Güneş Kültü; Ateş-Işık-Altın-Aydınlık-Nur

İbrahimi-Hanif din, Hind-Aryan istilasına karşı hem Mezopotamya-Akdeniz havzası uygarlığını hem de güneş kültüne dayalı tüm pagan-animist, sapkın din ve inançları reddetmek demektir. İşte Musevilik, İsevilik ve İslam, birbirini takip eden bu geleneğin adıdır ve özünde iki farklı teolojik/politik coğrafyanın çatışmasının tarihsel anlatısını sunar. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın kurumsallaşmış mezhep ve tarikatları ise bir şekilde Hind-İran güneş kültürünün izleriyle karışmış ve politik amaçlarla kurumsallaştırılıp kitleleri yönetmek için örgütlenmiş tarihsel dinsellik biçimleridir. İbrahimi dinin tema ve kavramlarıyla örtüp kadim güneş-iblis-cin kültünü yaşatan maske dinlerdir.
Temmuz 13, 2025
image_print

Yaratılışın özü ve Dört unsur

Babil-Mısır-Eski Yunan bilgeliğinin evren kavrayışında dört unsur (Ateş-Toprak-Su-Hava) ilkesi önemlidir. Birçok felsefi ve bilimsel açıklamanın temelinde yatan bu ilke, evrenin-doğanın ve insanın özüne dönük o ilk nedenin, asıl kök ve özün ne olduğuna ve doğanın ana unsurlarının birbiriyle ilişkisinin doğayı nasıl varettiğine dair bir açıklamadır. *

Bu kadim bilgelik ilke ve kavrayışları-ki muhtemelen Sümer-Babil-Mısır kökenli o ilk bilgelik çağlarının yani İbrahimi devrimin ürünüdür-, bugün bilimin makro ve mikro düzeyde zaman, evren, uzay, doğa, madde, enerji gibi maddi alemin açıklamasına dönük bütün çabalarının da hala esasını oluşturur. Son tahlilde bugün enerji, titreşim, sicim, bağlantısallık, dolanıklık, kuantum gibi kavramlarla konuşmaya yönelen post modern bilimciliğin içinde dolaştığı ana çerçeve hala bu kozmik zaman ve ana unsurların maddi alemidir.

Yine insan ve toplum teorileri de bu zaman ve unsur teorilerinin çerçevesi içinde dolanıp durmakta, post hümanizm veya yapay zekâ eksenli tartışmalarda da şu veya bu şekilde kadim bilgeliğin insan-beşer-human kavrayışının izleri görülmektedir.

Marksizmin tarihsel materyalizmindeki ilkel komünal -feodal-kapitalist-sosyalist/komünist toplum teoremindeki Hint zaman döngüsünün izleri malumdur. Yine diyalektik çatışma teoremindeki tez-antitez-sentez çevrimi de dört unsurun dönüşüm ve yeniden doğuş çevriminin toplumsal gelişime uyarlanmış izlerine sahiptir.

Tasavvufun ve diğer heretik-kabalacı-batıni yorum biçimlerinin birçok teoremi, kavramsal düzeyde Seyrüsüluk’tan Südur’a, Nefs’ten Âfak ve Enfûs’a, Akl’dan Cevher ve Araz’a, Tayy-i Zaman-Tayy-i Mekan’dan İnsan-ı Kâmil / Ecco Homo’ya kadar, bugün farklı kavramsal çerçeveler içinde yeni bilimsel-felsefi açıklamalar, teoriler gibi nüksetmiştir.

MÖ. 5. YY’dan itibaren Pers istilasıyla birlikte Mısır ve Anadolu’da yayılan Hind-İran Güneş kültü ve ona karşı kadim İbrahimi Babil-Mısır-Yunan felsefesi tartışmalarının özünde de dört unsur tartışması vardır. Çünkü evrenin-doğanın-insanın var oluşuna dair söylenen her sözün gerisinde bir ilk neden kavrayışı, temel ilke anlayışı vardır ve dört unsur tartışması, aslında tek bir yaratıcı varlık ya da yaratıcısı olmayan tümvarlık ve onun kendi içindeki döngüsel çevrimi inancının çatışmasını içerir. Bu bağlamda gerek Eski Yunan filozoflarının ilk neden olarak ateşi, suyu, havayı, maddeyi koyan filozofları, gerek Yahudi-Hristiyan teolojisinde ve sonradan İslam filozofları arasında daha çok Neoplatonizm-Aristoculuk tartışması ekseninde gelişen birçok teori, ekol ve akımın özünde bu kadim çatışma yatmaktadır.

Güneş kültü

Bu tartışmanın son tahlilde gelip dayandığı esas mesele ise Güneş kültü, güneş tapımı, güneş eksenli bir evren-doğa-yaşam anlayışı ve inançları vardır. Güneşi evrenin merkezi gören bu inanç, diğer unsurları, hava,su ve toprağı, güneşten kopmuş, güneşten parçacık taşıyan ve hala güneşe bağlı unsurlar olarak görür.  Bu inanca göre; Güneş her şeyin kaynağıdır. Işığı, ısısı, yaydığı enerji her şeyin özüdür. Çocukları ise ay, yıldızlar, gezegenler dahil, ondan doğan, onun varlığıyla var olan her şeydir. Güneş, baş tanrıdır ve hem dişi hem erildir. Daha doğrusu erillik ve dişilik güneşin kendini yeniden üretmek için bölündüğü iki yüzüdür: İos, Helios, Janus-Şiva. Güneşin avatarları yani görüngüleri ise Ay, yıldızlar, gezegenler, burçlar ve dünyadaki karşılığı olan canlılar, hayvanlar, bitkiler, madenler, dağlar, onların sembolleridir. (Krişna-Brahma-Anahita- Varuna-Mithra-Vişnu-Ahuramazda / hürmüz) süreğen biçimde varoluşunu / kendini yenileyip büyük döngüyü / devridaimi sonsuza kadar sürdürürler. Deubaalus (iblis), Deuba-baba tanrı, ali-oğul; baba ve oğul hem birdir hem oğul babadandır, babanın avatarıdır. Yani iblis, kutsal oğuldur. Ölümsüzdür. Ölür, tekrar dirilir. Başka bir görünümle yeniden görünür. Mesih/mehdidir-yani kurtarıcıdır. İblisin soyu, seçilmiş, üstün, özel ve tanrısaldır. Geri kalan insanlar, bu soyun hizmetkarıdır.

