Bayram

Bayram kelimesinin Arapça’sı, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” anlamlarıyla karşılanan îddir (el-ʿıyd/العيد). Bu kelimenin aslının ise ʿıvd (عود) olduğu ve “tekrar dönmek” anlamını taşıdığı bilinmekte ve bu durum İbnü’l-A‘râbî ve Zebîdî gibi lugatçılar tarafından, “çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner” şeklinde yorumlanarak mevsimlerin dönmesine bağlanmaktadır
Mart 28, 2025
image_print

Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi

Müellif: SARGON ERDEM

A) Etimolojisi. Kâşgarlı Mahmud’un tesbitine göre kelimenin aslı Farsça beẕrem/beẕrâm (بذرام/بذرم) olup “sevinç ve eğlence günü” demektir ve beyrem/bayram telaffuzu Oğuzlar’a aittir (, I, 263, 484; III, 176). Steingass’ın sözlüğüne beẕrâm imlâsıyla aldığı ve “çok neşeli yer” şeklinde açıkladığı (Dictionary, s. 166), Doerfer’in ise Farsça’ya Eski Türkçe’den geçtiğini söylediği (TMEN, II, 384-385) kelimenin etimolojisi yapılamamış, hangi dilden geldiği ve tam anlamı bulunamamıştır. Ancak Farsça’da her zaman görülebilen ẕ/z (ز/ذ) değişimi (bk. Steingass, s. 556) göz önünde tutulduğunda kelimenin aslının Farsça olması ve beẕ(m)râm şeklinde tahlil edilmesi muhtemel görünmektedir. Bu takdirde beẕrâmın, beẕm (بذم) “yiyip içme, konuşup eğlenme meclisi” kelimesinin m sesi düşmüş şekli olan bez (بز; Şükûn, I, 323) ile “hoş ve sevinçli” anlamını taşıyan râm (را م; Steingass, s. 564; Şükûn, II, 987) kelimesinin birleştirilmesi sonucu elde edilmiş, “neşeyle konuşup eğlenme, yiyip içme meclisi” anlamında bir birleşik isim olduğu kabul edilebilir.

Bayram kelimesinin Arapça’sı, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” anlamlarıyla karşılanan îddir (el-ʿıyd/العيد). Bu kelimenin aslının ise ʿıvd (عود) olduğu ve “tekrar dönmek” anlamını taşıdığı bilinmekte ve bu durum İbnü’l-A‘râbî ve Zebîdî gibi lugatçılar tarafından, “çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner” şeklinde yorumlanarak mevsimlerin dönmesine bağlanmaktadır (geniş bilgi için bk. Lane, V, 2190). Araplar’ın en büyük bayramı hacdır. Arapça’da “ziyaret etmek” şeklinde de açıklanan hac (الحجّ “geri dönme, tekrar gitme”) kelimesi İbrânîce’de “bayram” anlamında kullanılmakta olup (hag), hvg (bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak) kökünden gelmektedir (Cohn, s. 209, 213). Öte yandan hac ibadetinin en önemli rükünlerinden biri tavaftır (Kâbe’nin etrafında dönmek). Bu rüknün diğer adı ise dvr (دار/دور “devretmek, dönmek”) kökünden türeyen devârdır (الدوار) ve bu kelimenin de anlamı “bir şeyin etrafında dönme, dolanma”dır. Böylece tarihin İlkçağ’larından beri Arabistan yarımadasının en önemli kült merkezi olan Kâbe’nin etrafında dönme ibadetine, hepsinin de kelime anlamı “dönme” olan hac, îd, tavaf ve devâr adlarının verildiği görülmekte ve bunlardan zamanla “îd”in Arapça, Süryânîce ve İbrânîce’de, haccın ise yalnız İbrânîce’de “bayram” anlamını kazandığı anlaşılmaktadır (Sür. ʿıdā, “bayram, tatil” [EI2, III, 1007]; İbr. Môʿadê Yahweh “Yahve’nin bayramları” [, s. 420]; Ar. muâyede “bayramlaşma”). Îd kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir defa zikredilir (el-Mâide 5/114), hadîs-i şeriflerde ise çok geçmektedir.

