Güneydoğu Asya Neden Çin’e Yöneliyor?

image_print

Güneydoğu Asya Seçim Yapmaya Başlıyor

Bölge Neden Çin’e Yöneliyor?

 

Yuen Foong Khong – Joseph Chinyong Liow

Foreignaffairs – Temmuz/Ağustos 2025

Tercüme: Cengiz Sözübek

Dünyanın çoğu bölgesinden daha fazla, Güneydoğu Asya kendini yoğunlaşan ABD-Çin rekabetinin ortasında buldu. Asya’nın diğer bölgelerindeki çoğu büyük ülke zaten tarafını belirledi: Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Tayvan sağlam bir şekilde ABD kampında yer alıyor; Hindistan ABD ile, Pakistan ise Çin ile ittifak kuruyor gibi görünüyor; Orta Asya ülkeleri ise Pekin ile giderek daha yakın ilişkiler kuruyor. Ancak, yaklaşık 700 milyon insanın yaşadığı Güneydoğu Asya’nın büyük bir kısmı hâlâ kapışılmayı bekliyor. Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam gibi Güneydoğu Asya’nın kilit ülkelerini kendi çizgisine çekmeyi başaran süper güç, Asya’daki hedeflerini gerçekleştirme şansını artıracak.

Ancak on yıllardır Güneydoğu Asya liderleri, bir seçim yapmak zorunda oldukları fikrini reddediyor. Pekin ve Washington, rekabetlerini küresel jeopolitiğin baskın unsuru haline getirmiş olsa da, bölgedeki yetkililer herkese dost olabilecekleri sloganını tekrarlıyor. Elbette, değişen jeopolitik gerçekliğin farkında değiller. Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong’un 2018’de ifade ettiği gibi, “Taraf tutmamamız çok arzu edilir, ancak ASEAN’ın [Güneydoğu Asya Uluslar Birliği] birini seçmek zorunda kalabileceği koşullar ortaya çıkabilir. Umarım bu yakında olmaz.”

Lee’nin bu zor duruma ilişkin değerlendirmesi, sadece Güneydoğu Asya ülkelerinin değil, dünyanın büyük bir kısmının görüşlerini yansıtıyor. Bu değerlendirme, süper güçler arasındaki rekabetin getirdiği zorunluluklara ilişkin derin bir endişeyi yansıtıyor. Sonuçta, Singapur gibi bir ülke, küreselleşme çağında gelişerek kendini dünyaya açık bir ticaret merkezi olarak konumlandırdı. Görünüşte komünist bir diktatörlük olan Vietnam, hem Çin hem de Batı tedarik zincirlerine bağlı önemli bir küresel üretim merkezi haline geldi. Bir zamanlar iç çatışmalarla sarsılan Endonezya ve Filipinler gibi geniş takımada ülkeleri, 2000 yılından bu yana GSYİH’larında önemli bir büyüme kaydetti. Güneydoğu Asya’daki yetkililer, taraf seçmeleri gerektiği fikrine karşı çıkarken, aslında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan, ekonomik bağların güçlendiği ve jeopolitik çekişmelerin azaldığı küresel düzene olan tercihlerini ifade ediyorlar.

