Amerika kendine has o şahane demokrasisiyle sahnede. 2024 başkanlık seçimleri tam bir film senaryosu tadınla ilerliyor.
Bir aday mahkemelerde yargılandı, Joe Biden kendi partisi tarafından bile yeterli görülmeyip saf dışı edildi. Trump da suikast girişimlerinden zar zor sıyrıldı.
ABD’nin iç siyaseti dünyaya yayılırken Washington’ın, liderliğini sürdürme çabaları birçok ülkede büyüyen memnuniyetsizliği körüklüyor. Seçim sonuçları ne olursa olsun, “biz her şeyin lideriyiz” siyaseti devam ediyor. Sonuçta her iki aday da kazansa fark etmeyecek, çünkü Washington’ın liderlik stratejisi aynı kalacak.
Demokrat Parti’deki neokonservatif grup ABD liderliğini sürdürmek için gücü tek araç olarak görüyor. Bu durum şahsi davranışlardan ziyade bulundukları siyasi pozisyonun bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Biden bir zamanlar kongrede barış yanlısıydı, Beyaz Saray’a gelince savaş bütçesini artıran biri oldu. Rusya ve Çin’e karşı çatışma seçim sonucundan bağımsız olarak devam edecek.
Ukrayna’daki durum ve Tayvan etrafındaki gerilimler üzerinden ABD’nin caydırıcılık stratejisi askeri bütçe ile şekillenecek. ABD’nin Ukrayna stratejisi o kadar bariz ki: Biz savaşa gitmeyelim, Ukrayna’yı vekil savaşçımız olarak kullanalım, savaşı uzatalım, Rusya’yı yorup zayıflatalım. Şimdi Pompeo çıkmış, zoraki barış falan diyor. Aslında maksat belli: Ukrayna’yı NATO’ya alalım, Rusya’yı da savaşa iyice bulaştıralım. Avrupa da savunma bütçesini 3 katına çıkarsın.
Pompeo gibi figürlerin barış mefhumunu bu kadar sert bir şekilde kullanması siyasette gücün ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. Barış sadece stratejik bir araç. Kısa vadeli siyasi kazançlar uğruna uzun vadeli çözümler göz ardı ediliyor. Asıl mesele bu tür politikaların halklar üzerindeki etkisi. Ukrayna gibi ülkeler bu güç çatışmalarında birer satranç taşı gibi kullanılıyor, fakat bu taşlar gerçek insanlardan oluşuyor.
ABD bir yandan silah satıp Avrupa’dan daha fazla para koparmaya çalışırken diğer yandan Ukrayna’yı stratejik bir oyuncağa çevirmiş durumda. Görünen o ki ABD’nin liderlik hırsı değişmiyor, kim başkan olursa olsun “önce güç” diyen bir dış politika izlemeye devam edecekler. ABD’nin savunma bütçesini artırarak kendini dünyanın polisi olarak konumlandırma arzusu hem Avrupa’yı daha bağımlı kılıyor hem de dünya genelinde güç dengelerini sarsıyor.
Bu tür büyük güç oyunları genellikle kazananın kim olduğunu pek belli etmeyen uzun süreçler. Amerika’nın Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir vekil savaşçı gibi kullanma stratejisi hem bölgedeki istikrarsızlığı derinleştiriyor hem de Amerika’nın, liderliğini sürdürme çabasını oldukça tehlikeli bir yola sokuyor. Her iki taraf da uzun vadeli bir soğuk savaş atmosferinde kendini konumlandırmış durumda, bu da askeri ve ekonomik kaynakları tüketen bir yarışa dönüşüyor.