Hind üst kastı, İran / Pers / Aryan seçilmiş-üstün ırk anlayışı, Yahudilerin seçilmiş ırk inancı, Germenlerin üstün ırk iddiası, tarih boyunca zenginlik, asabiyet veya ırki duygularla kendisini diğer insanlardan ayırıp üstün gören bütün insanlar, soylar, din veya ırk milliyetçileri, hepsi işte bu iblis inancının devamıdır, farklı tezahürleridir. Hepsi güneş tapımının, güneş kültünün, güneşe tazimin farklı ifadeleridir.

Güneş-Ateş-Işık-Nur-Aydınlık

Tevrat, yaratılışı ışıkla başlatır. ‘Işık olsun dedi, ışık oldu. karanlığı ondan ayırdı’. Her şey, karanlığı delip çıkan ışıkla başladı. Işık, güneştir. Maddi alemde dağılmış olan ışık, hem madde de hem bazı insanlarda kıvılcım halinde vardır ve Yahudilerin hanuka-ışık bayramı, işte bu ışığı bulup geri kalan maddeden arındırarak açığa çıkarma ritüelini simgeler. **

Yine kimya’nın maddedeki altını bulmak için maddeleri ayrıştırması, simyanın ise her maddeyi altına çevirecek formülleri araştırması, sufi-batıni geleneklerdeki insan içindeki cevheri keşfedip geri kalan maddi bedenininden ayırarak saflaştırması, hepsi güneşin-ışığın emilip örtüldüğü varsayılan maddeyi çözüp içindeki asıl güneş parçaçığını açığa çıkartma yani asli olana dönüş manasında ezoterik veya bilimsel yöntemler ve açıklamalardır.

Ateş ve Işık kültü, dünyanın ve diğer yıldızların güneşten kopup soğuyarak oluştuğunu varsayan kadim bir inançtır. Güneşin yörüngesinde sonsuz bir döngü ile yüzüp duran bu yıldızların en erken soğuyanı dünyadır ve içindeki sönmemiş ateşin hareketi sayesinde güneşin ekseninde dönerken dış kabuğu soğumuş fraktal bir kaya parçasıdır. Güneşin bu en eski, yani en büyük oğlu olan Dünya ve üzerinde yoğunlaşmış bütün zerrelerin-atomların makro kozmostaki harekete benzer mikro düzeydeki ilişki ve çatışmasından canlılık doğmuştur. Bir anlamda evrenin özeti olarak şekillenmiş bu mikro kozmos, baba veya ana olarak görülen güneşin imtiyazlı oğlu olarak döngüsünü tamamlayıp ana-baba kucağına (Güneşe) tekrar kavuşacaktır. Dünya, güneşin doğrudan ışığı ve ısısını emerek yaşamı yaratan-ışığı alarak kendisi de yaşam var eden- tanrısal oğuldur. tanrı yani Baba (deu/Teo/ zeu/io)-oğul (El/İl/Al/Ali/İsa). Ebaalus- İblis-Baali- baba ve oğlu Âli. Ahuramazda-Ormazd-Hürmüz-hermes, zerdüştlüğün iyilik 8aydınlık) tanrısıdır. Angramanyu-ehrimen ise zerdüştlüğün kötülük tanrısıdır. Karanlıktır. zerdüşt iblisi-şeytanıdır. St.Agustin gibi Hristiyan filozoflar  dünyayı İblisin evi olarak tanımlamıştır.

Güneşin asli parçası ve sembolü olan ateş (Akad’ca Nâr), Hint-İran dillerinde Atar-Adar-Agr-Azer kavramıyla ve yine güneşin rengi de Zer ile ifade edilmiştir. Kadim Farsçadaki Zer, altın veya sarı anlamındadır. Aryan düşüncesinin önemli öncülerinden Zerdüşt’ün adı da güneşin dostu (zerûduşt) demektir. Yine güneşin ışığı (Akadca Nur-ışık), Farsçada fer ile ifade edilir ve Ay ve yıldızlarda parlar. Güneşle ışığı üzerinden, yani ikinci dereceden bağlantılı tüm isim ve kavramlar; Fars/Faris (Latince telaffuzu Pers), Firdevs-Feridun-Feravun-Ferhat-Feriha-Feramuz-vb- güneş ışığının dostu, parçası, oğlu, kızı vb. anlamlarında gelmektedir. Bu anlamda etimolojik köken olarak Promethe, feromezd’-feramuz’dan gelmekte ve tanrıdan (babasından) ateşi çalıp insanlara dağıttığı için cezalandırılmıştır. Deubaalus / iblis, yani tanrının büyük oğluna dair bu cezalandırma inancı, Pers istilası sonrası eski Yunan’a Promethe olarak geçmiştir. Bu mit ve mesellerde sürekli tanrıdan/tanrılardan ateş çalma, bilgi alma, evrenin gizli sırlarını çözme gibi, hem tanrıyla bir tür didişme hem de ona ait olanı almaya çalışma gibi mitleştirilmiş anlatılar, bir baba-oğol ilişkisi, çatışması, Oidipus kompleksi anlatısı içerir. Belli ki deubaalus-Baali-İblis, Ademin halife seçilmiş olmasını hazmedememiş, Ademe düşmanlık yanında tanrıyla da şizofrenik bir ilişki geliştirmiş gibidir.

