İsrail’in Washington üzerindeki hâkimiyeti çok uzun süredir devam ediyor.
Antik, Ortaçağ ve Erken Modern Tarih alanlarında üniversite diplomam var; fakat ne kadar araştırırsam araştırayım, doğal kaynaklardan büyük ölçüde yoksun, küçük ve nüfusu az bir devletin, Amerika’nın hükümeti, ekonomisi, eğitim sistemi, medyası ve en önemlisi dış politika ve ulusal güvenlik politikaları gibi birçok yönünü kontrol ettiği İsrail kadar, çok daha büyük bir süper gücün siyasetini ve politikalarını böylesine domine edebildiği başka bir örnek bulamıyorum. Küçük İsrail emir veriyor, süper güç Amerika Birleşik Devletleri ise itaat ediyor; bu ilişki, “kuyruk köpeği sallıyor” (the tail wags the dog) deyimini ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz İsrail, dünya üzerindeki çoğu ulus-devlet için alışılmadık sayılabilecek kaynaklara sahiptir: yaşadıkları ülkelerin hükümetlerini, Yahudi devletinin çıkarları uğruna yozlaştırmaya hazır, büyük ve şaşırtıcı derecede zengin bir “diaspora” din kardeşleri ağı. Yahudi milyarderler sayesinde siyasetçiler kolaylıkla satın alınabilir. Örneğin Başkan Donald Trump’ın, İsrail’in Batı Şeria’da serbestçe hareket etmesine, hatta bölgenin tamamen ilhak edilerek sakinlerinin sürülmesine, yani olası bir Filistin devletinin ortadan kaldırılmasına göz yumması karşılığında, İsrailli Las Vegas kumarhane patronu Miriam Adelson’dan 100 milyon dolarlık seçim kampanyası bağışı aldığı bildirildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bu Siyonist Lobi’nin gücü, İsrail’in çıkar diye ilan ettiklerine itiraz etmeye korkan başkanlar ve İsrail’in korkunç Başbakanı Benjamin Netanyahu gibi savaş suçlularına tamamen boyun eğmiş, satın alınmış ve manipüle edilmiş bir Kongre yarattı. ABD Anayasası bile İsrail’in çıkarlarına karşı koruma sağlamıyor; çünkü Birinci Değişiklik’in ifade özgürlüğü hakları, kendini Yahudi devleti olarak tanımlayan bu ülkeye yönelik her türlü eleştirinin ipso facto (başlı başına) nefret suçu, yani ağır bir suç sayılacağı yorumuyla kısıtlanıyor.
Bu ilişkinin içerdiği suistimal, ABD’ye hem çok pahalıya mal oluyor hem de gerçek çıkarlarına zarar veriyor. Neyse ki artık o kadar görünür hale geldi ki, bu duruma tepki, ortalama seçmenin seviyesine kadar inmeye başladı. Kamuoyu yoklamaları, çoğu Amerikalının İsrail’in Filistinlilere yaptıklarına karşı olduğunu gösteriyor. Ancak Başkan Trump ve yüksek makamlara atadığı Siyonist “palyaçolar” hiç etkilenmiyorlar. Kasım ayında yapılacak seçimlerde güçlü bir mesaj verilirse belki onlar da gerçeği görebilirler.
Yakın zamanda verdiğim bir röportajda, ABD’ye karşı tek gerçek ulusal güvenlik tehdidinin İsrail’den geldiğini, çünkü İsrail’in kendi çıkarları uğruna Amerika’yı defalarca kötü politika seçimlerine ittiğini söyledim. Bu, dünyadaki bir numaralı “Amerika düşmanı”nı arayan politika yapıcıların başka yere bakmaması gerektiği anlamına geliyor. Onlar derhal İsrail girişimlerinden uzaklaşmak için adımlar atmalıdır. ABD’ye yönelik diğer iddia edilen tehditler açısından, Washington’dan çıkan analizlerin çoğu sahte olup dikkatleri asıl sorunlardan saptırmak için tasarlanmıştır. Bu asıl sorunların başında da İsrail ve hükümeti ele geçirmiş olan “Kıyamet Günü’nü bekleyen” Hristiyan Siyonistlerle güçlenmiş olan devasa İsrail Lobisi gelmektedir. Kusura bakma Marco Rubio, ama Rusya, Çin, İran ve Venezuela Amerika Birleşik Devletleri’ni tehdit etmiyor. İsraillilerle ölüm dansının devamı ise Amerikalılar için yıkım demektir.