2008-2009 finansal krizinin ardından bu düzen yok olmaya başladı. Güneydoğu Asya şu anda büyük güçler arasındaki rekabetin ortasında bulunuyor. Çin ve ABD, Asya’da giderek daha fazla çatışmaya giriyor. Güneydoğu Asya ülkeleri, isteseler de istemeseler de, büyük güçler arasındaki rekabetin getirdiği baskılardan artık muaf değiller. Güneydoğu Asya’daki on ülkenin Çin ve ABD ile ilgili çeşitli konulardaki tutumlarını analiz ettiğimizde, bir şey açıkça ortaya çıkıyor: Son 30 yılda, bu ülkelerin çoğu ABD’den uzaklaşarak Çin’e doğru yavaş ama belirgin bir şekilde kaymış. Bazı değişiklikler diğerlerinden daha radikal ve önemlidir. Birkaç ülke, iki süper güç arasındaki uçurumu aşarak “hedge” (belirsizliklerden kaynaklanan risklerden korunmayı ifade eden bir finans terimi. Yazarlar burada, Güneydoğu Asya ülkelerinin tamamen Çin’e veya ABD’ye yönelmeyerek, yumurtalarını tek bir sepete koymadıklarına işaret ediyor- çn) yapmayı başarmıştır. Ancak genel yönelim açıktır. Güneydoğu Asya ülkeleri, çekişmenin dışında kaldıklarını ısrarla belirtse de, politikalarından aksini ortaya koymaktadır. Bölge, Çin’e doğru kaymaktadır ve bu durum, Amerika’nın Asya’daki emellerine kötüye işaret etmektedir.

GÜÇ OYUNU

Ekonomik ve askeri kapasite ile diplomatik ve kültürel etki gibi bir dizi değişkeni dikkate alarak ülkelerin göreceli gücünü ölçen Lowy Enstitüsü’nün Asya Güç Endeksi’ne göre, Çin’in kapsamlı gücü 2010’ların sonlarında ABD’nin gücünün yüzde 90’ına yaklaşmıştı. Bu, 1980’lerden bu yana Çin’in muazzam büyümesi ve Pekin’in ekonomik başarılarını diplomatik, askeri ve hatta kültürel güce dönüştürmesinin bir sonucuydu. Çin’in yükselişi, 1990’larda Amerikalı akademisyenleri, ABD’nin yükselen Asya devini kontrol altına alması mı yoksa onunla ilişki kurması mı gerektiği konusunda tartışmaya sevk etti; ilişki kurma taraftarları açık ara kazandı. Clinton ve George W. Bush yönetimleri Çin ile bazı gergin anlar yaşasa da, bu ülkeyi bir düşman olarak görmediler. 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’daki savaşlar Washington’un dikkatini dağıttı ve ABD, Obama yönetiminin “Asya’ya yönelme” politikası ile Çin’in kıtadaki Amerikan hegemonyasına yönelik potansiyel tehdidini fark etti. O zaman bile Obama ve ulusal güvenlik ekibi, Çin’i eş düzey bir rakip veya ulusal güvenlik tehdidi olarak görmüyordu. Bunun nedeni, büyük ölçüde, öncüllerinin yaptığı gibi, Çin’in ABD liderliğindeki ekonomik düzene entegrasyonunun, zamanla Çin’i siyasi olarak daha liberal hale getireceğini varsaymalarıydı.

Bu durum, Donald Trump’ın seçilmesiyle değişti. İlk Trump yönetimi, Çin’in liberal uluslararası düzene sakin bir şekilde katılacağı veya liberal siyasi reformları benimseyeceği gibi düşünceleri bir kenara attı. Trump’ın Çin’in ABD’den “daha büyük” olmasına izin vermeyeceği yönündeki ısrarı, bu tutumu daha da güçlendirdi ve ABD politikasını değiştirdi. Washington artık, giderek güçlenen otoriter bir Çin’in ABD için stratejik bir tehdit oluşturduğuna inanıyordu. 2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi, 2018 Ulusal Savunma Stratejisi ve o döneme ait diğer Çin ile ilgili politika beyanları — 2018’de Hudson Enstitüsü’nde Başkan Yardımcısı Mike Pence’in ve 2020’de Richard Nixon Başkanlık Kütüphanesi ve Müzesi’nde Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun yaptığı konuşmalar da dahil — Çin’i ABD’nin en güçlü ve tehlikeli jeopolitik rakibi olarak göstermiştir. Bu değerlendirme, Trump’ın 2020’deki seçim yenilgisini ve Başkan Joe Biden’ın Beyaz Saray’a gelişini atlattı. Biden yönetimi daha ölçülü bir dil kullandı, ancak politikasının özü aynı kaldı: Biden’ın 2022 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Çin, ABD için “en önemli jeopolitik zorluk” ve “uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine ve bunu gerçekleştirmek için giderek artan ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek rakip” olarak tanımlandı. Ancak Biden yönetimi, Trump yönetiminden bir adım öteye geçerek, tüm ilgili güç boyutlarında “aşırı rekabet” kapsamında ABD müttefiklerini Çin’i kısıtlamaya yardımcı olmak için ustaca bir araya getirdi.