Işık, ışımak, nur, parlamak, aydınlık, gibi kavramların hepsinin özünde bu kadim güneş kültü ve inancı yatmaktadır. Karanlık evreni aydınlatan güneştir ve bütün hayy-yaşam-canlılık, onun eseridir. Yine ateş, güneşin parçası olarak dünyanın çekirdeğinde yer alarak döngüyü sağlayan ana neden olmanın yanında, canlılığı ve insanı var eden enerji demektir. Ateş aynı zamanda yakan, yok eden özelliğiyle de kozmik döngünün oluş ve yok oluş, yaşam ve ölüm, kevn ve fesad döngüsünü sağlamaktadır. Yani güneşin ışığı ve ısısı her şeyin özüdür. Bu bağlamda güneşe tapmak, ışığa/aydınlığa tapmak, ateşe tapmak, en kadim inançların başında gelir. Bu inanç, karanlığı, yokluk/hiçlik olarak görür ve ölümün soğukluğu ile özdeşleştirir. Kavramsal olarak kötülük, karanlıkla özdeşleştirilmiştir. Aydınlıkla karanlığın çatışmasını, evrenin varoluş yasası olarak temel alan Zerdüşt-Manici-Ezidi ve benzeri gnostik inançlar, yine Eski Mısır’da Adon-Aton (adanu) ve Seth-Seti-Şit-Satan (Şeytan-İblisin oğlu), Yunan’da Apollo-Abaalus, Roma’daki Mithra-Bakus inancı, M.Ö.5. yy da İranlıların bölgeye Hintten getirdiği yahudilerin Alohimi (Ali), kısmen erken Hristiyanlıktaki İsa’yı tanrı oğlu yapan Pavlus yorumu (zaten pavlus’ta Baalus’tur), neoplatoncu yorumlar, İslamdaki İşrakilik, Mevlevilik gibi bazı tasavvuf yorumları bu güneş kültünün versiyonlarıdır. (Şems, aslında bir kişi değil Mevlana’nın saklı tanrısının adıdır.***)

Varlığın-var oluşun ilk veya ana nedeni olarak Işık ve Ateş’i (ki Güneş’in saf parçası ve doğrudan temsilidir) gören filozofların izinden gidenler bugün enerjiyi veya aynı anlama gelen farklı kavramları her şeyin temeline koyarak, yeni bilimsel keşifler eşliğinde teorileştirmektedir. Eski Yunan’da ateşi ilk neden gören Herakliatos, ‘Ateşin ölümü havanın doğumu, havanın ölümü suyun doğumudur.’ der. Yine aynı tarihlerde Hint havzasından Budha, ‘Suyun içinde ateşin ruhu vardır’ der. Bugün varlığın özünde enerji-titreşim-görünmez bir bağlantısallık olduğunu ileri süren bilim adamlarının dediği de budur.

Nikola Tesla, bu aydınlık-karanlık dikotomisine dair kadim inancı yerle bir eden bir keşif yapmış ve asıl enerjinin karanlığın içinde olduğunu söylemiştir. Tesla, dünyanın merkezinde, güneşin olduğunu, yeraltında da büyük bir enerji olduğunu ve asıl enerji kaynağının burası olduğunu iddia etmiştir. Şaibeli bir şekilde ölen Tesla’nın modern bilimin en temel kavramı olan enerji ve onun da temel kullanım şekli olan elektriğin kaynağına dair bu alt üst edici teoremi, onun ölümüyle unutulmuş, unutturulmuş ve güneş tapımı kaynaklı aydınlıkçı-ışıkçı teolojinin bilimsel biçimleri olan ışık-enerji teorileri hala egemenliğini korumaktadır.

Güneş tapımı teolojisinin özü şudur; güneşten kopan ateşin ölümü toprağın doğumudur (dünyanın ilk oluşumu), toprağın ölümü havanın doğumudur (soğuma ile yer ve göğün oluşumu), havanın ölümü ise suyun doğumudur (buharlaşma sonrası ısınma ve buzulların çözülüp hava ve suyu oluşturması-yaşamın/canlılığın başlaması). Suyun-havanın ölümü ise, tekrar doğumun, o saf kıvılcımın başlangıcıdır. Yani, yok oluş yoktur, döngü vardır. İnsanın ve diğer canlıların da doğumu, yaşamı ve ölümü, bu döngünün tekrarıdır. İnsan, karanlıktan (ana rahminden-tohumdan) doğup ısı ve ışıkla canlanıp büyür, bünyesindeki dört unsurun hareketi ile yaşar ve nefesi-hava- bitince ölür.

