Avrupa’nın Bir Metternich’e İhtiyacı Var

Modern Avrupalılarla ataları arasındaki ortak nokta, ahlaki ve entelektüel üstünlük hissidir. Ancak bugün bunu iddia etmek çok daha zordur. Avrupalılar Trump hakkında böbürlenmeyi, öfkelenmeyi çok sever. Oysa daha iyisini bilmeleri gereken bazı ekonomistler, Trump’ın tarifelerine karşılık vermesi için AB’ye çağrıda bulundular: Gerçekten kötü bir tavsiyeydi ve neyse ki Avrupa Komisyonu bunu dikkate almadı. Geçtiğimiz hafta, paniğe kapılan Friedrich Merz Avrupa Komisyonu’na Trump ne sunuyorsa hızla kabul etmeleri gerektiğini söylediğinde, gerçeklik Avrupa’ya çarptı. Elbette bunu bu kadar açık söylemedi. “Mükemmel bir ticaret anlaşması aramak yerine, daha az mükemmel olanla yetinmeli” dedi. Ama aslında söylediği şuydu: Başka çaremiz yok. Alman sanayisi kan kaybediyor. Gümrük tarifeleri, Almanya’nın iki yıldır süren durgunluğunu uzatma tehdidi oluşturuyor. Bir stratejiniz yoksa, stratejisi olanlara karşı kaybedersiniz.
Temmuz 4, 2025
image_print

Gerilemenin bir göstergesi de bir şeyi senin icat etmiş olman ama onu kullanma konusunda başkalarının senden daha iyi hale gelmesidir. Modern diplomasiyi icat eden Avrupalılardı — şu ünlü tanımıyla birlikte: “Diplomasi, birini cehenneme gönderirken onu bu yolculuk için sabırsızlandırmaktır.” Artık bunu nasıl yapacağımızı bilmiyoruz — ama başkaları biliyor.

Tüm zamanların en büyük diplomatları bir Fransız ve bir Avusturyalıydı. Charles-Maurice de Talleyrand-Périgord siyasi fırsatçılığın ustasıydı ve yalnızca Habsburglu mevkidaşı Klemens von Metternich ona rakip olabilirdi. Talleyrand ve Metternich küresel güçlerin baş diplomatlarıydı. Napolyon’un yenilgisinden sonra Fransa askeri gücü olmayan, oldukça zayıflamış bir ülkeydi. Talleyrand’ın ustalığı, Fransa’ya diğer herkesi birbirine karşı oynayarak manevra alanı açmasında yatıyordu — Britanyalıları Prusyalılara, Avusturyalıları Ruslara karşı kışkırtarak. Güçler dengesi fikrini tam anlamıyla o icat etmedi belki ama onu benzersiz bir ustalıkla kullandı.

Bugün, İran hükümeti ile Trump yönetiminin hemfikir olduğu tek konu, Avrupalıların Orta Doğu diplomasisinde işe yarar bir rol oynayamadıklarıdır. Alman bir gazete, yakın zamanda artık kimsenin Avrupalıları bilgilendirmediğinden yakındı. Eğer gazetelerde bu tarz başlıklar görüyorsanız, bu bir gerileme işaretidir.

Peki modern çağda bir Talleyrand Çin ve Donald Trump hakkında ne düşünürdü? Elbette bu bir spekülasyon, ama şu an klasik bir Talleyrand durumuyla karşı karşıyayız. Onun için asıl zorluk, 27 AB üyesini, artı Birleşik Krallık ve Norveç’i ortak bir tutum etrafında birleştirmek olurdu — ki bu, geçmişte yaptığımız gibi onları birbirine karşı oynamaktan çok daha zordur. Bölmek kolaydır; birleştirmekse kat kat daha zor. ABD, Avrupa’ya gümrük tarifeleri tehdidinde bulunduğunda, Talleyrand muhtemelen Avrupa Konseyi’ne, yeni “alışverişe dayalı” ekonomik ilişkiler çağını memnuniyetle karşıladıklarını ilan eden bir açıklama yapmalarını ve ardından Trump’ı öfkelendirecek somut adımlar atmalarını önerirdi.