ABD-Çin rekabeti, Soğuk Savaş döneminde ABD-Sovyet rekabetinden daha yoğun, karmaşık ve tehlikeli hale gelebilir. Soğuk Savaş döneminde ABD’ye kıyasla ekonomik olarak geri kalmış olan Sovyetler Birliği’nden farklı olarak, Çin çok daha güçlü bir rakip. Ayrıca Kore Yarımadası, Tayvan Boğazı ve Güney Çin Denizi dahil olmak üzere Asya’da birçok potansiyel çatışma noktası var. Bu rekabetin şiddetlenmesiyle birlikte, her iki süper güç de mümkün olduğunca çok ülkeyi kendi tarafına çekmek isteyecektir.

Batı başkentlerinin, devasa nüfusu ve artan ekonomik gücüne rağmen düzensiz bir ilgi gösterdiği Güneydoğu Asya, bu rekabetin önemli bir arenası olacaktır. Bölgedeki bazı ülkeler, özellikle ABD ile ittifak anlaşmaları veya güçlü güvenlik bağları olan Filipinler gibi ülkeler için, sınırlar açıkça çizilmiştir. Bu ülkeler, ABD’nin bölgedeki askeri gücünün barış ve istikrara katkıda bulunduğu inancıyla Washington ile yakın ilişkilerini sürdürmek istemektedir. Soğuk Savaş sırasında ABD’nin yanında yer alan Endonezya, Malezya, Singapur ve Tayland gibi Güneydoğu Asya ülkeleri, yatırımlara ve pazarlara erişim sayesinde genel olarak refah içinde yaşarken, Sovyetler Birliği veya Çin’in yanında yer alan Vietnam gibi ülkeler çok daha durgun bir büyüme kaydetti. Soğuk Savaş sırasında Sovyetlerin ekonomik açıdan Batı’ya rakip olamayacağı açıktı. Ancak bugün birçok Güneydoğu Asyalı, Çin’in ABD’ye ciddi bir rakip olabileceğine inanıyor.

Pek çok ülkenin Pekin ve Washington arasında henüz bir seçim yapmamış olması ve seçim yapmamayı tercih etmesi şaşırtıcı değil; her iki pastadan da pay almak istiyorlar. Geleneksel (ancak basitleştirilmiş) görüşe göre, Güneydoğu Asya ülkeleri güvenlik için ABD’ye, ticaret, yatırım ve ekonomik büyüme için Çin’e bakıyor. Ancak hem Çin hem de ABD bu ikili tutumdan giderek rahatsız oluyor. Pekin, bölgede sadece ekonomik etkiyi değil, daha fazlasını elde etmek istiyor. Trump’ın ikinci yönetimi altındaki Washington ise, kısmen Asya’da oluşturduğu güvenlik şemsiyesinin karşılığını almak için Güneydoğu Asya ile ekonomik ve ticari bağlarını güçlendirmek istiyor.

Güneydoğu Asya’daki en önemli diplomatik ittifaklar henüz belirlenmemiştir. Bölgedeki on ülkeden oluşan ASEAN, üye ülkelerin farklı ulusal çıkarları nedeniyle iki süper güç konusunda genel bir tutum sergilememektedir. Aslında, Çin ve ABD ile ilişkilerdeki farklılıklar geçmişte ASEAN’ın dayanışmasını sınamış ve gelecekte de sınamaya devam edecektir. Bölgenin nereye doğru gittiğini daha iyi anlamak için, ASEAN ülkelerinin politika tercihlerine göre ittifaklarını incelemek daha yararlı olacaktır.

