Hristiyanlık ile Mesih’e olan imanı yerinden etmeye çalışan (ve bunda başarısız olan) seküler bir inanç olarak Marksizm arasındaki etkileşim iyi belgelenmiştir. Soğuk Savaş’ın ilk edebi saldırısını, “Çuvallayan Tanrı” başlığı altında eski komünistlerden oluşan bir grup başlatmıştı; bu tema, Sovyet ajanıyken dindar bir Quaker’a dönüşen Whittaker Chambers’ın etkileyici anı kitabı Witness’ta da sürdürülür. Benzer şekilde, Alman teorisyen Karl Kautsky (1854–1938), Karl Marx’ın fikirlerini sistematikleştirip yaygınlaştırmasıyla “Marksizmin Papası” olarak tanınıyordu. Kautsky, Sosyalist Enternasyonal’de Vladimir Lenin gibi figürleri etkilerken, aynı zamanda I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın en büyük sosyalist partisi olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin programlarını da kaleme almıştı.
Ancak küresel sosyalist hareket, Kautsky’nin 1917’de eski Rus müritlerinin Bolşevik devrimine karşı çıkmaya başlamasıyla ona sırt çevirdi. Buna rağmen, Kautsky’nin düşünceleri, gelecekteki Marksist kuramsal tartışmalar ve pratik deneyimler için hayati önemini korudu. Kautsky’nin görüşlerinin merkezinde, Hristiyanlık tarihini proleter sınıf mücadelesi olarak yeniden kurgulamaya çalıştığı tarih yazımı anlayışı vardı.
Kautsky, Hristiyanlıkla ilgili bu iddiasını ilk olarak 1895’ten itibaren ciltler hâlinde yayımlanan Modern Sosyalizmin Öncüleri adlı eserinde ortaya koydu; daha sonra bu iddiayı 1908’de Almanca yayımlanan ve 1915’te İngilizceye çevrilen Hristiyanlığın Temelleri adlı çalışmasında geliştirdi. Bu eser, İncil ve Hristiyan geleneği üzerine yazılmış ilk tam uzunlukta Marksist inceleme niteliğindedir.
Kautsky, Temeller adlı eserinde, Hristiyanlık tarihinin en iyi şekilde, Marksizmin merkezinde yer alan tarih yazımı dogması olan diyalektik materyalizmin bir örneği olarak açıklanabileceğini öne sürdü. Böylece komünizmin işçi sınıfına yukarıdan entelektüeller tarafından dayatılması gerekmediğini, bunun yerine organik ve etkili bir toplumsal güç olarak işleyebileceğini gösterdi. Dan McClellan gibi önde gelen çağdaş Marksistler, Temeller kitabını “din tarihine yapılan en önemli Marksist katkılardan biri” olarak tanımlamıştır.
Kautsky, Hristiyanlığa doğrudan saldırmak yerine, onu altüst etmeye ve kendine mal etmeye çalışır ki bu, çok daha sinsi bir girişimdir. Anlatımın güvenilir olmadığı ve İncil ile diğer metinlerin değiştirilmiş olabileceği gerekçesiyle Kautsky, “Mesih’in hayatı ve öğretileri hakkında kesin olarak hiçbir şeyin… [ya da] ilkel Hristiyan cemaatinin toplumsal karakteri, idealleri ve özlemleri hakkında” bilinemeyeceği gibi çarpıcı bir iddiada bulunur. Bu nedenle de, eğer Mesih gerçekten var olduysa, yalnızca sömürgeciliğe karşı üstün bir sosyal örgütleyici olarak yüceltildiğini ileri sürer. Bu iddia, seküler akademisyenler arasında Bart Ehrman gibi isimlerin de doğrulayabileceği üzere, açıkça yanlış olsa da, Kautsky’nin başka yanıtlanmayı hak eden iddiaları da bulunmaktadır.
Örneğin, Kautsky eserinin yaklaşık yarısını Elçilerin İşleri 2:44–45’teki “komünist örgütlenme biçimi”ne ayırır: “Tüm inananlar bir aradaydı ve her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. Mülklerini ve mallarını satıp, ihtiyacı olanlara veriyorlardı.” Bu ayetler uzun zamandır yorumlanması güç pasajlar arasında yer alır. John Calvin, bu bölümü referans gösteren kendi dönemin radikalleriyle karşılaştığında, onlara mevcut durumun aciliyetini ve “onların [havarilerin] başkalarının mallarını almadıklarını” belirtmiştir.
Ancak en güçlü yanıt, 2. yüzyılda yaşamış Lyonlu Aziz Irenaeus’tan gelebilir. Heresies’e Karşı adlı eserinin IV. kitabında bu pasajı yorumlayan Irenaeus şöyle yazar: “Özgürlüğe kavuşmuş olanlar, tüm mülklerini Rab’bin amaçları için bir kenara koyarlar; daha iyi şeyler [ahirette] umdukları için, mallarının daha az değerli olan kısımlarını değil, tamamını neşeyle ve özgürce bağışlarlar; tıpkı tüm geçimini Tanrı’nın hazinesine adayan o fakir dul kadın gibi.” Kautsky, Hristiyanlığı yalnızca üretimin toplumsallaştırılması olarak yorumlarken, Marksizm bu temelin üzerine tüketimi de toplumsallaştırarak inşa etmiştir. Oysa Irenaeus, Kautsky’nin analizindeki temel miyopluğu ortaya koyar: Hristiyanlığı azınlık bir mezhepten dünyanın en büyük dinine dönüştüren manevi, maddi olmayan dürtüleri kavrayamama. Havariler ve onların öğrencileri, Kautsky’nin erken dönem Kilise’ye yansıtmaya çalıştığı “şiddetli sınıf nefreti” nedeniyle değil, bu dünyanın ötesindeki Tanrı’nın Krallığı’na olan derin inançları nedeniyle maddi varlıklarını terk ettiler.
Kautsky için, maddi bir amaç uğruna ölmeyecek çarmıha gerilmiş bir Tanrı düşüncesi tahayyül edilemez. Seküler bir bakış açısından bile, etnik ve sınıf sınırlarını aşan insanların, kendilerini de kapsayan Yeni Antlaşma uğruna çarmıhta öldüğüne inandıkları Tanrı’ya olan imanları için birleşip mücadele edecekleri fikrini ciddiye alamaz. Bu nedenle Kautsky, eğer Mesih gerçekten yaşamışsa, onu “başarısız ayaklanması nedeniyle çarmıha gerilen” bir proto-komünist olarak tanımlayabilmek için saman çöpüne sarılır. Bu gerçeğin, Kilise’nin zamanla burjuva sızmasıyla devrimci örgüt niteliğini yitirerek örtbas edildiğini öne sürer.
Kautsky’nin bu yanılgısı, onu entelektüel babası Karl Marx’a götürür. Marx, kariyerine Genç Hegelci olarak başlamıştır; bu, günümüzde çoğu zaman yeterli bağlam sunulmadan tekrar edilen bir bilgidir. Bugün Eski/Sağ Hegelciler ve Genç/Sol Hegelciler olarak bilinen iki grup arasındaki bölünme, David Strauss’un 1835’te yayımlanan İsa’nın Hayatı adlı kitabıyla başlamıştır. Eski Hegelciler —neredeyse tamamı G.W.F. Hegel’in öğrencileriydi— Hristiyanlığa ve üçlü Tanrı’ya dünya tarihinin başat öznesi olarak derin bir inanç besliyorlardı. Buna karşılık, Strauss ve Marx gibi “Genç” Hegelciler, Hegel’in sistemini Hristiyanlığı reddetmek için kullandılar; bu da Strauss’un Mesih’i yalnızca karizmatik bir vaiz olarak gören liberal teoloji çalışmasıyla başlamıştır. Kautsky’nin çalışması, tarihsel İsa’nın varlığını inkâr etme eşiğini aşar ki bu görüş, günümüzde akademisyenler tarafından büyük ölçüde reddedilmektedir.
Yine de genel olarak, Strauss gibi seleflerinin aynı temaları üzerine inşa eder; örneğin, Sadukiler’i aristokratlar, Ferisiler’i burjuva “Üçüncü Sınıf” ve Esseniler ile ilk Hristiyanlar’ı proleterler olarak sınıflandırır. Ancak yazarın militan Hristiyanlık karşıtı gündemi nedeniyle bu analitik bakış açısı değerini yitirir.
Kautsky, Hristiyanlığın yayılmasını şu iddia ile açıklar: “Ne Roma hukuku ne de klasik edebiyat, proleterya ve onun sempatizanlarını memnun edebilirdi… ilkel Hristiyanlığın geleneksel komünizmi onların ihtiyaçlarına çok uygundu.” Romalıların Hristiyanlığa yönelişinin, pagan toplumun sorunlarından maddi bir kaçış olduğu yönündeki tez, Kautsky’nin ötesine taşan bir biçimde yaygınlık kazanmıştır. Kısacası, Kautsky ve takipçileri, bunun tersini gösteren kanıtları göz ardı ederler; örneğin Roma ordusunda subay olan Aziz George ya da Diocletian ve Marcus Aurelius dönemlerinde idam edilen, yüksek soylu ve seçkin eğitimli Aziz Justin Martyr gibi. Gerçekten de, Kautsky’nin Hristiyanlığın ilk yıllarına dair görüşlerinin doğru olduğunu varsaysak bile, sınıf nefretinden açıkça yoksun olan Polikarp, Irenaeus ve Origen’in Kilisesi’nin neden bu şekilde yayıldığına dair ikna edici bir açıklama sunmaz.
Kautsky’nin Hristiyanlık yorumu, başlı başına çuvallayan bir Tanrıdır. Proleter devrimcilerin hareketi olarak başlayan bu yorum, kısa sürede, yıkmak üzere kurulduğu baskı biçimine dönüşmüştür. Kautsky’nin kendi hikâyesinin ironisi, bugünden okunduğunda onun kitabını altüst eder. Karl Kautsky, Hristiyanlık konusunda yanılmıştı; ancak Marksizm’e yönelttiği analiz, tam da bu ideolojiye uygulandığında isabetlidir. Kitlelerin kurtuluşu kisvesi altında başlayan bir hareket, insanlığın daha önce hiç görmediği türden bir totaliter sistem doğurmuştur. Karl Kautsky, bir zamanlar takipçisi olanların milyonları öldürdüğüne tanıklık edecek kadar uzun yaşamıştır. Kilise’ye yönelttiği tarihsel eleştiriler hedefini ıskalasa da, bu süreçte, yakın gelecekte yaşanacak olan komünist zorbalık dönemlerinin çok daha sarsıcı hikâyesini istemeden anlatmıştır.
* Shiv Parihar, Utah’lı bir yazar ve siyasi aktivisttir. Parihar, The Salt Lake Tribune dâhil çeşitli yayınlara katkıda bulunmuş olup, A New Frontier adlı bülteni kaleme almaktadır. Halen Claremont McKenna College’da siyaset ve din üzerine öğrenim görmektedir.
Kaynak: https://providencemag.com/2025/11/marxist-christianity-the-god-that-failed/
