Filistin’in Kurtuluşu, Emperyalist “İstikrar” Değil

Mısır rejimi ve şeyhliklerin bu işgalin yeniden paketlenmesinde açıkça işbirliği yapmaları şaşırtıcı değil; ancak bu durum, Filistin’i gerçekten özgürleştirebileceklerin yalnızca Filistinliler ve dünya çapındaki destekçileri olduğunu net biçimde ortaya koyuyor. Filistin fikrinin ortadan kaldırılmasını isteyenlerin zaferine izin vermemeliyiz. Bu iki metin (Dabashi’nin kitabı ve derleme eser), bunun neden böyle olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.
Kasım 27, 2025
image_print

Sömürgecilerin ve emperyalistlerin kibri hiç değişmez. Ne demek istediğimi anlamak için, Filistin için hazırlanan son “istikrar” planına bakmak yeterlidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) oybirliğiyle (Çin ve Rusya çekimser kalarak) onayladığı bu plan, Batılı hükümetlerin Filistinlilerin egemen bir devlete sahip olma hakkını tanımayı sürekli olarak reddetmelerinin 21. yüzyıl versiyonundan başka bir şey değildir. 1916 yılında, sömürgeci Fransa ve İngiltere arasında Filistin üzerinde sömürge yönetimini sürdürmek için yapılan ve Sykes-Picot Anlaşması olarak bilinen gizli anlaşma ile resmi olarak başlayan ve şu anda yürürlükte olan İsrail sömürgeci-yerleşimci düzenlemesine dönüşen süreç, BMGK’nın oylamasıyla yeniden teyit edildi. Donald Trump istediğini elde ederse, bu son plan onun adını taşıyacak ve o da planın uygulanmasını denetleyecek. Bunun ve bazı sınırların değiştirilmesinin yanı sıra, Filistinlilerin neredeyse hiç katkısı olmadan yapılan bu en yeni anlaşma, esasen 1916 anlaşmasıyla aynıdır.

Yani, Filistinlilerin sömürgeciliğe karşı 110 yıl daha direniş göstermesi dışında esasen aynıdır; bu direniş tarihi, çıkarılan dersler ve onu sürdüren insanlar nedeniyle önemlidir. Filozof ve yazar Hamed Dabashi’nin son kitabının başında yer verdiği, dünyanın geri kalanı için çıkarılacak derslerden biri, Filistin’in Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerden oluşan tarihi bir topluluk olduğu, hepsinin Filistinli olduğu ve herhangi bir dini veya başka bir gruba özel olmadığıdır. İsrail’i kurarak, Batı sömürgeciliği “tarihi Filistin’e yerleşimci kolonisini yerleştirmiştir.” Dabashi, Yahudi devleti fikrinin “İslamik Filistin Cumhuriyeti” veya “Hıristiyan Filistin Cumhuriyeti” kadar “savunulamaz ve şiddet içeren” bir fikir olduğunu yazmaya devam ediyor. Batı’nın bunu yapmasının tek nedeni, bölgedeki kolonisi için bir temel oluşturmaktır. Sykes-Picot Anlaşması’ndan Nakba’ya ve en son Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “istikrar planına” kadar her şeyi objektif olarak değerlendirdiğimizde bu açıkça görülür. Ancak Siyonist argümanı tüm biçimleriyle kabul ettiğimizde bu durum belirsiz hale gelir.

Dabashi’nin yeni kitabı, After Savagery: Gaza, Genocide, and the Illusion of Western Civilization (Vahşetin Ardından: Gazze, Soykırım ve Batı Medeniyetinin İllüzyonu), onun “Batı”nın yaratılışı üzerine süregiden düşünsel tartışmasının bir devamıdır. Bu tanım, Batı’nın temel varlığını yalnızca dünyanın geri kalanına –özellikle de sömürgeleştirdiği, sömürgeleştirmekte olduğu ve sömürgeleştirmeyi amaçladığı uluslara– karşı bir karşıtlık üzerinden kurduğunu öne sürer. Bu tanım, beyaz üstünlüğüne ve bu kavramın gerektirdiği hor görmeye dayanmaktadır; bu hor görme, dünya çapında beyaz olmayan insanlar tarafından hissedilmeye devam etmektedir, ancak en açık ve en acımasız biçimde Batı medeniyeti adına Siyonistler tarafından işgal edilen topraklarda hissedilmektedir.

Bu “medeniyete” gelince, Filistinlilere yönelik soykırım, modern dünyaya bunun tam olarak ne anlama geldiğini hatırlatmaktadır. Dabashi, benim umut verici bir açıklama olarak gördüğüm bir şekilde, Gazze’deki soykırımın, soykırımcı sömürgeciliğin sonu, “nihai aşaması” olduğunu savunuyor. Bu sömürgeciliğin merkezinde yaşıyor olmam, bu konuda beni ciddi biçimde umutsuzluğa sürüklüyor. Yine de direnmeye devam etmeli ve Filistin’deki direnişi desteklemeye devam etmeliyiz. Filistin, şüphesiz ki şu anda soykırımcı sömürgeciliğe karşı direnişin merkezidir.