KITA KAYMASI

ASEAN ülkelerinin hizalamalarını anlamak için, bu ülkeler ile Çin ve ABD arasındaki beş etkileşim alanını inceledik: “siyasi-diplomatik” ve “askeri-güvenlik” ilişkileri, ekonomik bağlar, kültürel-siyasi yakınlık (veya yumuşak güç) ve mesaj verme (devletlerin kamuoyuna yönelik mesajları). Her alanda dört göstergeyi takip ederek toplamda 20 uyum ölçütü belirledik. Örneğin, siyasi-diplomatik alanda, BM oylama uyumu, ikili işbirliğinin gücü, üst düzey resmi ziyaretlerin sayısı ve çok taraflı gruplara üyelik hakkında veriler topladık. Ekonomik alanda ise ithalat, ihracat, iş dünyası dernekleri ve dış borç seviyelerini inceledik. Bu ölçütleri birleştirerek her ülke için tek bir puan belirledik. Sıfır puan, Çin ile tam uyumu; 100 puan ise ABD ile tam uyumu ifade ediyor. Bu ölçüte göre, 45 ile 55 aralığında yer alan ülkeleri, iki süper güç arasındaki bölünmeyi aşan başarılı hedgerlar olarak değerlendiriyoruz.

“Seçim Uyum Endeksi” adını verdiğimiz bu endeks, iki önemli bulgu ortaya koymaktadır. İlk olarak, Güneydoğu Asya ülkeleri Çin ile ABD arasında seçim yapmak istemediklerini söylediklerinde, bu tümünün kararsız olduğu anlamına gelmez. Son 30 yıldaki uyum pozisyonlarının ortalamasını aldığımızda, dört ülkenin (Endonezya (49), Malezya (47), Singapur (48) ve Tayland (45)) başarılı hedgerlar olarak değerlendirilebileceğini ve bölünmenin ortasında kalmak için ellerinden geleni yaptıklarını gördük. Diğer ASEAN ülkeleri ise bir süper güce daha yakındır. Filipinler (60) açıkça ABD ile uyumlu iken, Myanmar (24), Laos (29), Kamboçya (38), Vietnam (43) ve Brunei (44) Çin ile uyumludur.

İkincisi, 30 yıllık dönemi iki 15 yıllık döneme ayırarak, hizalanmaların nasıl değiştiğine dair daha dinamik bir tablo ortaya çıkmaktadır ve bu tablo Pekin’in lehinedir. Örneğin, Endonezya’nın ilk dönem (1995-2009) uyum puanı 56 iken, ikinci dönemde (2010-24) 43’e düşerek Çin lehine 13 puanlık bir değişiklik yaşandı. Ülke, ABD kampından Çin kampına hafifçe kaymıştır. 2009 yılına kadar Tayland kararlı bir hedger (49) iken, o tarihten itibaren Çin’e doğru eğilim göstermiştir (41). ABD’nin müttefiki olan Filipinler de ABD kampında kalmaya devam etmesine rağmen Çin’e biraz daha yaklaştı; ilk dönemde 62 puan alırken, ikinci dönemde 58 puan aldı. Malezya (49’dan 46’ya) ve Singapur (50’den 45’e) de Çin’e doğru hafif bir kayma gösterdi, ancak her ikisi de riskten kaçınan ülkeler grubunda kaldı. Kamboçya (42’den 34’e), Laos (33’ten 25’e) ve Myanmar (24’ten 23’e) kuzey komşularına doğru kaymaya devam ederek Çin ile sağlam bir ittifak kurdu. Son 30 yılda Çin’den biraz uzaklaşarak ABD’ye yaklaşan tek ülke Vietnam’dır, ancak bu uzaklaşma çok fazla değildir (41’den 45’e). Daha yakın dönemdeki ölçümlerimiz, Vietnam’ın Malezya ve Singapur gibi süper güçler arasındaki bölünmede yer almaya hazırlandığını gösteriyor.

