Yeni Bir Feodal Döneme Mi Giriyoruz?

Teknofeodalizm, kışkırtıcı bir çözümlemedir; iyi temellendirilmiş ve iyi yazılmıştır. Politik ekonomi veya ekonomi konusunda fazla bilgisi olmayanlar için dahi oldukça anlaşılırdır. Tam anlamıyla katılmadığım bazı noktalar ya da daha dikkatle işlenmesi gerektiğini düşündüğüm bazı bölümler olabilir, ancak bunlar, günümüzün önde gelen ilerici düşünürlerinden biri tarafından kaleme alınan bu kitabın, içinde yaşadığımız dönemi kavramaya yönelik önemli bir katkı olduğu yönündeki yargımı değiştirmez.
Kasım 13, 2025
image_print

1990’larda internetin ve Büyük Teknoloji’nin doğuşundan bu yana, dünya küresel politik ekonomide yeni bir döneme girdiğimiz hissine kapıldı. Pek çok kişi bu dönüşümün ne anlama geldiğini belirlemeye çalıştı. Bu eleştirel düşünürler arasında belki de en ünlüsü Shoshana Zuboff’tur; kendisi, “gözetim kapitalizmi” çağında yaşadığımızı yazmıştı. Bu çağda, siber uzaydan bilgi toplamamız, Google, Microsoft ve diğer teknoloji devlerine hakkımızda veri toplama ve bu verileri dijital profillerimizi oluşturmak üzere işleme fırsatı sağlamaktadır. Bu profiller daha sonra, ya bu şirketler ya da onların müşteri şirketleri tarafından bizi ürün satın almaya yönlendirmek için kullanılmakta ya da bizi izlemekle ilgilenen devlete satılmaktadır.

Yeni olanı tanımlamaya yönelik bir diğer önemli çaba, etkili eseri Hacker Manifestosu’nda, yeni çağın temel çelişkisinin artık sermaye ile emek arasında değil; bilgiyi özgür tutmak isteyen yenilik ve yaratıcılık kaynakları olan “hackerlar” ile bilgiyi kamulaştırıp bir metaya dönüştürmeye çalışan “vektörel egemen sınıf” arasında olduğunu yazan Mckenzie Wark’tan gelmiştir.

Zuboff ve Wark’a olan entelektüel borcunu kabul eden Yanis Varoufakis, her ikisinin de önemli içgörülere sahip olduğunu, ancak bunları mantıksal sonuçlarına kadar götürmediklerini söyler: kapitalizm, ayrı bir üretim biçimi olarak yerini başka bir şeye bırakmıştır. Varoufakis’in sunduğu sentez, onun “teknofeodalizm” adını verdiği şeydir. Kapitalistlerin artık öneminin kalmadığını söylemez. Onların hâlâ önemi vardır ve üretim süreci boyunca işçilerden artı değer ya da kâr elde etmeye devam ederler. Ancak kendileri, siber uzay olarak bilinen ortak alanı özelleştirmiş ve artık ona erişimi kontrol eden yeni bir seçkin tabaka olan “bulut kapitalistleri” ya da “bulutçular”a tabidir. En güçlüleri arasında Google, Microsoft, Apple, Amazon ve çip üreticisi Nvidia bulunan bulutçular, dünyanın farklı bölgelerinde yer alan devasa veri merkezleri tarafından maddi olarak desteklenen, küresel ölçekte uzanan bilgi otoyollarını kontrol etmektedir. “Bulut” olarak bilinen bu siber uzaydaki iç içe geçmiş ağlara erişim, artık geleneksel ya da “karasal” kapitalistlerin size ulaşıp ürün satabilmesi için hayati önem taşımaktadır ve bu kurumsal kapı bekçileri, bu kapitalistlerden kira alarak para kazanmaktadır. İnternete erişim olmadan kapitalistler kâr elde edemezler ve tıpkı geçmişin toprağı kontrol eden feodal lordları gibi, bulutçuların bulut üzerindeki tekelci denetimi, onlara “vasal kapitalistlerden” ve interneti kullanan herkesten, kâra dayalı piyasa rekabetine tabi olmayan “kira” ya da gelir toplama imkânı tanımaktadır — doğrudan ya da dolaylı olarak.

