“Seni alçak, başkalarının işine burnunu sokan herif!
Yine bizi rahatsız etmeye, hayatımızı zehir etmeye mi geldin?
Vücutlarımızı tehlikeye atmaya, sürekli yeni kararlar almak için zorlamaya mı geldin?
Çok mutluydum. Çamurda ve tozda debeleniyor, güneşin altında ısınıyor, yemeğimi sarıp içeceklerimi yudumluyor, yerde uyuyor ve horul horul horluyordum. Düşünmekten ve kararsızlıktan kurtulmuştum: ‘Ne yapmalıyım? Bunu mu yapsam, şunu mu?’
Neden geri döndün?!
O eski sefil, iğrenç hayatıma geri döndürmek için mi geldin?”
Bu satırlar denizci Elpenor’un, Odysseus onu domuza dönüştüren lanetten kurtardıktan sonra, Odysseus’un onu insan formuna geri döndürme çabalarına verdiği yanıttır. Çünkü Elpenor yeni haline alışmış ve sevmişti.
Kapitalizm-liberalizm, insanları bu şekilde yaşamaya mı zorluyor?
İnsanlar bu şekilde yaşamayı kabul ediyor mu?
Sadece yiyip içip biraz çalışarak, düşünmeden, sorgulamadan mı yaşıyorlar?
Sadece var olup, eğlenip, alışveriş yapıp tüketerek mi ömür geçiriyorlar?
Zygmunt Bauman (1925-2017)
Polonya asıllı Britanyalı bir filozof ve sosyologdu. 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarındaki çağın ruhunu en keskin şekilde teşhis eden düşünürlerden biriydi. Sadece bir akademisyen değil, aynı zamanda modern toplumun gizli hastalıklarını ve sürekli kaygısını ortaya çıkaran bir “toplum doktoru” gibiydi.
Bauman, Polonya’nın Poznan şehrinde Yahudi bir ailede doğdu. II. Dünya Savaşı ve Holokost deneyimleri, düşüncesinin temel taşlarından biri oldu. Nazilerin işgalinden kaçarak Sovyetler Birliği’ne sığındı. Savaştan sonra Polonya’ya döndü ve Varşova Üniversitesi’nde sosyoloji alanında eğitim verdi. Ancak 1968’de Komünist Parti’nin başlattığı antisemitist kampanya nedeniyle ülkeden ayrılmak zorunda kaldı ve sonunda İngiltere’ye yerleşti. Leeds Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde akademisyen ve başkan olarak görev yaptı.
Bauman, sosyal teori, kültür eleştirisi ve ahlak felsefesi üzerine odaklandı. Temel amacı, Batı toplumlarının “katı modernite”den “akışkan modernite” (Liquid Modernity) dediği yeni bir aşamaya geçişini anlamaktı.
Katı Modernite: Geleneksel modernitede devlet, aile, istikrarlı işler gibi yapılar “katı” ve güven vericiydi.
Akışkan Modernite: Günümüzde bu yapılar “erimiş”, istikrarsız ve geçici hale geldi.
Akışkanlığın Etkileri:
Kimlik: Artık sabit değil, sürekli değişen ve tüketimle şekillenen bir “proje”.
İlişkiler: İnsan bağları kırılganlaştı, kolayca kurulup kopabilen “sıvı aşk”a dönüştü.
Çalışma: Güvencesiz ve geçici işler, sürekli bir kaygı yaratıyor.
Toplum: Umutsuzca aidiyet arayışı içinde olan izole bireyler.
Bauman muazzam bir entelektüel miras bıraktı, ancak en önemli çalışmalarını iki ana eksende özetlemek mümkün:
Holokost ve Modernite Analizi:
- Modernite ve Holokost (Modernity and the Holocaust – 1989):
Bu ikonik kitabında Bauman, Holokost’un geleneksel anlayışını ters yüz etti. Holokost’un modernitenin bir “sapması” veya barbarlığa dönüş değil, bizzat modernitenin mantığının (araçsal akıl, bürokrasi, verimlilik ve ahlaki yabancılaşma) doğrudan bir sonucu olduğunu savundu.
- Sıvılar Serisi Kitapları:
Sıvı Modernite (Liquid Modernity – 2000): Teorisinin temelini attığı, günümüz dünyasının “akışkan” doğasını açıkladığı kurucu kitap.
Sıvı Aşk (Liquid Love – 2003): İnsani ilişkilerin nasıl tüketilebilir ve kırılgan hale geldiğini inceler.