B) İslâm Öncesi. Bayramlar toplumların hayatında görülen olağan üstü günlerdir. Bu günlerde yaşanan heyecanın derecesi insanların ahlâk anlayışları ile orantılı olmakta ve bazı toplumlarda başka zaman yapılması hoş karşılanmayan, hatta suç oluşturan hareketlerin dahi bayramlarda büyük bir serbestlik içinde yapılabildiği görülmektedir. Meselâ Katolik ve Protestanlar’da büyük perhiz (Paskalya’dan önceki kırk gün) arefesine rastlayan karnaval ve faşing kutlamaları, bugün “topluca deşarj olma” şeklinde yorumlanan bir eğlenme çılgınlığına (Faschingstorheiten) dönüşmüş durumdadır (özellikle Rio karnavalı ve Münih faşingi).

Fazla iş günü kaybına ve çeşitli savurganlıklara sebebiyet verdiği için sayıları mümkün olduğu kadar azaltılan bayramların en fazla Eskiçağ’da kutlandığı görülmektedir. Tasvirî sanattan tanınan ilk bayram sahnesi, milâttan önce VI. binyıla ait Çatalhöyük duvar resimlerinde yer almaktadır. Tasvir edilen sahne, bereketli geçen bir avdan sonra boğa tanrının huzurunda yapılan çok hareketli bir toplu dans şeklindedir (bk. Mellaart, lv. 54-57, 61-64). Çok tanrılı toplumlarda ilkbahar yağmurlarının başlaması, dolayısıyla ilk tohumların toprağa atılması, ilk ürünün devşirilmesi, hasat ve bağ bozumu gibi tarımla ilgili hemen her tabiat olayı ilâhî bir hüviyetle tanrıların evlenmesi, doğurması vb. şekillerde yorumlanarak birer bayramla kutlanmıştır. Dinî bayramların dışında kazanılan yeni zaferler, eski zaferlerin yıl dönümleri, hükümdar ailesinde meydana gelen evlenme ve doğum gibi olaylar, yeni tahta geçmeler de bayramlara konu olmuştur.

Zaman zaman bugün de uygulanan eski bir geleneğe göre hemen bütün toplumlarda en büyük bayram günü mahkûmlar affedilmekte veya cezaları hafifletilmektedir. Bu âdetin tarihe geçmiş en ünlü örneği ise yahudilerin Pesah (hamursuz) bayramı münasebetiyle, Hz. Îsâ’ya tercih ettikleri haydut Barabbas’ı Kudüs Valisi Pilatus’a affettirmeleridir (Yuhanna, 18/39-40). Bayramlarda dikkati çeken başlıca özellik yeme içmeye fazla yer verilmesidir. Bunun sebebini sadece eğlenmeye zemin hazırlamakta aramamak gerekir. Çünkü eğlenmekle ilgisi olmayan dinî bayramlarda da yeme içmenin bayramın gereklerinden olduğu görülmektedir. Nitekim müslümanlar için yılın her gününde oruç tutmak câiz olduğu halde bir aylık farz orucu takip eden ramazan bayramının birinci günü ile bilhassa fakirlerin et yiyebilecekleri kurban bayramında (dört gün) oruç tutmak yasaklanmıştır. Yine birer dinî bayram sayılabilecek aşure günü ve kandil gecelerinde de özel yiyecekler (aşure çorbası, helva, kandil simidi) yapılmakta ve komşulara dağıtılmaktadır.

Pek çok toplumda dinî olmayan bayramların dikkat çeken bir özelliği de birlikte yapılan rakslardır. Ortak heyecanın doruk noktasına ulaştığı anda orada hazır bulunan insanların el ele tutuşarak yahut el tutuşmadan halka olup döndükleri ve raksettikleri, bu raks veya dönmeyi de genellikle ateş ya da kutsal tanınan bir nesnenin etrafında yaptıkları görülmektedir. Bu durumda bir şeyin etrafında dönme tutkusunu, İslâm tasavvufunda çok sevilen pervanenin alevin etrafında dönmesi motifi gibi, en yüksek sevgi ve vecde geliş tezahürü şeklinde yorumlamak mümkündür (“aşkından pervane kesilmek”). Nitekim İslâmiyet’te en büyük toplu ibadet olan ve ifa edildiği günler bayram kabul edilen haccın en önemli rükünlerinden tavaf da Kâbe’nin etrafında dönmekten ibarettir. Dünyanın en eski mukaddes binasının Kâbe (Âl-i İmrân 3/96) ve bilindiği kadarıyla en az Hz. İbrâhim zamanına kadar giden oradaki toplu ibadet şeklinin de tavaf olduğu (el-Bakara 2/125), hatta bundan dolayı Kâbe’ye “Devvâr” ve “Düvvâr” (etrafında dönülen şey) denildiği (bk. , “dvr” md.; , “dvr” md.; Lane, III, 931) göz önüne alındığında bu ibadet şeklinin medeniyet tarihi kadar eskiye gittiği ve daha sonraki devirleri de etkilediği anlaşılmaktadır. Nitekim İbnü’l-Kelbî’den öğrenildiğine göre Câhiliye devri Arapları’nın ibadetleri de tanrı heykel ve sembollerinin etrafında dönme şeklinde idi ve gerek bu ibadete gerekse tapınılan taşa “devâr” (yk.bk.) adı veriliyordu (Kitâbü’l-Esnâm, not 237, 306, 371; , XII/1, s. 65). Genellikle bayramlarda görülen bu ibadet şekline İranlılar, Hindular, Budistler ve Romalılar’da rastlandığı gibi Şamanist Türkler’le Kızılderililer’in ve Afrika yerlilerinin de totemlerin etrafında dans ettikleri bilinmektedir.

