Fetullah öldü…

Bu ülkenin asıl “devleti ele geçirmiş fetö’sü” olan Kamalizmin tekrar 21. Yüzyılda da bu ülkeyi, devleti ve toplumu zehirlemesine meydan vermemek için, Anadolu çocuklarının kendi yurtlarında kendi devletleri tarafından dayak yememeleri için, kendi devletlerini ele geçirmeye kalkmaya mecbur kalmamaları için, artık ciddi dersler çıkarıp, siyasi, sosyal, kültürel, ideolojik önlemleri konuşmanın vaktidir. FETÖ’nün canı cehenneme...
Ekim 21, 2024
image_print

 

Fethullah Gülen, ölümüyle de bir süre daha tartışılacak. FETÖ, başarısız darbe girişimiyle devletin içinden bizatihi millet tarafından ayıklanıp püskürtülmüştü. Millet, 15 Temmuz’da belki ilk defa devleti bir organize şebekenin elinden kurtarmış, destansı bir direnişle askeri darbe geleneğine de büyük bir darbe vurmuştu.

Şüphesiz darbe sonrası yaşananlar bu destansı geceye ciddi lekeler sürdü. Ama tarih, 15 Temmuz gecesini, o muazzam sivil direnişi, o şehitlerin onurlu ölümlerini, yaralıların görkemli iradesini, her görüş ve kesimden milyonların aynı ruh, öfke ve cesaretle tanklara uçaklara mermilere karşı ayaklanışını daima bir destan olarak yazacak.

Şimdi bu FETÖ örgütlenmesinin, sıradan bir Nurcu cemaatten örgütlü bir hizmet hareketine ve oradan uluslararası bir casusluk, rant ve lobi örgütüne giden deneyimini doğru bir zeminde analiz etmek gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu özgün sayfasında özel bir yeri olan FETÖ, elbette dini, siyasi, sosyal, kültürel boyutlarıyla ve özellikle ABD-İsrail bağlantılarıyla çok defa ele alındı, tartışıldı, eleştirildi. Ancak bu örgütlenmeyi domine eden asıl saik, yani müesses düzenin ve milleti bu tür bir örgütlenmeye destek vermesini sağlayan politikaları hep göz ardı edildi. Yani mesele, Kürt sorununda olduğu gibi, asıl kışkırtıcı fail atlanarak hep sonuçlar üzerinden konuşuldu. Müesses düzenin kendini koruma reflekslerinin yarattığı ve yaraladığı toplumsal dinamiklerin, dönüp müesses düzene vurması veya ele geçirmeye çalışması, pek gündem olmadı.

FETÖ, aslında düzenle iyi geçinerek ve hatta samimi bir görüntüyle düzenin bir parçası pozisyonunda serpilip gelişen, bu özelliğiyle de dini cemaatler tarafından pek sevilmeyen bir çizgiye sahipti. Cemaat olarak hep kendisini diğer gruplardan ayrı tutuyor, siyasete girmiyor, eğitim ve hayır faaliyetleriyle Türkiye’nin içerde ve dışarda bir tür kolonizatör dervişlik misyonuna talip olduğunu gösteriyordu. Bu uzun takiye devri boyunca devlete sızmak, önemli kurumlarda kadrolaşmak, bir tür gölge siyasi parti gibi her iktidarın görünmez koalisyon ortağı olma refleksleri geliştirdi. Güçlendikçe güç kazandı, güç sarhoşluğuyla daha da ileri hedeflere yöneldi. Bu süreçte uluslararası bağlantıları, yani ABD, Daha doğrusu ABD FETÖ’sü durumundaki Yahudi lobisiyle içiçe geçti hatta bu lobinin Türkiye şubesine dönüştü. AK Parti iktidarıyla kurduğu simbiyotik ilişki, aslında 28 Şubat sonrası AK Parti’ye aynı nedenlerle yönelen geniş toplumsal kesimlerin yine aynı nedenlerle bu cemaate de açtığı krediyi ustaca kullanması, giderek paralel devlet tanımına uygun devasa bir güç temerküz etti. ABD FETÖ’sü Yahudi lobisi, işte bu aşamadan itibaren önce AK Parti iktidarı üzerinden eski müesses düzen kadrolarının tasfiyesi için (Ergenekon), sonra da AK Parti’nin kendisini yönetmek için FETÖ’yü bir aparata dönüştürdü. Davos kriziyle başlayıp Mavi Marmara katliamıyla devam eden İsrail’le krizlerin tetiklendiği bu süreçte FETÖ artık AK Parti’nin müttefiki değil giderek tasfiyecisi misyonu üstlendi. Bizzat Tayyip Erdoğan’ı kötücülleştirerek ve ellerindeki istihbari bilgilere de güvenerek dershane tartışmasından 7 Şubat MİT başkanını gözaltına almaya ve sonra 17-25 hamlesine giden süreçte FETÖ, daima ABD FETÖ’sünün ve onun kontrolündeki Avrupa, Suud, BAE istihbarat ve medyalarının ve yine bunların kontrolündeki PKK, İŞİD benzeri diğer aparatların desteğiyle ölümcül bir savaşa tutuştu. Güç sarhoşluğu, arkalarındaki bu desteğe güveninde etkisiyle 15 Temmuz darbe girişimine bile yol açtı. Ve sonuç; büyük bir fiyasko, açık bir yenilgi ve özellikle bu örgüte saf niyetlerle destek veren kitlelerin inanılmaz öfkesinde boğulan bir hezimet.

