Hz. Peygamber’in İktisadî Zaferi

İslam dünyasının bugün batıya karşı zayıf durumunun da altında büyük oranda bu ekonomik zayıflık yatmaktadır. Devasa nüfuslarına karşın İslam dünyası küresel ekonomiden çok zayıf bir pay almaktadırlar. Bu da maalesef siyasi, askerî, kültürel ve bilimsel sahalarda da bir zayıflığa yol açmaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı'na (İİT) üye 57 ülkenin toplam nüfusu yaklaşık 1,8 milyar olup, bu da dünya nüfusunun yaklaşık %24'üne denk gelmektedir. Buna karşın, bu ülkelerin dünya ekonomisindeki payı daha düşüktür.
Ocak 16, 2025
image_print

Donald Trump’ın “Ekonominizi mahvederim” tehditleri hepimizin hafızasındaki tazeliğini koruyor. Diğer Batı devletlerinin de kâh açıktan kâh gizlice Türkiye ile her anlaşmazlıklarında ekonomi sopasını gösterdikleri de gizli bir bilgi değil. En son Volkswagen’in Türkiye’nin politikalarına yön vermek amacıyla yatırım yapmaktan vazgeçtiğini deklare etmesi de bu cümledendir. Doğrusu devletler arasında ekonomik savaşlar yeni bir durum değildir. Keza İslam tarihinde de savaşlarda ve devletler arası münasebetlerde ekonominin bir silah olarak kullanıldığına dair birçok örnek vermek mümkündür. Biz de bu yazımızda Hz. Peygamber’in Kureyş ile giriştiği mücadelede ekonominin rolünün ne olduğu üzerinde duracağız. Zira bir süredir siyer okumalarımı bu minvalde yürütüyorum ve oldukça çarpıcı sonuçlara ulaştığımı söyleyebilirim.

Hz. Muhammedin (sav) 23 yıl süren tebliğ mücadelesi ve elde ettiği başarı, İslâm’ın yayılışı sırasında pek çok alanda verdiği çetin bir mücadelenin ürünüdür. Mekke’deki ilk yıllarında büyük bir direnişle karşılaşan Peygamber Efendimiz, yalnızca inanç ve düşünce düzeyinde değil, siyasi, askeri ve ekonomik sahalarda da etkili stratejiler geliştirmiştir. Medineye hicret ettikten sonra bu mücadelenin daha somut adımlarla ilerlediğini görebiliriz. Hicretin ilk yılında Kureyş’e karşı başlattığı askeri faaliyetler, aslında İslâm’ın tebliğinin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik bir hamleydi. Ancak amacı Kureyş’i tamamen yok etmek değil, onları ekonomik olarak zayıf düşürerek barışçıl bir ortamda İslâm’la tanışmalarını sağlamaktı. Bu nedenle, Hz. Peygamber’in ilk askeri operasyonları olan seriyyeler sık sık Kureyş Kervanlarını hedef almıştır.

Kureyş müşriklerinin en önemli ticareti ve Mekke ekonomisinin de bel kemiğini de Şam, Yemen, Irak ve Umman gibi civar ülkelerle yapılan ticaret oluşturmaktaydı. Bu ticaretin herhangi bir nedenle akamete uğratılması Mekke’ye ağır bir ekonomik darbe olurdu. Nitekim kervanlara yapılan saldırılar Kureyş tarafında çok set bir karşılık bulmuş ve ticaret yolunu ne pahasına olursa olsun güvenli hale getirmek için bir dizi saldırı başlatmışlardır. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları ve daha küçük bazı askeri faaliyetlerle bu hedeflerine ulaşmaya çalışmışlarsa da istedikleri başarıyı elde edemediler. Zaman Kureyş’in aleyhine işlemekteydi. Zira onların ticari faaliyetleri bu süre boyunca aksayıp ekonomik güçlerini kaybederken Hz. Peygamber Medine’de gün geçtikçe Müslümanların ekonomik gücünü artırıyordu.

Resulullâh, Medine’de güçlü bir ekonomik yapı inşa ederek Kureyş’in baskısını hafifletmek için önemli adımlar attı. Müslümanların ekonomik olarak bağımsızlıklarını kazanmaları amacıyla Medine’de Müslümanların kontrolünde yeni bir pazar kuruldu. Kendisi Medine’ye geldiğinde şehirde başlıca dört Pazar yeri bulunuyordu ve bunlardan üçü doğrudan diğeri ise yarı yarıya Medine Yahudilerinin kontrolündeydi. Hz. Peygamber bu dengeyi Müslümanların lehine değiştirmek için henüz ilk yılında bir gayretin içinde bulundu. Çünküşehirde Yahudi kabilelerin hâkim olduğu ekonomik yapı, Müslümanlar için bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Bu nedenle, Müslümanların kontrolünde yeni bir pazar kurularak ekonomik bağımsızlıklarını artırmak hedeflendi. Bu yeni çarşıda Müslüman tüccarlar faaliyet gösterirken, ticaretin Yahudi kontrolünden çıkması sağlandı. Pazarın vergi ve kira gibi yüklerden muaf tutulması, ticareti cazip hale getirdi. Bu strateji, Medinede ekonomik düzenin değişmesini sağladı ve Yahudiler dahi bu pazara ilgi göstermeye başladı. Yeni pazar, İslâm toplumunun ekonomik gücünü artırarak dış tehditlere karşı direnç kazanmasına katkı sağladı.