Câhiliye devri Arapları’nın bayramları hakkında yeterli derecede bilgi mevcut değildir. Ancak aralarında millî birlik bulunmayan ve kabileler halinde yaşayan bu devir Araplar’ının hep beraber kutladıkları bir bayramlarının olmadığı, her kabile ve şehrin kendi geleneklerine göre törenler tertip ettiği bilinmektedir. Her kabilenin en az bir putu ve her putun da takdis edildiği muhtelif kutlama günleri vardı. Bu günlerde ayrıca pazar ve panayırlar kuruluyor, dinî bayramlar şiir, müzik, içki ve kadınların yer aldığı eğlencelerle birlikte (bugünkü karnavallar gibi) kutlanıyordu (Kitâbü’l-Esnâm, not 71). Çeşitli kabileler tarafından ortaklaşa kutlandığı söylenebilecek tek bayram, Hicaz bölgesinin ve özellikle Mekke’nin en büyük bayramı olan hacdır. Zilkade ayında biri Ukâz’da, diğeri Mecenne’de olmak üzere iki panayır (sūk) kurulur, bunlardan sonra Zülmecâz panayırı gelir ve oradan Arafat’a çıkılırdı. Bu günlerde her türlü saldırı, zulüm ve haksızlıktan uzak durulur, en güzel kıyafetler giyilir ve Mekkeliler tarafından uzaktan gelen “Kâbe’nin misafirleri”ne (duyûfü’l-beyt) ev sahipliği yapılırdı. Mekke yakınlarında yılda bir defa kutlanan bir bayram da Zâtü Envât bayramı idi. Zâtü Envât büyük, yeşil bir ağaçtı; Araplar her yıl gelirler, kılıçlarını dallarına asarlar, çevresinde tapınırlar ve kurban keserlerdi. Yine kaynakların yazdığına göre Kâbe’yi tavaf edecekleri zaman da bürdelerini bu ağaca asarlar, Harem bölgesine öylece girmek suretiyle Kâbe’ye olan saygılarını gösterirlerdi. Bu ağacın, Mekke’nin 17 km. kuzeyinde bulunan ıssız Hudeybiye vadisindeki, altında Bey‘atüşşecer’in (Bey‘atürrıdvân) yapıldığı ve Hudeybiye Muahedesi’nin imzalandığı, Kur’an’da da zikri geçen (el-Feth 48/18) ünlü ağaç olduğu sanılmaktadır. Câhiliye döneminde yanında bir kuyu ile küçük bir tapınak olduğu bilinen bu ağaç, Hz. Ömer tarafından halifeliği sırasında dinden sapmalara sebebiyet vereceği endişesiyle kestirilmiştir (bk. Kitâbü’l-Esnâm, not 179; , V/1, s. 578-579). Bunlardan başka yılda bir defa Zemzem Kuyusu’nun etrafında tören yapılır, böylece suyun bütün yıl eksilmeyeceğine inanılırdı.

