Gençler anti-kapitalist bir peygamber arayışında
1854 yılında, Sibirya’daki bir ceza kampından salıverildikten sonra yazdığı bir mektupta Fyodor Dostoyevski kendini “yüzyılın çocuğu, inançsızlığın ve şüphenin çocuğu” olarak tanımlamıştı. 19. yüzyıl Rusya’sını sarsan materyalizm, nihilizm ve ateizm—ki Dostoyevski bu akımlarla eserlerinde şiddetle mücadele etmişti—bugün, bizim de içinde yaşadığımız inançsızlık ve kuşku çağında, modern liberalizmin temel taşlarını oluşturuyor. Ancak Dostoyevski’nin eserlerini bugünkü hayatla örtüştüren tek unsur bu değil.
Aksine, onun özgürlük, inanç, milliyetçilik, aile yapısının çöküşü ve intihar gibi temaları, günümüzün son derece güncel kültürel meselelerine doğrudan temas ediyor. Popülaritesinin hızla yükseldiği şu günlerde, Dostoyevski’nin kehanetvari yönü daha da netleşmiş durumda. Rus edebiyatının cazibesi Batı’nın hayal gücünü hâlâ sıkı sıkıya sararken, bu karmaşık şahsiyetin eserleri, çalkantılarla dolu çağımızda güçlü bir yankı uyandırıyor.
Nasıl bakarsanız bakın, Dostoyevski yeni bir kuşak okurla derin bir bağ kurmuş durumda. Sosyal medya topluluğu “BookTok”ta oluşan heyecanın da etkisiyle, geçen yıl Penguin Klasikleri serisinin en çok satan kitabı, onun 1848 tarihli kısa romanı Beyaz Geceler oldu. Aynı yayınevinin Karamazov Kardeşler (1880) ve Suç ve Ceza (1866) eserlerinin satışlarıysa 2020’den bu yana yaklaşık üç katına çıktı.
Bu artan ilgi, yazarın hem yaşamı boyunca hem de 1881’deki ölümünden sonra önemli ölçüde değişim gösteren ününün en son aşamasını temsil ediyor. Dostoyevski’nin ilk romanı Fakirler (1846) büyük bir coşkuyla karşılanmışken, aynı yıl yayımlanan ikinci romanı İkiz kötü eleştiriler aldı ve onu on yılı aşkın süren bir edebi sessizlik dönemi izledi. Dostoyevski ancak hayatının sonlarına doğru Rusya’da kalıcı bir halk şöhretine kavuştu.
Edebiyatın önde gelen isimleri, Dostoyevski ve onun mirası hakkında birbirinden oldukça farklı değerlendirmelere varmıştır. Albert Camus, “19. yüzyılın gerçek peygamberi Karl Marx değil, Dostoyevski’dir” derken, E.M. Forster “hiçbir İngiliz romancı insanın ruhunu onun kadar derinlemesine araştırmamıştır” görüşündedir. Öte yandan Joseph Conrad ise şöyle yakınır: “Dostoyevski’nin eserlerinden yayılan öyle kötü bir koku var ki, buna dayanacak gibi değilim.”
Aşırı gerici (arch-reactionary) olarak bilinen Dostoyevski’nin geçmişte liberal görüşlere sahip olduğunu öğrenmek, onu yeni keşfedenler için epey şaşırtıcı olabilir. Fransız ütopik sosyalizmine duyduğu ilgi, onu St. Petersburg’daki radikal Petrashevsky Çevresi ile bağlantılı devrimci bir gruba katılmaya sürükledi. Bu da 1849’da tutuklanmasına, kurşuna dizilmekten son anda kurtulmasına ve yanında yalnızca Yeni Ahit’in bir nüshasıyla Sibirya’ya sürgün edilmesine yol açtı.
Dostoyevski daha sonra, “kendimi bir ‘Avrupalı liberal’e dönüştürdüğüm” dönemi küçümseyerek anlatacaktı. Onun karşı çıktığı liberalizm, 19. yüzyıl Rus nihilizmiydi; bu düşünce akımı, kusurlu bir ilerleme vizyonuyla tüm gelenekleri ve ahlaki kısıtlamaları bir kenara bırakıyor, inkâr yoluna sapıyordu. Bu nihilizm, Rus ruhuna daha geniş ölçekte Ivan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar (1862) adlı romanıyla nüfuz etti ve kimi açılardan 21. yüzyıl liberalizmiyle dikkat çekici benzerlikler taşıyordu: bilimsel ütopyacılık ve temel değerleri maddiyat üzerinden tesis etme arayışı gibi.
Ecinniler (1872), Dostoyevski’nin nihilizme karşı en büyük saldırısıdır. Romanda, çılgın Peter Verhovensky devrimci terörü neşeyle över: “Bir Cicero’nun dili kesilecek, bir Kopernik’in gözleri oyulacak, bir Shakespeare taşlanacak.” Nihilizm ve materyalizmin “şeytanları”, Peter’ı ve onun başıbozuk radikallerden oluşan grubunu, 19. yüzyıl taşra Rusya’sında cinayete ve kendini yok edişe sürükler. Mutlak özgürlük arayışının yol açtığı nihilist kaosu betimleyen Dostoyevski, böylece 20. yüzyıl Bolşevizminin totalitarizmini adeta önceden sezmiştir.
Karanlık olay örgüsüne rağmen, soytarılıklar ve slapstick (abartılı fiziksel mizah) sahnelerle dolu bu roman, gerçek olaylara ve döneminin entelektüel akımlarına bir yanıt niteliğindeydi. Dostoyevski, o dağınık devrimci grubun nihilist etkisinden sıyrılmayı başaran üyesi Ivan Şatov’un öldürülmesini, devrimci Sergey Neçayev’in kendisine karşı dönen bir öğrenciyi öldürmesinden esinlenerek yazdı. Neçayev’den ilham alan bir diğer radikal, Vera Zasuliç, St. Petersburg valisini vurdu; Oscar Wilde, onun üzerine bir tiyatro oyunu kaleme aldı.
Dostoyevski’nin materyalizme ve liberalizme verdiği yanıt, “Kutsal Rusya” idi. Rus ulusunun ruhani üstünlüğüne ve Ortodoksluğun saf ve lekesiz Hristiyanlığın tek ifadesi olduğuna olan inancıyla, onun dini tutumu şovenist bir biçim aldı. Dostoyevski, Konstantinopolis’in Ortodoksluğun merkezi olarak yeniden ele geçirilmesini savundu ve Rusya’nın Kırım Savaşı’nda kaybettiği toprakları geri alma çabalarını destekledi. Bazen abartılı bir tonda yankılanan sesi, Şatov’un ağzından şöyle duyulur: “Sadece bir ulus ‘Tanrı’nın halkıdır’, o da Rus halkı.”
Bu dünya görüşü, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bağlamında rahatsızlık verici olabilir — fakat Dostoyevski’nin bu çatışma hakkında ne düşüneceğini varsaymak da pek adil olmaz. Her halükârda, milliyetçiliğin ve siyasi aşırılıkların yükselişte olduğu bir dönemde, Dostoyevski’nin mesihçi siyaseti kendi memleketi açısından özellikle anlamlı hale geliyor. 988 yılında Prens Vladimir’in Kiev’de vaftiz oluşunu “Kutsal Rusya”nın doğumu olarak yorumlayarak günümüz Rus mesihçiliğini meşrulaştırmaya çalışan Vladimir Putin, Dostoyevski’yi de “pragmatik” Batı’ya karşı Rus “kalbinin” yazarı olarak öne çıkarmıştır.
Dostoyevski’yi anlamaya çalışırken onun Hristiyanlığını küçümsemek mümkün değildir. Her ne kadar dini, yoğun bir şüphe ve ruhsal çöküntü merceğinden ele alsa ve inancı çoğu zaman çelişkilerle dile getirse de, onu şüpheye boğulmuş bir agnostik olarak görmek temel bir yanlış okumadır. Nihayetinde, Tanrı’nın varlığına dair sistematik argümanlar sunmasa da, inanç ile inançsızlığın seçimleri ve sonuçları üzerinden kendi başına bir dünya tablosu çizer. Onun kendi duruşu —imanın köşesinde duran o kararlı ses— romanlarındaki çoğu zaman karanlık ve korkunç sahnelerde; entelektüel çalkantıda, delilikte, cinayette, intiharda ve tecavüzde açıkça parıldar.
Bu dinsel perspektif bugün ilginç bir kültürel zamanda yeniden okunuyor. 21. yüzyılın başlarında etkili olan Yeni Ateist uzlaşı ciddi biçimde sarsılmış durumda. Bu kırılma, gençler arasında geleneksel Hristiyanlık biçimlerine olan ilginin artışıyla da yankı buluyor: YouGov’un yakın tarihli bir araştırmasına göre, Birleşik Krallık’ta 18-24 yaş arası gençlerin %16’sı en az ayda bir kez kiliseye gidiyor — bu oran 2018’de yalnızca %4’tü. Fransa’daki Katolik Kilisesi, genç yetişkinlerin yönelimi sayesinde geçen Paskalya’da rekor sayıda vaftiz gerçekleştirdi. Reddit’te, Dostoyevski okumalarının nasıl yeni Hristiyan dönüşümlerine ilham verdiğini anlatan başlıklar yer alıyor. Papa Francis’ten Canterbury eski başpiskoposu Rowan Williams’a kadar pek çok çağdaş Hristiyan figür, Dostoyevski’yi güçlü bir manevi ilgi figürü olarak gösteriyor — ki Williams onun hakkında bir kitap da yazmıştır.
Buradan Dostoyevski’nin son ve en büyük romanı Karamazov Kardeşlere geliyoruz. Bu eser, inanç, ahlak ve özgürlük üzerine derin bir keşif; Fyodor Karamazov’un öldürülmesi ekseninde şekillenen ve onun dört oğlunun birbirinden şiddetle farklı bakış açıları ile deneyimleri aracılığıyla, babaya karşı işlenen cinayet, acı çekme ve ahlaki belirsizlik temalarını işler.
Roman, “Büyük Engizisyoncu Efsanesi” adlı meşhur şiiri de içerir. Bu şiir, kötülük sorusuyla boğuşan entelektüel Ivan tarafından, acemi keşiş olan kardeşi Alyoşa’ya anlatılır. İsa, 16. yüzyılın Sevilla’sında yeryüzüne geri döner ve az önce kafirleri yakmış olan Engizisyoncu tarafından tutuklanır. Engizisyoncu, İsa’ya özgürlük konusunda yanıldığını söyler. İnsanlık, eğer çölde Şeytan’ın ayartmalarına boyun eğmiş olsaydı, çok daha mutlu olurdu. Kitleler özgürlüğe tahammül edemez; onların ihtiyacı ekmek, mucizeler ve güçlü bir otoritedir. “Bugün ayaklarını öpen insanlar, yarın tek bir el hareketimle senin odun yığınının kıvılcımını harcamak için koşacaklar.” İsa, Engizisyoncunun bütün bu nutku boyunca sessiz kalır. Sonunda, “kan çekilmiş, doksan yaşındaki dudaklarını sessizce öper.” Engizisyoncu, ürpererek onu serbest bırakır.
Bu şiir, 20. yüzyıl totalitarizminin özüne ve modern liberalizmin merkezinde yer alan özgürlük ile güvenli memnuniyet arasındaki çatışmaya temas eder. Aynı zamanda Huxley ve Orwell gibi yazarların 20. yüzyıldaki distopik edebiyatının da öncülü niteliğindedir. Ayrıca, Dostoyevski’nin dini hakikate yaklaşımındaki zaman zaman paradoksal tavrını da gözler önüne serer: Eleştirmen Konstantin Leontiev, Efsane’yi “güzel bir fantezi” olarak nitelendirirken, bunun Dostoyevski’nin Hristiyanlık hakkındaki “yanlış, sahte ve belirsiz” görüşlerini yansıttığını yazmıştır.
Bu, şaşırtıcı olmamalı; zira her peygamber gibi Dostoyevski de çelişkiler barındırır. Kültürel bağlamı göz ardı etmek mümkün olmasa da, insan ıstırabını bu denli derinlemesine irdeleyen bir yazarın sıradan bir antisemitizmin tuzağına düşmüş olması oldukça can sıkıcıdır. Karamazov Kardeşler‘de Paskalya’da Yahudilerin Hristiyan çocuklarını kaçırıp öldürüp öldürmediğine dair bir soruya Alyoşa’nın verdiği yanıt basitçe şudur: “Bilmiyorum.” Bu, kan iftirasına karşı oldukça yüzeysel bir yaklaşımdır.
Bir de Dostoyevski’nin Katoliklik karşıtlığı meselesi vardır ki, bu Efsanede açıkça görülür ve onun Batı’ya duyduğu antipatiyle iç içe geçmiştir — öyle ki zaman zaman absürt boyutlara ulaşır. Budala romanında Prens Mişkin, Katolik Kilisesi’nin “ateizmden bile daha kötü” olduğu yönündeki görüşü dile getirir; bu, Dostoyevski’nin kendi inancıdır. O, ekümenik bir yazar değildi — ama bu durumun, Hristiyanlık lehine kaleme aldığı edebi savunuların gücünü azalttığını düşünmüyorum.
Tüm bu gerilimlere —ve Ukrayna işgalinin ardından Rus kültürünün bütünüyle boykot edilmesi yönündeki hatalı çağrılara— rağmen, klasik Rus edebiyatı Batı zihninde derin bir etki yaratmaya devam ediyor. Rusya, anti-liberal gelenekleriyle Avrupa’nın içinde yer alsa da, özünde Batılı olmayan bir ülkedir; bu da ona belirgin bir yabancılık ve ötekilik hissi kazandırır. Rusya kimi yönleriyle çok uzak olmayan bir kuzen gibi gelse de, ruhu egzotik, hatta anlaşılmaz bir görünümdedir. Büyük Rus romanlarında yer alan ve ülkenin tarihsel uçurumları eşliğinde keşfedilen tanıdık ama aynı zamanda yabancı ruhsal ve siyasal güçler, kalıcılığını koruyan bir cazibe oluşturur.
Dostoyevski’ye gelince, onun eserlerinde karanlık ve tehlikeli, belki de yozlaşmış bir yan vardır ki bu, onu Tolstoy’dan, Gogol’den, Turgenyev’den bile daha günümüz okurları için anlamlı kılar. Yazılarındaki şiddetli gerçekçilik ve çılgın varoluşçuluk, modern edebiyatın iştahına tuhaf bir şekilde uyum sağlar. Üstelik, ana akım çağdaş siyasetin umutsuz başarısızlıklarından bıkmış genç okurlar için anti-kapitalist tavrı kesinlikle çekicidir. Kısacası, yeni kuşak şüphe çocuklarının uğraşacak pek çok şeyi var.
Kaynak: https://unherd.com/2025/07/why-gen-z-goes-mad-for-dostoyevsky/?us=1