Geriden bakınca, kararlılık sergileme fırsatının kaçırıldığını görebiliriz. Biden yönetimi daha önce yüksek performanslı yarı iletkenlerin Çin’e satışını yasaklamış ve bu tür çipleri üretebilecek makinelerin Çin’e ihracatını durdurması için Hollanda hükümetine büyük baskı uygulamıştı. Söz konusu şirket ASML’di — yüksek performanslı litografi makinelerinde dünya çapında tekel olan bir firma. Bu makineler, silikon plakalara üç boyutlu mikroskobik yollar kazır. ASML, Avrupa için ne ise, nadir toprak elementleri Çin için odur. Başkan Şi Cinping, Trump Çin’e gümrük tarifeleri uygulamaya başladığında nadir toprak elementlerinin ihracatını yasaklayarak bu tekelini çok etkili bir biçimde kullanmıştı. Avrupa da ASML üzerinden aynısını yapabilirdi — şirketin ihracatını yasaklayarak. Ancak böyle cesur bir adımı atmak için bir Talleyrand ya da bir Metternich’in yitirilen ruhuna ihtiyaç vardı.

Avrupa’nın gerilemesi, uzun vadeden bakıldığında dramatiktir. Fakat bu gerileme son on yılda hız kazandı. On yıl önce, neredeyse bugünün yıl dönümünde, İran nükleer anlaşmasına öncülük edenler Avrupalı diplomatlardı. İran, santrifüjlerinin sayısını yaklaşık üçte iki oranında azaltmayı kabul etmişti. Ayrıca zenginleştirilmiş uranyum stokunu da elinde tutmayı taahhüt etmişti. Anlaşma, her zamanki gözetim ve yaptırım prosedürlerini de içeriyordu.

Trump, 2018’de İran nükleer anlaşmasından çekildi — ve bu, anlaşmanın sonu oldu. Bugün Avrupalıların Orta Doğu diplomasisinde bağımsız bir rolü yok. Trump İran’a bombalarını bıraktıktan sonra, Avrupa liderleri İran’ı müzakere masasına dönmeye çağırdılar; belli ki farkında değillerdi ki, üzerinde uzlaştıkları anlaşma zaten o masanın kendisiydi — ve o masayı deviren de Trump’tı.

Modern bir Talleyrand ya da Metternich, yöneticilerine Vladimir Putin’le tüm iletişim kanallarını kesmelerini de tavsiye etmezdi. Onlar da Ukrayna’nın tarafında olurlardı, ancak Avrupa liderlerine stratejik hedeflerini açık uçlu bir taahhüt olarak tanımlamalarını önermezlerdi. Aksine, stratejik belirsizlikten ve özellikle kırmızı çizgiler koymamaktan yana olurlardı. Çünkü kırmızı çizgiler, stratejisi olmayanların başvurduğu şeydir. Talleyrand ve Metternich’in stratejisi, savaşın hiçbir tarafın yenilmeden sona erebileceği bir konum elde etmeye dayanırdı. Diplomatik yaklaşımları açısından onların tutumu, Avrupa’nın bugünkü liderlerinden çok Trump’a daha yakın olurdu. Eğer Trump sizden daha iyi bir diplomat haline geldiyse, başınız ciddi dertte demektir.

Trump, Şi ve Putin gibi onlar da 21. yüzyılda doğal kaynakların önemini kavrarlardı. Avrupalıların ise, kömür ya da nükleer enerji gibi yasakladıkları ya da kaya gazı ve derin deniz sondajı gibi geliştirmeyi reddettikleri kaynaklar dışında pek fazla doğal kaynağı yok. Trump, Putin ve Şi, ekonomik vizyonlarını kendi ömürlerinin ötesine taşıyan stratejik aktörlerdir. Ekonomi politikalarını dilediğiniz kadar eleştirebilirsiniz — ben de eleştiriyorum — ama onları tüm Avrupa liderlerinden ayıran şey, her şeyden önce bir ekonomik stratejilerinin olmasıdır.