Medineliler’in kendilerine has bir millî bayramları yoktu; İranlılar’dan aynen aldıkları iki ünlü Mecûsî bayramını kutluyorlardı. Bu bayramların birincisi ilkbaharın başladığını belli eden Neyrûz, diğeri ise sonbaharın başlangıcı olan Mihrican’dı. Neyrûz kelimesinin aslı Farsça nev-rûz olup “yeni gün” demektir. Güneşin Koç burcuna girdiği 22 Mart günü kutlanır ve şemsî İran takviminin ilk günüdür; sonradan Sultan Melikşah’ın hicrî 471 (1078) yılında başlattığı hicrî-şemsî Celâlî takviminin de (Uluğ Bey takvimi) ilk günü olmuştur. Bu bayram halen İran’ın resmî yılbaşı bayramıdır. Mihrican kelimesinin de aslı yine Farsça mihr-gân/mihregândır (sonbahar). Eski İran takviminin ikinci büyük bayramı olan Mihrican, gece ile gündüzün birbirine eşitlendiği yedinci şemsî ayın on altıncı günü kutlanır ve kutlamalar ayın yirmi birinci gününe kadar devam ederdi. Medineliler’in yaptıkları törenlere dair yeterli bilgi mevcut değildir. Câhiliye devrinde Medineliler’in bunlardan başka şehirdeki yahudilerden ve hıristiyanlardan aldıkları anlaşılan yevmü’s-seb‘ (yedinci gün) ve yevmü’s-sebâsib (aslı şe‘ânîn) gibi bazı bayramları daha olduğu bilinmekte, ancak bunları da ne şekilde kutladıkları ayrıntılarıyla tesbit edilememektedir.

Yahudi Bayramları. Yılın belirli zamanlarında kutlanan bayramların başlıcaları, üçü daha büyük olmak üzere yedi tanedir. Pesah (hamursuz). Bayramların en büyüğü olup o gün Mısır esaretinden kurtuluşun yıl dönümü canlandırılmaktadır. Yahudi takviminin ilk ayının on dördüncü günü kutlanmaya başlar ve kutlamalar sekiz gün sürer. O gece Mısır’dan gizlice ve aceleyle yola çıkışın hâtırasını canlandırmak üzere mayasız, tuzsuz ve yarı pişmiş ekmek yapılıp bir kuzu veya oğlak kesilerek elde asâ bir süre beklenir. Tevrat okuyarak ve dua ederek oturulan bayram sofrasında tuzsuz ekmekle acı otlar yenir, dört bardak şarap içilir ve buna sekiz gün devam edilir. Aslında bu bayram, çok tanrılı dönemde mevsimin ilk kuzusunun ekmekle birlikte tanrılara takdim edildiği Eski Mısır ve Ken‘an bayramlarının bir devamıdır. Şavuot (haftalar bayramı, Pentekost). Tûrisînâ’da Hz. Mûsâ’ya on emrin verilişinin yıl dönümüdür; Pesah’tan elli gün sonra kutlanır. “Turfandalar günü” veya “hasat bayramı” adlarıyla da anılan Şavuot Ken‘ânîler’in hasat bayramının devamıdır. Roş-ha-şanah (yılbaşı). Yıllık amellerin muhasebesinin yapıldığı mağfiret dilenilen bayram olup aslında Ken‘ânîler’in yeni yıl bayramıdır. Yom Kipur (kefâret günü). Yılbaşından on gün sonraya rastlayan büyük oruç günüdür; tövbe ve af günü olarak kabul edilir. Hag-ha-sukkot (çardak bayramı). Yom Kipur’dan beş gün sonra kutlanır. Çölde dolaşılan yılların hâtırasını yaşatmaktadır. Bu sebeple yedi gün süreyle kırlarda çadır ve çalı çırpı kulübelerde oturularak o günlerin canlandırılmasına çalışılır. Purim (kurtuluş günü). Yahudilerin, İran (Pers) Başveziri Hâmân’ın imha planından, Kral Ahasuerus’un (Xerxes [m.ö. 486-465]) yahudi asıllı karısı Hadassah (Ester) vasıtasıyla haberdar olarak kurtulmalarının hâtırasını yaşatır; kurban kesilerek sevinç tezahürleri içinde kutlanır. Hanukkah (ışıklar bayramı). Selevkoslu Kralı IV. Antiokhos’un ibadete kapatıp kirlettiği Mescid-i Aksâ’nın Judas Maccabaeus tarafından kurtarılıp tekrar ibadete açılmasını (m.ö. 164) canlandırır; büyük şenliklerle kutlanır.

Yahudilerin bunlardan başka, bir tanesi hiçbir iş yapmadan geçirdikleri Sabbath “yedinci gün” (yevmü’s-seb‘, cumartesi; hıristiyanlarda pazar) olmak üzere başka bayramları da bulunmaktadır. Yahudi bayramlarının genel karakteri, tarihte yaşanmış önemli olayların her yıl canlandırılması, hâtıralarla kin ve intikam duygularının daima canlı tutulmasına çalışılmasıdır.

