4 Mayıs 1970’te, Ohio Ulusal Muhafızları, Vietnam Savaşı ve ABD’nin Kamboçya’ya müdahalelerini protesto eden öğrencilere ateş açtığında, ben West Point’te askeri öğrenciydim. Olayda dört gösterici öldürülmüş ve dokuz kişi de yaralanmıştı. Diğer tüm Amerikalılar gibi, ben ve sınıf arkadaşlarım da dehşete düşmüştük.
Sonraki 54 yıl boyunca bir çok gencin ABD Askeri Akademisi’yle buluşmasına yardımcı oldum ve mezuniyetlerinin ardından her birine şu şekilde öğüt verdim: “Askeri kariyerinizin bazı dönemlerinde, vatandaşlarınızı öldürmeye yönelik yasa dışı emirler alabilirsiniz. Unutmayın ki, yemininizi herhangi bir askeri veya hükümet yetkilisine değil, ABD Anayasası’na ettiniz. Böyle bir emre uymamalısınız.”
Bu uyarı bugün, hayatımda hiçbir zaman olmadığı kadar önem taşıyor. En temel, devredilemez insan haklarımız—ifade ve din özgürlüğü, meşru müdafaa, adil yargılanma, yasa önünde eşit muamele, çocuklarımıza yönelik ebeveyn sorumluluğu, serbest ve adil seçimler—yabancı güçler tarafından değil, bizzat kendi hükümetimiz tarafından tehdit edilmektedir.
2020 seçimlerine yönelik ciddi şüpheler nedeniyle 6 Ocak’ta barışçıl bir şekilde gösteri yapanlar, FBI ajanları ve Kongre polisi tarafından görünüşte “isyan” anlatısını körüklemek amacıyla tuzağa düşürülmüştü. Gizlenen video görüntüleri, Kongre polisinin göstericileri Kongre Binası’na yönlendirdiğini açıkça gösteriyor. Başka görüntülerde ise bu göstericilerin içeride yalnızca dolaştığı, devlet malına veya herhangi birine zarar vermediği anlaşılıyor. Sözde “isyan”da öldürülen kişiler, Kongre Polisi Teğmeni Michael Byrd tarafından vurulan silahsız Hava Kuvvetleri gazisi Ashli Babbitt ile başka bir Kongre polisi tarafından dövülerek öldürüldüğü anlaşılan Rosanne Boyland’di. 1.400’den fazla kişi, kendi Kongre Binası’na girmekle suçlandı. Birçoğu, en uyduruk suçlamalarla aylarca Sovyet gulaglarını andıran korkunç koşullarda hapis tutuldu. Hiçbiri adil bir yargılama süreci görmedi. Bu durumu, 2020’deki Black Lives Matter/Antifa protestoları ile karşılaştırın. Bu şiddetli gösteriler, Demokrat politikacıların failleri için kefalet ödemeyi bile üstlendiği bir ortamda, 140 Amerikan kentinde toplu kundaklama, yağmalama, saldırı ve cinayet olaylarına yol açmıştı.
İstihbarat teşkilatlarımız FBI, Vergi Dairesi, Arazi Yönetim Bürosu, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve hatta ordumuz, ABD nüfusunun yarısına ve onların Başkan olarak seçtiği kişiye karşı silah olarak kullanıldı. “Amerika’nın bir Belediye Başkanı” Rudy Giuliani, 80 yaşında, 2020 seçimlerinin oldukça şüpheli ve olağandışı sonuçlarını sorguladığı için barodan atılmış, kendisine 148 milyon dolarlık dava açılmış ve itibarı zedelenmişti. Eski Başkan Donald J. Trump, Demokrat politikacıların kışkırtıcı söylemleri ve yetersiz—bazıları kasıtlı olduğuna inanıyor—Gizli Servis koruması nedeniyle düzenlenebilen iki suikast girişiminden kurtuldu. Asi eyalet yetkilileri, Trump’ı asılsız suçlamalarla yargıladı ve onu seçime katılmaktan alıkoymaya çalıştı. Adalet Bakanı Merrick Garland ve ekibi, eski başkanın evine baskın düzenleyerek FBI’a ‘vur emri’ verdi.
Katolikler, endişeli ebeveynler ve tek “suçu” orduya katılmak olan beyaz erkekler, FBI, Savunma Bakanlığı ve diğer federal kurumlar tarafından tek bir kanıt olmaksızın “Beyaz üstünlükçü” ve “yerli terörist” olarak yaftalandı ve tehdit edildi. Ancak ordu genelinde ‘beyaz üstünlükçülerin’ varlığını sorgulamak amacıyla yapılan incelemede neredeyse hiçbir şey bulunamadı.
ABD yasalarına aykırı olarak, hükümet yetkilileri Amerika’nın düşmanları olan ülkelerden gelen askeri yaşta erkekler de dahil olmak üzere, suçlular, uyuşturucu satıcıları, tecavüzcüler ve katillerden oluşan yaklaşık 20 milyon yasa dışı göçmene sınırlarımızı açtı.
Ve şimdi, tam da seçim öncesinde, Savunma Bakanlığı 5240.01 sayılı bir yönerge yayınladı. Bu benzeri görülmemiş karar, ABD askeri istihbaratının iç güvenlik güçleriyle bilgi paylaşımını ve iş birliğini genişletiyor, alt düzey yetkililerin Savunma Bakanı’nın onayını almadan 72 saate kadar bağımsız hareket etmelerine olanak tanıyor ve tanımları belirsiz “ulusal güvenlik tehditleri” esnasında, “hayatların tehlikede olduğu”nun düşünüldüğü durumlarda Amerikan vatandaşlarına karşı ölümcül güç kullanmalarına izin veriyor.
Bu yönerge, talep edilen yardım çağrısına öldürücülük potansiyeli bulunan araçlarla olumlu cevap verme veya ölüm ve ciddi bedensel zararlarla sonuçlanmayı da içerek şekilde öldürücü gücün kullanılmasını gerektirebileceğinin makul olarak öngörülebileceği herhangi bir durumda müdahil olma yetkisi veriyor.
Söz konusu yönerge 1878’de Başkan Rutherford B. Hayes tarafından imzalanan ve 1956, 1981 ve 2021’de genişletilen Posse Comitatus Yasası’nın (ABD içinde askeri güç kullanım yetkilerini sınırlayan yasanın) açıkça ihlali gibi görünüyor. Bu yasa, federal askeri güçlerin (ABD ordu güçlerinin) ABD sınırları içinde iç politikaların uygulamasını dayatmak için kullanımını yasaklıyor. Savunma Bakanlığı’nın, Kongre tarafından kabul edilen ve Başkan tarafından imzalanan bir yasayı geçersiz kılma yetkisi yoktur. Sırada ne var, Anayasa’nın Üçüncü Ek Maddesi’ni ihlal edip vatandaşların evlerine zorla asker yerleştirmek mi?
Amerika’da bugün pek çok norm ve anayasal koruma altüst edilirken, bu yönerge hükümetin meşru kılınmış cinayetlerine kapı aralama ihtimalini gündeme getiriyor. Korkun, hem de çok korkun.
Tony Lentini, West Point mezunu olup, orduda beş yıl hizmet etmiş ve yüzbaşı rütbesine ulaşmıştır. Ardından enerji alanında kariyerine devam etmiş, önce bir elektrik şirketinde, ardından bağımsız petrol ve gaz keşif ve üretim sektöründe bir şirkette olmak üzere her iki şirkette de Halkla İlişkiler ve Uluslararası İlişkiler başkan yardımcılığı yapmıştır.