‘Trump Amerikası’nı Anlamak

Trump’un delilikleri olarak lanse edilen, ancak özelde Amerika ve genelde Batı içerisinde bir kanadın önümüzdeki dönem için belirlediği oyunu kazanmak için oyunun kurallarını tamamen değiştirmeyi hedefleyen oyun planı, oldukça uzun bir küresel mücadelenin bizi beklediği anlamına geliyor.  
Mart 11, 2025
image_print

Amerika vs Birleşik Krallık, Ulus Devletçiler vs Küreselciler

ya da Trump Amerikasını Anlamak

 

“Biz Macarlar 15 yıldır liberal-küreselci imparatorluğa karşı isyan ediyoruz. Mücadelemiz devam ediyor, ancak önemli bir fark var: ABD, Başkan @realDonaldTrump yönetiminde isyana katıldı. Artık amacımız alt etmek değil, manevra yapmak değil, hayatta kalmak değil, kazanmak!”

Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın Ulusa Sesleniş Konuşmasından.

 

Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesiyle birlikte, özelde Çin’in genel olarak ise Asya ve Küresel Güney’in yükselişi ile ABD öncülüğünde Batı’nın ve Kuzey’in gerilemesi şeklinde görülen dönüşüm, yeni ve keskin bir aşamaya geçti. Trump’ın daha önceki dönemde “Make America Great Again” sloganı ile daha az oy almasına rağmen eyaletlerin ikinci seçmen sayısında daha fazla seçmen kazanarak ABD başkanı seçilmesi, aslında bu hızlanan dönüşümün bir sonucuydu. Ancak Covid salgınının yarattığı ekonomik durgunluğun etkisi ve başta büyük teknoloji şirketleri olmak üzere ABD içi çeşitli odakların çabası ile ikinci dönem seçilemeyen Trump, geçen dört yılda kendisini iktidara taşıyan dinamikler ortadan kalkmadığı için, hem genel seçmen sayısında hem Senato ve Temsilciler Meclisinde çoğunluğu kazanarak oldukça ilginç bir kabine ile yeniden iş başına geldi.

Yeniden iş başına gelen Trump, ilk döneminden farklı olarak bu sefer Çin’den başka her şeyle ilgilenen bir görüntü verdi. İşbaşına gelir gelmez Grönland’ı satın almaktan, Panama kanalını ele geçirmeye, Meksika Körfezinin adını Amerikan Körfezi yapmaktan, Filistinlileri sürgüne göndererek ABD adına Gazze’yi doğrudan ele geçirmeye, Kanada’yı ABD’nin yeni eyaleti yapmaya kadar haritaları değiştirmeye dönük bir dizi zihni sinir proje ile gündeme geldi.

Trump’ın temsil ettiği Amerika’nın tek ve daha ötesi ana meselesi, sanılanın aksine Çin’in yükselişi nedeniyle Amerika’nın küresel hakimiyetinin sona erme ihtimali değil. Trump’ın temsil ettiği Amerika, Trump’ın kişiliği ve bunun yansıması olan üslup özelliklerini bir kenara bırakırsak, Amerika’nın ne olduğu, ne olması gerektiği, Dünyanın alması gereken biçim konularında, Batılı (Amerika ve Avrupa) yerleşik elitlerden tamamen farklı fikirlere ve çözümlere sahip, yeni gibi görünse de Amerika içinde oldukça eski ve köklü bir damarı temsil ediyor.

Trump Amerikası, Elon Musk’ın, Hollanda Antillerinde kurulu Quantum fonu ile imza attığı spekülatif finansal operasyonlar ve Open Society/Açık Toplum isimli sivil toplum kuruluşu ile imza attığı renkli siyasal devrimler ile meşhur küresel banker George Soros’u, “Batı medeniyetini yok etmeye çalışmakla” suçlayan X postlarından da anlaşılacağı üzere, asıl düşman olarak küresel finans kapital öncülüğündeki küreselcileri görüyor[1]. Dolayısıyla Amerika’nın ilk Avrupalı yerleşimcilerinin siyasi ve kültürel çizgisindeki Trump Amerikası, Çin ve Yükselen Güney’in ABD’nin küresel hegemonyasına yönelik en önemli tehdit ve rakip olduğunu kabul etse de İngiliz Kraliyeti öncülüğünde, Kraliyet aileleri ve küresel finans kapitalin oluşturduğu küreselciyi yapıyla savaşmayı ve yenmeyi, böylece Batı’yı dönüştürerek ABD’nin küresel hakimiyetini devam ettirmeyi hedefliyor.