Hıristiyan Bayramları. Muhtelif kiliselere, özellikle Katolik ve Ortodokslar’a göre bazılarının tarihleriyle çeşitli özellikleri değişen hıristiyan bayramlarının başlıcaları şunlardır: Noel bayramı. Aralık ayı sonunda kutlanan Hz. Îsâ’nın doğum yıl dönümüdür. Bu bayramın sembolü olan çam ağacının menşei, Baltık kıyılarında yaşamış putperest Tötonlar’ın 25 Aralık gece yarısı ormandan kestikleri bir çam ağacını eve götürüp tapınmaları geleneğidir. Paskalya yortusu. Nisan’ın 15’inden sonraki pazar günü kutlanmaya başlar ve bir hafta sürer. Hıristiyan inancına göre Hz. Îsâ’nın ölümünden üç gün sonra dirilmesinin hâtırasıdır. Transfigürasyon (tecellî). Paskalya’dan 100 gün sonra, Hz. Îsâ’nın Tabor dağında üç havârisinin gözüne beyazlar içinde görünerek ruhaniyete intikal edişinin kutlanmasıdır. Meryem Ana günü. Ağustos ayının ortalarına gelen pazar günü kutlanır; Hz. Meryem’in iffeti dile getirilir, özellikle kadın ve kızlara telkinlerde bulunulur. Haç yortusu. Eylül’ün 14’ünde yapılır; Sâsânîler’in 614 yılında Kudüs’ü istilâları sırasında, Hz. Îsâ’ya ait olduğu kabul edilen mezarın üzerindeki türbeden (Merkad-i Îsâ, Saint-Sépulcre) İran’a götürdükleri kutsal haçı, karşısında mağlûp oldukları Bizans İmparatoru Herakleios’a geri vermeleri ve haçın 14 Eylül 629’da eski yerine konulması ile ilgili kutlamalardır.

Hıristiyan bayramları da yahudilerinki gibi müslüman bayramlarından farklı olarak birinci planda Allah’a yaklaşmayı ve mağfiret dilemeyi hedef almayan, daha çok yaşanmış hâtıraları canlandırmaya yönelik kutlamalardır ve putperestlik dönemlerinin birçok izlerini taşımaktadır.

Eski Türkler’de Bayram. Osman Turan, Kâşgarlı Mahmud’un bayram kelimesini açıklarken, “İslâm’dan önce Türkler’in îd günü yok idi” demesini haklı olarak, “İslâmî bayramları yoktu” şeklinde anlamakta ve elde yeterince yazılı belge bulunmamasına rağmen Türkler’in İslâmiyet öncesinde birçok bayramlarının mevcut olduğunu söyleyerek bunlara dair çeşitli bilgiler vermektedir (, II, 421-422). Bu bilgiler arasında, Hunlar’ın devlet büyüklerinin her yılın başında hükümdarın karargâhında toplanarak yer ve gök tanrılarına kurban kestikleri, beşinci ayda da Ötüken’e yakın bir yerde yine kurban kesildiği ve büyük törenler tertip edildiği yer almaktadır. Her bakımdan Hunlar’ın devamı sayılabilecek olan Göktürkler’de de halkın beşinci ayın ilk yarısında Gök Tanrı’ya ve yerin ruhlarına kurban keserek büyük bir bayram yaptıkları bilinmektedir. Ayrıca Çin kaynaklarından, Göktürk asilzadelerinin Ötüken’de atalarının çıktığına inandıkları mağaraya giderek takdis merasimi yaptıkları öğrenilmektedir. Dede Korkut Kitabı’nda anlatılan Bayındır Han’ın yıllık toyları da birer özel bayram olarak kabul edilebilir (geniş bilgi için bk. a.y.).

BİBLİYOGRAFYA, “ʿavd”, “dvr”, “ḥcc”, “ṭvf” md.leri.

, “ʿavd”, “dvr”, “ḥcc”, “ṭvf” md.leri.

, I, 263, 484; III, 176.

Lane, Lexicon, II, 513-515; III, 930-932; V, 1892-1894, 2188-2192.

, s. 166, 556, 564, 1354, 1433.

, I, 323; II, 987.

, II, 384-385.

, s. 54.

, s. 308.

M. M. Cohn, Nouveau Dictionnaire Hebreu Français, Tel Aviv 1983, s. 209, 213.

, not 71, 179, 195, 237, 306, 371.

J. Mellaart, Çatalhöyük. Stadt aus der Steinzeit, Bergisch Gladbach 1967, lv. 54-57, 61-64.

J. C. Rylaarsdam, “Feasts and Fasts”, , II, 260-264.

D. Freeman, “Feasts”, , s. 420-421.

R. Reynolds, “Festival”, , XI, 153-157.

E. L. Sheppard, “Feast and Festival”, , IX, 125-128.

Osman Turan, “Bayram”, , II, 420-422.

A. J. Wensinck, “Hacc”, a.e., V/1, s. 15-16.

a.mlf., “(The Pre-Islamic) Had̲j̲d̲j̲”, , III, 31-33.

H. Lammens, “Hudeybiye”, , V/1, s. 578-579.

“Îd”, a.e., V/2, s. 931-932.

Fr. Buhl, “Tavâf”, a.e., XII/1, s. 65-66.

a.mlf., “Kudüs”, a.e., VI, 954-955.

E. Mittwoch, “ʿĪd”, , III, 1007.

C) İslâmî dönem

 1. Dinî Hükümler. İslâm dininde ramazan ve kurban olmak üzere iki bayram vardır. Arapça’da îdü’l-fıtr ve îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen ramazan orucu ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama ramazan bayramı veya bayramdan önce fitre (fıtır sadakası) verildiği için fıtır bayramı denilmiştir. Türkiye’de bazı çevrelerde muhtemelen bayramda şeker, lokum ve tatlı ikramı şeklinde öteden beri var olan gelenekten dolayı buna şeker bayramı da denilmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in uygun olmayan bazı isimleri değiştirmesi ve özellikle dinî terim ve kavramların muhafazası konusunda hassasiyet göstermesi, bu şekilde bir adlandırmanın doğru olmayacağını göstermektedir. Hicrî takvimin son ayı olan zilhiccenin onunda başlayan ve dört gün devam eden kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için bu adla anılmıştır. Hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve ramazan bayramı gibi hicretin 2. yılında teşrî‘ kılınmıştır. Ramazan bayramında müminler bir önceki ayı ibadetle geçirmenin ve Allah’ın rahmetine nâil olma ümidinin sevincini taşırlar. Kurban bayramı ise Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etmek istemesi ve İsmâil’in de buna razı olması, nihayet Allah’a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve müminler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah’a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar. Özellikle hacca gidenler ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hâtıraları diğerleriyle de takviye ederek kurban bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar. Ayrıca bu iki bayramın, İslâm toplumunun eski dönemlerin izlerinden arınması ve müstakil bir kimliğe bürünmesinde de rol oynadığını söylemek gerekir. Nitekim Medine’ye hicret ettikten sonra, bura sakinlerinin İran’dan alınma Nevruz ve Mihrican bayramlarını kutladıklarını gören Hz. Peygamber, “Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, ramazan ve kurban bayramlarıyla değiştirmiştir” (, III, 103, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 239; Nesâî, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 1) meâlindeki hadisiyle İran menşeli bu iki bayramın kutlanmasını yasaklamıştır.

“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Eḍâḥî”, 7) meâlindeki hadise dayanarak ramazan ve kurban bayramlarının bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır; çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe bu günde yapılmaktadır. Bir hadiste de bayram gecelerini ihya etmenin ayrı bir fazileti olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 68). Kurban bayramında namazdan sonra ayrıca şartlarına sahip olan kimseler tarafından kurban kesilir. Müslümanlar bu günlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşrû bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlar. Hz. Peygamber, “Arefe günü, kurban günü ve teşrîk günleri biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir” (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 49; Tirmizî, “Ṣavm”, 59; Nesâî, “Menâsik”, 195) buyurmuştur. Bu sebeple ramazan bayramının ilk günü, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak Hanefîler’e göre tahrîmen mekruh, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre haram kabul edilmiştir. Bu konuda Şâfiî ve Hanbelîler’in görüşünü paylaşan Mâlikîler ise kurban bayramının dördüncü gününde oruç tutmayı haram değil mekruh saymışlardır. Tebrik şekli olarak da ashabın birbiriyle karşılaştıklarında, “Allah bizden de sizden de kabul etsin” (تقبل الله منا ومنكم) dedikleri rivayet edilir (İbn Hacer, V, 119).