Bulut Proleterleri ve Bulut Serfleri

Kapitalizmde olduğu gibi, değeri üretenler ne bulutçular ne de karasal kapitalistlerdir. Gerçek değer kaynakları, Varoufakis’in “bulut proleterleri” ve “bulut serfleri” olarak adlandırdığı kesimdir. Bulut proleterleri, Amazon ve diğer Büyük Teknoloji tesislerinde çalışan, sendikasız, düşük ücretli ve robotlar ile yapay zekâ tarafından yerlerinden edilme tehdidi altında olan hizmet işçileridir. Ancak bu proleterlerin emeği, bulutçuların elde ettiği toplam değerin yalnızca küçük bir kısmını sağlar. Bu değerin çoğunu yaratanlar bulut serfleridir. Zuboff’un izinden giden Varoufakis’e göre, bulut serflerinin çoğu biziz: Google’da arama yaptığımızda, Facebook’ta bir fotoğraf paylaştığımızda ya da Amazon’dan bir kitap sipariş ettiğimizde bulut için hammadde sağlıyoruz. Bu hammadde, daha sonra bulutçular ve karasal kapitalistler tarafından, bizi paramızdan ayırmak için giderek daha sofistike pazarlama stratejileri geliştirmede kullanılabilecek bilgilere dönüştürülmektedir. Bulut serflerinin ayırt edici özelliği, bunu farkında olmasalar bile bulutçular için ücretsiz emek sağlamalarıdır. Varoufakis’in belirttiği gibi: “Bunu gönüllü olarak, hatta mutlu bir şekilde yapmamız, ücretsiz üreticiler olduğumuz gerçeğini değiştirmez — günlük, kendi kendini yöneten emeğiyle küçük bir multimilyarder grubunu zenginleştiren bulut serfleri.”

Başka bir deyişle, bizler, nihai dolandırıcılığın farkında olmayan kurbanlarıyız.

Bulut Sermayesinin Yükselişi

Varoufakis, bulutçuların yükselişini, 2008 Büyük Durgunluğu’nun ardından ve daha sonra COVID-19 pandemisi sırasında, üretimi ve tüketici harcamalarını teşvik etmek amacıyla merkez bankalarının sıfır ya da sıfırın altında faiz oranlarıyla para yaratmasına bağlamaktadır. Ancak talepteki büyük düşüşle birlikte, çoğu şirket özel bankaların kendilerine aktardığı kredileri yatırıma yönlendirmedi; bunun yerine bu parayı, şirket hisselerini düşük fiyatlardan geri satın almak ya da gayrimenkule yatırım yapmak için kullandı. Oysa Jeff Bezos, Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi bulutçular, büyük bankalar tarafından kendilerine yönlendirilen merkez bankası parasını, bulutu genişletmek ve tekelleştirmek üzere büyük çaplı yatırımlar yapmak için kullandılar.

Bulutçular, finansal sistemde dolaşan milyarlarca doları silip süpürdüler. Bu parayla sunucu çiftlikleri, fiber optik kablolar, yapay zekâ laboratuvarları, devasa depolar, yazılım geliştiriciler, birinci sınıf mühendisler, laboratuvarlar, gelecek vaat eden start-up’lar ve daha birçok şeyi satın aldılar. Kârın isteğe bağlı hale geldiği bir ortamda, bulutçular merkez bankası parasını kullanarak yeni bir imparatorluk kurdular.

Teknofeodalizm Çağında Direniş

Teknofeodal çağın temel çelişkisi, emek ile sermaye arasındaki çatışmadan, bulutçular ile onların bulut serfleri ve bulut proleterleri arasındaki çatışmaya kaymıştır. Varoufakis, Progressive International (PI) adlı yapının uluslararası konseyinde benim meslektaşımdır ve İsviçre merkezli UNI Global Union ile PI arasında kurulan ortaklığa ilham vererek, birçok ülkede Amazon çalışanları tarafından düzenlenen yıllık bir günlük grevlerin örgütlenmesine katkıda bulunmuştur. Ona göre, bu eylemler Amazon kullanıcılarıyla eşgüdümlü biçimde gerçekleştirilebilirse ve kritik bir kitle, Amazon web sitesini yalnızca bir günlüğüne bile ziyaret etmemeye ikna edilebilirse, bu küçümsenmeyecek bir etki yaratacaktır: “Bu tür bir eylem sadece kısmen başarılı olup Amazon’un normal gelirlerinde diyelim ki yüzde 10’luk bir düşüşe neden olsa bile — Amazon’un depo grevi 24 saat boyunca teslimatları aksatırken — bu, Amazon’un hisse fiyatını geleneksel işçi eylemlerinin başaramayacağı ölçüde aşağı çekmek için yeterli olabilir.”

Ancak bulutçulara karşı güçlü bir direniş hareketi inşa etmek, bu tür geçici ittifakların ötesine geçmek zorundadır. “Teknofeodalizmi yıkmak ve demokrasiyi halkla yeniden buluşturmak için,” diye yazıyor, “yalnızca geleneksel proletarya ile kalabalık proleterleri değil, aynı zamanda bulut serflerini ve hatta bazı vasal kapitalistleri de bir araya getirmeliyiz.”