Kayıtlarındaki başarılara rağmen, 19. yüzyılın büyük Avrupalı diplomatları hep zayıflık konumundan hareket etmişlerdir. Mark Rutte’nin Donald Trump’a yaptığı dalkavukluktan rahatsızlık duymazlardı; sadece onların dalkavuklukları daha ince zekâ ürünü olurdu. Dalkavukluk, diplomatik araç setinin bir parçasıydı. Talleyrand İngilizlere, Metternich Ruslara dalkavukluk ederdi. Amaç, Avrupa kıtasında istikrarlı bir siyasi denge kurmaktı. Sonuçta — bazı kayda değer kesintiler dışında — bu denge yüz yıl sürdü. Rutte’nin dalkavukluğu ise, Trump’ı Avrupa güvenliği konusunda biraz daha meşgul tutmak içindi — ama Avrupa’nın bağımlılığı gibi temel soruna hiç dokunmadan. İşte o zamanla bu zaman arasındaki temel fark burada yatar: Bugünün siyaset ufku, ertesi günkü gazete manşetini çoğu zaman aşmaz.

Talleyrand ve Metternich, hem diplomasi tarzları hem de inançları bakımından eski kafalıydılar. Metternich gerici biriydi. Demokrasiden nefret ederdi. Talleyrand, başlarda Fransız Devrimi’nin destekçisiydi ama zamanla giderek daha kuşkucu hale geldi. Tartışmalı bir tahminde bulunmam gerekirse, ikisi de — en azından büyük devlet işleri söz konusu olduğunda — Avrupa şüphecisi olurlardı. Ancak Avrupa Birliği’nin çıkarlarına hizmet eden Dünya Ticaret Örgütü veya Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlara ideolojik bir bağlılık olmaksızın destek verirlerdi. Gönüllü çok taraflılar arasında serbest ticaret koalisyonlarını da muhtemelen desteklerlerdi.

Yumuşak güç onların tarzı değildi ama modern diplomasideki rolünü muhtemelen anlarlardı. ABD dış yardım bütçesini kestiğinde, kurnaz Avrupalıların kendi çıkarlarına kullanabilecekleri stratejik fırsatlar ortaya çıkmıştı. Ama olan bu olmadı. Birleşik Krallık da ABD’yi takip ederek dış yardım bütçesini kesti — ki bu kesinti, ABD’nin dayattığı savunma harcama hedeflerini karşılayabilmek içindi. Yumuşak gücün sert gücün yerini alabileceğini hiç düşünmedim, Avrupa entegrasyonu söyleminin temelindeki naif yumuşak güç romantizmine de hiç inanmadım. Ancak Avrupa hükümetleri uluslararası radyo yayınlarını, yabancı dil programlarını ve burs imkanlarını kestiklerinde ya da yabancı öğrencilerin Batılı üniversitelere erişimini sınırlandırdıklarında ortada ciddi bir stratejik düşünce eksikliği görüyorum.