Bayramlara önceden hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi, dişlerin fırçalanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması, namazdan önce ramazan bayramında hurma vb. tatlı bir şey yenilmesi, kurban bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesi, namaza mümkünse yürüyerek gidilmesi ve dönüşte başka bir yolun kullanılması, çokça sadaka dağıtılması, fitrenin namazdan önce verilmesi, namaza giderken tekbir getirilmesi menduptur. Kurban bayramında farz namazlardan sonra teşrik tekbiri getirilmesi Hanefîler’e göre vâcip, Hanbelî ve Şâfiîler’e göre sünnet, Mâlikîler’e göre ise menduptur. Hanefî ve Hanbelîler’e göre arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit, Mâlikîler’e göre ise bayramın birinci günü öğle namazından dördüncü günü sabah namazına kadar on beş vakit tekbir getirilir. Şâfiîler’de bu iki görüş de bulunmakla birlikte uygulamada daha çok ilk görüş benimsenmiştir.

Bayram günlerinde İslâmî ölçüler içinde eğlenilmesi ve bazı oyunların oynanması câizdir. Bir bayram günü Âişe ile birlikte bulunan Hz. Peygamber’in yanında Buâs Harbi’ne ait ezgiler söyleyen iki kız çocuğuna müdahale etmek isteyen Hz. Ebû Bekir’e Resûlullah’ın, “Her milletin bayramı vardır, bu da bizim bayramımız” dediği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 16, 17), yine bayram günleri mescidde mızrak kalkan oyunu oynayanları seyretmek isteyen Hz. Âişe’ye yardımcı olarak onunla beraber seyrettiği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 2; Müslim, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 17-21) bilinmektedir.

Bu iki bayramın dışında cuma gününün de müslümanlar için haftalık bir bayram olduğunu belirtmek gerekir. Bir hadiste cuma günü için “Şüphesiz bu, Allah’ın müslümanlara tahsis ettiği bir bayram günüdür. Cumaya gelecek kimse yıkanmalı, varsa güzel koku sürünmelidir; ayrıca misvak kullanmanızı da tavsiye ederim” (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 83) denilmiştir.

Hz. Peygamber döneminde kutlanan bayramlar bunlardan ibaret olmakla birlikte sonraları İslâm dünyasında bazı önemli gün ve gecelerin de bayram gibi kutlandığı görülmektedir. Ancak âlimlerin çoğu bu vakitlerle ilgili olarak İslâm toplumlarında zamanla gelenekleşen bazı kutlama biçimlerine, dinî dayanağı bulunmayan bid‘at türünden davranışlar oldukları gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.

Hz. Peygamber’in Medineliler’in eski bayramlarını kaldırıp onların yerine ramazan ve kurban bayramlarını ikame ettiğine dair yukarıda zikredilen hadisini dikkate alan âlimler gayri müslimlerin dinî mahiyetteki bayramlarına katılmayı câiz görmemişlerdir. İbn Teymiyye İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm adlı adlı eserinde bu konuyu genişçe ele almıştır (bk. GAYRİ MÜSLİM).

Bayram Namazı. Güneşin doğması ve bir miktar yükselip kerahet vaktinin çıkmasından sonra cemaatle kılınan bayram namazı zeval vaktinin girmesine kadar eda edilebilir. Mazeretleri sebebiyle ilk gün bayram namazını kılamayanlar ramazan bayramında ikinci gün, kurban bayramında ikinci ve üçüncü gün de kılabilirler.

Cuma namazı kılması farz olan kişilerin bayram namazı kılmaları Hanbelîler’e göre farz-ı kifâye, Hanefîler’e göre vâcip, Mâlikîler’e göre de sünnet-i müekkededir. Şâfiîler’e göre ise üzerine beş vakit namaz farz olan her kadın ve erkeğin bayram namazı kılması sünnettir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre bayram namazının cemaatle kılınması şart, Şâfiîler’e göre ise sünnettir. Bu görüş ayrılığı Kevser sûresinin ikinci âyetinin delâleti ve konuyla ilgili hadislerin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Ezan okunmadan ve kāmet getirilmeden kılınan bayram namazı cuma namazı gibi iki rek‘attır. Fakat diğer namazlardan daha fazla tekbirleri vardır. Bu tekbirlerin yeri ve sayısı mezheplere göre değişmektedir. Hanefîler’e göre ilk rek‘atta “Sübhâneke”den sonra, ikinci rek‘atta ise rükûa varmadan önce üçer defa namaza başlarken olduğu gibi eller kaldırılarak tekbir alınır. Bunlara zevâid tekbirleri denir ve vâciptir. Şâfiîler’de birinci rek‘atta “iftitah” duasından sonra yedi ve ikinci rek‘ata kalkınca beş defa, Mâlikîler’de iftitah tekbirinden sonra altı, ikinci rek‘ata kalkınca beş defa tekbir alınması sünnettir. Hanbelîler iftitah duasından sonra altı ve ikinci rek‘ata kalkınca da beş defa tekbir alırlar. Namaz bitince hatip hutbe okur. Bayram hutbesi sünnettir.

