Netanyahu’nun Ölümcül Kumarı: İsrail Diplomasiyi Hedef Aldı

Dün, belki de İsrail’in şimdiye kadarki en tehlikeli kumarına sahne oldu. Şimdi bekleyip göreceğiz: Savaş sonrası siyasi düzenin uluslararası kurumları ve diplomatik normları ayakta kalacak mı, yoksa gerçekten yeni bir döneme mi giriyoruz — öyle bir dönem ki, devletlerin gelişmesi ve hatta kazanması için artık bambaşka, acımasız bir siyasi normlar dizisine uyması gerekecek?
Eylül 11, 2025
image_print

Dün yerel saatle 16.00 civarında, İsrail güçleri Doha’nın Leqtaifiya bölgesindeki bir konut yerleşkesine hava saldırısı düzenledi. “Ateş Zirvesi” kod adıyla anılan ve IDF tarafından, Shin Bet’in olası katılımıyla yürütülen bu operasyon, Gazze için ABD destekli bir ateşkes teklifini görüşmek üzere bir araya gelen birkaç üst düzey Hamas liderini hedef aldı. Yetkililer saldırıdan sağ kurtuldu, ancak aralarında üç koruma ve bir Katarlı güvenlik görevlisinin de bulunduğu altı kişi hayatını kaybetti.

Bu, İsrail’in Katar topraklarına gerçekleştirdiği ilk saldırıydı ve füzeleri yalnızca şarapnel değil, iki mesaj da taşıyordu. İlki şuydu: İsrail’in Hamas’la savaşı artık küresel bir boyuta ulaşmış durumda. On yıllardır Hamas’ın siyasi bürosu Katar’dan faaliyet gösteriyor ve bu durum Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve hatta İsrail tarafından tolere ediliyordu; Doha, diplomasi için kullanışlı bir kanal olmuştu. Hamas, Gazze İsrail bombalarıyla yerle bir edilirken, beş yıldızlı otellerde planlar yapabiliyor, pozlar verebiliyor ve müzakere yürütebiliyordu. Körfez’deki bu sürgündeki adamların, sahadaki savaşçıların aksine, farklı muamele göreceği fikri bir kurguydu.

Doha’ya saldırarak İsrail, bu ayrımın artık bir yanılsamadan ibaret olduğunu açıkça ortaya koydu. Ancak, belki de daha önemlisi, ikinci mesaj çok daha tartışmalıydı. İsrail’in öldürmeye çalıştığı adamlar, Washington’un en son ateşkes teklifini inceliyorlardı. Onlara tartışmanın ortasında saldırarak, İsrail barış sürecini doğrudan hedef hâline getirmiş oldu. İsrail, Hamas’ı masada tutan diplomatik yapıdan uzun süredir öfkeyle söz ediyordu; Doha’ya yapılan saldırı yalnızca Hamas’a değil, Gazze savaşındaki kısa süreli ateşkesleri ayakta tutan arabuluculuk mimarisinin tamamına yönelik bir meydan okumadır.

Bu saldırı, işleri hızlandırmaya ve sunulan anlaşmayı kabul etmeye yönelik bir uyarı niteliği taşıyor olabilir. 7 Eylül’de Donald Trump’ın Truth Social’da net bir uyarı paylaştığını unutmayalım: “İsrailliler benim şartlarımı kabul etti,” demişti. “Artık Hamas’ın da kabul etme zamanı geldi. Hamas’ı kabul etmemesi hâlinde doğacak sonuçlar konusunda uyardım. Bu son uyarımdı, bir daha olmayacak!”

Ancak saldırıdan sonra Trump’ın üslubu belirgin biçimde değişti. Israrla, “her açıdan çok mutsuz” olduğunu söyledi. Bunu gerçekten kastetmiş olsun ya da olmasın, bunu söylemesi gerektiği açıktı. Katar, bölgedeki en büyük ABD askeri üssü olan Al Udeid hava üssüne ev sahipliği yapıyor ve bu üs, Amerika’nın Orta Doğu stratejisinin merkezinde yer alıyor. İsrail’in Katar’ın başkentini açık bir kınama olmadan bombalamasına izin vermek siyasi açıdan tehlikelidir. Öte yandan, Beyaz Saray’ın da İsrail’le olan bağlarını koparmaya gücü yetmez; zira İsrail, Washington’a Orta Doğu’da güçlü bir dayanak sağladığı gibi, askeri yeniliklere ve İsrail istihbaratına erişim açısından da büyük avantajlar sunar. Tüm bu nedenlerle Washington, tuhaf bir biçimde yarı müttefik, yarı arabulucu pozisyonunda durmakta; Hamas’la arabuluculuk yapmaya devam ederken her iki tarafı da yatıştırmaya çalışmaktadır.

Hamas açısından ise bu saldırı açıkça büyük bir sorundur. Liderleri Doha’nın otellerinden, fahişelerinden ve offshore bankacılık olanaklarından faydalanmanın yanı sıra, suikast tehdidi olmadan bağış toplayabilir, propaganda yapabilir ve müzakerelere katılabilirlerdi. Bu artık sona erdi. Eğer Katar’da bile güvende değillerse, nerede olabilirler?

Bu arada uluslararası tepki hızlı ve öfkeliydi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, bunu uluslararası hukukun “açık bir ihlali” olarak nitelendirerek, İsrail’i Katar’ın yapıcı bir rol oynadığı diplomatik süreci kasıtlı olarak baltalamakla suçladı. Türkiye daha da ileri giderek saldırıyı “devlet terörizmi” olarak tanımladı. Almanya bile bunu “kabul edilemez” ilan etti.

Katar açısından ise İsrail’in saldırısı neredeyse kişisel bir saldırı niteliğindeydi. Dünkü olayları egemenliğine yönelik “korkakça bir ihlal” olarak kınaması bu yüzden şaşırtıcı değil. Aracılık rolü hassas bir dengeye dayanıyordu: Batı tarafından tolere ediliyor, Hamas tarafından güveniliyordu. İsrail bu tarafsızlığı sona erdirmemiş olsa da ihlal etmiş oldu. Bu, tırmanışın yeni mantığıdır. Dünya artık bir savaş alanıdır; diplomasi, cezasızlık için bir kılıf olarak kullanılamaz.

“Dünya artık bir savaş alanı”

Ve eğer dünkü saldırı küresel diplomatik normların özüne dokunduysa, bunun daha geniş kapsamlı sonuçları da ciddi olabilir. İsrail ile birkaç Arap devleti arasındaki ilişkileri normalleştiren İbrahim Anlaşmaları, Gazze’deki kan gölü nedeniyle zaten baskı altındaydı. Anlaşmayı imzalayan Arap liderler artık halklarına, Körfez’deki bir başkenti bombalamaya hazır bir devletin yanında neden durduklarını açıklamak zorunda kalacaklar. Öte yandan, Orta Doğu Forumu’nun araştırma direktörü Jonathan Spyer’ın da işaret ettiği gibi, Katar İbrahim Anlaşmaları’na taraf değil ve aslında adı dışında her konuda BAE ve Suudi Arabistan’ın düşmanıdır.

Spyer’a göre, bu bağlamda mantık çok net. “İsrail, Hamas’ın 2023’te 1.200 İsrailliyi katletmesi nedeniyle Hamas’la savaş halinde,” diyor. “Hamas, Kudüs’te işlenen kanlı bir terör saldırısının sorumluluğunu yeni üstlendi. Katar, Hamas liderliğine ev sahipliği yapıyor ve çifte oyun oynuyor: Hem Hamas’ın faaliyetlerini kolaylaştırıyor hem de kendisini bir arabulucu olarak sunuyor.” Tüm bunları göz önünde bulundurarak Spyer, İsrail’in gerekli istihbarat ve askerî kapasiteye ulaşır ulaşmaz Hamas’ın Doha’daki liderlerine saldırmasının şaşırtıcı olmadığını ekliyor.

