11 Ekim 2025’te, Sudan’ın Hızlı Destek Güçleri (RSF) tarafından gerçekleştirilen bir insansız hava aracı (İHA) saldırısı, Kuzey Darfur’daki El Fasher kentinde, Omdurman İslam Üniversitesi’ne bağlı Dar al-Arqam’da bulunan bir mülteci barınağını yerle bir etti; aralarında 22 kadın ve 17 çocuğun da bulunduğu en az 57 kişi hayatını kaybetti. Görgü tanıkları ve aktivistlere göre, drone saldırısının ardından zaten savaşın harap ettiği şehre ağır topçu ateşi yöneldi.
Bu tekil saldırı, dronların Sudan iç savaşını nasıl dönüştürdüğünü gösteren bir dizi İHA saldırısından yalnızca biri. Bir zamanlar kenarda kalmış bir teknoloji olan insansız hava araçları, artık RSF’nin saldırı stratejisinin ve Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin karşı hamlelerinin merkezine yerleşmiş durumda. Nisan 2023’te iki general arasındaki bir güç mücadelesi olarak başlayan çatışma, o tarihten bu yana dünyanın en yıkıcı insani krizlerinden birine evrildi. On binlerce insan yaşamını yitirdi, milyonlarcası kaçmak zorunda kaldı ve Hartum ile El Fasher gibi kentler, hem kara hem de hava savaşlarının sahnesine dönüştü.
Savaşın ilk dönemlerinde çatışmalar ağırlıklı olarak kara muharebeleriyle yürütüldü: Kuşatmalar, topçu ateşi ve kentsel yıkım öne çıkıyordu. Ancak zamanla her iki taraf da üstünlük sağlamak için drone savaşına yöneldi. Özellikle RSF, insansız hava araçlarını yalnızca keşif amaçlı değil, aynı zamanda hassas saldırılar—ya da Sudan’daki örneklerde sıkça görüldüğü üzere—sivillere ve altyapıya yönelik ayrım gözetmeyen saldırılar için kullanmaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Ocak 2025’te El Fasher’deki Suudi Anne Eğitim Hastanesi bir İHA tarafından vuruldu ve 70’ten fazla kişi hayatını kaybetti. Diğer saldırılar elektrik santrallerini, su istasyonlarını ve hatta pazar yerlerini hedef aldı.
Bu yılın ocak ayında gerçekleştirilen bir dizi İHA saldırısı, Sudan’ın elektrik şebekesini felç etti; dronların trafo merkezlerini ve Merowe Barajı’nı vurmasının ardından, ordunun kontrolündeki başlıca bölgelerde elektrik kesintileri yaşandı. Hastaneler soğutma sistemlerini kaybetti; bu da ilaçların ve gıda stoklarının bozulmasına neden olarak, zaten yerinden edilmiş olan milyonlarca insanın çektiği acıyı daha da derinleştirdi. Ardından, Mayıs 2025’te, Kassala ve Port Sudan’daki havaalanları ile yakıt depoları İHA saldırılarının hedefi oldu. Bu olaylar, dronların deneysel silahlardan, kontrol ve dehşet yaratma araçlarına nasıl dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Savaşın Yeni Mantığı
Dronların cazibesi, dünya genelindeki birçok çatışmada açıktır: Askerlerin hayatını riske atmadan uzaktan saldırı yapma imkânı sağlarlar. Ancak Sudan’da bu teknolojik avantaj, çok büyük bir insani bedel karşılığında elde edilmektedir. İHA’ların sözde “hassasiyeti”, kullanım şekilleri nedeniyle geçerliliğini yitiriyor. El Fasher ve diğer yerlerde RSF, askeri hedefleri vurduğunu iddia ederek tekrar tekrar barınakları, hastaneleri ve camileri bombaladı. Gerçekte ise bu saldırılar, sivillerin ölümüne ve yerlerinden edilmesine neden oluyor. Birleşmiş Milletler’in bir raporuna göre, bir drone saldırısı namaz esnasında bir camiyi vurmuş ve 11 çocuk hayatını kaybetmiştir.
Bu tür saldırılar, sivillere herhangi bir güvenlik hissi tanımıyor. El Fasher gibi kuşatma altındaki bölgelerde yaşayan insanlar için sığınacak hiçbir yer yok. Pek çok aile, hava bombardımanından korunmak için evlerinin yanına ilkel sığınaklar kazmış durumda. Bu “havadan kuşatma” stratejisi, El Fasher’i bir hayalet şehre dönüştürdü. Bir zamanlar bir milyondan fazla insanın yaşadığı şehirde nüfus keskin şekilde düştü. Gıda pazarları çöktü ve insanlar hayvan yemiyle ya da çöpten buldukları atıklarla hayatta kalmaya çalışıyor. İnsani yardım kuruluşlarının şehre girişi, RSF güçleri tarafından hareketleri denetlemek ve direnişi aç bırakmak amacıyla inşa edilen, halk arasında “berm” olarak bilinen 57 kilometrelik toprak duvar nedeniyle engelleniyor.
İHA’ların Genişleyen Etki Alanı
İnsansız hava araçları, doğrudan etkilerinin ötesinde, Sudan’daki her iki tarafın da savaşı yürütme şeklini değiştirdi. RSF’nin Merowe Barajı ve bölgesel elektrik santralleri gibi altyapılara yönelik drone saldırıları, temel hizmetleri doğrudan hedef hâline getirdi. RSF, elektrik veya suyu keserek tüm şehirleri felç edebilir, ordunun hâkimiyetini zayıflatabilir ve paniği yayabilir. Bu yeni “altyapı savaşı” biçimi, her saldırının insani sonuçlarını katlanarak artırdı.
Dahası, Sudan’daki gelişmiş dronların ve karadan havaya füzelerin yaygınlaşması, tehlikeli bir uluslararası boyuta işaret ediyor. Washington Post’un yakın tarihli bir soruşturmasına göre, RSF güçleri, Yemen’deki Husi isyancılar tarafından kullanılanlara benzer dronlara ve büyük olasılıkla Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye veya İran gibi bölgesel aracılar aracılığıyla tedarik edilen Çin yapımı FK-2000 hava savunma sistemlerine sahip. Bu gelişmiş silahların ülkeye akışı, çatışmayı daha da şiddetlendirmiş ve Sahel bölgesinde istikrarsızlığın yayılma riskini artırmıştır.
Sıradan Sudanlılar için dronlar, savaşın her yerde hissedilmesine yol açtı. Artık tehlikede olduklarını anlamak için asker görmeleri gerekmiyor. Başlarının üstünde bir dronun vızıltısı, tüm mahalleleri kaçmaya sevk edebiliyor. Güvenli bölge olması gereken hastaneler, ölüm tuzaklarına dönüşmüş durumda. Obeid kentinde şüpheli bir drone saldırısı altı kişinin ölümüne yol açtı ve şehrin ana hastanesinin kapanmasına neden oldu. El Fasher’de ise sakinler, kendi evlerinin enkazından ceset çıkardıklarını anlattılar. Yardım kuruluşları, yüz binlerce kişinin yiyecek, elektrik ve tıbbi hizmetten mahrum kaldığını bildiriyor.
Tüm bu yıkıma rağmen, hesap verebilirlik hâlâ sağlanabilmiş değil. Her iki taraf da sivillerin ölümlerinden sorumlu olduğunu reddediyor ve uluslararası soruşturmacılar, belirli saldırıların hangi grup tarafından gerçekleştirildiğini tespit etmekte zorlanıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, olası savaş suçlarına ilişkin soruşturmalar başlattı, ancak dronlar bu süreci karmaşıklaştırıyor; saldırılar uzaktan gerçekleştirilebiliyor, veriler silinebiliyor ve kanıtlar dakikalar içinde yok olabiliyor.
Uluslararası Eylem İhtiyacı
Sudan’daki drone savaşı, yeni teknolojilerin eski şiddeti ne denli kolaylıkla derinleştirebildiğini gözler önüne seriyor. Bir zamanlar siyasi bir güç mücadelesi olan bu savaş, artık sivillerin birincil hedef haline geldiği yüksek teknolojili bir kuşatmaya dönüştü. Uluslararası toplum, açık bir sınavla karşı karşıya. Silah ambargoları daha sıkı biçimde uygulanmadıkça, dronlar ve bileşenleri ülkeye akmaya devam edecek. Bu sistemlerin çoğu ticari olarak satılıyor, kolayca kaçırılabiliyor ve genellikle çevrim içi olarak satılan parçalardan yeniden monte edilebiliyor.
İzleme ve hesap verebilirlik süreçleri de bu duruma ayak uydurmalı. Uydu görüntüleri, adli analizler ve açık kaynaklı istihbarat çalışmaları, bazı saldırıların izini sürmede şimdiden katkı sağladı. Bu çabaların desteklenmesi, gelecekteki savaş suçu davaları için kanıt oluşturmaya yardımcı olabilir. Ancak daha güçlü diplomatik angajmanlar olmadan adalet uzak kalacaktır. İnsani yardım koridorları, geçici ateşkesler ve hatta yerel düzeyde müzakere edilen uçuşa yasak bölgeler hayat kurtarabilir; ancak bunlar, siyasi irade ve uluslararası nüfuz gerektirir.
Sonuç olarak, hiçbir drone saldırısı, hiçbir hava harekâtı Sudan’ı parçalayan derin bölünmeleri çözüme kavuşturamaz. Havadan sağlanan askerî üstünlük, sahada alan kazandırabilir; ancak ne güveni yeniden inşa edebilir ne de yönetişimi tesis edebilir. Sudan semaları ölüm makineleriyle dolarken, insani bedel artmaya devam ediyor ve dünyanın sessizliği her geçen gün daha da ağırlaşıyor.
Kaynak: https://www.geopoliticalmonitor.com/drone-warfare-over-sudan-the-siege-from-the-air/