İTİP ÇEKME

Güneydoğu Asya’nın Çin’e kayması tek bir faktörden değil, Güneydoğu Asya hükümetlerinin iç siyasi ihtiyaçları, ekonomik fırsatlara ilişkin algılar, ABD’nin kalıcılığı ve coğrafya gibi çeşitli faktörlerin birleşiminden kaynaklanıyor. İç siyaset belirleyici bir rol oynayabilir. Kamboçya bu konuda örnek bir durum sunuyor. 1997’de ülke lideri Hun Sen’i iktidara getiren darbe, ABD-Kamboçya ilişkilerinde ciddi bir gerileme ve Çin-Kamboçya ilişkilerinde bir iyileşme sürecini başlattı. ABD, darbeyi demokrasiyi zedelediği gerekçesiyle kınadı ve Kamboçya’ya yardımları askıya aldı ve silah ambargosu uyguladı. 2010’larda ABD, Kamboçya’nın insan hakları ve yolsuzluk konusundaki kötü sicilini de kınadı. Bu kınama ve utanç verici ifşaat nedeniyle Hun Sen rejimi, Washington’u güvenliğine bir tehdit olarak görmeye başladı. Kamboçya’nın, kendisine sayısız destek sağlayan ve çok az eleştiri yönelten Çin ile daha güçlü bir ittifak kurmayı tercih etmesi şaşırtıcı değildir. Pekin, Phnom Penh’e önemli miktarda yabancı yatırım, siyasi destek ve askeri yardım sağlıyor; ayrıca rejimin meşruiyetini zayıflatmaya çalışmıyor.

Bölgedeki birçok hükümet, güçlü ekonomik performanslarından meşruiyetini alıyor. Bu da, ASEAN’ın en büyük ticaret ortağı haline gelen Çin’e yardımcı oldu. ASEAN’daki demokratik olmayan rejimler, Çin’in ekonomik ihtiyaçlarını ve siyasi meşruiyetlerini güvence altına alma arzularını en iyi şekilde destekleyeceğine inanıyor. Doğrudan yabancı yatırımlar konusunda Çin, bölgede ABD’nin gerisinde kalmaktadır, ancak dünya çapında büyük altyapı projelerini finanse eden Kuşak ve Yol Girişimi sayesinde birçok ülkede hızla arayı kapatmaktadır.

Bu tür yatırımlar, birçok ülkeyi geleneksel dünya görüşlerini gözden geçirmeye zorlamıştır. Örneğin, Endonezya ordusu Soğuk Savaş döneminde Çin’e şüpheyle yaklaşmış ve ABD’ye sempati duymuştu. Bu dinamik, 1960’larda Çin kökenli ve komünist sempatizanı olduğu iddia edilen kişilerin toplu katliamlarıyla en korkunç şekilde ortaya çıkmıştı. Ancak son yıllarda, yeni siyasi elitler ve iş grupları büyüme odaklı bir gündemi başarıyla hayata geçirdiler. Çin’i ideolojik bir tehdit kaynağı olarak değil, ekonomik fırsatların kaynağı olarak görüyorlar. Ve Çin yatırımlarını memnuniyetle karşılayarak, üst düzey ziyaretler gerçekleştirerek (2024’te yeni seçilen Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun ilk yurt dışı ziyareti Çin’e oldu ve Mayıs 2025’te Çin Başbakanı Li Qiang Endonezya’ya iade-i ziyaret yaptı), Çin ile askeri tatbikatlara katılarak ve Endonezya’nın ekonomik sorunlarının günah keçisi olarak Çin kökenli Endonezyalıları hedef almaktan kaçınarak Endonezya’yı Çin’in yönüne doğru yönlendirdiler.

Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, ABD’nin Güneydoğu Asya’ya yönelik askeri ve ekonomik taahhütleri konusunda endişeleri daha da artırdı. İkinci Trump yönetimi, Avrupa’nın güvenliği konusundaki sorumluluğu Avrupa hükümetlerine devretmeye niyetli görünüyor. Yönetimin Çin ve daha geniş anlamda Asya’ya ilişkin stratejisi ise belirsizliğini koruyor. Güvenlik cephesinde, Savunma Bakanı Pete Hegseth’in Mart ayında Filipinler ve Japonya’ya yaptığı ziyaret, ABD’nin bölgedeki en sadık iki müttefiki ile başlayarak Asya ittifaklarını sağlamlaştırmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Filipinler, Çin ile tartışmalı deniz bölgeleri konusunda gerginlik yaşarken, Hegseth, ABD’nin Filipinler’e bağlılığının “sarsılmaz” olduğunu iddia etti. Ancak, ABD’nin bir diğer resmi müttefiki olan Tayland, Hegseth’in ziyaret programında yer almadı. Tayland’ın Çin’e doğru kayışını ve ABD’nin bu kayışı durdurma çıkarını dikkate alan daha akıllıca bir yaklaşım, Hegseth’i Bangkok’a da götürürdü.

ABD’nin diğer stratejik ortakları da Güneydoğu Asya’daki ABD askeri varlığını yakından izleyecek; Washington’un bölgeden çekilme olasılığı yüksek olduğu sonucuna varırlarsa, ABD’ye olan güvenlik bağımlılıklarını ve işbirliğini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklar. 2017 yılında Malezya Savunma Bakanı Hishammuddin Hussein, ilk Trump yönetiminin ABD’nin yurtdışı taahhütlerini azaltabileceğine dair imalarından duyduğu endişeleri dile getirdi. Singapur, ABD’nin Asya-Pasifik’teki varlığını azaltma kararını yeniden gözden geçirmesini umuyordu. Aksi takdirde, ASEAN’ın daha ağır güvenlik sorumluluklarına hazırlıklı olması gerektiğini belirtti. Daha yakın zamanda, Nisan 2025’te Singapur Başbakanı Lawrence Wong, “yeni normal”in “Amerika’nın düzenin garantörü ve dünyanın polisi olarak geleneksel rolünden geri çekildiği” bir dönem olacağını savundu. Ancak bu boşluğu dolduracak başka bir ülke yok. “Sonuç olarak, dünya daha parçalanmış ve düzensiz hale geliyor.”

Trump’ın, ABD’nin askeri gücünün yansımasının ABD’ye hizmet etmekten çok korunanlara hizmet ettiği yönündeki inancı, Güneydoğu Asya’daki bazı ülkeleri endişelendirdi. Şubat ayında, Singapur’un o dönemki savunma bakanı Ng Eng Hen, Washington’un bölgedeki imajının “kurtarıcıdan büyük bozucuya, kira isteyen ev sahibine” dönüştüğünü belirtti. Washington’da görevli üst düzey bir Güneydoğu Asya diplomatı, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelensky’nin Şubat ayında Beyaz Saray’a yaptığı ziyaretin fiyaskosunun ardından, şaka yollu bir şekilde birimize şöyle dedi: “Ukrayna’nın sunabileceği kritik mineraller var. Bizim neyimiz var?

Ekonomik cephede ise Trump, Nisan ayı başında Güneydoğu Asya ülkelerine yüksek “karşılıklı” gümrük vergileri uyguladı. Bu vergiler askıya alınmış ve geleceği belirsiz olsa da, bu tehdit şu anda bölge ekonomilerinin üzerinde duruyor. Güneydoğu Asya ülkeleri, ABD yatırımlarına ve Amerikan pazarına erişimin ciddi şekilde kaybedilmesinden değil, aynı zamanda ABD’nin ekonomik liderliğinden vazgeçmesinden, yani bölgenin ekonomik mimarisini şekillendirmedeki tarihi rolünü başkalarına devretmesinden korkuyor. ABD’nin bölgeden ekonomik ve askeri olarak çekildiği netleşirse, bölgedeki on ülke birbirlerine daha fazla güvenmek ve Avustralya, Japonya ve Güney Kore ile daha ciddi ilişkiler kurmak zorunda kalacak. Ancak bu zorunluluk, Çin’e yönelme eğilimi tarafından dengelenecek ve hatta bastırılacaktır.

