Günümüz Askerî Yenilikleri Savaşın Doğasını Neden Değiştirmeyecek?

Teknoloji gelişmeye devam edecek olsa da, savaşın özü insan doğasına kök salmış olarak kalacaktır. Dronelar ve yapay zekâ etrafında oluşan güncel heyecan, çatışmanın değişmeyen gerçeklerini görmemizi engellememelidir. Yeni bir RMA’nın (Revolution in Military Affairs – Askerî İşlerde Devrim) eşiğinde durduğumuz bu dönemde, teknolojinin etkisini abartma cazibesine karşı koymalı ve onun yerine savaşın tanımını her zaman belirlemiş olan insan unsuruna odaklanmalıyız. Bunu yaptığımızda, modern çatışmaların karmaşıklığını gerçekten önemli olan şeyleri anlayarak aşabiliriz.
Temmuz 19, 2025
image_print

İnsan Unsuru Değişmeyecek

 

1990’larda askerî dünya, “Askerî İşlerde Devrim” (Revolution in Military Affairs – RMA) olarak adlandırılan ve en son teknolojilerle dönüştürücü stratejilerin şekillendirdiği yeni bir dönemin habercisi olan bir vaadin yarattığı heyecanla çalkalanıyordu. Ancak tarih göstermiştir ki savaşta beklenen köklü değişimler çoğu zaman abartılmış, insan doğasının değişmeyen gerçekleri ve savaşın zamansız niteliği tarafından gölgede bırakılmıştır. Bugün, insansız hava araçları ve yapay zekâ temelli yeni bir RMA’nın eşiğinde dururken acı ama kalıcı bir gerçekle yüzleşmek zorundayız: savaşın doğası değişmemiştir. İnsan unsuru — motivasyonlarımız, korkularımız ve kararlarımız — savaş alanını, herhangi bir teknolojik ilerlemenin etkileyebileceğinden çok daha fazla şekillendirmeye devam etmektedir. Bu makale, tıpkı geçmişteki RMA’da olduğu gibi, günümüzde teknolojiye duyulan saplantılı ilginin, savaşın doğasını çağlar boyunca ve dünya çapında tanımlayan insan unsurunun kalıcı ve merkezi rolünü göz ardı etme riski taşıdığını savunmaktadır.

1990’lardaki RMA (Revolution in Military Affairs – Askerî İşlerde Devrim), teknolojinin savaşların nasıl yürütüldüğünü köklü biçimde yeniden tanımlayacağı yönündeki ezici bir inançla karakterize ediliyordu. Savunucular; hassas güdümlü mühimmatlar, gelişmiş gözetleme sistemleri ve ağ merkezli savaş (network-centric warfare) gibi gelişmelerin, geleneksel askerî stratejileri geçersiz kılacağını ileri sürüyordu. Ancak izleyen yıllarda ortaya çıkan çatışmalar gösterdi ki teknoloji yetenekleri artırabilirken, savaşta hayati öneme sahip olan insan yargısının ve uyum kabiliyetinin yerini alamaz. Körfez Savaşı, yüksek teknolojili silahların etkinliğini gözler önüne serdi; ancak Irak ve Afganistan’daki daha sonraki çatışmalar, karmaşık ve asimetrik mücadelelerde yalnızca teknolojiye bel bağlamanın ciddi sınırlarını ortaya koydu. Yerel halkı anlamak, kültürel dinamikleri doğru yönetmek ve etik kararlar almak gibi insan odaklı unsurlar, önemini daima korudu.

Bugüne geldiğimizde, benzer bir anlatının içinde sıkışıp kaldığımızı görüyoruz. İnsansız hava araçlarının (droneların) ve yapay zekânın yükselişi, yeni bir savaş çağının başladığına dair neredeyse sarhoş edici bir heyecan yaratmış durumda; birçok uzman, bu teknolojilerin askerî operasyonlarda devrim yaratacağını öne sürüyor. Dronelar, personel için minimum riskle hassas saldırılar vaat ederken; yapay zekâ, verilerin hızla analiz edilmesi ve karar alma süreçlerinin hızlandırılması potansiyelini sunuyor. Ancak bu coşku, çoğu zaman kritik bir gerçeği göz ardı ediyor: Teknoloji kendi başına, bir boşlukta işlemiyor. Bu yeniliklerin etkinliği, verileri yorumlayacak, stratejik tercihlerde bulunacak ve savaşın karmaşıklıklarıyla yüzleşecek insan operatörlere bağlıdır. Sadece teknolojinin çatışmaların sonucunu belirleyebileceği inancı, tehlikeli bir aşırı basitleştirmedir.

Üstelik teknolojiye aşırı güven, sahte bir güvenlik hissi de yaratabilir. Drone savaşlarının ilk dönemlerinde gördüğümüz üzere, başlangıçtaki başarılar aşırı özgüvene yol açarak stratejik hesap hatalarına neden olabilir. İnsan unsuru sadece bir etken değildir; askerî başarının üzerine inşa edildiği temeldir. Komutanların aldığı kararlar, askerlerin morali ve yerel halkın algıları, çatışmaların sonucunu şekillendirmede kritik roller oynar. Bu unsurları görmezden gelip yalnızca teknolojik bir bakış açısını benimsemek, geçmişte yapılan hataların tekrar edilmesi riskini doğurur.

 Savaşta yapay zekâya ilişkin mevcut tartışmalar, bu göz ardı edilişin bir başka örneğini daha gözler önüne seriyor. Yapay zekâ, karar alma süreçlerini geliştirme potansiyeline sahip olsa da, insan liderlerin sahip olduğu incelikli anlayışı taklit edemez. Otonom silah sistemlerinin doğurduğu etik sonuçlar, askerî liderlerin hesap verebilirliği ve ahlaki sorumlulukları hakkında derin soruları gündeme getirmektedir. Yapay zekâyı askerî stratejilerimize entegre ederken, savaşın insanlıktan uzaklaşma potansiyeline karşı dikkatli olmalıyız. Algoritmalara ve makine öğrenimine duyulan güven, insan yargısının, empati yetisinin ve etik hassasiyetlerin gerekliliğini gölgede bırakmamalıdır.

 Buna ek olarak, elimizdeki araçlar ne olursa olsun, savaşın karakteri değişmemektedir. Savaş, özünde, siyasi, sosyal ve ekonomik etkenlerle yönlendirilen bir insan çatışmasıdır. Ulusları savaşa sürükleyen motivasyonlar — toprak anlaşmazlıkları, ideolojik farklılıklar ve kaynak rekabeti — insan doğasında derin köklere sahiptir. Teknoloji, çatışmanın yürütülüş biçimlerini değiştirebilir; ancak çatışmanın altında yatan nedenleri değiştiremez. Droneların ve yapay zekânın savaşın doğasını kökten değiştirebileceği yönündeki inanç, hem tarihi hem de insan davranışını yanlış okumaktır.

 Bu yeni askerî yenilikler manzarasında yol alırken, stratejilerimizin merkezinde insan unsurunun yer alması gerektiğini kabul etmek hayati önem taşımaktadır. Askerî liderler, eleştirel düşünmeyi, kültürel farkındalığı ve etik karar vermeyi önceleyen bir eğitimi önceliklendirmelidir. Teknolojinin entegrasyonu, insanın yargılama ve uyum sağlama kapasitesini ikame etmek değil, onu desteklemek amacıyla yapılmalıdır. İnsan unsuruna değer veren bir kültür inşa ederek, giderek daha karmaşık ve öngörülemez hale gelen bir dünyada ordumuzun etkinliğini sürdürebiliriz.

 Sonuç olarak, geçmişin dersleri bize şunu hatırlatıyor: Teknoloji gelişmeye devam edecek olsa da, savaşın özü insan doğasına kök salmış olarak kalacaktır. Dronelar ve yapay zekâ etrafında oluşan güncel heyecan, çatışmanın değişmeyen gerçeklerini görmemizi engellememelidir. Yeni bir RMA’nın (Revolution in Military Affairs – Askerî İşlerde Devrim) eşiğinde durduğumuz bu dönemde, teknolojinin etkisini abartma cazibesine karşı koymalı ve onun yerine savaşın tanımını her zaman belirlemiş olan insan unsuruna odaklanmalıyız. Bunu yaptığımızda, modern çatışmaların karmaşıklığını gerçekten önemli olan şeyleri anlayarak aşabiliriz: Bireylerin verdiği kararlar, savaş alanında kurulan ilişkiler ve eylemlerimizi yönlendiren ahlaki ilkeler. Savaşın geleceği teknoloji tarafından şekillendirilebilir; ama savaş her zaman insanlar tarafından yapılacaktır.

 

* Andrew Latham, Ph.D., Minnesota’nın Saint Paul kentindeki Macalester College’da kadrolu profesördür. Aynı zamanda Ottawa’daki Barış ve Diplomasi Enstitüsü’nde (Institute for Peace and Diplomacy) kıdemli Washington araştırma görevlisi ve Washington, D.C.’deki bir düşünce kuruluşu olan Defense Priorities’te misafir araştırmacıdır

 

Kaynak:https://www.realcleardefense.com/articles/2025/07/14/the_human_element_1122409.html

SOSYAL MEDYA