Modern Avrupalılarla ataları arasındaki ortak nokta, ahlaki ve entelektüel üstünlük hissidir. Ancak bugün bunu iddia etmek çok daha zordur. Avrupalılar Trump hakkında böbürlenmeyi, öfkelenmeyi çok sever. Oysa daha iyisini bilmeleri gereken bazı ekonomistler, Trump’ın tarifelerine karşılık vermesi için AB’ye çağrıda bulundular: Gerçekten kötü bir tavsiyeydi ve neyse ki Avrupa Komisyonu bunu dikkate almadı. Geçtiğimiz hafta, paniğe kapılan Friedrich Merz Avrupa Komisyonu’na Trump ne sunuyorsa hızla kabul etmeleri gerektiğini söylediğinde, gerçeklik Avrupa’ya çarptı. Elbette bunu bu kadar açık söylemedi. “Mükemmel bir ticaret anlaşması aramak yerine, daha az mükemmel olanla yetinmeli” dedi. Ama aslında söylediği şuydu: Başka çaremiz yok. Alman sanayisi kan kaybediyor. Gümrük tarifeleri, Almanya’nın iki yıldır süren durgunluğunu uzatma tehdidi oluşturuyor. Bir stratejiniz yoksa, stratejisi olanlara karşı kaybedersiniz.

Avrupalılar akıllı olsaydı, Trump’ın Amerikan üniversite sistemine açtığı savaşı kendi lehlerine çevirebilirlerdi. Trump sadece Doğu Yakası’ndaki liberal sanat kolejleriyle savaşmıyor. Yönetimi ayrıca pek çok ileri teknoloji araştırma programını da kesiyor. Teknoloji insanlarının ABD’de çalışmayı tercih etme nedenleri, daha yüksek maaşlar ve teknoloji sektörüne yönelik daha serbest bir ortam. O halde Avrupalılar neden hoşnutsuz ABD’li bilim insanlarına cazip maaşlar sunamıyor ve onları hoş karşılamıyor?

Son birkaç ay içinde Avrupa’nın neler yapabileceği ya da yapması gerektiğine dair önerilerimi burada noktalıyorum. Daha büyük konulara — örneğin mali birlik, sermaye piyasaları birliği ya da en azından Avrupa tek pazarındaki engelleri kaldırmaya yönelik bir programa — hiç girmeyelim bile. Gerçek şu ki, Trump harekete geçtiğinde Avrupa yalnızca tepki veriyor. Bu da bir gerileme göstergesidir. Gerileme, en iyiyle yetinmek yerine ikinciliğe razı olmaktır. Artık teknoloji alanında dünyaya liderlik etmek istemiyorsunuz, ama Google ülkenize bir veri merkezi kurduğunda ya da Tesla bir gigafabrika inşa ettiğinde sevinçten havalara uçuyorsunuz.

Oysa otomobili icat eden Avrupalılardı. Ancak elektrikli otomobillerin dünyası, Amerikalılarla Çinlilerin oyun sahasına dönüşmek üzere. Otomotiv sektörü, Avrupa’nın sanayi çöküşünün belki de en çarpıcı örneği; ama aynı çöküş, batarya, güneş paneli, yüksek hızlı tren ve telekomünikasyon ekipmanları gibi başka sektörlerde de yaşanıyor. Avrupa sanayileri birer birer yıkılıyor — ve eğer korunmazlarsa yıkılmaya devam edecekler. Ancak bu koruma süreci için gereken sübvansiyonlar ve gümrük tarifeleri de birer gerileme işaretidir.

Burada tarif ettiğim şey, uzun vadeli yapısal bir çöküştür. Bu çöküş, teoride tersine çevrilebilir; ama bunun için, şu anda tanıdığım hiçbir Avrupa ülkesinde mevcut olmayan bir siyasi irade gerekir. Bu konulara net bir şekilde odaklanan tek bir siyasetçi ya da siyasi parti bilmiyorum. Daha az göçün bu sorunu çözeceğine gerçekten inanan var mı? Ya da daha yüksek kamu harcamalarının? Ya da borçla finanse edilecek askeri harcamaların artırılmasının? Veya şu anda Avrupa’da konuşulan başka herhangi bir şeyin?

İnkar ve temennilere dayanan düşünme biçimi de çöküşün önemli bir göstergesidir. Tüm göstergelerim kırmızı alarm veriyor.

 

Kaynak: https://unherd.com/2025/06/europe-needs-a-metternich/?us=1

SOSYAL MEDYA