Temel düzeyde, coğrafya bu ülkelerin çoğunun alması gereken kararları şekillendiriyor. Laos, Myanmar ve Vietnam gibi Çin ile sınırı olan ülkeler, Pekin’in doğal çekim gücünü hissedecek. Elbette, 1979’da Çin’in işgalini püskürten Vietnam örneğinde olduğu gibi, bu durum tarihsel şüpheler veya düşmanlıklarla hafifletilebilir. Ancak yakınlık, uzlaşmaya zorlayabilir. Myanmar’da, 2021 darbesinin ardından iktidara gelen askeri cunta, Pekin’in sınır bölgelerinde faaliyet gösteren etnik silahlı isyancı gruplara verdiği desteğin farkında olmasına rağmen, diplomatik destek ve ticaret konusunda Çin’e bağımlı hale gelmiştir. Laos, sınırları içindeki Mekong Nehri boyunca hidroelektrik barajların inşası için neredeyse tamamen Çin fonlarına bağımlı hale geldi; Çin’den alınan altyapı kredileri, bu kara ülkesinin dış borcunun yarısını oluşturuyor. Coğrafya, Vietnam’ın ABD’ye neden sadece temkinli bir şekilde yaklaştığını da açıklamaya yardımcı oluyor. Washington’un Hanoi ile ilişkileri “kapsamlı stratejik ortaklık” düzeyine yükseltme konusundaki açık ilgisine rağmen, Vietnam, Çin ile bu tür bir ilişki kurduktan 15 yıl sonra, 2023 yılına kadar direndi. ABD, geniş askeri üs ağına rağmen, Vietnam’dan çok uzaktadır. Bu uzaklık, işler kızışırsa, ABD’nin bölgenin en önemli sorunlu bölgelerinden biri olan Güney Çin Denizi’nde barış ve istikrarı sağlamak için kaynak ve personel ayırma olasılığını azaltabilir.

SAHA KAPATMA

Güneydoğu Asya açıkça Çin’e yönelmiş olsa da, ittifak düzenleri kesin değildir. Ülkeler yönelimlerini oldukça hızlı değiştirebilirler. Örneğin, 2001-2010 yılları arasında Gloria Macapagal Arroyo’nun başkanlığında Filipinler Çin’e yakın bir politika izledi. 2010-2016 yılları arasında görev yapan Arroyo’nun halefi Benigno Aquino III, ülkeyi ABD’ye yaklaştırdı. Aquino’nun ardından gelen Rodrigo Duterte Çin’e yöneldi; onun halefi Ferdinand Marcos Jr. ise ABD’ye geri döndü.

Endonezya ve Malezya dahil olmak üzere Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Güneydoğu Asya ülkeleri arasında, Washington’un İsrail’in Gazze’deki savaşına verdiği destek, hükümetlerin ABD’den uzaklaşmasına ve ABD’nin sözde kurallara dayalı uluslararası düzene atıfta bulunmasına şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. ISEAS-Yusuf Ishak Enstitüsü’nün 2024 yılında Güneydoğu Asya’daki on ülkede akademi, düşünce kuruluşları, özel sektör, sivil toplum, medya, hükümet ve bölgesel ve uluslararası kuruluşlardan yaklaşık 2.000 uzmanın katıldığı bir ankette, katılımcıların yarısı ASEAN’ın ABD yerine Çin’i tercih etmesi gerektiği konusunda hemfikir oldu. Sadece bir yıl önce, ankete katılanların yüzde 61’i ABD’yi Çin’e tercih etmişti.