Acı gerçek şu ki, Amerika Birleşik Devletleri İsrail’e bağımlılığından hiçbir şey kazanmıyor, tam tersine kaybediyor. Avrupa ve Orta Doğu’daki CIA istasyonlarında ve üslerinde görev yaparken, ABD’li politikacıların İsrail’in (Mossad) harika istihbarat bilgileri paylaştığını söyleyerek Amerika’nın daha güvenli hale geldiğini iddia ettiklerini duyardım. Gerçek ise tamamen farklıydı: İsrail kaynaklı raporlar, Arapları ve İranlıları kötü göstermek için “tehditler” uyduran övgü dolu yazılardan ibaretti. Yahudi neoconların medya, Savunma Bakanlığı ve Başkan Yardımcısı ofisinde yaydığı “kitle imha silahları” iddiası gibi bu bilgiler, hiçbir tehdit oluşturmayan Irak’a karşı savaşa yol açtı ve 600.000 Iraklının ölümüne neden oldu.
Daha yakın gelişmeler, İsrail ile ilişkinin ne kadar zehirli olduğunu gözler önüne seriyor. 1967’de 34 denizcinin öldüğü USS Liberty saldırısı, JFK suikastı ve 11 Eylül saldırılarına İsrail’in karıştığına dair şüpheler gibi Yahudi devletinin uzun süredir devam eden ihanetlerinden de bahsedilebilir. Bunların hepsi ABD hükümeti tarafından kasıtlı olarak örtbas edildi. İsrail, Amerikalıları öldürmekten çekinmedi. Protestocu Rachel Corrie ve gazeteci Shireen Abu Akleh, İsrail ordusu tarafından öldürüldü. Her iki olayda da ABD Büyükelçiliği İsrail’den açıklama talep etmedi.
Geçtiğimiz Haziran’da İsrail, İran’a saldırmaya karar verdi ve Donald Trump’ı da, İran’ın gizlice nükleer silah ürettiği iddiasıyla oyuna katılmaya ikna etti. Bu doğru değildi. İsrail’in kendisinin gizli bir nükleer cephaneliği var ve hatta “Samson Seçeneği” kapsamında bunları kullanmakla tehdit etti. Ancak hem Tel Aviv hem de Washington bunu kabul edilebilir gördü. Böylece ABD, sadece İsrail’i memnun etmek için savaşa girdi, İran’daki bazı hedefleri vurdu ve yaklaşık 1 milyar dolar harcadı. Trump, İran’ın nükleer tesislerini “yok ettiğini” övündü, ama bu doğru değildi. Sonuç? Yine “hiçbir şey.”
Daha yakın bir tarihte İsrail, Gazze’de ateşkes görüşmeleri için Katar’ın başkenti Doha’da bulunan Hamas yetkililerini öldürmek amacıyla bir apartman dairesini bombaladı. Görüşmenin Washington tarafından desteklendiği iddia ediliyordu; ama aynı zamanda Trump veya ortaklarının, Hamas temsilcilerinin suikastı için İsrail ile gizli iş birliği yaptığı ortaya çıktı. ABD’nin Katar Al Udeid’de, 10.000 asker barındıran en büyük Orta Doğu hava üssü bulunuyor. İlginçtir ki, İsrail uçakları yaklaşırken üssün radarları ve hava savunma sistemleri kapalıydı. Bu emri kim verdi? Saldırı sonrası İsrail uçaklarının yakıt ikmali için ise uygun bir şekilde İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri tankerleri bölgede hazırdı. Bu olay, görünüşte güvenli olan Katar’da Hamas temsilcilerini öldürerek ateşkesi sabote etmeye yönelik, İsrail-ABD-İngiltere iş birliğiyle düzenlenmiş bir komploya benziyor. Peki ABD bundan ne kazandı? “Hiçbir şey!” Ama İsrail’e boyun eğdiği için Washington’a yönelik küresel nefret on puan daha arttı.
