İran Halkı Rejim Değişikliği İçin Hâlâ Umutlu

Yükselen protesto dalgası, Direniş Birimlerinin direnci ve demokratik bir platform etrafında oluşan birliktelik, İran halkına gerçek bir umut kazandırmıştır. Bu alternatifi desteklemek sadece ahlaki bir sorumluluk değil; aynı zamanda İran’da ve daha geniş bölgede barış, istikrar ve demokratik yönetişim için tek gerçekçi yoldur.
Temmuz 25, 2025
image_print

İran’da 1979 Devrimi’nin üzerinden kırk altı yıl geçmişken, bu rejimin gerçek zayıf noktası ne yabancı baskılar ne de dış savaş tehditleridir. Asıl “Aşil topuğu”, İran halkının ve onların örgütlü direnişinin giderek artan gücüdür. Seçimle gelmemiş, hesap verme sorumluluğu taşımayan mollalar, giderek daha cesur ve isyankâr bir toplumla karşı karşıya.

Her yeni protesto dalgası, her grev ve her sivil itaatsizlik eylemi karşısında rejim reformla değil, baskıyla karşılık veriyor.

Son yıllarda dünya, devlet kaynaklı şiddetin ürkütücü biçimde tırmandığına tanıklık etti. Rejim yalnızca geçen yıl 975 kişiyi idam etti ve böylece İran, dünya çapında kişi başına en fazla idam gerçekleştiren ülke oldu. Bu kurbanların çoğu siyasi mahkûmlar, rejim muhalifleri veya toplumun dışlanmış kesimlerine ait bireylerdi. 2022 yılında Mahsa Amini’nin öldürülmesine tepki olarak ülke genelinde yeni bir ayaklanma başladı. O günden bu yana on binlerce insan tutuklandı ve işkence gördü; yüzlercesi ise öldürüldü, idam edildi ya da kaybedildi.

Kamyon şoförleri, öğretmenler, emekliler, çiftçiler ve öğrenciler hep birlikte sokaklara döküldü. Rejim bu taleplere diyalogla değil, kurşunla, darağacıyla ve sansürle karşılık veriyor. Sözde “halka açık idamlar”, güç gösterisinde bulunup korku yaymaya yönelik umutsuz bir girişimden ibaret. Ancak tarihin de gösterdiği gibi, bu tür gösteriler yalnızca rejimin iktidarını ne kadar kırılgan bir zeminde sürdürdüğünü ortaya koyar.

Rejimin paniğini belki de en net şekilde açığa vuran şey, kendi ürpertici söylemleridir. 7 Temmuz’da, devlet denetimindeki Fars Haber Ajansı, 1988’de siyasi mahkûslara yönelik toplu infazların—ki bu kişilerin çoğu İran’ın başlıca muhalefet grubu olan Halkın Mücahitleri (Mujahedin-e Khalq, MEK) üyeleriydi—”tekrar edilmesi” çağrısında bulunacak kadar ileri gitti. Bu vahşeti, İslam Cumhuriyeti’nin “terörle mücadeledeki en parlak başarılarından biri” olarak niteledi ve “bugün bu başarılı tarihî deneyimi tekrarlamanın zamanıdır” ifadelerini kullandı. Birleşmiş Milletler’in insanlığa karşı suç ve soykırım olarak nitelendirdiği bu olayda, 30.000’den fazla siyasi tutuklu idam edilmiş ve kimliği belirsiz toplu mezarlara gömülmüştü.

Böylesine pervasız bir toplu katliam çağrısı, bir güç gösterisi değil, doğrudan doğruya bir korku itirafıdır. MEK’e bağlı Direniş Birimlerinin İran içindeki etkisinin giderek büyümesinden dehşete kapılan rejim liderleri, artık değişim dalgasını durdurmanın tek yolu olarak terörü ve kan dökmeyi görüyor. Bu paranoya artık gizlenmiyor; doğrudan devlet medyasının manşetlerinden duyuruluyor.

Tüm bu vahşete rağmen İran’ın direniş ruhu hâlâ dimdik ayakta. Ehliyetlerinin iptaliyle, geçim kaynaklarını kaybetmekle ve cezai kovuşturmayla tehdit edilen kamyon şoförleri, tutuklanan meslektaşlarının serbest bırakılması talebiyle kararlılıkla direniyor. Öğretmenler ve emekliler, eşgüdümlü grevler düzenliyor. Kitlesel tutuklamalara ve idam tehditlerine rağmen, Direniş Birimleri ülkenin dört bir yanında faaliyet göstermeye devam ediyor. Rejimin muhalefeti bastırmak için gösterdiği çılgınca çaba, yalnızca sıradan İranlıların sergilediği cesaret ve yılmaz azimle dengelenebiliyor.

İran rejimine yönelik onlarca yıllık “yatıştırma politikası” kesin olarak iflas etmiştir. Rejimin zamanla ılımlılaşacağına dair umut, tehlikeli bir yanılsamadan ibarettir—leopar beneklerini değiştirmez. Bu rejimle kurulan her yeni temas, yalnızca demokratik değerlere kökten karşı olan bir teokrasinin ömrünü uzatır.

Amerika Birleşik Devletleri ve genel anlamda Batı, bu rejimin en zayıf anında ona can simidi uzatmamalıdır. Bunun yerine İran halkının ve onların örgütlü direnişinin yanında durmalı; İranlıların, ister monarşik ister teokratik olsun, her tür diktatörlükten özgür olma hakkını ve Devrim Muhafızları ile diğer baskı araçlarına karşı koyma hakkını açıkça tanımalıdır. Bu ilkesel değişim, hem ahlaki bir zorunluluk hem de İran ve bölge için barış ve istikrar adına stratejik bir gerekliliktir.

Aslında bu “Üçüncü Seçenek” yeni bir fikir değildir. 2004 yılında İranlı muhalefet lideri Maryam Rajavi, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, İran için çözümün ne yatıştırma politikasında ne de savaşta değil, İran halkı ve onların örgütlü direnişi eliyle gerçekleştirilecek bir rejim değişikliğinde yattığını ifade etmişti. “Yatıştırma politikası, dinci rejimi mevcut politikalarını sürdürmeye teşvik eder ve eninde sonunda Batılı ülkelere savaşı dayatır,” uyarısında bulunmuştu. “Nükleer bombalarla donanmış din adamlarıyla Münih deneyiminin tekrar yaşanmasına izin vermeyelim.” Bu uyarı bugün daha da büyük bir aciliyet taşıyor: Yıllar süren yatıştırma politikaları rejimi cesaretlendirdi ve sonuçta dünyanın önlemeye çalıştığı savaşı beraberinde getirdi.

Üçüncü Seçenek—yani İran halkı ve örgütlü direniş tarafından gerçekleştirilecek değişim—yalnızca mümkün değil, aynı zamanda hayati ve kaçınılmazdır. Yükselen protesto dalgası, Direniş Birimlerinin direnci ve demokratik bir platform etrafında oluşan birliktelik, İran halkına gerçek bir umut kazandırmıştır. Bu alternatifi desteklemek sadece ahlaki bir sorumluluk değil; aynı zamanda İran’da ve daha geniş bölgede barış, istikrar ve demokratik yönetişim için tek gerçekçi yoldur.

* Tom Ridge, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk İç Güvenlik Bakanıydı. 1995–2001 yılları arasında Pennsylvania Eyalet Valiliği görevinde bulundu.

Kaynak: https://www.newsweek.com/iranian-people-remain-best-hope-regime-change-opinion-2099772

SOSYAL MEDYA