 

Kasım 2023’te, dört Alman entelektüel —Nicole Deitelhoff, Klaus Günther, Rainer Forst ve Jürgen Habermas— İsrail ile dayanışmalarını ilan ettikleri, 7 Ekim 2023’te silahlı Filistin direnişinin İsrail’e düzenlediği saldırıyı kınadıkları ve İsrail’in işgalinin soykırım niteliğinde olduğu fikrini reddettikleri bir bildiri yayınladılar. Dabashi, bu tutumlarıyla Batı felsefesinin temel ırkçılığını, varsaydığı değerlerin evrensel olduğunu ve insan ruhunu ile zihnini tanımlayanın Batı sömürgeciliği olduğunu öne süren kibrini vurguladıklarını savunuyor. Bildiri, İsrail’in var olma hakkına sahip olduğunu açıkça belirtirken, Filistin halkı hakkında böyle bir ifadeye yer vermiyor. İsrail işgaline karşı Filistinlilerin direnişini destekleyenler tarafından sayısız kez belirtildiği gibi, hiçbir devletin “var olma hakkı” yoktur. Bu hak, bir halk ve halklar tarafından talep edilebilir; siyasi bir varlık tarafından değil — hele hele İsrail gibi sömürgeci bir varlık tarafından hiç değil.

Kısa bir süre önce, Filistinli yazar ve özgürlük savaşçısı Ghassan Kanafani’nin aynı adlı öyküsünden uyarlanan, 1982 yapımı Kassem Hawal filmi Return to Haifa’yı yeniden izledim. Mevcut durumun benzersiz olmadığını, çok daha uzun bir tarihin parçası olduğunu hatırlamak isteyenlere bu filmi izlemelerini tavsiye ederim. Bu, korkunç bir öykünün anlatıldığı güzel bir film; sömürgecilik ve emperyalizmin en gerçek ve en temel haliyle anlatıldığı bir öykü.

Aynı şekilde, Verso tarafından yeni yayımlanan ve Gazze soykırımı hakkında yazılmış olan bir yazı derlemesi de öyle. Gaza: The Story of a Genocide (Gazze: Bir Soykırımın Hikâyesi) başlıklı bu derleme, Fatima Bhutto ve Sonia Faleiro tarafından derlenmiş. Kitap, İsrail sömürgeci-yerleşimci devletinin kısa ve öz bir tarihçesiyle başlıyor, hemen ardından “Hamas Contained: A History of Palestinian Resistance” (Hamas’ın Kontrol Altına Alınması: Filistin Direnişinin Tarihi) başlıklı, Filistin’de ve dünyada direnişin anlamı üzerine bir deneme geliyor. Kitapta şiirler, Joe Sacco’nun çizgi romanları ve hem kişisel hem de politik denemeler yer alıyor.

Mariam Barghouti’nin yazdığı bir deneme, okuyucuya Gazze’nin şu anda parçalanmakta olan Filistin’in bir parçası olabileceğini, ancak Batı Şeria’da da şiddet ve toprak hırsızlığının dinamik bir artış gösterdiğini hatırlatıyor. Bu bağlamda, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), yakın zamanda Ocak 2025’te İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) “Demir Duvar Operasyonu” (Operation Iron Wall) ile “Cenin, Tulkarem ve Nur Shams kamplarındaki neredeyse tüm sakinlerin tahliye edildiğini ve bunun 1967 savaşından bu yana Batı Şeria’da tek bir operasyonda gerçekleşen en büyük Filistinli yerinden edilme olayı olduğunu” bildirdi. On ay sonra, kamplar hâlâ boş; yaklaşık 32.000 sakin yerinden edilmiş durumda. O zamandan beri, İsrail ordusu bu üç kampta 850 ev ve diğer yapıları yıkmış bulunuyor. (“Tüm Hayallerim Silindi.” https://www.hrw.org/report/2025/11/20/all-my-dreams-have-been-erased/israels-forced-displacement-of-palestinians-in-the)

Başka bir denemede, bir sanatçı ve öğretmen Gazze’deki bir sanat enstitüsünün yıkımını anlatırken, başka bir yazı bu topraklara karşı işlenen ekolojik soykırımı tartışıyor. Belki de okuması en zor olan yazı, “Ailemi ve Aklımı Kaybetmek Üzerine” başlığını taşıyor; başlık her şeyi anlatıyor.

Dünya izlerken, küresel kuzeyin tarihsel olarak sömürgeci hükümetleri, İsrail’in sömürgeci-yerleşimci devletini korumak için fazla mesai yapıyor. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Donald Trump’ın neredeyse bir Mesih’in doğumuymuş gibi savunduğu son ateşkesi ihlal ederken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail’in Gazze’yi yıkarak elde ettiği kazanımları yasallaştırmak ve kalıcı hâle getirmek amacıyla, “istikrar planı” adını verdiği bir planı kabul etti. Bu planın, dünyanın en yıkıcı gücü olan ABD hükümetinin yönlendirmesiyle hazırlandığı açık.

Mısır rejimi ve şeyhliklerin bu işgalin yeniden paketlenmesinde açıkça işbirliği yapmaları şaşırtıcı değil; ancak bu durum, Filistin’i gerçekten özgürleştirebileceklerin yalnızca Filistinliler ve dünya çapındaki destekçileri olduğunu net biçimde ortaya koyuyor. Filistin fikrinin ortadan kaldırılmasını isteyenlerin zaferine izin vermemeliyiz. Bu iki metin (Dabashi’nin kitabı ve derleme eser), bunun neden böyle olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.

* Ron Jacobs, Daydream Sunset: Sixties Counterculture in the Seventies (Hayalperest Gün Batımı: Yetmişli Yıllarda Altmışlı Yılların Karşı Kültürü) dahil olmak üzere birçok kitabın yazarıdır ve bu kitap CounterPunch Books tarafından yayımlanmıştır. Son kitabı Nowhere Land: Journeys Through a Broken Nation (Hiçbir Yerde: Parçalanmış Bir Ülkeye Yolculuk) şu anda satıştadır. Vermont’ta yaşamaktadır. Kendisine şu adresten ulaşılabilir: [email protected]

 

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/11/25/palestinian-liberation-not-imperialist-stabilization/

SOSYAL MEDYA