Ticaretin canlanması, bölgedeki diğer kabilelerle yapılan antlaşmalarla desteklendi. Ayrıca Mekke’den gelen muhacirlerin ticari deneyimleri, Medine ekonomisinin tarım ağırlıklı yapısından daha çeşitli bir ekonomik düzene geçmesini sağladı. Bu adımlar sonucunda Mekke ekonomisi gerilemeye başladı, Medine ekonomisi ise güçlendi. Kureyş’in ekonomisinin zayıflamasıyla askeri kapasitesi de düştü. Hudeybiye Antlaşması sonrasında toparlanma çabalarına rağmen, Mekke, İslâm ordusuna karşı zayıf düştü ve Mekke’nin fethi sırasında teslim olmak zorunda kaldı. Dolayısıyla Kureyş’in teslim olmasında en büyük etken, askeri yenilgiler değil, ekonomik çöküşlerinin yarattığı zayıflıktı.

Mekke ekonomisinin zayıflamasının bir başka nedeni de savaşlar sırasında yaptıkları harcamalardı. Savaşların maliyeti konusunda kesin bilgiler bulunmasa da, Mekkelilerin Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı yaptığı savaşların ekonomik olarak ciddi zarara yol açtığı bilinmektedir. Silah alımı, erzak temini ve paralı askerlerin ücretleri gibi giderler, savaşa katılanların kendi donanımlarını sağlamasıyla birleşiyordu. Ayrıca atlı birliklerin maliyetleri de Mekke ekonomisi üzerinde büyük bir yük oluşturdu. Nihayetinde Mekke’nin üst üste giriştiği savaşlar, ekonomik çöküşle sonuçlandı. Bu süreçte ticaretin aksaması ve kaynakların tükenmesi, Kureyş’in Müslümanlara karşı direncini zayıflattı.

İslam dünyasının bugün batıya karşı zayıf durumunun da altında büyük oranda bu ekonomik zayıflık yatmaktadır. Devasa nüfuslarına karşın İslam dünyası küresel ekonomiden çok zayıf bir pay almaktadırlar. Bu da maalesef siyasi, askerî, kültürel ve bilimsel sahalarda da bir zayıflığa yol açmaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı’na (İİT) üye 57 ülkenin toplam nüfusu yaklaşık 1,8 milyar olup, bu da dünya nüfusunun yaklaşık %24’üne denk gelmektedir. Buna karşın, bu ülkelerin dünya ekonomisindeki payı daha düşüktür. 2016 verilerine göre, İİT ülkeleri dünya gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) %8,8’ini oluşturmaktadır. Ayrıca, İslam ülkelerinin dünya ihracatındaki payı %8,5, ithalattaki payı ise %9 seviyesindedir. Petrol ihracatı hariç tutulduğunda, İslam ülkelerinin dünya ihracatındaki payı %5,6’ya düşmektedir. Türkiye özelinde, Müslüman ülkelerin Türkiye’nin ihracatındaki payı 2002 yılında %11 iken, 2022 yılında %26’ya yükselmiştir. Türkiye’nin hedefi, bu oranı önümüzdeki beş yıl içinde %35’e çıkarmaktır.

Bu veriler, İslam dünyasının küresel ekonomideki payının, nüfus oranına kıyasla daha düşük olduğunu göstermektedir. Bu durum, dünya Müslümanları için asla kabul edilemez bir iktisadi ortamın olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’in ekonomiye verdiği önemi yeniden İslamî şuurun bir parçası haline getirmek günümüz Müslümanlarının boynunun borcudur. Oysa enteresan bir biçimde din-ekonomi ilişkisi konusunda Müslümanlar daha pasif bir tutum takınmaya adeta yönlendirilmişlerdir. Bu konuda son yıllarda yazdıklarıyla İslam dünyasına ve özellikle de Türkiye’deki Müslümanlara yol gösteren Prof. Dr. Sabahattin Zaim hocayı hatırlamak bir vefa borcudur. O ve diğer Müslüman aydınların yazdıkları sayesinde Müslümanların dünya sahnesinde kendilerine biçilen rolleri reddedip yeniden kendi rollerini ortaya koymaları için iktisadi güce sahip olmaları gerektiğini artık daha iyi biliyoruz. Her geçen günde bu konudaki farkındalık artmakta ve bunun sonuçlarını daha somut olarak görebilmekteyiz. Müslümanlar henüz dünyanın zirvesinde değillerse de sanayi ve teknoloji alanlarında atılım yapan şirketlerimizin haberlerini daha sık duyar hale geldik. Yakalanan bu ivmenin düşmeden artarak devam edeceğini umuyorum. Bu konudaki azmi ve kararlılığı görmek de her Müslüman gibi bizleri de mutlu etmektedir.

Fatih Zengin

Doç. Dr. Fatih Zengin

1981 yılında Nusaybin’de doğdu. 2003 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2009 yılında Uludağ Üniversitesi’nde başladığı doktora çalışmasını 2014 yılında “İslâm Siyasî Tarihinde Ensar” başlıklı doktora tezi ile tamamladı. 2010 yılından 2022 yılına kadar İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev aldı. Arapça ve İngilizce bilen Zengin’in başlıca akademik ilgi alanları Siyer, İlk Asır İslam Tarihi ve İslam Medeniyetidir. Fatih Zengin halen Bandırma 17 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır

SOSYAL MEDYA