Varoufakis bu “büyük koalisyona”, yaşamları Büyük Veri tarafından altüst edilen toplulukları da ekleyebilirdi. The New York Times’ın yakın tarihli bir haberine göre:

Veri merkezlerinin sayısı arttıkça — ki bu tesisler, hesaplama için büyük miktarda enerjiye ve bilgisayarları soğutmak için suya ihtiyaç duyar — bu merkezler yalnızca Meksika’da değil, bir düzineden fazla ülkede de kesintilere yol açmış ya da mevcut kesintileri daha da kötüleştirmiştir… İrlanda’da veri merkezleri, ülkenin elektriğinin yüzde 20’sinden fazlasını tüketmektedir. Şili’de ise değerli yeraltı suyu rezervleri tükenme riskiyle karşı karşıyadır. Elektrik kesintilerinin uzun süredir rutin olduğu Güney Afrika’da, veri merkezleri ulusal şebeke üzerindeki yükü daha da artırmaktadır. Benzer kaygılar Brezilya, Birleşik Krallık, Hindistan, Malezya, Hollanda, Singapur ve İspanya’da da gündeme gelmiştir.

Veri merkezlerini barındırmaya zorlanan topluluklar, aslında şu anda Büyük Teknoloji’ye karşı direnişin ön saflarında yer almaktadır. Haberde şöyle deniyor: “Aktivistler, bölge sakinleri ve çevre örgütleri veri merkezlerine karşı çıkmak için bir araya gelmiştir. Kimileri projeleri engellemeye çalışırken, kimileri daha fazla denetim ve şeffaflık talep etmektedir.”

Netleştirme Gerekiyor

Varoufakis’in paradigmasının bazı temel unsurları hakkında birkaç yorumum var ve bunlar eleştirel ama dostane bir ruhla ileri sürülüyor:

İlk olarak, onun proleterlik kavramsallaştırması yalnızca düşük ücretli hizmet işçilerini kapsıyor gibi görünüyor. Peki ya bilgi mühendisleri, diğer bilgi uzmanları ve ofis çalışanları? Kitabın başlarında, geç kapitalizmde “teknostrüktür”ün rolünden söz ediyor, ancak teknofeodal dönemde bu tabakanın farklı katmanlarını işgücü olarak değil, yönetim içinde ele alıyor gibi görünüyor. Oysa Mckenzie Wark’ın da vurguladığı üzere, teknik yenilikçiler ya da “hackerlar”, Büyük Teknoloji elitleri tarafından gaspedilen değere katkıda bulunmaktadır.

İkincisi, kitapta teknofeodal iktidar yapısı içinde nihai gücün tam olarak kimde olduğuna ilişkin bir belirsizlik var. Kitabın büyük kısmında, Jeff Bezos, Elon Musk ve Tim Cook gibi Büyük Teknoloji şirketlerinin milyarder liderleri, iktidar seçkinleri olarak tasvir ediliyor. Ancak yazar aynı zamanda, “bulutçulara rakip olan finansal süper lordlar”dan da söz ediyor — özel sermaye şirketlerini ve tüm karasal kapitalistleri bir araya getirdiklerinde bile onların gücünü aşan, üç ABD şirketi: BlackRock, Vanguard ve State Street. Finans çevrelerinde “Büyük Üçlü” olarak bilinen bu üç firma, Amerikan kapitalizminin fiilî sahipleridir. Bunun nedeni, en stratejik şirketlerde ellerinde bulundurdukları kontrol hisseleridir. Öyleyse, farklı güç kaynaklarına sahip bloklardan oluşan bölünmüş bir iktidar seçkinleri yapısıyla mı karşı karşıyayız? Gerçekten post-kapitalist bir çağda mı yaşıyoruz, yoksa kapitalizmin yalnızca başka bir (daha ileri? hiper?) aşamasında mı?

Bu, üçüncü noktama da bağlıdır: Varoufakis, teknofeodalizmin dinamiklerinin tekelci kapitalizmin dinamiklerinden nasıl gerçekten farklılaştığını daha ayrıntılı biçimde açıklamalıdır.

Gerek ilerici gerekse ortodoks iktisatçılar, otomobil sanayisi veya ilaç sektörü gibi tekel veya oligopol durumlarında, kilit oyuncuların kâr elde etmekle kalmayıp, aynı zamanda ciddi bir piyasa rekabeti olsaydı elde edebileceklerinden fazla kâr — yani kira — elde ettiklerini uzun süredir ileri sürmektedirler. Tıpkı otomobil ve ilaç sanayilerinde olduğu gibi, Büyük Teknoloji sektöründe de hem oligopol hem de yoğun bir rekabet söz konusudur ve bunun büyük bir bölümü “fiyat dışı rekabet”tir. Bu dinamikler hem kâra hem de kiraya yol açar. Bulutçu rekabetin dinamikleri de aslında bundan farklı değil midir? Tekelci kapitalist kira ile teknofeodal kira arasındaki fark nedir? Örneğin, Google’ın gelirleri, JP Morgan, Johnson and Johnson ya da Toyota gibi Büyük Teknoloji dışındaki oligopolistlerin gelirlerinden — belki sadece hacim bakımından — nasıl farklılık göstermektedir?