Hint yaşam döngüsü inancı (samsara/reenkarnasyon), bir ilk nedeni (yaratıcı) de mutlak sonu da (ölümü) kabul etmez. Yeniden doğuşlar zinciri ile şeklen olmasa da Ruh-can olarak başka formlarda yeniden bedenlenip doğulduğuna inanır. Budizm ise, bu kaotik döngüden çıkış yolu arar ve Nirvana ile hiçliğe, hatta oradan varlığın ve hiçliğin bile olmadığı o ‘en ilk’e, daha da öteye ulaşmayı hedefler. Bu inanç, ruh ve beden ayrımına dayalıdır. Beden ölür, ruh ise dolaşır, ‘gömlek’ (beden) değiştirir, reenkarne olarak yaşar. Bu nedenle Budha ile özdeşleşen ve tasavvuf akımlarının da özü olan, riyazet-uzlete çekilme, ruhu eğitme, bedensel arzulardan uzaklaşma gibi yöntemler geliştirilmiştir. Daha ilkel kavimlerde ise ruh, ölümden sonra yaşar ve doğada dolaşır. Şaman ritüeller, bu ruhları çağırır, onlarla konuşur, kötülüklerini kovar, onlardan haber alır. Modern ruhçu-spiritüel akımlar ve doğu halklarındaki Cin inancı da aynı inancın versiyonudur. Bu ölümsüz ruh anlayışı, ölmeyen ve bekleyen ve tekrar bedenlenen mesih-mehdi inancının da kökenidir. Modern felsefedeki materyalist ve metafizik ayrımında, maddecilik atomların hareketine, metafizik inançlar ise bedeni-atomu olmayan uçucu-tanımlanamayan (Cin)varlıkların hareketine inanır. Pozitivizm, metafizik varlıkları reddeder ve sadece maddi olana inanır. Bu ruh-beden dikotomisi, özünde maddi alemin ötesinde başka bir alem-alemler olduğu inancına dayanır. Maddecilikte görünen ile görünmeyen, var olan ile olmayanın ölçüsüdür. Ruhçulukta ise görünen herşey, görünmeyenin yansıması, gölgesi, avatarıdır. Her iki inançta son tahlilde insanı, ölümlü beden ve ölümsüz ruh olarak ikili bir yapıyla tarifler. Dinsel felsefeler, aslolanın ruhi boyut olduğunu ve ölümsüzlüğün bu ruhun bedenden arınması, bedene bağımlılıktan kurtulması ile sağlanacağını vazeder. Ruhun ölümsüzlüğü fikri, deubaalus-İblis’in, Kuran’da ‘ben dumansız ateştenim’ iddiasını çağrıştırır. Yani toprak-maddi olan-ölümlüdür-sonludur ama ruh (can, bugün enerji) ölümsüzdür, sonsuzdur. Yaratılış proloğunda İblis, Ademi kendi şeceresiyle-satan-şeyatin-şitoğulları ile- çiftleşince ölümsüz olacaksın diye kandırmıştır. Adem ise buna kanmış ve o şecere ile çiftleşerek melezleşmiştir. Madde ve ruh, beden ve can, iblis/şeytan ve Adem’in birleşik halini yani bugünkü insan türünün ikili-şizofrenik doğasını ifade eder. Freud’un Tevrat-Tanah kültürü temelinde çözümlemeye çalıştığı insan doğasına dair İd, ego, süperego, bilinç-bilinçaltı, bilinçdışı, nevroz, psişik sorunlar, libido, ödipal komleks vb. kavramsal çerçevenin dibinde insana dair bu sezgisel bilgi yatar. freud ve ardılları, adeta İblisAdem melezliğini keşfetmenin peşindedir.

Güneş kültüne dayalı inançlarda Tanrı diye üst bir varlık, var edici, yaratıcı unsur yoktur. İlla bir tanrıdan bahsedilecekse bu ya ilk neden olarak ateş, ana neden olarak güneş, onun ışığı, nuru, bunu sembolize eden madde olarak altın, sürekli dönüp duran zaman-güneşin kozmik hareketi yani felek/feleğin çarkı, sönmüş ateşin ruhu olan madde-atom ve onların hareket yasaları veya tümevren- toplam var oluşun kendisidir.

Bu bağlamda, farklı kavram-kelimelerle ifade edilse de her tür aydınlanmacılık, ilericilik, tümevrencilik/panteizm, maddecilik-materyalizm, doğacılık, ruhçuluk, spirtüalizm, doğa ruhçuluk; animizm (dağ-ağaç-hayvan vb.lere kutsiyet), ataruhçuluk-Şamanizm, altın (para-mal-mülk) tapıcılığı, devletperstlik (devletin mitsel sembolü güneştir), insantapıcılık (insan küçük evrendir), en geniş coğrafi ve tarihi anlamıyla Hint kökenli evren-doğa-insan kavrayışının ürünü inançlardır.

(Bu anlamda, her tür güneş sembolü, ateş, aydınlık, nur ve ışıkla kendini ifade eden devlet, parti, örgüt ve düşünceler, ‘güneşin ve ateşin çocukları’, ‘ölümsüzler’, ölüataseviciler, bir şekilde Hindu-İrani kökenlidir.).