Ve sonra Gazze’deki soykırım var. Trump’ın gerçek niyetleri hakkında hâlâ şüphe varsa, Netanyahu’nun sözleri açık: “Hamas ile kısmi anlaşmalar yok, tam güçle devam edin. Amerika’nın tam desteği arkamızda.” Ortalama bir Amerikalının, Trump’ın tek bir telefonla durdurabileceği bu insanlık suçunun devam etmesinden ne fayda sağladığını tahayyül etmek zor.
Ne yazık ki Amerika Birleşik Devletleri, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu zulmün tamamen suç ortağıdır. ABD, katliam için gerekli silahları sağlıyor, savaşın finansmanını üstleniyor. İronik olan şu: Yahudi vatandaşlarına ücretsiz sağlık ve yükseköğrenim sunan İsrail’in savaşını, kendi vatandaşlarının aynı şeyler için mücadele ettiği Amerika finanse ediyor. Bu, yanlış öncelik olarak nitelenebilir ama aslında İsrail’in ABD hükümeti üzerindeki mutlak gücünün başka bir göstergesidir.
Son olarak, İsrail’in ABD üzerindeki gücünü kanıtlamak için ek delil gerekiyorsa, Washington’un Filistinlilere New York’taki BM Genel Kurulu açılışına katılım için vize vermeyi engellemesi ve Filistin Yönetimi pasaportlarını reddetmesi yeterlidir. Bu, Filistinlilerin devletlerini ve insani muamele haklarını uluslararası platformlarda savunmasını imkânsız hale getirdi. ABD bundan ne kazandı? Yine hiçbir şey.
İsrail’den yayılan saf kötülük öyle bir seviyededir ki, birçok kişi onun her türlü suçu işleyebileceğine inanmaktadır, ki bu büyük ihtimalle doğrudur. Çarşamba günü suikasta uğrayan muhafazakâr aktivist Charlie Kirk’ün, İsrail’e eleştiriler yöneltmeye başladığı ve tehditler aldığı, bu nedenle koruma tuttuğu bildirildi. Bu ve benzeri gelişmelerin sonucunda, davranışları tamamen pervasız, gizli nükleer silahları olduğu neredeyse kesin, tüm dünya için tehdit oluşturan İsrail’e karşı bir şeyler yapma eğilimi artıyor. Gazze’deki soykırımı durdurmak için “Barış için Birleşmek” (Uniting for Peace) kararı çerçevesinde, BM’den İsrail’in askıya alınması ve uluslararası bir koruma gücü gönderilmesi tartışılıyor. Ayrıca ateşkes sağlanana ve insani yardım erişimi yeniden kurulana kadar İsrail’in BM sistemi içindeki varlığının ve ayrıcalıklarının askıya alınması isteniyor. Ancak korkmayın: Donald Trump emirlerini Netanyahu’dan alacak ve ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi örneğinde olduğu gibi, İsrail’in savaş suçlarını engellemek isteyen tüm girişimlere karşı yaptırım tehditleri ve hatta şiddet kullanacaktır. İşte acı gerçek budur.
* Philip M. Giraldi, Ph.D., 501(c)3 vergi indirimi statüsüne sahip bir eğitim vakfı olan Ulusal Çıkar Konseyi’nin İcra Direktörüdür. Bu vakıf, Orta Doğu’da çıkar odaklı bir ABD dış politikasını teşvik etmeyi amaçlar. Web sitesi: councilforthenationalinterest.org. Adres: P.O. Box 2157, Purcellville VA 20134. E-posta: [email protected].
Kaynak: https://www.unz.com/pgiraldi/if-the-united-states-wants-to-survive-it-must-free-itself-from-israel/