“Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cehalet güçtür” diye yazmıştı George Orwell Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanında. Bugün yalnızca sekiz çatışmaya baktığımızda, bu sözler kurgudan çok kehanet gibi geliyor. Dünyanın karşı karşıya olduğu zorluk, barışa giden yolları bulmak olmalı. Oysa biz, sonsuz bir ölüm koridorunda yürüyoruz. Sürekli bir ölüm dansının seyircileriyiz. Yine de, çatışmalar insani bir bakış açısıyla incelendiğinde, barışa giden yollar ortaya çıkıyor. Asıl trajedi, barışın imkânsız olması değil; hırs ve egonun, onları dizginlemek için tasarlanmış her mekanizmayı gölgede bırakmasıdır.
“Tüm savaşlar, insanın düşünen bir hayvan olarak başarısızlığının bir belirtisidir” diye öfkeleniyor John Steinbeck. En son İsrail–Gazze krizi, Hamas’ın Ekim 2023 saldırılarıyla başlamış olabilir, ancak bu çok daha ötesine sıçradı: Gazze harabeye döndü, Lübnan ve Yemen krize bulaştı, Suriye ve şimdi de Katar içine çekildi, on binlerce insan öldü. Bir zamanlar ateşkes mümkün görünüyordu, ta ki Doha’daki Hamas liderlerine yönelik saldırı, son şüphecileri bile savaşın—uzlaşmanın değil—hedef olduğuna ikna edene kadar. Yine de barışa giden yol görünmez değil: Geçerli bir ateşkes, engelsiz gıda ve ilaç dağıtımı, bombalanmadan yavaş diyalog sürecine katlanmaya hazır arabulucular.
Doğu Akdeniz’den Afrika’nın iç kesimlerine kadar bu döngü tekrarlanıyor. “Savaş baharda bizi öldürmeye çalıştı” diye yazmıştı Tim O’Brien. Sudan’da savaşın mevsimi yok. Her hasadı, her rahat nefes almayı yiyor, ta ki hayatta kalmak bile isyan gibi hissedilene kadar. Sudan Silahlı Kuvvetleri ve Hızlı Destek Kuvvetleri iktidar için savaşırken, siviller yıkılıyor — kıtlık yayılıyor, köyler yanıyor, milyonlarca insan yerinden ediliyor. Kağıt üzerinde ileriye giden yol basit görünüyor: Silahlar susturulacak, yardım koridorları açılacak, uluslararası gözetim altında güvenlik garanti edilecek. Darfur veya Hartum’da yaşayanlar için barış sadece şunu ifade ediyor: Yemek yiyen bir çocuk, sabahleyin hâlâ ayakta olan bir ev, silah seslerinin duyulmadığı bir gece.
“Korkunç! Korkunç!” diye haykırdı Conrad’ın kaderi mahvolmuş anlatıcısı. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde korkunç olaylar artık rutin hâline geldi. IŞİD ile bağlantılı Müttefik Demokratik Güçler, Kuzey Kivu’da köylüleri katlediyor — bir gecede altmış kişi öldü, sayısız kişi ise kayıp. Son zamanlarda bir tekne yangınında ölen 107 kişi olmasa bile, şiddet günlük yaşamın ritmi. Yine de kırılgan umut ışıkları hâlâ parıldıyor: birlikte direnen komşular, işbirliğini seçen bölgesel güçler, görmezden gelmeyi reddeden barış güçleri. Küçük başlangıçlar — belki de umutsuzluğun istikrara dönüşmesinin tek yolu.
Tolstoy, Savaş ve Barış’ta “en güçlü savaşçılar bu ikisidir: Zaman ve Sabır” diye yazmıştır. Ukrayna için zaman ve sabır, karşılayamayacağı lükslerdir. Rusya’nın işgali, Avrupa’nın güvenlik haritasını yeniden yazmış ve bir nesli yaralamıştır. Polonya’ya yeni insansız hava araçları düşüyor, Harkiv’e hâlâ bombalar yağıyor, diplomatlar ise steril terimlerle konuşuyor. Barış, eğer gelirse, bağlayıcı garantiler, acı verici uzlaşmalar ve başkalarının hayatları için kendi konumlarını riske atmaya hazır liderler gerektirecek. Güce duyulan hayranlık, acıya duyulan şefkatten daha ağır basmaya devam ettiği sürece, sabır kırılma noktasına kadar zorlanacak.
