Milyarderler Sınıfı, İsrail’in Batı’yı Kontrol Ettiğini Düşünmenizi İstiyor

Gerçek şu ki, bizler politik bir hayal dünyasında yaşıyoruz. Medya ve Hollywood – milyarder sınıfının halkla ilişkiler kolu – bizi cahil, bölünmüş ve sürekli çatışma hâlinde tutmak için masalsı anlatılar üretiyor. Onlar için ne düşündüğünüz ya da söylediğiniz önemli değil; yeter ki milyarder sınıfının bir soykırımdan para kazandığını, Batı ekonomilerinin varlıklarını yağmaladığını ve gezegenimizi mahvettiğini fark etmeyin.
Eylül 14, 2025
image_print

Batılı elitler, bir soykırımdan para kazanan, Batı ekonomilerinin varlıklarını yağmalayan ve gezegenimizi mahvedenlerin kendileri olduğunu fark etmediğiniz sürece, ne düşündüğünüzle ya da ne söylediğinizle ilgilenmezler.

Kaçınılmaz olarak, Batı’nın eylemleri ne kadar aşırı hale gelirse – örneğin, İsrail’in Gazze’deki soykırımına aktif olarak yardım etmesi gibi – bu davranışın nedenlerine ilişkin varsayımlar da o kadar uç noktalara varır.

Sonuç olarak, bazıları Batılı kurumsal yapılar tarafından onlar için hazırlanmış kolay bir tuzağa düşüyor. Küçücük İsrail’in Batı’yı ve onun dış politikasını kontrol ettiğini varsayıyorlar ve sonra enerjilerini bu analitik çerçeveyi savunmaya harcıyorlar.

Bir bakıma, İsrail’in Batı’yı mı yoksa Batı’nın İsrail’i mi kontrol ettiği yönündeki tartışma, yalnızca olgularla kazanılamaz. Kişinin kendi görüşüne uyan olguları seçmesi fazlasıyla kolaydır. Bu tartışmanın yürütüldüğü bağlamı anlamaya çalışmak ve “Cui bono?” yani “Nihayetinde kim kazançlı çıkıyor?” sorusunu ele almak daha anlamlıdır.

Bu hafta, Batı’nın petrol zengini Orta Doğu’daki daha büyük, sömürgeci hedeflerine ahlaki bir cilâ kazandırmak amacıyla İsrail’i nasıl kullandığını ortaya koyan uzun bir makale yayımladım – ki Batı bu hedeflerin peşinden yüz yılı aşkın süredir gitmektedir; Britanya, Arap dünyasının boğazına açıkça “sömürgeci” bir yapı, kendisinin “Yahudi devleti” olarak tasarladığı bir varlık yerleştirme sözü vermişti.

Açık olmak gerekirse, Batı’nın İsrail’i kontrol ettiği, tersi değil, yönündeki tez; İsrail’in kendi özel hedeflerini ilerlettiği ve bu hedefleri ilerletmek adına Batı’nın iç siyasetinde müdahalelerde bulunduğu bariz gerçeğini geçersiz kılmaz. İsrail, bu hedefler Batı’nın daha büyük “tam kapsamlı küresel askerî hâkimiyet” ve kaynak denetimi gündemiyle ciddi biçimde çelişmediği sürece bunu yapabilir.

İsrail’in bütünüyle bir Batı müttefiki devlet olduğunu düşünebilir; aynı zamanda, Batı’nın genel dış politika hedefleri çerçevesinde manevra alanını genişletmeye çalışan güçlü bir İsrail lobisinin varlığını ya da Benjamin Netanyahu gibi bazı İsrailli liderlerin Washington’daki elitler için diğerlerine kıyasla daha zorlayıcı olduğunu inkâr etmeyebilirsiniz.

Ayrıca, İsrail’in hedefleri – Washington’daki görünmeyen, kalıcı bir bürokrasinin dış politika gündemiyle büyük ölçüde uyumlu olduğu ölçüde – kendi efsanesini yaratmaya çalışan bir ABD başkanını rahatlıkla alt edebileceğini de kabul edebilirsiniz; nitekim Barack Obama tam da bunu yapmaya çalışmış, ama başarısız olmuştur.

Siyasal Pasiflik

Bu yüzeysel siyaset, bize “gerçek siyaset” olarak gösterilmek istenendir. Oysa değildir. Denildiği gibi: Seçimler gerçekten bir fark yaratacak olsaydı, yapılmalarına izin verilmezdi. Batı siyasi sistemlerindeki sözde sağ ve sol, dış politikaya dair aynı temel varsayımları paylaşır: Batı’nın küresel kaynaklar üzerindeki denetiminin sürdürülmesi.

NATO’nun amacını ve onun taşıdığı yeni-sömürgeci yapıyı sorgulamak, tek başına bile sizi “Halk Düşmanı No.1” ilan etmek için yeterli bir tehlike işaretidir; bunu, eski İngiltere İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn kısa sürede öğrenmişti. Eğer Yeşiller Partisi’nin yeni lideri Zack Polanski seçimlerde anlamlı bir ilerleme kaydetmeye başlarsa, aynı kaderi o da paylaşacaktır.

Ana akım siyasi partiler, iç politika ayrıntıları üzerinde tartışma özgürlüğüne sahiptir. Bize odaklanmamız gerekenin bu olduğu öğretilir. Zengin elitlerin yararına olan aşırı kemer sıkma politikalarını mı, yoksa yine zengin elitlerin yararına olan ama biraz daha az aşırı kemer sıkma politikalarını mı desteklemeliyiz? Bir grup oligarşininkiyle uyumlu olan Brexit’i mi, yoksa başka bir oligarşi grubunun çıkarına olan AB’de kalmayı mı savunmalıyız?

Daha geniş bir çerçevede, Batılı elitler – yani milyarderler sınıfı – kendi servetlerini ve bu serveti sürdürmek için kurdukları iktidar yapılarını, esas olarak ana akım medya yoluyla, siyasal sistemlerimizin doğasına dair derin yanlış kanaatler yaratarak korurlar. Bizim yanlış yerlere bakmamızı isterler.

Çoğu kişi – yani çoğunluk – için hata, halk olarak siyasi sistemi bizim kontrol ettiğimizi, ancak yozlaşmış politikacıların bizi hayal kırıklığına uğrattığını sanmaktır.

Bazıları içinse hata, İsrail gibi güçlü lobi gruplarının, aslında çok daha duyarlı ve iyi niyetli olacak siyasi yapıları çarpıttığını ve zehirlediğini varsaymaktır.

Her iki yaklaşım da, gerçekliği yanlış teşhis ederek siyasal pasifliğe yol açar. Her ikisi de, yalnızca yüzeydeki sorunları çözerek siyasetin düzeltilebileceğini varsayar.

İlk durumda çözüm, ABD’de Donald Trump’ı veya İngiltere’de Nigel Farage’ı seçmek olarak sunulur. Bu kişiler, Batılı elitler içindeki geçmişleriyle açıkça çelişmesine rağmen, kendilerini sıradan insanları savunan dışarıdan gelen aktörler gibi tanıtırlar. Beklendiği üzere, asıl temsil ettikleri milyarder sınıfıyla yüzleşmenizi değil; “yasadışı göçmenleri”, “sosyal yardım asalaklarını” ve “hain solcuları” günah keçisi ilan etmenizi isterler.

İkinci durumda ise çözüm, siyasi sisteme sızmış ve onu yozlaştırmış olan yabancı bir ajan – İsrail lobisi – bertaraf edilerek sistemin sağlığına kavuşturulmasıdır.

Bu iki beyhude ve hayali siyasal değişim arayışı, sadece milyarder sınıfına ve onların itibarını yitirmiş iktidar yapılarına daha fazla zaman kazandırır – ki bu yapılar, bizi ve diğer canlı türlerini yok oluşun eşiğine sürüklerken, bildikleri gibi yollarına devam etmektedir.

Çifte Kazanç

“İsrail Batı’yı kontrol ediyor” varsayımı, milyarder sınıfı için çifte kazançtır ve gerçek siyasi değişim isteyenler açısından bütünüyle kendi kendini sabote etmeye yol açar.

Birincisi, dikkatimizi gerçek gücün nerede olduğu ve kime hizmet ettiğinden uzaklaştırır: Milyarder sınıfı ve onların etrafına kümelenmiş yandaşları.

İkincisi, milyarder sınıfı, soykırımcı İsrail devletinin Yahudileri temsil ettiğini yanlış bir şekilde öne sürerek, “İsrail Batı’yı kontrol ediyor” iddiasını kolaylıkla “yeni bir antisemitizm” biçimi olarak mahkûm edebilir. Batılı devletler de, sözde bu “yeni antisemitizm”e karşı verdikleri mücadele adına ifade özgürlüğünü bastırmak ve terör yasalarını genişletmek için daha güçlü yetkiler talep edebilir.

Uygun bir analitik çerçeve – eğer içinde bulunduğumuz bu dehşet verici gerçekliği değiştirmek istiyorsak çok daha işe yarar bir çerçeve – bizi tamamen farklı bir yöne yönlendirir.

Bu çerçeve, Batı’nın Gazze’yi yok etmek üzere bombalar sağlamasının, İsrail’in bir milyon çocuğu açlıktan öldürmesine yardımcı olmak amacıyla BM yardım ajanslarının rolünü baltalamasının ve İsrail’in gazetecileri hedef alıp yardım çalışanlarını öldürmesine yardımcı olmak için Gazze üzerinde casus uçuşları yapmasının çok daha makul bir nedeninin olduğunu kavrar.

Bu çerçeve, Trump ve Avrupalı liderlerin, İsrail’in bir müttefik olan Katar’a saldırması karşısında öfkeyle tepki vermiş gibi görünmek istemesini de açıklayabilir – oysa ABD’nin bu saldırı için İsrail’e onay verdiği açıkken. Bu saldırı, ateşkes anlaşmasını imzalamaya çok yaklaşmış olan Hamas müzakerecilerine yönelik bir suikast girişimiydi – aynı İsrailli esirleri eve getirmek için, İsrail ve Batı’nın sözde büyük önem atfettiği bu kişilerin dönüşünü sağlamak adına yüzbinlerce Filistinlinin öldürülmesini ve sakat bırakılmasını haklı göstermeye çalıştıkları esirler.

Gerçek şu ki, bizler politik bir hayal dünyasında yaşıyoruz. Medya ve Hollywood – milyarder sınıfının halkla ilişkiler kolu – bizi cahil, bölünmüş ve sürekli çatışma hâlinde tutmak için masalsı anlatılar üretiyor. Onlar için ne düşündüğünüz ya da söylediğiniz önemli değil; yeter ki milyarder sınıfının bir soykırımdan para kazandığını, Batı ekonomilerinin varlıklarını yağmaladığını ve gezegenimizi mahvettiğini fark etmeyin.

Tüm bunların büyüklüğü çoğumuz için fazlasıyla ciddi ve fazlasıyla korkutucu. Ama eğer dünyamızı daha iyi bir yer hâline getirme umudumuz varsa, bununla başa çıkmak zorundayız.

Kaynak: https://open.substack.com/pub/jonathancook/p/the-billionaire-class-want-you-thinking?r=encvz&utm_campaign=post&utm_medium=web&showWelcomeOnShare=false