Yine de, ne kadar kusurlu olursa olsun, ateşkes müzakereleri on binlerce kişinin hayatını kaybettiği bir savaşta birkaç can simidinden biriydi. Hamas liderlerine tam da tartışmanın ortasında saldırarak İsrail, diplomasinin işleyebileceği alanı yok edebilir. Sonuçta, arabulucular artık katılımcıların güvenliğini garanti edemiyorsa, hangi arabulucu bu görüşmelere ev sahipliği yapar? Ve müzakereler olmazsa, savaş sonu görünmeden sürmeye devam eder.

Hamas şimdi ölenleri şehit ilan etmeye çalışacak ve onları İsrail’in barışın düşmanı olduğunun kanıtı olarak dünyaya gösterecek. Öte yandan, İsrail hedef aldığı adamları öldüremedi. Ancak diplomatik teamüller ne olursa olsun, savaşını gerekli gördüğü her yere taşımaya hazır olduğunu açıkça ortaya koydu.

Son on yılda değişimin en belirgin etkenlerinden biri, siyasi normların tekrar tekrar ortadan kaldırılması olmuştur. Batı’nın iç siyasetinde Donald Trump, Brexit ve popülizmin yükselişi, bir zamanlar siyasal olarak değişmez kabul ettiğimiz pek çok şeyi yerle bir etti. Benzer eğilimler uluslararası düzeyde de açıkça görülüyor. İranlılar Nisan 2024’te İsrail’e ilk kez doğrudan saldırdığında, insanlar bunun yol açtığı hasarın azlığıyla alay etmişti. Ama ben alay etmedim: İran-İsrail doğrudan çatışma normunun yıkıldığını biliyordum. Daha doğrudan bir çatışma yaşanacaktı — ve gerçekten de öyle oldu. Dün gece, bir başka uluslararası norm daha — Körfez İşbirliği Konseyi’ne dokunulmaz — ortadan kalktı.

Bazen tek bir olayla bir dönemden diğerine geçeriz: 11 Eylül’ü ya da Berlin Duvarı’nın yıkılışını düşünün. Ama çoğu zaman bu geçiş daha yavaş yaşanır; çünkü bir dönemi ayakta tutan siyasi ve ideolojik iskelet, zamanla yavaş yavaş çöker. Burada da görünen o ki, “Uzun Barış Çağı”ndan gitgide “Savaş Çağı”na doğru ilerliyoruz.

İsrail açısından bakıldığında ise zorunluluk gayet nettir: Amansız terör saldırıları ve bitmek bilmeyen çatışmalarla tanımlanan bir dönemden, güvenliğe benzeyen bir şeye geçiş yapmak. Başbakan Benjamin Netanyahu, mirasını büyük bir kumara bağlamış durumda: Ezici güç kullanımı ve İsrail’in düşmanlarının tekrar tekrar yok edilmesi, Hamas’la diplomasi yoluyla başarılamayanı başarabilir. Batı Avrupa’nın büyük bir kısmı ve uluslararası kurumlar hâlâ müzakerelere alan açılması gerektiğini, “gerilimi düşürmenin” tek geçerli yol olduğunu savunuyor. Ancak İsrail, geçmişte hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde meyve veren sert güç hamlelerine — örneğin Hasan Nasrallah’ın suikastı veya olağanüstü çağrı cihazı operasyonu gibi — bakıyor.

Dün, belki de İsrail’in şimdiye kadarki en tehlikeli kumarına sahne oldu. Şimdi bekleyip göreceğiz: Savaş sonrası siyasi düzenin uluslararası kurumları ve diplomatik normları ayakta kalacak mı, yoksa gerçekten yeni bir döneme mi giriyoruz — öyle bir dönem ki, devletlerin gelişmesi ve hatta kazanması için artık bambaşka, acımasız bir siyasi normlar dizisine uyması gerekecek?

*David Patrikarakos, UnHerd’in dış muhabiridir. Son kitabı: “140 Karakterde Savaş: Sosyal Medya 21. Yüzyılda Çatışmayı Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?” (Hachette)
@dpatrikarakos

Kaynak: https://unherd.com/2025/09/netanyahus-deadly-gamble/

SOSYAL MEDYA