Kuran’a göre, Cinler, yani iblis ve şeytanlar, dumansız ateşten/ışıktan-enerjiden var edilmiştir. Yani cinler, Adem’in yerleşik hayata-toprağı ekip biçmeye- geçen ve geçtiği için doğayı, kendini ve diğer varlıkları yeniden aklederek tanımlayıp, tasnifleyip, terbiye edip kendi kaderini, yani ihtiyaçlarını ve varoluş tarzını belirleyebilecek bir yetenek ve istidada sahip olmasından önce var olan ilkel insan türleridir. Bu nedenle güneş -ışık- aydınlık tapımı, hep ışık arayan, özündeki ateş sönmesin diye uğraşan bir iç güdünün ürünüdür. Bu varlıklar, hep eksiklik duygusu içindedir ve bu nedenle hep ilerleme, gelişme, evrim, yani tamamlanma peşindedir. İlginçtir, Cehennem de ateşle özdeştir. Şehvet, ihtiras, saldırganlık, savaş, hükmetme, yönetme, yok etme, yıkma, ölmeme-ebedileşme güdüleri de insanın içindeki ateşle özdeşleştirilmiştir. Afrika’nın veya Asya’nın, Amerika kıtasının en ücra yerlerinde yaşayan insan topluluklarına mensup bireylerde de görülebilecek bu arzu, duygu, güdü ve alışkanlıklar, Hind coğrafyasında örgütlü, kalıcı, organize ve meşru biçimlere bürünerek teolojileştirilmiş, dinselleştirilmiştir.

Hint-İran tanrıcılığı ve dinselliği

Yani, Hindistan, genel anlamda Hint-İran havzası ve Aryan kültü, bugünkü Hindistan (Bgharat) ülkesinden ibaret değildir. Ve bu teoloji ve dini pratize edebilme, örgütleme ve yayma becerisiyle adeta İblisin doğum yeridir.

İran’da M.Ö.6. yy da ortaya çıkan Zerdüşt-Zaratustra inancı, bu güneş tapımının daha politik ifadesidir. İran’ı dünyanın merkezine alan bu inanç, İran-dışını kötülükle özdeşleştirmiştir. Yani güneş-dünya, baba-oğul inancı, İran ve ötekisi olarak politik bir yoruma indirgenmiştir. İran, dünyanın yani ateşin merkezidir ve uzaklaştıkça karanlık-kötülük çöker. Ateş, güneşin parçası ve temsilidir, ışık, zer, fer, aydınlık, sarı renk, altın, dünyanın yani baba ve büyük oğul-Âli’nin sembolleridir. İran, zerdüşt-zer’in dostu-yoldaşı-evladıdır. Ahuramazda, Ahormozd-Hürmüz, Güneştir. Şiilikteki Ali ve oğlu Hüseyin, İslam’ın Ali ve Hüseyin’i değil, Deubaalus, Baba-Eba-Âli’nin yani Ahuramozd, Hürmüz ve Oğlunun reenkarnesi, avatarı, saklı ismi, sırrı demektir. Batıni rafızi akımlardaki, sır, budur.

M.S. 3. yy da ortaya çıkan Manicilik, aydınlık-karanlık çatışmasını temel alır. Gnostik akımlar, bu çatışma temelinde ışığı esas alan çeşitli inançlar geliştirmiştir. yine 3. yy dan itibaren güçlenen Sasaniler devrinde ise güneşin parçası-özü olan ateş kutsaması öne çıkmıştır. Ateşperestlik olarak bilinen bu inanç, aslında ateşe tapmaktan çok ateşe saygı-hürmet şahsıznda güneş tapımını ifade eder. mecusilik olarak bilinen bu din, sonradan yanlış bir şekilde Zerdüştlükle özdeşleşmiş, Zerdüştlerin de ateşe taptığı yargısı yerleşmiştir. Zerdüş ateşgedeler, aslında ateşe tapınma değil, ateşin kozmik anlamına tazim etmek demektir. Pers ve sasani devirlerinde bu ateşgedelerin yakılması, dumanı, hem haberleşme için hem de istihbarat merkezleri gibi kullanılmıştır. İran geleneğinde Moğ-Mogus-molla-Ahund olarak tanımlanan bu ateş rahipleri, aynı zamanda istihbaratçı ve kitle manipülatörü işlevine sahiptir. Mogus, batı dillerine magic-sihirbaz olarak geçmiştir ve Kuran’da anlatılan Firavun (Feridun) hikayesindeki Feridun’un sihirbazları, işte bu mollalardır.

Bugün bütün Asya’da hala etkili olan güneş tapımı-japonya Şinto dininde japon imparatoru güneşin oğludur-, kampoçya, Vietnam, Filipinler, Kore ve Çin’deki güneş merkezli inançlar, Hindistan’da Brahma-Anahita-Şiva inancı,  güneş kültünün devamıdır. İran ise bu inancı saklayarak farklı kılıflarda yaşatır çünkü egemen olan inançların içine gizlenmeyi temel bir alışkanlık edinmiştir. Takiye, İran coğrafyasının Zerdüşt-Manici-Ezidi-Şii bütün egemen inançlarının iman ilkesidir. Çünkü İran, imtiyazlı oğuldur ve geri kalanlar kötüdür, karanlıktır, düşmandır. Ondan ışığı gizlemek, ibadettir. Bu nedenle zaman içinde, misal Hristiyanlık egemen oldukça ateşe tazim salt ışığa, mum ışığına tazime dönüşmüş, İslam çağlarından itibaren ise bu tazim batıni akımlarca saklanmış ve yaygın olarak Ali ve oğlu kültü olarak devam ettirilmiştir.