Bütün bu hikâyenin kökeninde, devleti ele geçirme çabası var. Çünkü devleti ele geçirmiş olanların millete dönük husumeti, din ve dini değerlere karşı salladıkları sopalar, Anadolu insanını hor gören, dışlayan, örseleyen yüz yıllık politikalar var. Asıl fail budur ve FETÖ bu işte bu düzene dönük birikmiş tepkinin ‘İte bulaşmadan çalıyı dolaşma’ tarzındaki yumuşak yüzlü örgütlenmesini ifade ediyor. Devletle çatışmadan onu ele geçirme güdüsü, onu ele geçirmiş Kemalist-laik-batıcı-chpli-beyaztürk-mason-sabataycı vb diye nitelenen müesses düzenin oligarşik zümrelerine karşı, derin Anadolu’nun derin örgütlenmesini sağlamıştı. Bu tepkinin siyasi ifadesi olan Milli Görüş hareketiyle daima mesafeli ilerleyen bu hareket, aslında kendi tarzında oldukça başarılı bir performans gösterdi ve işi bu son hamleye kadar getirdi.

FETÖ’yü üreten asıl neden olarak devletin ev sahibi rolü kesen kemalist-laikçi zümrelerin Anadolu insanına, değerlerine, kültürüne, sosyal ve ekonomik imkanlarına dönük hala da devam eden o tehditkar husumeti, belki daha çok FETÖ üretecek. Ama bu defa dindar muhafazakar kitleler buna müsaade etmeyecek. Hiçbir şeyden ders almayan, toplumu anlamak yerine hep istedikleri şekle sokarak yönetmeye koşullanmış, kendinden menkul bir kibir ve hegemonya sahibi oldukları vehmiyle hareket eden kemalist zümre ise, aslında AK Parti şahsında defalarca yenilmişti. İdeolojik ve siyasi olarak haksızlıkları ve güçsüzlükleri tescillenmiş, bu ülke adına bırakın yönetmeyi veya karar verici olmayı, söz sahibi bile olamayacak çapsızlık ve küstahlıkla malul oldukları kanıtlanmıştı. Ne var ki hala batı desteği ve devlete yuvalanmış ilk Fetö tarzı lobicilikleriyle ülkeye yön vermeye çalışan, adına ister kemalizm ister laikçi-sekülerciler deyin, özünde ülkenin en ilkel tarikatı ve putperest dinci grubu hüviyetindeki bu kesimlerin ev sahibi havası defalarca söndürülmüş olmasına rağmen, varlıklarını sürdürmelerinin asıl nedeni işte bu FETÖ ile AKP iktidarının yanlışlarıdır artık. Bu defa durum tersine dönmüş, müesses düzene tepkinin doğurduğu örgüt ve partiye tepki, kemalist zümreleri yeniden ülkenin başına bela edecek bir havaya sokmuş görünmektedir.

‘Şunu tartıştırmayız’, ‘bunu değiştirtmeyiz’, ‘ona dokundurtmayız’ , ‘şu olursa yakarız, yıkarız’ havasıyla hala eski güç ve hakimiyet evhamını her fırsatta ülkeye, siyasete, topluma üfleyen bu ilkel dinci tarikat mensupları, kendilerini ülkenin, devletin, ‘Türklüğün’, cumhuriyetin sahibi görme numaralarını sürdürürken, bu eski numarayı artık yemeyen ve bu ülkenin Osmanlının son savaşından, seferberlikten, milli mücadeleden, bizatihi Milletin meclisini kurup Cumhuriyeti ilan eden asıl iradesini küçümsemenin neye mal olduğunu belli ki asla anlamadılar ve asla anlamayacaklar.

FETÖ, kötü bir finalle bitti. Siyasi deneyimin de finali pek iyi görünmüyor. Bunca deneyimden sonra aynılar aynı yerde, gayrılar gayrı yerde. Arada belki yeni kuşakların yeni küresel salgınlara maruz bırakılmış sahipsizliklerine rağmen, geriye ana babalarının bu iyi-kötü deneyimlerinden ders alıp daha ileri, daha kavi, daha doğru hamleler yapacaklarına dair umudumuz kaldı.

Bu ülkenin asıl “devleti ele geçirmiş Fetö’sü” olan Kemalizmin tekrar 21. Yüzyılda da bu ülkeyi, devleti ve toplumu zehirlemesine meydan vermemek için, Anadolu çocuklarının kendi yurtlarında kendi devletleri tarafından dayak yememeleri için, kendi devletlerini ele geçirmeye kalkmaya mecbur kalmamaları için, artık ciddi dersler çıkarıp, siyasi, sosyal, kültürel, ideolojik önlemleri konuşmanın vaktidir.

FETÖ’nün canı cehenneme, esas konuşulması gerek mesele artık budur!