Güneydoğu Asya’daki birçok hükümet, aslında taraf tuttuğunun farkında olmayabilir. Her iki süper güçle de ilişkilerini sürdürdükleri için, dış politikalarının hassas bir şekilde ayarlandığını ve dengeli olduğunu varsayıyorlar. ABD ve Çin’in tekliflerinden istediklerini seçiyorlar. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, Asya Altyapı Yatırım Bankası, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık olarak bilinen serbest ticaret anlaşması ve Pekin’in Küresel Kalkınma Girişimi ve Küresel Güvenlik Girişimi’ne imza atabilirler. Aynı zamanda, ABD’nin öncülüğündeki (ancak şu anda terk edilmiş olan) Trans-Pasifik Ortaklığı’na veya daha yakın zamanda kurulan Hint-Pasifik Refah için Ekonomik Çerçeve’ye ve Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı tasarlanmış diğer ABD planlarına katılabilirler. Ayrıca, Amerikan özel sektör yatırımlarını da kollarını açarak karşılıyorlar. ABD’nin Güneydoğu Asya’daki doğrudan yabancı yatırımları, Çin, Japonya ve Güney Kore’deki yatırımlarının toplamını aşıyor. Bu tür seçimler yoluyla bir ülke, bir eşik noktasına ulaşabilir ve farkında olmadan bir tarafın kampına daha fazla girmiş olabilir. Örneğin Endonezya, bilinçli, tutarlı ve büyük bir stratejik seçim sonucu değil, farklı sektörlerdeki seçimlerinin (çeşitli Çin çok taraflı girişimlerine katılması gibi) zamanla birikmesi sonucu, Çin ile daha yakın bir ittifaka doğru uyku halinde ilerliyor olabilir.

Çin yükselişte ve ABD geri çekilirken, Güneydoğu Asyalılar Washington’dan vazgeçmeye niyetli değil. Anketler, Güneydoğu Asya’nın Çin’i bölgedeki en etkili ekonomik ve stratejik güç olarak gördüğünü ve ABD’yi önemli bir farkla geride bıraktığını gösteriyor. Ancak Güneydoğu Asyalılar, Çin’in bu gücü nasıl kullanacağı konusunda da önemli çekinceler besliyor. ISEAS–Yusuf Ishak Enstitüsü’nün 2024 anketine göre, toplumun çeşitli kesimlerinden seçkinler, güvendikleri ülkeler sıralamasında Japonya’yı birinci, ABD’yi ikinci, Avrupa Birliği’ni üçüncü ve Çin’i ise uzak dördüncü sırada yerleştiriyor. Başka bir deyişle, Çin ABD için kalıcı ve zorlu bir rakip olmaya devam edecek ve Güneydoğu Asya’nın büyük bir kısmı Çin’e yönelmiş gibi görünse de, Pekin’in endişeleri gidermek ve bölge ülkelerinin güvenini kazanmak için yapması gereken çok iş var.

İkinci Trump yönetimi, 2 Nisan’da Endonezya, Malezya ve Vietnam gibi önemli ASEAN ülkelerine uyguladığı cezai “Kurtuluş Günü” gümrük vergilerini önemli ölçüde indirmezse, Pekin’in görevini kolaylaştırabilir. ABD’nin önemli yetkilileri yıllık ASEAN toplantılarına katılmamak; ve Çin ve Rusya’nın da dahil olduğu Batı dışı güçlerin koalisyonu olan BRICS’e katılan (Endonezya) veya katılmak üzere olan (Malezya, Tayland ve Vietnam) ülkelere %100 gümrük vergisi uygulama tehdidini yerine getirmek. Trump yönetimi tutumunu değiştirmezse, önceki yönetimlerin son yarım yüzyılda Güneydoğu Asya’da inşa ettiği güven ve iyi niyeti kolayca yitirecektir.

SOSYAL MEDYA