Kuran’da İbrahim süresinde Hz. İbrahim, güneşe, onun çocukları olan ay ve yıldızlara tapımı reddeder. Hepsinin bir yaratıcı tarafından yaratılmış doğa varlıkları olarak tayin edilmiş görevlerini yerine getiren sıradan varlıklar olduğunu söyler. Bu tavır, güneş tapımını ve aslında Hind-İran teopolitiğini reddetmek demektir. Nitekim İbrahim (tarihi kayıtlarda Hammurabi), adaletin babası, uygarlığın kurucu önderi (rab-baba) olarak Hind-İran istilasını sona erdirip Akad imparatorluğunu (AD kavmi) yıkmış ve Asur İmparatorluğunu kurmuştur.****

İbrahimi-Hanif din, Hind-Aryan istilasına karşı hem Mezopotamya-Akdeniz havzası uygarlığını hem de güneş kültüne dayalı tüm pagan-animist, sapkın din ve inançları reddetmek demektir. İşte Musevilik, İsevilik ve İslam, birbirini takip eden bu geleneğin adıdır ve özünde iki farklı teolojik/politik coğrafyanın çatışmasının tarihsel anlatısını sunar. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın kurumsallaşmış mezhep ve tarikatları ise bir şekilde Hind-İran güneş kültürünün izleriyle karışmış ve politik amaçlarla kurumsallaştırılıp kitleleri yönetmek için örgütlenmiş tarihsel dinsellik biçimleridir. İbrahimi dinin tema ve kavramlarıyla örtüp kadim güneş-iblis-cin kültünü yaşatan maske dinlerdir.

Dinsellik ve din adamları sınıfı konusunda uzman olan Hind-Aryan gelenek, haham-rahip-mogus-molla kurumsallığı sayesinde ya güneş kültü paganizmini ya animist şaman gelenekleri devam ettirir ve İbrahimi inançlarla savaşır. Baş edemediği durumlarda ise İbrahimi inanca sızarak, din adamı kılığıyla İbrahimi anti pagan-anti aryan inançları-söylemleri çarpıtıp, güneş kültü çerçevesinde yeniden yorumlayarak kayda geçirir. Museviliği Yahudiliğe, İseviliği Hristiyanlığa, İslam’ı ise Şii-Sünni, Alevi, Batıni, Sufi görünümler altında Hind-Aryan inançlarına dönüştürmüşlerdir.

Politik mesajlar bağlamından kopartılıp salt metafizik dinsel söylencelere, tarihi masallara ve destanlara, ayetler şiirsel retoriğe çevrilmiş, böylece İbrahimi devrimin insanı İblis soyundan ayırıp Âdem kılacak tarih şuuru kazandıran akli ve evrensel mesajları, Hint-Mezopotamya-Mısır-Anadolu coğrafyasının eski masallarına dönüştürülmüştür. Bu şeytani müdahale sonucu, insanlığın Hind-Aryan iblis soyunun egemenliğinden kurtuluş misyonu, tanrı adına tanrısal söylemle ve tanrıcı bir diskur içinde tam tersi bir misyona dönüşmüştür. İnsan toplulukları bu yezidi daire içinde dönüp duran, tanrı adına birbirini boğazlayan, tanrının egemenliği gibi saçmalıkların peşinde birbirine zulmeden, tanrının halkla ilişkiler müdürü gibi konumlanmış din simsarı rahip, haham, papaz, aziz, molla, şeyh, pir , dede, baba isimli kutsallaştırılmış kişilerin kulu ve kölesi haline getirilmiştir. Bu dinsellik ve dincilik biçimi, iblisin ve şeytan-cin çocuklarının işidir ve bütün ilahi-rabbani gelenek işte bunlarla mücadele ederek insanları uyandırmaya çalışmıştır.

İnsan soyu, iblis-şeytan-cinlerle Âdem kabilesinin melezinden ibarettir. Yani her bir insan, tarih boyunca var olan herkes, ikili bir öze sahiptir. Nübüvvet yani Resul ve nebilik, Âdem tözü baskın kişilerin bunun şuuruna varması (vahiy) ve bu şuuru diğer insanlara tebliği demektir. Nebi, politik kimliği olan liderler, Resul ise bu liderlerin elçileri demektir. Tarih boyunca tarihin babası olan İbrahim’in devamı olan nebi krallar-yöneticiler ve yine İbrahimi mesajın taşıyıcısı anlamında elçiler ortaya çıkmış, insanları, toplumları uyarmış, geçmişi hatırlatmış, tarih ve evrensel Âdem olma bilinci aşılamış, Hind-Aryan paganizminin, animizmin, Adem düşmanlığının, Ademi seçmiş olan Allah düşmanlığının gerçek yüzünü deşifre etmiştir.

Bugün batıda sözde aydınlanma çağı olarak kodlanmış süreç, güneş kültünün ışığı arama ve bulma inancının ifadesidir. Aydınlanma filozofları aslında Endülüs’ten çalınan kitaplardan aklı kullanmayı-Adem olmayı-öğrenmiş ama sonra özellikle İran ve sonra Hintten çeviriler yoluyla öğrendikleri güneş-ateş-ışık merkezli çatışma-diyalektik kült vasıtasıyla dünyayı yeniden yorumlamaya başlamışlardır. Avrupa merkezli, beyaz üstünlükçü, ilerlemeci, materyalist yani Ehli kitap dışı felsefi yorumlar ve atom-madde-enerji merkezli evren-yaşam-bilim geleneğinin gerisinde işte bu Hint-İran güneş-ateş-ışık temelli inançlar yatmaktadır.

İlginçtir bu sözümona aydınlanma çağının öne çıkartılan bütün filozofları genelde aryan kökenli veya aryanlarla melezleşmiş Yahudi kökenli isimlerdir. Gerçekte bu isimlerin fikir, buluş, keşif veya icatları, aryan-yahudi olmayan ama ismi anılmayan kişilerdir ama son 300 yıldır insanlığı felsefi, teknik, bilimsel düzeyde geliştiren, ilerleten herkes sanki seçilmiş, üstün Aryanlar ve Yahudilermiş gibi bir imaj oluşturulmuştur.

Tanrının seçilmiş, özel, üstün çocukları inancı, Baalus- Baal inancıdır ve ırkçılık bu inançtan türemiştir. Aryanlar ve onların taklid eden ve hizmetkarlığını yapan yahudiler, bu üstünlük ırkçılığına sahiptir ve bunu doğrulamak-ispat etmek için insanlıktan çaldıkları herşeyi insanlığa karşı kullanmakta, insana hükmetmeye çalışmakta ve bu çalma mekanizmasını da sürekli kılmak için bütün güçlerini kullanmaktadırlar. Kapitalizm-liberalizm denilen para merkezli sistemin de gerisinde bu özel güdü yatmaktadır.

Karanlığın da Rabbi Allah’tır

Aydınlık-karanlık çatışması, efendi-köle çatışması, göçebe-yerleşik çatışması, kavimler-milletler çatışması, din ve mezhep çatışması, zengin-yoksul, kadın-erkek çatışması gibi tüm sahte çatışma teorileri, işte bu Âdem-İblis çatışmasını gizlemek, örtmek, çarpıtmak içindir. Çünkü iblis-şeytan geni, sadece karanlıkta, efendi sınıflarda, zenginlerde, şu veya bu etnik toplulukta, dini-mezhebi grupta değil, her bir insanda eşit olarak vardır ve hiç kimse bir başkasını, bir başka topluluğu peşinen kötücülleştiremez, şeytanlaştıramaz, ötekileştiremez. Oysa bunu yaparsa asıl iblisin-şeytanın dediğini yapmış olur ve sürekli başkasını, başka insan kardeşlerini düşmanlaştırarak yok etmeyi dava edinir. İblis, Adem’den böyle intikam almaktadır.

Öte yandan, bugün enerji, kuantum, titreşim eksenli bilimcilik, 19. ve 20. Yüzyılın atomcu-maddeci bilimciliğinin devamıdır. Yani o ilk filozofların güneş kültünün yeni kavramlarla sürdürülmesi olarak anlaşılmalıdır.

Esasen, dört unsur, aydınlık, karanlık, güneş, ay ve yıldızlar, iyilik ve kötülük, zaman-doğa ve madde ve bütün bu evrenin yasaları tanrı değil, tanrıdan yani Allah’tandır. Allah, karanlığında, İblisin de, şeytanlarında, Cinlerin de rabbidir. yaratıcısıdır. Her bir varlık kendi varoluş idrakinin gereğini yapar, yapmalıdır. Güneşe düşen ışık ve ısı yaymak, iblise düşen kıskanmak ve çatışmak, yılana düşen fare yemek, mikroba düşen hastalık yaymak, virüse düşen mikrop öldürmek, Adem’e düşen, Adem olabilmektir.

İbrahimi devrimin özü, Allahtan başka ilah yoktur ilkesidir. Allahı birlemek, Ademi de birlemektir. Yani insanın cin-iblis-şeytan soyundan ayrışıp o ilk saflığına kavuşmasının idraki, ancak tevhid şuuruyla mümkündür. Cin taifesi de Allahın yaratıklarıdır ama Ademin düşmanıdır ve onlardan ayrışmak, Allah’ı anlamayı, Allah bilinci ise ademin var oluşunu nedenlerini ve bu hikayenin sonunu anlamayı sağlar. Yaşam, ancak bu şuurla donanırsa Hayy olur. Yoksa, yaşam da insan da  bir hiçtir.

Bu ince farkın bilincinde olanlar kendini bilir, kendini bilen de haddini ve rabbini bilir. Bilene Âdem, bilmeyene ve bilmediğini de bilmeyip azgınlaşana iblis ve soyu denir.

 

 

*Aytekin Demircioğlu, Türk Mitolojisinde Dört element isimli çalışmasında Dört unsur kavramını eski Yunan filozoflarından İslam tasavvuf geleneği ve simyacı yorumlara kadar geniş bir çerçevede şöyle özetler; ‘ Dört unsur, genellikle, kimi inanışlarda yaratılışı ifade etmek üzere, kimi inanışlarda ise maddi evrenin farklı süptillik derecelerindeki ortamlarını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu kavramı sembolizmde kullanan ezoterik simyacılara göre, toprak fiziksel planın (ortamın, alemin), su enerjetik planın, hava psişik planın ve ateş mantal (zihinsel) planın sembolüdür. Dört unsur derecelendirildiğinde, en üstte veya en süptil olarak gösterilen ateştir, en aşağıdaki ya da en kaba olanı ise topraktır. Dört unsur içinden genellikle, ateş, ruhu; hava ve su, süptil planları; toprak fiziksel ortamı simgeler.