Hz. Peygamber’in bayram namazını mescidde değil dışarıda musallâda kıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Hanefî ve Hanbelîler’e göre bayram namazını musallâda kılmak sünnet, Mâlikîler’e göre menduptur. Hanbelîler ve Mâlikîler Mescid-i Harâm’ı bu hükümden istisna ederler. Resûlullah zamanında kadınlar da genç olsun yaşlı olsun bayrama iştirak eder, hayız hali dolayısıyla namaz kılamayanlar da tekbirlerde cemaate katılırlardı (bk. Buhârî, “ʿÎdeyn”, 15, 16, 18, 19; Müslim, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 1-3, 9-12; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 155, 165; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 238, 241; Tirmizî, “Cumʿa”, 36; Nesâî, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 3, 4). Bu sebeple Hanbelîler kadınların parfüm kullanmadan, kılık kıyafette aşırılığa kaçmadan ve erkeklerin arasına karışmadan bayram namazına iştiraklerinde bir sakınca görmezler. Hatta bunun müstehap olduğunu söyleyenler de vardır. Hanefîler, Mâlikîler ve Şâfiîler ise fitneye sebep olabileceği endişesiyle yaşlı kadınların dışındakilerin bayram namazına gitmelerini mekruh kabul etmişlerdir. Onları bu görüşe sevkeden âmilin sosyal hayattaki değişiklikler olduğu şüphesizdir. Nitekim Hz. Âişe’nin şu sözleri bu tür değişikliklere temas etmektedir: “Resûlullah kadınların kendisinden sonra takındıkları tavırları görseydi İsrâiloğulları’nda olduğu gibi o da kadınların camiye gitmelerine engel olurdu” (Buhârî, “Eẕân”, 163; Müslim, “Ṣalât”, 144). Günümüz müslüman toplumlarının çoğunda kadının sosyal hayatta aldığı rol göz önünde bulundurulduğu takdirde onların teravih ve bayram namazları gibi cemaatle ifa edilen ibadetlere, İslâm âdâbına uymak şartıyla katılmalarında bir sakınca görmemek gerekir.

Hz. Peygamber musallâya giderken ve evine dönerken farklı yollardan geçmeyi tercih ederdi. Ramazan bayramında namazdan önce hurma yer, kurban bayramında ise kestiği kurban etinden yiyinceye kadar ağzına bir şey koymazdı.

BİBLİYOGRAFYA, II, 303, 532; III, 103, 235, 250.

Buhârî, “Eẕân”, 163, “ʿÎdeyn”, 2-5, 10, 15-19, 23, 24.

Müslim, “Ṣalât”, 144, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 1-3, 9-12, 16-21, “Eḍâḥî”, 7.

İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 83, 155, 162, 165, “Ṣıyâm”, 68.

Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 217, 238, 239, 241, 243, “Ṣavm”, 49.

Tirmizî, “Cumʿa”, 36-38, “Ṣavm”, 59.

Nesâî, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 1, 3, 4, “Menâsik”, 195.

, I, 248.

, I, 275-277, 279; II, 74; V, 62.

, II, 223-233.

, I, 121; IV, 199; V, 8-9.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Kahire 1388/1968, II, 554.

İbn Teymiyye, İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm (nşr. Nâsır b. Abdülkerîm), Riyad 1404, I, 425-426, 432, 453-455, 482-486.

, V, 111-158.

Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, V, 363-417.

, II, 71-79.

, I, 230, 315.

Dihlevî, Ḥüccetullāhi’l-bâliġa (nşr. Seyyid Sâbık), Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-hadîse), I, 145-146; II, 479.

Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 333-334.

, II, 168, 375-376.

, III, 485-486.

, V, 101-102, 105.

, VI, 119-123, 125-126, 127, 162-163, 166, 168.

Abdullah b. Zeyd Âli Mahmûd, Tevḥîdü aʿyâdi’l-müslimîn, Beyrut 1402/1982.

Hava Lazarus-Yafeh, “Muslim Festivals”, Numen, XXV/1 (1978), s. 52-64.

Toufy Fahd, “Les Fêtes de l’Islam”, , XLVI/2 (1979), s. 191-205.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 259-261 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA