche’un, 1994 yılında Rusya gezisinden döndükten kısa bir süre sonra söylediği gibi:
“Eğer insanlığın geleceğine bakarsak ve batmakta olan Titanik’in [iflas etmiş transatlantik finans sistemi – ed.] ötesine geçersek, dünyayı yeniden düzenlemenin açık bir yolu var… Ve bu, Britanya’nın her zaman korktuğu şeyi yapmaktır—jeopolitik anlamda elimizden gelenin en iyisini yapmak. Gelin, Brest’ten [Batı Fransa] Vladivostok’a [Doğu Rusya] kadar demiryolu ağlarını geliştirelim. Çin’de ipek yolu demiryolunun gelişimini destekleyelim. Asya’nın iki bölümü [Hindistan ve Çin] arasında iş birliğini teşvik edelim… Şimdi bu ikisini, entegre edilmeleri gereken mantıklı bir biçimde entegre edelim. Bu, artık dünya nüfusunun büyük kısmının bulunduğu bölgeye girdiğiniz anlamına gelir… Dünyanın gelecekteki nüfusu burada yoğunlaşacak. Eğer fiziksel ekonomi geliştiriyorsak, ticaret yolları da burasıdır… Bu altyapı inşasını, sanayinin gelişmesi için katalizör görevi görecek diğer gerekli sanayileri tetiklemek amacıyla kullanalım.
“Böyle bir politikaya, egemen ulus devletler arasında böyle bir iş birliğine kendimizi adamalıyız ve bu dünyayı bir yüzyıl boyunca savaşa sürüklemiş olan emperyalistleri… kendi haline bırakmalıyız… Yasaklanmış olsa da ülkemizin yaşamsal çıkarlarına uygun olanı yapmaya devam edelim: Avrasya ve Güney Asya’da bu tür bir kalkınmayı teşvik edelim ve bu iş birliğini dünya ekonomisini yeniden inşa etmenin bir aracı olarak kullanalım.”
Kaynak: https://larouchepub.com/other/2025/5236-sco_and_world_war_ii_commemora.html