19 Ocak 2025’te yürürlüğe Gazze ateşkesinin ardından işgal altındaki Batı Şeria’da yaşanan İsrail merkezli şiddetin tırmanması, İsrail’in askeri güç, yerleşimci şiddeti ve sistematik yerinden etme yoluyla Filistin toprakları üzerindeki kontrolünü pekiştirmeye yönelik politikalarının daha geniş bir modelini ortaya koymaktadır. Bu anlamda, İsrail’in Batı Şeria’daki ‘askeri operasyonlarını’ yoğunlaştırdığı, yerleşimci terörünün bu işgalde kritik rol oynadığı ve bu eylemlerin insani sonuçlarının olduğu görülmektedir. Bütün bunlar İsrail’in Filistin’deki sömürgeci projesinin tarihsel bağlamına yerleşmekte ve yeni sömürgeci zihnin devam ettiğini göstermektedir.
Askeri Operasyonlar ve Yerleşimci Şiddeti
7 Ekim 2023’ten bu yana Batı Şeria, İsrail askeri operasyonları ve yerleşimci saldırılarında benzeri görülmemiş bir artışa tanık oldu. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne (UNOCHA) göre, Ekim 2023’ten bu yana Batı Şeria’da 900’e yakın Filistinli öldürüldü ve bunların 187’si çocuktu. Bu ölümlerin çoğu, İsrail işgal güçleri tarafından açılan ateş sonucu yaşandı ve özellikle Cenin, Tulkarim ve Nur Şems gibi mülteci kamplarında yoğunlaştı. Tarihsel olarak Filistin direnişinin merkezleri olan bu bölgeler, tekrarlanan baskınlara, drone saldırılarına ve kuşatmalara maruz kaldı. Bu operasyonlar sıklıkla altyapının yıkımı ve tıbbi erişimin engellenmesiyle sonuçlandı.
İsrail işgal ordusunun Ocak 2025’te başlattığı “Demir Duvar Operasyonu”, Batı Şeria’da önemli bir tırmanışı temsil ediyor. Savunma Bakanı İsrail Katz tarafından bir güvenlik stratejisi değişikliği olarak tanımlanan operasyon, özellikle sivil kayıplara karşı kayıtsız kalınarak Gazze’de kullanılan taktiklerle benzerlikler taşıyor. Dolayısıyla İsrail 7 Ekim’den beri işlediği soykırımı Batı Şeria’da işlemeyi, Batı Şeria’yı Gazzeleştirmeyi hedefliyor. Bu anlamda İsrail’in Batı Şeria’da Gazze benzeri hayata geçirdiği soykırım operasyonu, özellikle Tulkarim ve Nur Şams mülteci kamplarından olmak üzere 40.000’den fazla Filistinlinin yerinden edilmesine neden oldu ve bu, 1967 işgalinden bu yana Batı Şeria’daki en büyük yerinden etme hareketi olarak kayıtlara geçti. Bu yerinden etme, tesadüfi değil, Filistinli bölgelerin boşaltılması ve İsrail yerleşimlerinin genişletilmesini kolaylaştırmaya yönelik kasıtlı bir stratejinin parçası.
Yerleşimci şiddeti de yoğunlaştı ve Ekim 2023 ile Ocak 2025 arasında 1.800’den fazla saldırı vakası rapor edildi. Bu saldırılar, genellikle İsrail ordusunun örtülü onayı veya doğrudan katılımıyla gerçekleştirildi ve Filistinli evlerine, hayvanlarına ve tarım arazilerine yönelikti. Artık İsrail meclisi Knesset’te temsil edilen ve İsrail hükümeti tarafından desteklenen yerleşimci terör örgütleri, Filistinlilerin yerinden edilmesini ve topraklarının ilhakını açıkça savunuyor. Özellikle C Bölgesi’nde kurulan çiftlik ve yerleşim karakolları, Filistinlilerin otlaklara ve su kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayarak geçim kaynaklarını baltalıyor ve birçok kişiyi evlerini terk etmeye zorluyor.
Tarihsel Bağlam ve Sömürgecilik Sürekliliği
Mevcut tırmanış, İsrail’in Filistin’deki sömürgeci projesinin daha geniş tarihsel bağlamı içinde anlaşılabilir. 1948’deki kuruluşundan bu yana İsrail, toprak genişlemesi ve demografik mühendislik politikası izleyerek, Filistinlilerin varlığını en aza indirirken toprak üzerindeki kontrolünü en üst düzeye çıkarmaya çalışıyor. 1967’de Batı Şeria ve Gazze’nin işgali, bu projede yeni bir aşamayı işaret etti; yerleşimlerin inşası ve askeri yönetim, Filistin topraklarını parçalayarak devlet olma olasılığını baltalamak üzere tasarlandı.
1990’lardaki Oslo Anlaşmaları, Filistin özyönetimini ilerletmek bir yana, Batı Şeria’yı A, B ve C Bölgeleri olarak bölerek İsrail’in toprakların %60’ını oluşturan C Bölgesi üzerinde tam kontrolü elinde tutmasını sağladı. Yerleşimlerin genişlemesi, ayrım duvarının inşası ve Filistinlilere yönelik inşaat izinlerinin sistematik olarak reddedilmesi, İsrail kontrolünü pekiştirirken Filistinli yaşamını giderek daha da zorlaştırdı. Dolayısıyla Batı Şeria’daki İsrail terörü ve mevcut tırmanış, Siyonist sömürgeci mantığın bir devamıdır. Filistinlileri yerinden ederek, evlerini yıkarak ve kaynaklara erişimlerini kısıtlayarak İsrail, fiili durumlar yaratarak iki devletli çözümü imkânsız hale getiriyor. İsrail hükümeti belgelerinde Batı Şeria’nın “Yahudiye ve Samarya” olarak yeniden adlandırılması ve bölgenin ilhakına yönelik yasama çabaları, İsrail’in Batı Şeria’yı devletinin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğünü gösteriyor.
Filistin Otoritesi’nin Rolü
İsrail’in soykırım savaşlarında ve etnik temizlik politikalarında Filistin Otoritesi’nin de kritik rol oynadığı ifade edilebilir. Bu anlamda 2006’dan beri seçim yaptırmayan otoriter devlet başkanı Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Otoritesi, İsrail’in Filistinlilerin hakların çalmasında suç ortağı bir rolü oynuyor. Zayıf otoritesini koruma çabası içindeki yozlaşmış yönetim, İsrail taktiklerini taklit ederek Cenin ve diğer bölgelerde baskınlar ve tutuklamalar gerçekleştiriyor. Bu eylemler, genellikle İsrail güçleriyle koordinasyon içinde yürütülüyor ve otoriteyi, Filistinli nüfusun gözünde meşru bir temsilciden ziyade işgalin bir alt yüklenicisi haline getiriyor. FO’nun Filistinli yaşamları korumadaki yetersizliği veya isteksizliği, Batı Şeria sakinleri arasında terk edilmişlik duygusunu daha da artırıyor ve birçok kişi silahlı direnişi tek uygun seçenek olarak görmeye başlıyor. Dolayısıyla Abbas yönetimi İsrail yöntemlerini siviller üzerinde uygulayarak silahlı direnişi makul tek seçenek olarak teşvik ediyor.
İnsani Sonuçlar ve Uluslararası Suç Ortaklığı
İsrail’in ve işgalin yerel ayağı olan FO’nun Batı Şeria’daki bu yıkıcı politikalarının insani etkisi oldukça büyüktür. Evlerin, yolların ve altyapının yıkılması, tüm toplulukları yaşanmaz hale getirirken, tıbbi erişimin engellenmesi önlenebilir ölümlere yol açtı. Özellikle vahim bir olayda, İsrail güçleri, Nur Şems’te bir baskın sırasında vurulan hamile bir kadın olan Sundus Şelabi’ye ulaşmaya çalışan sağlık ekiplerini engelledi ve bu durum kadının ve doğmamış çocuğunun ölümüne neden oldu. Bu tür eylemler, tıbbi personel ve tesislere yönelik saldırıları yasaklayan ve işgal güçlerinin sivil nüfusun refahını sağlamasını gerektiren uluslararası insani hukuku ihlal ediyor.
Uluslararası toplumun bu ihlallere yanıtı son derece yetersiz kaldı. Toplu cezalandırma ve zorla yerinden etme dahil olmak üzere savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara dair açık kanıtlara rağmen, dünya liderleri büyük ölçüde sessiz kaldı. Biden yönetiminin bir avuç yerleşimciye yönelik küçük yaptırımlar uygulama kararı, daha sonra Trump yönetimi tarafından tersine çevrildi ve bu durum, anlamlı bir hesap verebilirlik eksikliğini ortaya koydu. Bu cezasızlık, İsrail politika yapıcılarını ve yerleşimcilerini daha da cesaretlendirdi; uluslararası toplumun eylemsizliğini, daha fazla şiddet ve toprak gaspı için yeşil ışık olarak görüyorlar. Diğer bir deyişle İsrail asıl gücünü cezalandırılmamaktan alıyor.
Sonuç
Son kertede Batı Şeria’daki şiddetin tırmanışı bir istisna değil, on yıllardır süren cezasızlık ve uluslararası suç ortaklığının mantıksal bir sonucudur. Gazze’den alınan dersler– İsrail’in sivilleri hedef alması, altyapıyı yıkması ve kitlesel yerinden etme eylemlerinin büyük ölçüde cezasız kalması– Batı Şeria’ya uygulandı ve Filistinli yaşamı üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurdu. Uluslararası toplumun İsrail’i sorumlu tutmaktaki başarısızlığı, Siyonist siyasetçileri daha da saldırgan politikalar izlemeye teşvik etti.
Filistinliler için devletleşme ve işgali sonlandırma noktasında gelecek meydan okumalar ve zorluklarla doludur. Self-determinasyon başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerinin çalınması, topraklarının parçalanması ve kendi liderliklerinin suç ortaklığı, Filistinlilere silahlı direniş dışında pek seçenek bırakmıyor. Tarihteki birçok örneğin gösterdiği gibi, sömürgeci baskıya karşı silahlı direniş genellikle çaresizlikten doğar. Mevcut şiddet dalgası, Batı Şeria’da ve ötesinde yeni bir halk direnişi evresini tetikleyebilir. Uluslararası toplum, Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ve vicdanlı halkların iskân olduğu ülkeler için iki seçenek kalıyor. Bunlardan ilki, İsrail’i 75 yıldır uyguladığı etnik temizlik, soykırım ve terör politikalarından sorumlu tutmak için somut adımlar atmak. Başta İsrail ile tüm ilişkileri kesmek olmak üzere İsrail’i izole edecek her türlü adım ilk aşamada atılabilir. Eğer bu ilk seçenek hayata geçirilmezse, ikinci olarak, mezkûr uluslararası toplum Filistinlilerin hakların daha da çalınması ve İsrail’in apartheid/ yeni sömürgeci rejiminin yerleşik hale gelmesi ihtimali oldukça yüksektir. Nitekim İsrail’in işlediği bunca hak ihlaline karşı sessiz kalma ve eylemsizlik yeni sömürgeci, yayılmacı ve soykırımcı İsrail’i güçlendirmektedir.