Sıvı Hayat (Liquid Life – 2005): Sürekli değişim ve “yetememe” kaygısıyla yaşanan bir hayatı analiz eder.
Sıvı Korku (Liquid Fear – 2006): Belirsiz ve yaygınlaşan modern korkuları irdeler.
Sıvı Zamanlar (Liquid Times – 2007): Belirsizlik çağında yaşamaya dair bir devam çalışması.
Sıvı Kötülük, Sıvı Ahlak ve Sıvı Gözetim gibi diğer kitaplar da seriyi tamamlar.
Neden Sıvı Modernite Odak Noktasıdır?
Diğer yedi kitaptaki fikirlerin merkezinde bu eser yer alır. Tüm analizler, bu kitaptaki temel argüman etrafında şekillenir.
Bauman Sıvı Modernite adlı kitabına çarpıcı bir soruyla başlar: “Ayaklarımızın altındaki katı zemin hareket eden kumlara dönüşüp, hayatlarımızı inşa ettiğimiz kesinlikler kavurucu güneşin altındaki buz gibi eriyip gittiğinde ne olur?”.
Bauman, bu soruyu yanıtlamak için kitabı şu kavramlar etrafında yapılandırır:
Özgürleşme
Bireysellik
Zaman/Mekân İlişkisi
Çalışma
Topluluk/Toplum
Şimdi bu kavramlara kısaca göz atalım…
Bölüm 1: Özgürleşme… Özgürlüğün Armağanı ve Çaresizliğin Laneti
Bauman, yolculuğuna geleneksel kabulleri sarsan bir soruyla başlar: Özgürlük bir armağan mı yoksa bir lanet mi? Çağdaş dünyada bireye eşi görülmemiş bir seçim özgürlüğü sunulur, ancak bu özgürlük, aynı ölçüde eşi görülmemiş bir çaresizlikle el ele gelir. Bir yandan bize özgürlük bahşedilirken, diğer yandan gerçek bir değişim yaratma gücümüz elimizden alınır. Modern toplum, yalnızca eylemsiz kaldığı sürece eleştiriyi kabul eder; bize egemenlik illüzyonu sunarken, gerçek egemenliğin olmadığı bir dünyada yaşarız.
Bölüm 2: Bireysellik… Tüketimle Kurtuluş ve Yalnızlıkla Yüzleşme
Burada, “ağır” kapitalizm ile “hafif” kapitalizm arasındaki fark ortaya çıkar. Eskinin buyurgan iktidarı çözülmüş, yerini baştan çıkarıcı ve yaltaklanan bir güç almıştır. Böylece birey, kendisini dünyaya karşı yalnız bulur; toplumsal bağların erimesiyle “bireysel kurtuluşundan” tek başına sorumlu hale gelir. Bu boşlukta, tüketim kimliğe dönüşür, alışveriş sepetiyse benliği inşa etme ve güvenliği nesnelerde arama çabasının çaresiz bir ifadesi haline gelir.
Bölüm 3: Zaman ve Mekân… Tüketim Tapınakları ve Yalnızlık Alanları
Sıvı dünyada mekân ve zaman da erir. Kent artık sıcak bir buluşma noktası değil, tehlikeye karşı korunaklı bir uzamdır. Bauman’ın “tüketim tapınakları” terimi, kalabalıkların iletişim kurmak için değil, her bir bireyin kendi tüketim ritüellerine gömülerek yalnızlığını kutladığı yerleri tanımlar. Zaman ise doğrusal çizgisini kaybeder; geçmişe kök salmayan, geleceğe uzanmayan, yalnızca “şimdi”nin uçucu anlarına indirgenir.
Bölüm 4: Çalışma/İş… Kutsal Meslekten Geçici Hazza
Bir zamanlar kimliğin belkemiği olan Çalışma, anlamını yitirmiştir. Artık hayat projelerinin güvenli ekseni değil, geçici görev parçalarından oluşan bir mozaiktir. İş, estetik bir boyut kazanmıştır; “faydalı” olması değil, bireye “haz vermesi” beklenir. Bu akışkanlık, insani bağları da çözerek, “geçici iş” politikalarıyla “geçici hayat” gerçekliğini buluşturur ve tek bir sonuca yol açar: İnsani bağların çürümesi.
Bölüm 5: Topluluk… Parçalanma Çağında Aidiyet Özlemi
Bu yorgun insan nereye kaçar? Eric Hobsbawm’ın dediği gibi, “güvenle aidiyet duyabileceği bir topluluk” arayışıyla çaresizce koşuşturur. Ancak bu son sığınak bile ulaşılamaz gibidir. Güvenlik sağlama rolünden vazgeçen devlet karşısında, en büyük çelişkiyle yüzleşiriz: Ötekinden duyduğumuz korku bizi yalnızlığa iterken, aynı ötekine ruhumuzdaki boşlukları doldurabilmek için muhtaç oluruz.
Sonuç
Makalenin başında okuduğunuz Odysseia’dan Elpenor alıntısını, onunla kapitalizm arasında bir bağ kurmak istediğim için, bilerek en başa koydum. Bence kapitalizm, farklı derecelerde de olsa, bizi hayatta kalmaya devam etmemizi sağlayan bu tercih edilen modele dönüştürmede büyük ölçüde başarılı oldu. “Farklı derecelerde” diyorum çünkü bazılarında mükemmel bir başarı sağlarken, diğerlerinde aynı etkiyi gösteremedi.
Bauman, Sıvı Modernite’de kapitalizmin bize nasıl pazarlama yaptığını, insani bağlarımızı nasıl kopardığını, toplumu nasıl parçaladığını ve onu tek bir amacı ve kaderi olan bir topluluktan, çoğu zaman çelişkili çıkarları olan bireylere dönüştürdüğünü analiz ediyor. Ailevi ve yakın ilişkileri, kalıcı bağlardan ziyade, geçici ve tatmin/arzu üzerine kurulu ilişkilere dönüştürüyor. Bu düşünce tarzı, devletle veya üzerinde yaşadığımız vatanla olan ilişkimizi de derinden etkiliyor. Artık vatandaş ve devlet arasındaki ilişki, çıkar ve hizmet alışverişine dayalı geçici bir ilişki haline geldi. Aidiyet, sadakat, vatanın çıkarı ve kamu yararı gibi kavramlar silikleşti.
Britannica Ansiklopedisi, sıvı ve gaz halindeki maddelerin, hareketsiz durumda bile molekülleri arasında tutunma gücü olmadığını belirtir. Bauman’ın da işaret ettiği gibi, bu yüzden modern çağımıza “sıvı modernite” diyoruz. Bu tanım, çağdaş hayatımızın parçalanmışlığını, dağınıklığını, sürprizlerini ve akışkanlığını mükemmel şekilde yansıtıyor.
Sıvılar kolayca hareket eder, akar, dökülür, dağılır, sızar, taşar, erir ve damlar. Onları durdurmak kolay değildir. Bu yüzden, modernitenin bu aşamasını anlamak için “sıvılık” mükemmel bir metafor haline gelir.
Postmodernite veya sıvı modernite, erimeyi kendi başına bir amaç ve hedef haline getirir. Nihai bir duruma ulaşmayı hedeflemez. Sürekli bir modernleşme üzerine kuruludur; Bauman’ın deyimiyle “takıntılı bir modernleşme”. Her an, bir sonraki ana geçici bir köprüdür. Sonsuz geçici uzlaşmalar vardır, ulaşılacak bir model, varış noktası veya sistem yoktur. Sıvı modernite, sabit bir model olduğuna inanmaz. Tek sabit olan şey değişimdir. Tek kesin olan şey belirsizliktir. Tek katı fikir, akışkanlıktır. Amaç, koşmaya devam etmektir.
Bunu, her şeyin bir son kullanma tarihi olan ve hayatlarımızı sürekli “yenilemeye” çalışan tüketici kapitalizmi teşvik eder. Hayatta kalmanın tek yolu, pazarda kalmaktır. Buradaki “alışveriş” sadece yiyecek, ayakkabı veya arabalarla sınırlı değildir; daha iyi bir yaşam tarzı arayışıdır. Peki “daha iyi” ne demek? Mevcut olandan daha iyi. Ona ulaştığınızda, ondan daha iyisini aramaya başlarsınız. Bu, sürekli bir eksiklik ve yoksunluk hissiyle, bitmeyen bir kaygıyla yaşamak demektir.
Sıvı modernite, bireyin kendi çıkarlarını gerçekleştirme sorumluluğunu üstlendiği bir bireyciliği teşvik eder. Uzun vadeli düşünce yerini kısa vadeli düşünceye bırakmıştır ve bu, işlerimizi ve kişisel ilişkilerimizi etkilemiştir. Sıvı modernitenin akışkanlığı, hayatımızın her alanına sızmıştır.
“Sıvı Modernite” sadece bir kitap değil, çağdaş kaygılarımızın yansıdığı berrak ve acı bir aynadır. Her şeyi saran bu akışkanlığı düşünmeden önce, bizi bilinmeyen bir kaderin içine sürüklenmeden durup düşünmemiz için bir çağrıdır.
Bu yüzden…
Haberler karşısında şaşkına dönüp, dünyanın öbür ucundaki bir ruhun, hiç tanımadığı bir ideoloji adına nasıl kana bulanabildiğini sorguladığınızda… bu kitabın sayfalarına bakın.
Yeni bir telefonun parıltısı sizi cezbettiğinde, elinizdeki henüz eskimeyen telefonun boşluğunu örtmek için… ya da akrabalık bağlarının solduğunu, anıların duvarlarında soluk birer resimden ibaret kaldığını hissettiğinizde… bu kitap sizin teselliniz olacak.
Zamanın nefes nefese koştuğunu, günlerinizin bereketini çaldığını hissettiğinizde… ya da bir eylemin “ne” olduğunu sormadan önce “kim” tarafından yapıldığını merak ettiğinizde… ya da iş güvencesizliğinin gelecek kaygısıyla sizi yaktığında… bu kitabın sayfalarında bir ışık bulacaksınız.
Eğer bu kitaba zaman ayıramayacak kadar meşgulseniz, bilin ki ona en çok ihtiyacı olan sizsiniz. Bu çağın dalgaları sizi sürükleyip götürmeden önce, Zygmunt Bauman’ın düşüncelerinin derinliklerine dalacak bir zaman yaratın.
Kitabın Fikirlerine ve Bu Çağın Bireyinin Acılarına Dair Son Bir Yorum
Ed Sheeran der ki: “Aşkı bulmak için en iyi yer kulüp değildir.” Bu yüzden bara gider ve orada şekillere, bedenlere, kalıplara aşık olur. Maddiyatın ve bencilliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, insanlar temel arzularına ve bedensel hazlarına indirgenir. Hayat, her şeyi yutup çiğneyip tüketip tükürdüğümüz çılgın bir yarışa dönüşür. Doyumsuz bir “daha fazlası” arzusu… “Âdemoğlunun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz.”
Her şey anlamını yitirir ve derin korkular insanlara hâkim olur. Hayat bir cehennemdir ve herkes bu cehenneme maruz kalır: Yetenek cehennemi, beden cehennemi, başarı cehennemi… Ama zaman geçer, ömür tükenir ve piyasa değeri düşer. Peki insanlar ne yapar? Daha açgözlü olurlar. Ölümden ve yaşlanmaktan korkarlar. Gençliğe, güce ve onların görüntülerine taparlar; zamana karşı savaşmak için ellerinden geleni yaparlar. Ama insanın zamanla mücadelesi kaçınılmaz şekilde kaybedilmiş bir savaştır; “İnsan gerçekten ziyandadır”.
Ziyandadır, çünkü zaman akar ve yoluna çıkan her şeyi ezip geçer. Ona direnmek, durdurmak, iptal etmek veya geri getirmek mümkün değildir. Fırsatın yalnızca bir kez geldiği bu dünyada, “kötülük” kavramı her türlü sıkıntıyı kapsayacak şekilde genişler. Her üzüntü, her sıkıntı, her yorgunluk, bastırılması gereken “olumsuz duygular” olarak görülür.
Fakirlik ve hüzün artık ahlaki kusurlardır. “Fakirsen, yeterince çalışmadın demektir. Mutsuzsan, yeterince pozitif düşünmedin demektir.” Ne yazık ki kimse seni tanımak istemez. Derin korkular insanları ele geçirir:
Saçımın dağınıklığı, burnumun büyüklüğü, fazla kilolarım veya göz altımdaki kırışıklıklar hakkında ne düşünecekler?
Arabamı ve Nikaragua seyahatimi kendi sefil ve başarısız hayatlarıyla nasıl karşılaştıracaklar?
Zaman geçiyor, gençliğim soluyor, sosyal statüm düşüyor, hazlarım azalıyor… Yakında hiçbir değerim kalmayacak.
İşte insanları harekete geçiren bu derin korkudur: Zaman korkusu. Başkalarının başarılarından ve görüntülerinden korku. İnsanın sınırlı imkânlarıyla sınırsız arzuları arasındaki uçurumun farkında olmanın verdiği korku.
Bu yüzden, kaçınılmaz sorulardan kaçmak için eğlenceye dalarlar, sonsuz dikkat dağıtıcılar ararlar. İnsanlar, müziğin kendi düşüncelerini duymalarını engellediği gürültülü barlara gider ve yaptıkları tek şey “arkadaşlarıyla konuşmak” olur.
Modern İnsanın En Büyük Korkuları:
Sıradan Olma Korkusu: Farklı hissedememe korkusu. Etraftaki CEO’lar, girişimciler, ünlüler arasında sadece bir “çalışan” veya “sıradan biri” olarak görülme korkusu. Bu, aidiyetin önemini yitirdiği bir dünyada kendini farklı kılma çabasına iter.
Yalnızlık Korkusu: İnsanlar bu korkuyu bastırmak için her türlü davranışa başvurur. Yüksek sesli müzik dinlemek, yalnızlık ve yabancılaşma acısını susturma çabasıdır.
Benliğini Kaybetme Korkusu: Kendimizi başka bir benlikte bulma ihtiyacı doğurur. Ebu Hamid el-Gazali’nin dediği gibi: “İnsan yalnız kendisiyle kaldığında yalnızlık hisseder. Bu yüzden insanlar, yalnızlığın ürpertisinden kaçmak için birbirleriyle bir araya gelir ve meşgul olurlar.”
Eskiden insanlar gruplar halinde toplanır, meşaleler ve fenerlerle davul çalıp canavarları kovalardı.
Bugünse insan yalnız kaldığında televizyonu veya radyoyu açar, sessizliği bozacak sesler arar.
Bu korkuların kaynağı, dijital dünyanın ve sosyal medyanın dayattığı tüketim çılgınlığı ve bireyselliğin yok edilişidir. Kapitalizm, benliğimizi ve kimliğimizi sömürerek vahşileşir ve zenginleşir.
Sonuç olarak: Bu çağın insanı, kimlik ve benlik arayışında kaybolmuş, yalnızlık ve anlamsızlıkla boğuşan bir bireydir.
Ancak bu, dünyaya bakışın tek yolu değildir.
Alternatif Bir Medeniyet Tasavvuru
Başka bir medeniyette: Ölüm son değil, Allah’a kavuşmadır.
Hayat, rekabet ve haz peşinde koşma sahnesi değil, insanın yücelmesi, arınması ve ölüm sonrasına hazırlanması için bir fırsattır.
İnsanların değeri yaşlandıkça düşmez; aksine, yaşlanmak ruhun huzuru, Allah’a yakınlaşma ve O’nun hikmetini alma fırsatıdır. “Yaşlılık bir nimettir.”
Eşyalar sadece tüketim malzemesi değildir. Yemek Allah’ın bir nimetidir ve saygıyı hak eder. “İsraf edenler şeytanın kardeşleridir.”
İnsanın değeri görünüşünde değildir. “Saçı-başı dağınık toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen nice insan var ki Allah adına yemin etse, Allah yeminini yerine getirir.”
Dünyaya aşırı bağlanmak yerilir. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir, her şeyi O’nun adına yapar.
Gayba inanç, insanı gizli hayır işlemeye teşvik eder: “Sağ elinin verdiğini sol elin bilmesin.” Kibir, gurur ve riyadan uzak durur.
İnsanın içi dışı kadar önemlidir. İnsan, insanların değil, yalnızca Allah’ın gözetimini tercih eder.
Duygular “pozitif” ve “negatif” diye ayrılmaz. “Her şey Allah’tandır.”, “O, güldüren de ağlatandır.”
Dünya bir amaç değil, bir araçtır. İnsanlar sevinç ve üzüntüyü dengeli bir şekilde taşır. “Mü’minin hayranlık verici bir hali vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur”.
Kadere rıza vardır. Allah’ın takdirine razı olmak, insanı suçluluk ve kibir duygularından kurtarır.
Benlik her türlü kötülüğün kaynağıdır. “Dinarın ve dirhemin, kadifenin ve işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun!”
Haz peşinde koşmak bir seraptır. “Son varış Rabbinedir.”, “Dönüş Allah’adır.”
Bu güzel değerler, milyonlarca mutsuz insanı kurtarabilecek güce sahiptir..
Bu dünyanın önünde iki seçenek vardır:
Ya Sıvı modernitenin cehennemi ya da İslam..