“Sefalet zamanlarında mutluluğu hatırlamaktan daha büyük bir keder yoktur” diye yazmıştır Dante. Myanmar’da mutluluk, uzak bir anı gibi hissediliyor olmalı. 2021 darbesinden bu yana cunta, direniş gruplarına ateş ve korkuyla savaş açarak sivilleri ezip geçiyor. Tek umut, askerler, isyancılar, etnik azınlıklar, demokrasi hayalini kuran vatandaşlar gibi tüm sesleri içeren bir diyalogdur. ASEAN arabuluculuktan, dünya ise yaptırımlardan bahsediyor, ancak bu soyut kavramların altında acil ihtiyaçlar yatıyor: hava saldırılarından korunma, konuşma özgürlüğü, silahların hüküm sürmediği bir gelecek hayal etme hakkı.
“Aslan hikâyeyi anlatana kadar, avcı her zaman kahraman olacaktır” der bir Afrika atasözü. Etiyopya’da hem aslanlar hem de avcılar kan kaybetti. Tigray savaşı “bitti” olsa da, Tigray ve Amhara’da şiddet hâlâ devam ediyor ve binlerce insan yerinden ediliyor. Gerçek uzlaşma, sadece Addis Ababa’dan yazılamaz. Her sesi, hatta görmezden gelinenleri bile dinlemeli. Adalet, silahsızlanma, yeniden entegrasyon — bunlar ancak köylerde, pazarlarda, komşuların günlük güveninde yaşandığında anlam kazanacak kelimelerdir. Afrika Birliği bir yapı sunabilir, ancak yıkılanı yeniden inşa edebilecek olanlar yalnızca Etiyopyalılardır.
“Her şey parçalanıyor; merkez tutunamıyor” diye yazmıştı Yeats. Sahel’de anarşi ile düzen arasındaki sınır her gün bulanıklaşıyor. Mali, Burkina Faso, Nijer — hükümetler zayıflıyor, isyancı gruplar çoğalıyor, halklar uçurumun kenarında sallanıyor. Mücadele sadece silahlarla değil, açlıkla, ihmalle ve kurumlara duyulan güvenin aşınmasıyla da sürüyor. Barış, terörle mücadeleden fazlasını gerektirecek: Açık kalan okullar, unutulmuşlara ulaşan hizmetler, hesap verebilir liderler. Bu temeller olmadan, anarşinin kendisi merkez hâline gelecektir.
“Çoğu insanın hayatında, o anda fark edilmeyen bir geri dönüşü olmayan nokta vardır” diye yazmıştır Graham Greene The Comedians adlı kitabında. Haiti bu noktayı çoktan geçti. Bugün sokakları çeteler yönetiyor, kurumlar çöküyor, Port-au-Prince korku içinde yaşıyor. Erik Prince’in şirketi, on yıllık bir sözleşme kapsamında polise insansız hava araçları tedarik ediyor, ancak güç tek başına barışı geri getiremez. Barış, mahkemelerin ve okulların yeniden inşa edilmesiyle, gençlere silahların ötesinde bir gelecek sunulmasıyla ve hükümetin halkı sömürmek yerine hizmet edebileceğine dair inancın yeniden tesis edilmesiyle sağlanabilir. Bunlar olmadan, her müdahale bir sonraki çöküşten önce yalnızca kısa bir duraklama olacaktır.
Keşke barışa giden bu yollar gerçeğe dönüşebilseydi. Keşke bu kadar basit olsaydı. Orwell’in paradoksu hâlâ sürüyor: İktidarda olanlar için savaş, barış kılığına bürünebilir. Savaşı yaşayanlar içinse savaş sadece savaştır — ve barış hâlâ ulaşılamaz bir hayaldir. Santayana’nın yazdığı gibi, “Sadece ölüler savaşın sonunu görmüştür.”
Ancak yaşayanlar başka bir gerçeği bilir: Savaş ulusları yıkar, ama az sayıdaki güçlü kişiyi zenginleştirir. Silah devleri, her füze fırlatıldığında hisselerinin yükseldiğini görür. Özel paralı askerler sonsuz istikrarsızlıktan beslenir. Şirketler yeniden inşa sözleşmeleriyle, enerji şirketleri kaosla, gözetim şirketleri ise korkuyla kâr eder. Sıradan insanlar için savaş yıkımdır. Yerleşik savaş ekonomisi içinse bu bir iş koludur. Eisenhower’ın “askeri–endüstriyel kompleks” adını vererek uyardığı karanlık makine işte budur.
*Peter Bach Londra’da yaşıyor.
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/09/24/the-long-road-beyond-war/