Trump Amerikası için Çin, yükselişi sınırlanması ve kontrol altında tutulması gereken bir güçken ikinciler yenilmesi gereken düşmanı oluşturuyor. Nitekim Macaristan Başbakanı Victor Orban, 23 Şubat tarihinde X platformunda yaptığı “Biz Macarlar 15 yıldır liberal-küreselci imparatorluğa karşı isyan ediyoruz. Mücadelemiz devam ediyor, ancak önemli bir fark var: ABD, Başkan @realDonaldTrump yönetiminde isyana katıldı. Artık amacımız alt etmek değil, manevra yapmak değil, hayatta kalmak değil, kazanmak!” şeklinde açıklamaları, aslında bu niyet ve düşünceyi açıkça ilan ediyor. Böylece Trump’ın ilk Başkanlık döneminde BM’de yaptığı ve önceki Başkan Barack Obama’nın danışmanlarının açıkça tepki gösterdiği konuşmasında “Gelecek küreselcilere değil, vatanseverlere ait” diyerek haberleştirilen konuşmasındaki görüşlerini yeniden ilan ediyor. Yine Trump Amerikası çatıştığı ve çatışmayı hedeflediği ana güç olarak İngiliz kraliyet ailesi öncülüğünde Kraliyet ailelerinin, en meşhur örneği Rostchild ailesi olan, “Court Jewish/Saray Yahudisi” olarak nitelendirilen finans kapital ve Aristokrat sınıflar arasında yüzyıllara dayalı ittifakı kendine hedef seçtiği için, Ünlü Rus stratejist Alexander Dugin de “Trump Devrimi” ismiyle kitaplar yazarak bu çabaya Rusya’nın olası desteğini/müttefikliğini ilan ediyor.

Trump Amerikası, siyasal rejim olarak Kuzey Amerika’ya ilk göç eden ve İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşı ile ülkeyi bağımsız bir devlet haline getiren Cumhuriyet yanlısı Amerikan milliyetçisi ve büyük ölçüde selefi (püriten) dindar Protestanlardan[2] ve dahası ilginç bir biçimde oldukça dindar bazı Katoliklerden (Vance, Rubio, Kennedy) oluşuyor.

Trump Amerikası, İngiliz – İskoç aydınlanma çizgisindeki, John Locke, (Thomas) Hobbes ve (David) Hume ayrışmasında, ateizm ve deizmin öncülü konumundaki Hobbes ve Hume çizgisine karşı, oldukça dindar bir selefi Protestan olan Locke[3] çizgisinin uzantısı durumunda. Dolayısıyla Soros’un temsil ettiği, fikri kökenlerini büyük ölçüde dini rengi turuncu olan Budizm’den alan kozmopolit (Polis’in vatandaşına karşı, Dünya vatandaşı) Epikürcü ve Stoacı çizginin karşısında konumlanıyor. Siyasal olarak da Batının siyasal anlayışını belirleyen iki imparatorluk yapısından, İskender’in Pers Ahamenişleri yenerek kurduğu kozmopolit Helenistik imparatorluğun Doğu ile Batıyı bir araya getiren küreselci yaklaşımına karşı, Ulus devletçi ve Hristiyan çizgisi ile ilk Batılı emperyalist haraççı ve nihayetinde Hristiyan imparatorluk olan Roma İmparatorluğu çizgisini benimsiyor.

Trump Amerikası ve desteklediği Avrupa’daki “aşırı sağ” olarak nitelendirilen siyasi yapılar, sosyolojik olarak 90’lı yıllardan itibaren küresel finans kapitalin öncülük ettiği yırtıcı küreselleşmeden zarar görmüş, 2008 Ekonomik krizinin oldukça derinleştirdiği ve Covid pandemisi ile ciddi boyutlara ulaşmış kesimleri temsil ediyor. Çin başta Doğulu güçler ile Yükselen Güney’in Batının küresel hakimiyetine oluşturduğu tehdit, bu yapının temelini halk nezdinde politik açıdan güçlendiriyor ve genişletiyor.

Trump’ın temsil ettiği Amerika’nın oyun planı şunlardan oluşuyor: Trump, söz konusu çatışmayı kazanmak ve Amerika’nın üstünlüğünü devam ettirmek için, öncelikle Amerika ve Batıyı yeniden yapılandırmayı hedefliyor. Bu çerçevede büyük ölçüde Amerika’yı ilk kuran dindar Hristiyan selefi geleneği temsil eden Trump Amerikası, Amerika’yı kuruluş kodlarına döndürmeyi arzuluyor. Bu sebeple Churchill’in, II. Dünya Savaşı sonrası gücümüzü ABD’ye ödünç veriyoruz sözleri ile sembolize olan ABD askeri gücünün Batı dünyasının lideri olarak küresel finans kapital ile arasındaki kurduğu ittifaka son vermeyi hedefliyor. Böylece ABD dış politikasında Woodrow Wilson ile sembolleşen müdahaleci çizgi yerine, Theodore Roosevelt’in temsil ettiği çıkar temelli gerekliyse müdahaleci çizgiye döndürerek ülkeyi 1945, hatta I. Dünya Savaşı önceki konumuna döndürmek istiyor. Bunun için II. Dünya Savaşı ve sonrası ortaya çıkan Pentagon ve CIA[4] gibi yapıların personel ve bütçe olarak küçültülmesi, bunun yerine FBI gibi iç güvenlik kurumlarının güçlendirilmesi öncelleniyor. Bir diğer hamleyi de pek görülmemiş bir “denetim” uygulaması ile küresel finans kapital bankerlerinin hissedarı olduğu ABD parasını basma yetkisine sahip FED’i kontrol altın alma çabası oluşturuyor.

Trump Amerikası, Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması kitabındaki tezlerini benimsedikleri için, ABD’nin kültürel bütünlüğüne ciddi tehdit olarak gördükleri yabancı ve Latin nüfusu kontrol altında tutma ve hatta İngilizce’yi devletin resmi dili haline getirmek istiyor. İç yönetimde ise klasik güneyli Anti Federalist bir tavırla, Trump’ın atadığı Supreme Court yargıçlarının verdiği kararlar ile Anayasal düzeni, Federe devletlerin Federal devletlere öncelikli kabul edildiği bir yapıda güçlendiriyor. Federal devletin fonlarının iptalinden Milli Eğitim Bakanlığının kaldırılmasına kadar ki hazırlıklar, bu yaklaşımın önemli örneklerini teşkil ediyor.

Cumhuriyetçi milliyetçiler olarak Kraliyet ailelerinin küresel hakimiyetine savaş açtıkları için, Kanada[5] gibi İngiliz; Grönland gibi Danimarka Kraliyet ailesinin devlet başkanı olduğu egemen devletleri kendi kontrolüne alarak hem bu yapıların küresel hakimiyetine darbe vurmayı hem de Amerika’yı doğrudan coğrafi bağlantısı olmadığı Arktik jeopolitiğinde iddialı ülke haline getirmek istiyorlar. Yine Körfez monarşilerini, diğer monarşilerden uzaklaştırmak ve sahip oldukları parasal gücü, küresel finans kapital ile yaşayacakları çekişmede finans açığını kapatmak için kullanmak istiyorlar.

Trump Amerikası, 1945 öncesine dönüş yaklaşımının küresel sistemde boşluk yaratacağının ve bu durumun ABD’ye zarar vereceğinin de kuşkusuz farkındalar. Bu sebeple bir ittifak zinciri kurması, Batı dünyasını yeniden yapılandırması gerektiğinin farkında. Küresel finans kapitale ve onun temsil eden kozmopolit Woke kültüre karşı açtıkları savaş kapsamında, Putin Rusyasını milliyetçi ve ulus devletçi, Hıristiyan ve daha ötesi İngiltere düşmanı yapısı nedeniyle hem küreselcilere hem Çin’e karşı en önemli müttefik olarak kabul ediyorlar. Küreselci bir proje olarak gördükleri Avrupa Birliğine karşı, Rusya ile birlikte, Avrupa’da Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon’un[6] Avrupa çapında yürüttüğü Hristiyanlık temelli küresel siyaset okulları aracılığıyla yetiştirdiği siyaset kuşağı iktidara taşıyarak AB’yi ve küreselcileri zayıflatmayı, Almanya’yı AFD öncülüğünde Avrupa’daki müttefiki haline getirmeyi hedefliyorlar. Böylece Batı dünyasını, Hristiyan ve muhafazakar ulus devletler temelinde yeniden yapılandırmak istiyor.

Yapay zeka, nadir elementler ve insansız teknolojiler konusunda Çin’e üstünlük kurmak, Batı medeniyetini yok etmekle suçladıkları başta Soros olmak üzere küreselciler ile savaşta sosyal ve geleneksel medya üzerinde hakimiyet kurmak, New York’un finans kapital konuşunki konumunu zayıflatmak için Teksas’ta ayrı bir Borsa ve finans merkezi kurmak ve hatta bu amaçlara ulaşmak için mümkün olursa Çin ve İran ile ortak bir zeminde anlaşmak, Trump Amerikası’nın diğer taktik hedeflerini oluşturuyor.

Trump’un delilikleri olarak lanse edilen, ancak özelde Amerika ve genelde Batı içerisinde bir kanadın önümüzdeki dönem için belirlediği oyunu kazanmak için oyunun kurallarını tamamen değiştirmeyi hedefleyen oyun planı, oldukça uzun bir küresel mücadelenin bizi beklediği anlamına geliyor.

Notlar: 

[1] Trump’un, küresel finans kapitale karşı açtığı savaşın herhalde en iyi göstergesi Fort Knox’da saklanan altınların gerçekten yerinde olup olmadığına bakmaya gideceği yönünde kendisi ve çevresindekilerin açıklaması olsa gerek.

[2] Bu selefi Protestanların Amerika isimli yaşam açısından oldukça elverişsiz durumdaki yeni kıtaya göç etmesinin en önemli sebebi, İkonalar ve Azizlerin dindeki yeri gibi konularda Katoliklik çizgisinde olan İngiliz Kral/Kraliçesinin lideri olduğu Anglikanları, tekfir etmeleriydi: “Püritenler, 16. yüzyılın sonlarında İngiltere Kilisesi’nde ortaya çıkan ve Püritenizm olarak bilinen dini bir reform hareketinin üyeleriydi. Püritenler, İngiltere Kilisesi’nin Roma Katolik Kilisesi’ne çok benzediğine inanıyor ve İncil’de yer almayan bazı törenler ve uygulamaların kiliseden çıkarılmasını savunuyorlardı. Püritenler, bu reformların gerçekleştirilmesinin, Tanrı ile aralarındaki doğrudan bir anlaşmanın bir gereği olduğunu hissediyorlardı… Püritenler, 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’deki Protestan Reformu’nun bir parçası olarak ortaya çıkan dini bir harekettir. İngiltere’deki dini baskılardan kaçarak Amerika’ya göç eden Püritenler, ABD’nin erken dönem siyasi, sosyal ve kültürel yapısına önemli katkılarda bulunmuşlardır.”

[3] Trump Amerikasının Locke’a en fazla benzeyen tarafı, ifade özgürlüğü konusundaki iki yüzlü tavrı olsa gerek. Bir yandan Avrupa’yı “aşırı sağa” karşı ifade özgürlüğüne saygı göstermemekle eleştirirken ABD’de Filistin yanlısı yabancı öğrencilerin vizelerini iptal etmekten, üniversitelerin fonlarını kesmeye kadar sergilenen iki yüzlü tavır, tam da Locke’un ifade hürriyetini sadece Protestanlara hak gören iki yüzlü tavrına benziyor.

[4] Aslen Texaslı eski CIA Başkanı olan George Bush ve oğul Bush’un liderlik ettiği Cumhuriyetçi Neocon çizginin, Biden ve Demokratlar ile kurduğu Trump karşıtı ittifak bu noktada zikredilmeye değer önemli bir örnektir.

[5] Kanada’nın kök nüfusunun, ABD Bağımsızlık Savaşı sonrası Krala bağlılıkları nedeniyle Kanada’ya göç eden nüfus olduğunu, İngiltere Kraliyet ailesinin bu ülkedeki hükümranlık gücünün İngiltere, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan daha güçlü olduğunu belirtmek gerekir.

[6] Trump’ın destekçisi Yahudi milyarderler istemediği için yanından ayrılmak zorunda kalan eski danışmanı Steve Bannon’un Trump göreve başlamadan hemen önce 1 Ocak’ta yeni yıl kutlaması olarak “Free Constantinapol” yazan bir tişörtle resmini paylaşması, yine Bannon’un en büyük tehdidin İran değil Erdoğan olduğu yollu açıklamaları ile Dugin’in “ABD Hristiyan bir devletse Suriye’deki mevcut iktidarı devirmeli” şeklindeki twiti, söz konusu yapının haçlı seferlerini aratmayan zihni altyapısının önemli dışa vurumu niteliğinde.

Cem Şenol

Doç. Dr. Cem Şenol, 1979 yılında Erzurum'da doğdu, Bursa'da büyüdü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Atatürk Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilimdalında ceza hukuka alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Anabilimdalında doçent olarak çalışmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.