Son noktam, devlet ile bulutçular arasındaki değişen ilişkiyle ilgilidir. Kitapta devlet, Büyük Durgunluk sonrasında ve pandemi sırasında merkez bankalarının sağladığı bedelsiz para aracılığıyla bulutçuların yükselişini mümkün kılan bir unsur olarak görünmektedir. Ancak son gelişmeler, devletin Büyük Teknoloji’yi disipline ettiğini ve onun hareket serbestisini kısıtladığını göstermektedir. Hem Trump’ın ilk yönetimi hem de Biden başkanlığı döneminde Washington, Çinli şirketlerle ileri bilgi teknolojilerinin paylaşımını kısıtlamak gibi, bulutçuların kârlarını azaltan oldukça sıkı önlemler uygulamıştır. Örneğin, Biden’ın 2022’de getirdiği ileri düzey yapay zekâ çiplerine yönelik ihracat kontrolleri, Nvidia’nın Çin yapay zekâ çipi pazarındaki payını %95’ten %50’ye düşürmüş ve bu durum milyarlarca dolarlık kayıplara yol açmıştır. Trump’ın ikinci yönetimi dönemindeyse Washington daha da ileri giderek, Apple gibi bulutçuları gümrük tarifeleri uygulayarak küresel tedarik zincirlerinin kilit bölümlerini Amerika Birleşik Devletleri’ne taşımaya zorlamış, ancak bu da büyük maliyetlere ve aksamalara neden olmuştur. Yine de devletin belirleyici rolünü kabul eden Apple CEO’su Tim Cook, geçtiğimiz günlerde şöyle demiştir: “Başkan, ABD’de daha fazla [üretim] istiyor… Apple da ABD’de daha fazlasını istiyor.”

Canavarı Doğru Adlandırmak

Varoufakis, son gelişmelerin temsil ettiği devletin daha belirgin rolüne değinmektedir. Ancak, Teknofeodalizm‘de betimlediği bulutçuların muazzam gücü ve onları bekleyenler açısından bu gelişmelerin doğuracağı sonuçları tam anlamıyla açımlamamaktadır. Teknofeodalizm‘de bulutçuların destekleyicisi olarak tasvir edilen devletten, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki devlet–Büyük Teknoloji ilişkisi artık Çin Komünist Partisi rejimi ile Alibaba ve Baidu gibi Çinli veri devleri arasındaki ilişkiye benzemeye başlamaktadır; zira jeopolitik rekabet kızışırken artık kârlılık değil, ulusal güvenlik kaygıları ön plana çıkmaktadır. Çin’in politik ekonomisi “devlet kapitalizmi” ya da “politik kapitalizm” olarak tanımlanmıştır (yalnızca Çin Komünist Partisi, Deng Xiaoping’in buna “Çin özellikli sosyalizm” tanımını hâlâ sürdürmektedir). Varoufakis, politik ekonominin özünü anlamada isim seçiminin kritik olduğunu savunur. Bu görüşe katılıyorum. Ancak, ABD’nin politik ekonomisinde devletin daha da yönlendirici bir rol üstlenmesinin ve kârlılığın ulusal güvenliğe giderek daha fazla tabi kılınmasının altını çizmek için, “teknofeodalizm”den daha iyi bir kelimeye ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. (Bu, başlığın, Friedrich Hayek’in klasik anti-sosyalist neoliberal eseri Serflik Yolu [The Road to Serfdom] ile bilinçaltı düzeyde çağrışım yapmasının da önüne geçecektir.)

Teknofeodalizm, kışkırtıcı bir çözümlemedir; iyi temellendirilmiş ve iyi yazılmıştır. Politik ekonomi veya ekonomi konusunda fazla bilgisi olmayanlar için dahi oldukça anlaşılırdır. Tam anlamıyla katılmadığım bazı noktalar ya da daha dikkatle işlenmesi gerektiğini düşündüğüm bazı bölümler olabilir, ancak bunlar, günümüzün önde gelen ilerici düşünürlerinden biri tarafından kaleme alınan bu kitabın, içinde yaşadığımız dönemi kavramaya yönelik önemli bir katkı olduğu yönündeki yargımı değiştirmez.

* Foreign Policy in Focus köşe yazarı Walden Bello, 19 kitabın yazarı ya da ortak yazarıdır. Son kitapları: Capitalism’s Last Stand? (Londra: Zed, 2013) ve State of Fragmentation: the Philippines in Transition (Quezon City: Focus on the Global South ve FES, 2014).

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/11/13/have-we-entered-a-new-feudal-era/

SOSYAL MEDYA