Dört unsurun birbirlerine kıyasla nitelikleri şöyle açıklanır:

  • Ateş dört unsur içinde, etkin (aktif) ve eril olan iki unsurdan biri olup, diğer üç unsuru da aydınlatan ve ısıtan unsurdur. Dört unsurdan “tartılamaz olanı”dır. Kimi zaman ışık sembolüyle özdeş tutulur.
  • Hava da, ateş gibi, eril ve aktif olarak kabul edilir. Toprak ve suya oranla en az maddi olanı ve algılanamaz olanıdır. Işığı geçirmede sudan daha geçirgendir. Bu özelliği, yani saydam ve ışıklı oluşu kelama ortam oluşturması anlamına gelir. Semaviliğin Gök ile temsil edildiği inanışlarda spiritüel Gök ile yeryüzü arasındaki aracılığın sembolü sayılır. Maddenin görünen en süptil hali, hatta görünmez olduğundan dolayı, kimi inanışlarda, semavi âlemin sembolü olarak kabul edilir.
  • Dört unsurdan su, pasif ve dişil niteliğe sahiptir. Bilindiği gibi, su, bulunduğu ortamın şeklini alma özelliğine sahiptir. Maddenin sıvı halinin temsilcisi olan su sembolünün kimi inanışlarda, var edilen maddenin ilk hali olan maddi cevher, yani ilk madde anlamında, kimi inanışlarda kozmosda her yerde mevcut olduğu varsayılan, maddenin esîr denilen süptil hali anlamında, kimi inanışlarda ise tesir anlamında kullanıldığı görülmektedir.
  • Toprak da su gibi pasif ve dişil nitelikli olup, dört unsurdan en yoğun, katı ve sabit olanıdır. Bilindiği gibi insanların, beslenme kaynaklarını edindikleri ana unsur topraktır. Pek çok inanışın yaratılış bahsinde insan vücudunun yaratılışında kullanılan madde toprak olarak geçer, insanlar ölünce de vücutları yine toprakla bütünleşir. Bu nedenlerden dolayı olsa gerek, inanışlarda doğurganlık ve analık nitelikleriyle belirtilen toprak sembolü, kadim inanışlarda genellikle maddeyi, fiziksel bedeni, tezahür alemi denilen maddi alemi simgeler.

Simyacılıkta dört unsurun ve tüm minerallerin esasının aynı olduğu, hepsinin de yaratılan madde cevherinin saf (el değmemiş, ruhsal tesire henüz maruz kalmamış), şekillenmemiş asli hali denebilecek ilk maddeden türediği kabul edilir. Bu ilk madde, fiziksel planda dört unsur halinde farklılıklar gösterecek halde tezahür etmeden önce, süptil planda tezahür eder ki, kimi simyacılara göre bu süptil tezahüre ya da bu süptil madde cevherine beşinci unsur denilebilir. Tezahür etmiş (maddi) alemin beş unsurdan oluştuğu kabul edilen ve ilk maddeyi (prakriti) beşinci unsurdan ayırt eden Hindu inancında ise, beşinci unsur esîr anlamında ele alınır (akaşa) denir.

Maddi âleme (dünya) karşılık gelen dört element mutasavvıflarca nefsin dört mertebesine karşılık olarak kullanılmıştır. Buna göre nefs-i emmâre, ateşe; nevs-i levvâme, havaya; nefs-i mülhime, suya ve nefs-i mutmainne, toprağa benzetilmiştir. Bu mertebelerden her biri için on ayrı özellik tespit edilmiş ve tasavvufta önemsenen kırk sayısına ulaşılmıştır. Yine Hacı Bektaş Veli’nin Dört Kapı Kırk Makam öğretisini dört elementle benzeştirmek mümkündür. ‘(Kaynak: Aytekin Demircioğlu, Türk Mitolojisinde Dört element)

**Festival, menora (veya hanukkiah) adı verilen dokuz dallı bir şamdanın mumlarının yakılmasıyla başlar. Bir dal tipik olarak diğerlerinin üstüne veya altına yerleştirilir ve bir mum, diğer sekiz mumun yakılması için kullanılır. Bu özel muma şamaş denir. Hanuka sözcüğü İbranice “adama, ithaf etmek” anlamlarına gelir.

**“O göklerden unsurlara, unsurlardan cansızlara, nebatlara ve canlılara geçmiş, nihayet babası ve annesi onun dağılmış olan maddesini mevâlid âleminden toplamıştır. İnsan mevâlid âleminden önce unsurlarda, unsurlardan önce göklerde, göklerden önce de Allah sıfatındaydı. Sıfat ise zâtın aynıdır. İnsan sûretine gelip bu âlemde olgunluğa erişenler bu sûretten çıkınca sûretsizlik âlemine varacaklar, mutlak varlığa kavuşacaklardır”

****Beni Asur-Asuroğullarıdır. Tevrat bu kavramı Ezrael-israil olarak kullanır. Oysa İsrail, Yahudi pers prensi-kyrus’un görevlisi Ezra’yı işaret eder. Ve Asur’a karşı Ezrael kullanımı, Asur’un mirasını sahiplenme amaçlıdır. Amaçlarına ulaşmış ve bugün dahi Kuran okuyanlar Asurel kavramını İsrail diye okur ve yahudileri de israiloğulları zannederler. Yahudiler ezra’nın oğullarıdır ve perslerin bölgeye taşıdığı tabir caizse ilk şiileridir. Bugünkü çatışma tiyatrosuna kimse aldanmamalıdır. Ezra da bugünkü kasım solomoni gibi tetikçi bir katildir.

 

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan: Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. iletişim fakültesi mezunu (1984-1993); yayıncılık, editörlük yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu. Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir. -Yer aldığı Dergiler: İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006) Yayımlanmış Kitaplar: -Yeni bir cumhuriyet için- -Derin devlet ve muhalefet geleneği- -Sessizlik senfonisi- -Şeb-i Yelda- -Yeniden düşünmek- -Teolojinin jeopolitiği- -Osmanlının Ortadoğu’dan çekilişi- -Açık mektuplar- -Davası olmayan adam değildir- -İman ve İslam- -Yenilmiş asilere çiçek verelim- -Tevhid adalet özgürlük- -Devlet millet siyaset.
Kişisel web: www.ahmetozcan.net - www.ahmetozcan.net/en
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA