İlerlemeyi Cezalandırmak: Washington, Küba, Nikaragua ve Venezuela

Küba, Nikaragua ve Venezuela’nın sıklıkla göz ardı edilen başarıları, sürekli ve saldırgan ABD müdahalelerine rağmen elde edilmiştir. Washington, bu başarıları aşındırmak ve rejim değişikliğini sözde demokratik bir proje olarak meşrulaştırmak amacıyla insan haklarını ikiyüzlü bir şekilde silah olarak kullanmaya devam etmektedir.
image_print

İlerlemeyi Cezalandırmak: Washington, Küba, Nikaragua ve Venezuela’nın Sosyal Başarılarını Hedef Alıyor

 

“En yoksul hastaları arıyoruz,” dedi göz kliniğinin sorumlusu olan Kübalı doktor. “Çoğu zaman uzak kırsal bölgelere gidiyor, hastaları otobüsle kliniğe getiriyoruz.” Nikaragua’nın Ciudad Sandino kentindeki bu klinik, Küba ve Venezuela hükümetleri tarafından ortak yürütülen Misión Milagro (Mucize Misyonu) projesinin bir parçasıydı. 2004 yılından bu yana 33 ülkede yedi milyondan fazla hastayı tedavi eden bu büyük girişimde, Ciudad Sandino’daki görevi şu anda Kübalılar tarafından eğitilmiş yerel Nikaragualı doktorlar yürütüyor.

Misión Milagro, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından hor görülüyor. Washington, bu ve diğer Küba tıbbi misyonlarını kullanan ülkelerdeki yetkililere yaptırımlar uyguladı. Sözde, tıbbi personelin “kaçakçılığını” durdurmayı hedefleyen bu yaptırımların asıl amacı, çoğunlukla sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu uzak bölgelerde ücretsiz ve yüksek kaliteli tedavi sunması nedeniyle büyük takdir toplayan bu hizmetleri ortadan kaldırmaktır. ABD, aynı zamanda kuşatma altındaki ülke için bir gelir kaynağı olan Küba’nın yardım faaliyetlerini yanlış bir şekilde “zorla çalıştırma” (forced labor) olarak şeytanlaştırmaktadır.

Rubio’nun “insanlığın düşmanları”nın başarıları

Rubio’nun tıbbi ekiplerine yönelik saldırısı, ABD’deki ardışık yönetimlerin Küba, Venezuela ve Nikaragua’ya karşı yürüttüğü hibrit savaşın (hybrid warfare) en son örneğidir. Rubio’ya göre, ABD’nin güvenliğine yönelik “stratejik tehdit” olarak tanımlanan bu ülkeler, artık “insanlığın düşmanları” (enemies of humanity) olarak da etiketleniyor. Oysa gerçekte, bu üç ülke de – Washington’un saldırılarıyla kısıtlanmış olsa da (en çok da Küba’da) – insani gelişim açısından önemli ilerlemeler kaydetmiştir.

Küba’nın tıbbi ekipleri, başarısı tıp dergilerinde kabul gören ve Kübalılara ABD’lilerden üç yıl daha uzun bir yaşam beklentisi sağlayan toplum temelli sağlık sistemine dayanmaktadır. Venezuela ve Nikaragua’daki sağlık hizmetleri bu modelden faydalanmıştır. Örneğin, Nikaragua’daki hamileliğin son evrelerindeki kadınlara destek veren 180 casas maternas (anne evi), anne ölümlerini ciddi şekilde azaltmıştır.

Venezuela, Latin Amerika ve Karayipler (LAC) bölgesinde uygun fiyatlı konut inşasında lider konumdadır: 2011 yılında başlatılan Büyük Konut Misyonu (Great Housing Mission), geçen yıl beş milyonuncu evini teslim etmiştir. Nikaragua ise yılda 7.000’den fazla “sosyal amaçlı” konut inşa etmektedir.

Ne yazık ki Küba, ABD’nin uyguladığı ambargo nedeniyle ciddi bir inşaat malzemesi kıtlığı yaşamakta ve süregelen bir konut kriziyle karşı karşıyadır. Evlerin üçte biri yaşanamaz durumdayken, yıllık 13.500 konutluk inşaat programı kaçınılmaz olarak yetersiz kalmaktadır.

Ancak Küba, devrimin en müreffeh yıllarında – Sovyetler Birliği’nin uluslararası dayanışmasından faydalandığı dönemde – eğitim sistemine önemli yatırımlar yaptı. Küba’nın okulları en uzak topluluklara hizmet veriyor ve okula devam oranı neredeyse %100’e yakın. Yabancı öğrenciler için kurulan tıp fakültesi ELAM (Escuela Latinoamericana de Medicina), 122 ülkeden etkileyici bir şekilde 31.180 doktor yetiştirmiştir.

Venezuela, halkı güçlendirmek amacıyla eğitime büyük yatırımlar yaptı; hizmetin yetersiz olduğu mahallelerde (barrios) ve kırsal bölgelerde binlerce yeni okul inşa etti. 2005 yılına gelindiğinde, Küba’nın geliştirdiği yöntemlerle okuma yazma bilmeyen nüfus kalmamıştı. 2008 yılına kadar, genç yetişkinlerin beşte dördü yükseköğrenime kayıtlıydı ki bu, bölgedeki en yüksek orandır.

Üç ülke de üniversite dahil olmak üzere tüm eğitim kademelerinde ücretsiz eğitim garantisi vermektedir. Örneğin Nikaragua, yaklaşık 46.000 öğrenciye eğitim veren yeni teknik kolejler kurmuştur.

Küba ve Nikaragua, Latin Amerika ve Karayipler (LAC) bölgesinin en güvenli iki ülkesidir. Bu ortak başarıda etkili olan bir faktör, her iki ülkede de devrim sonrası polis teşkilatlarının tamamen yeniden yapılandırılması ve uyuşturucu kaçakçılığı ile diğer ülkeleri sarsan şiddet yanlısı çetelerin sınırlandırılabilmiş olmasıdır.

Venezuela devrimi, kronikleşmiş yüksek suç oranlarını miras aldı; ancak son yıllarda cinayet oranlarında önemli bir düşüş sağladı. Bu durum yalnızca Karakas tarafından değil, ABD başkanı tarafından da kamuoyuna duyuruldu. Ancak Trump, bu düşüşün Venezuela’nın suçlularını kasıtlı olarak ABD’ye ihraç etmesi sayesinde gerçekleştiğini iddia ederek yanıltıcı bir açıklama yapmaktadır.

Ulusal güvenlik açısından bakıldığında, Nikaragua ve Venezuela, Latin Amerika ve Karayipler (LAC) bölgesinde en düşük askeri harcama yapan ülkeler arasındadır; sürekli ABD tehdidi altında olan Küba ise en yüksek harcama yapanlardan biridir. Bununla birlikte, Küba’nın yıllık yaklaşık 130 milyon dolarlık askeri harcaması, ABD’nin yıllık 1 trilyon doları aşan harcamasıyla karşılaştırıldığında oldukça önemsiz kalmaktadır.

Toplumsal duyarlılığa sahip dış politika

ABD için belki de en zorlayıcı olan, sosyalizme ulaşma çabası içindeki bu üç ülkenin bağımsız dış politikaları ve bölgesel bütünleşmeyi savunmalarıdır.

2004 yılında Venezuela ve Küba, Washington’un neoliberal serbest ticaret girişimi olan FTAA’yı (Free Trade Area of the Americas) boşa çıkararak ALBA’yı (Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak – Bolivarian Alliance for the Peoples of Our America) başarıyla kurdu. Venezuela, ardından PetroCaribe ile Karayip ülkelerine uygun koşullarda petrol sağlamaya başladı. Yine Venezuela’nın öncülüğünde 2010 yılında kurulan CELAC (Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu – Community of Latin American and Caribbean States), ABD egemenliğindeki OAS’a (Amerika Devletleri Örgütü – Organization of American States) karşı, ABD ve Kanada’yı açıkça dışlayan bölgesel bir siyasi forum alternatifi sundu.

Bu üç solcu devlet, Filistin’e destek konusunda da uluslararası düzeyde öncülük yapmıştır. Küba, 1973 yılında İsrail ile diplomatik ilişkilerini resmen kesen ilk Latin Amerika ve Karayipler (LAC) ülkesi olmuştur. Nikaragua, bu ilişkileri 1982 yılında kesti. İlişkiler, 1993 yılında neoliberal hükümet tarafından geçici olarak yeniden kuruldu, ancak Sandinistaların iktidara dönüşüyle 2010 yılında yeniden kesildi. Venezuela, Siyonist devletle olan ilişkilerini 2009 yılında kesti. Yine 2009’da, ALBA üyesi Bolivya da İsrail ile diplomatik ilişkilerini sonlandırdı. Bu ilişkiler, 2019 yılında Áňez darbe rejimi tarafından geçici olarak yeniden başlatıldıysa da, 2023 yılında Bolivya’nın mevcut Cumhurbaşkanı Luis Arce tarafından tekrar kesildi. Geçtiğimiz yıl Nikaragua, İsrail’in soykırımına verdiği askeri ve siyasi destek nedeniyle Almanya’yı Uluslararası Adalet Divanı’na şikâyet etti.Human rights weaponized

Washington, Trump döneminin eski yetkilisi John Bolton’un “tiranlık üçlüsü” olarak adlandırdığı bu üç ülkedeki başarıları görmezden geliyor ve bunun yerine onları otoriter diktatörlükler olarak tanımlamak için “insan haklarını” silah olarak kullanıyor. Bu durum iki bakımdan ikiyüzlü bir tutumdur.

Birincisi, bu ülkelerin insan hakları karneleri her türlü standartla değerlendirildiğinde bölgedeki birçok ülkeden daha kötü değildir ve çoğu açıdan ABD’ninkinden daha iyidir.

İkincisi ise, bu ülkelerde güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasının başlıca sorumlusu bizzat ABD’dir. Siyasal ifadeye getirildiği öne sürülen kısıtlamalar; askeri müdahaleler, darbe girişimleri ve suikast teşebbüsleri gibi sürekli dış müdahalelere verilen yanıtlardır. Örneğin Biden, Venezuela başkanının başına konulan ödülü 25 milyon dolara çıkardı.

Küba’da bir gösteri bastırıldığında ya da Venezuela veya Nikaragua’da bir siyasi parti yasaklandığında, Washington her zamanki gibi şikâyetlerin öncülüğünü yapar. ABD, “mağdur edilen” muhalefet grubunun finansörü veya destekçisi değilmiş gibi, tarafsız bir gözlemci rolü oynamaya çalışır—ki neredeyse her zaman durum böyle değildir.

Washington’un “insan hakları” konusundaki kaygısı tam bir maskaralıktır; söz konusu hükümet ABD’nin müttefiki olduğunda bu endişe tamamen ortadan kaybolur. Örneğin El Salvador.

Bir ülke ABD’nin çıkarlarına “stratejik tehdit” oluşturuyorsa, bunun nedeni, Birleşmiş Milletler’e göre “yaşam, gıda, eğitim, çalışma, sağlık ve özgürlük” gibi en temel insan haklarını geliştirme konusundaki sicilidir. Bu daha geniş haklar bağlamında, Küba, Venezuela ve Nikaragua; Washington’un desteklediği Latin Amerika ve Karayipler ülkelerinde benimsenen neoliberalizmi reddeden ilerici, devrimci hükümetlerin büyük ilerlemeler kaydedebileceğini göstermektedir.

Venezuela’ya uygulanan yaptırımlar, 2020 yılına kadar 100.000’den fazla Venezuelalının ölümüne yol açtı. Küba’ya yönelik abluka ise ülkeye günlük 13,8 milyon dolar zarar vererek o kadar yıkıcı oldu ki, son üç yılda Kübalıların neredeyse onda biri ülkeyi terk etti. Nikaragua ise ABD’nin Dünya Bankası ve diğer kurumlardan kredileri engellemesi nedeniyle yılda 500 milyon dolarlık kalkınma fonunu kaybediyor.

Washington’un her bir ülkenin sosyal kazanımlarını yok etmek ve halklarını yoksullaştırmak—böylece ölmeyen, hastalanmayan ya da göç etmeyenlerin sonunda hükümetlerine karşı ayaklanmasını sağlamak—amacında olduğu daha açık olamazdı. Ve ardından Rubio gibileri, “Küba halkına sarsılmaz destek ve dayanışma” gibi anlamsız açıklamalar yapıyorlar.

Washington’un nihai hedefi

Ard arda gelen ABD yönetimleri ve destekledikleri muhalefet grupları, hedef aldıkları ülkelerde gerçekte neyi başarmak istiyor?

30 yılı aşkın bir süre önce, önde gelen Küba sürgünleri “ani, dramatik ve gerekirse sarsıcı bir şekilde serbest kapitalizme geçiş” çağrısında bulunuyordu. Yirmi yıl önce, Başkan George Bush tarafından kurulan “Özgür Küba’ya Yardım Komisyonu”, ülke için geniş kapsamlı bir neoliberal vizyon ortaya koydu. Sürgün gruplarının yakın tarihli açıklamalarına bakıldığında, “demokrasi”, “şeffaf kurumlar”, “gençlere destek” gibi belirsiz taleplerin yanı sıra, bazı sınırlı ve spesifik öneriler de yer alıyor. Örneğin, 60 yıl önce aileleri tarafından terk edilen ve potansiyel olarak değerli mülklerden kazanç sağlamak isteyen Miami’deki Kübalılar için “mülkiyet haklarının iadesi.”

Nikaragua muhalefeti, sol ve sağ arasında derin bir bölünme yaşıyor. Sağ, solu iktidardan dışlamak isterken, marjinal “sol” muhalefet hiçbir zaman ciddi bir siyasi destek göremedi (Sandinistler, seçimlerde ilerici oyları başarıyla mobilize ediyor). Üyelerinin bir kısmı 1980’lerde Sandinista yetkilileri olan UNAMOS partisi, sosyal kalkınma konusunda yalnızca belirsiz hedefler içeren bir hükümet yeniden yapılandırma programı sunuyor.

Washington’un gözdesi Maria Corina Machado liderliğindeki Venezuela’daki aşırı sağ muhalefet, Chavistlere af olmaksızın kanlı bir hesaplaşma vaat ediyor. Machado’nun vekili Edmundo González Urrutia, 2024 başkanlık seçimlerine; eğitim, sağlık hizmetleri, konut, gıda yardımı ve ulusal petrol şirketinin aşırı neoliberal özelleştirmesini öngören bir programla katıldı.

Muhalefet gruplarının açıkladığı hedefler ne olursa olsun, bu üç hükümetten birinin ya da daha fazlasının iktidarı kaybetmesi halinde ortaya çıkacak olası sonuç açıktır. 2018’de Nikaragua’da yaşanan darbe girişimi bunun ön habercisiydi: polis ve Sandinista sempatizanlarının öldürülmesi, ateşli silahların kontrolsüz dolaşımı, yerel suçluların güçlenmesi, El Salvador’dan şiddet yanlısı çete üyelerinin ithal edilmesi, kamu binalarının tahrip edilmesi ve çok daha fazlası.

Haiti’deki anarşik kaosa benzer bir durumun ortaya çıkması oldukça olasıdır ve bu da, Bukele’nin El Salvador’unda olduğu gibi baskıcı, otoriter ama Washington yanlısı bir rejime yol açabilir.

Küba, Nikaragua ve Venezuela’nın sıklıkla göz ardı edilen başarıları, sürekli ve saldırgan ABD müdahalelerine rağmen elde edilmiştir. Washington, bu başarıları aşındırmak ve rejim değişikliğini sözde demokratik bir proje olarak meşrulaştırmak amacıyla insan haklarını ikiyüzlü bir şekilde silah olarak kullanmaya devam etmektedir.

* Roger D. Harris, Amerika Görev Gücü, ABD Barış Konseyi ve Venezuela Dayanışma Ağı üyesidir. John Perry, Nikaragua’da yaşamakta, Nikaragua Dayanışma Koalisyonu üyesidir ve London Review of Books, FAIR ve CovertAction için yazmaktadır.

 

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/06/13/punishing-progress-washington-targets-social-achievements-of-cuba-nicaragua-and-venezuela/

SOSYAL MEDYA