Amerika Atlantik ve Pasifik Stratejilerini Birleştirmeli
28 Ekim 2024’te, bir grup Güney Koreli istihbarat yetkilisi, Ukrayna’daki savaşta yaşanan çarpıcı bir gelişmeye ilişkin olarak NATO üyeleri ile ittifakın diğer üç Hint-Pasifik ortağı olan Avustralya, Japonya ve Yeni Zelanda’ya bir brifing verdi: Kuzey Kore, Moskova’nın savaş çabalarına destek olmak üzere binlerce askerini Rusya’nın Kursk bölgesine sevk etmişti. Seul’ün en üst düzey istihbarat analistlerini bu brifing için Brüksel’e göndermesi, Kuzey Kore’nin Ukrayna savaşına dâhil olma kararı kadar sarsıcıydı.
Her iki gelişme de yeni bir gerçeğe işaret ediyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin düşmanları, benzeri görülmemiş biçimlerde birbiriyle koordinasyon kurarak Avrasya’da daha bütünleşmiş bir rekabet sahnesi yaratıyor. Buna karşılık, ABD’nin müttefikleri de birleşiyor. Bu çabayı birkaç yıl boyunca bizzat Amerika Birleşik Devletleri yürüttü. 2021’de, Avustralya ve Birleşik Krallık ile bir güvenlik düzenlemesi olan AUKUS’u kurdu. 2022’de NATO, Asya ülkelerini yıllık zirvelerine davet etmeye başladı. Ve 2024’te Japonya, Güney Kore, ABD ve Avrupa Birliği, Çin’in ilaç tedarik zincirleri üzerindeki hâkimiyetini gevşetmek amacıyla bir koalisyon oluşturdu.
Ancak bugün Amerika Birleşik Devletleri, büyük güçler arasındaki rekabete yönelik transbölgesel bir yaklaşımdan vazgeçiyor gibi görünüyor. Mayıs ayında, savunma politikalarından sorumlu müsteşar Elbridge Colby, Britanyalı yetkilileri, planlanmış bir uçak gemisi konuşlandırmasını Hint-Pasifik’e göndermekten vazgeçirmeye çalıştı. Politico’ya konuşan isimsiz bir kaynağa göre Colby’nin tutumu basitti: “Sizi orada istemiyoruz.” Bunun yerine Britanya’nın kendi bölgesine daha yakın tehditlere—yani Rusya’ya—odaklanmasını tavsiye etti.
Washington şu anda Asya ve Avrupa’daki müttefiklerine kendi çevrelerinde kalmalarını salık veriyor—günümüz şartlarına hiç uygun olmayan, eski kafalı bir dış politika anlayışı. Oysa Çin ve Rusya, ihlallerini senkronize ediyor, silah ve teknoloji paylaşımı yapıyor. Birlikte, ABD’nin onlarca yıldır karşılaştığı herhangi bir tehditten çok daha ciddi bir tehdit teşkil ediyorlar. Asya ile Avrupa arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor; bir kıtadaki kriz, diğerinde de dalgalanma yaratıyor. Amerika Birleşik Devletleri, müttefiklerinin inşa etmekte olduğu yeni ağları engellemeye çalışmak yerine, onları etkilemeye çalışmalıdır. Aksi takdirde Washington, oluşmakta olan yeni küresel düzenin kenarında kalabilir.
Birlikte Hareket Etmek
Amerikan üstünlüğü, Asya ve Avrupa’daki güvenliğe bağlıdır. 1940’larda siyaset bilimci Nicholas Spykman, Avrasya’nın kıyı bölgeleri—ya da “kenar kuşak” (rimland)—üzerinde hâkimiyet kurmanın önemine dikkat çekmişti. Şöyle yazmıştı: “Kenar kuşağı kontrol eden Avrasya’ya hükmeder. Avrasya’ya hükmeden ise dünyanın kaderini belirler.”
O zamandan bu yana, Donald Trump hariç her ABD başkanı Spykman’ın bu inancını paylaşmıştır. Hepsi aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi çıkarlarını tehdit edebilecek güçlü bir Avrasya bloğunun yeniden ortaya çıkmasına asla izin vermemesi gerektiğine inanmıştır. Bölgesel güçlerin ABD’ye müttefik olarak ya da ona karşı koordine bir biçimde hizalanması, Amerikan üstünlüğü açısından potansiyel bir tehdit oluşturur. Bu tür hizalanmalar 1910’larda ve yeniden 1930’larda yaşandığında, ABD iki yıkıcı dünya savaşının içine çekilmişti. Dolayısıyla, Amerikan liderleri İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hem Asya hem de Avrupa güvenliğine kendilerini kesin biçimde adamakla kalmadı, aynı zamanda sonraki 50 yılın büyük bölümünü ABD düşmanlarını bölünmüş, müttefiklerini ise ayrı tutmaya çalışarak geçirdi.
Bu yaklaşım, onlarca yıl boyunca Amerikan hâkimiyetini sürdürdü. Ancak artık amacına hizmet etmiyor. Amerika Birleşik Devletleri, bugün bir Avrasya askeri-sanayi bloğunun ortaya çıkması olasılığıyla karşı karşıya. Satın alma gücü paritesine göre dünyanın en büyük ekonomisi olan Çin, adı konulmamış bir ittifak niteliğinde Rusya ile bir ortaklık inşa ediyor. Her iki ülke de güçlü ordulara ve siber saldırılar, deniz trafiğini sekteye uğratma, dezenformasyon kampanyaları gibi hibrit operasyonlar yürütme konusunda yıllara dayanan deneyime sahip. Geçtiğimiz yıl Rusya, Kuzey Kore ile bir karşılıklı savunma anlaşması imzaladı. Çin ise Belarus ve Sırbistan ile ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirdi. Öte yandan Çin ve Rusya, Şanghay İş birliği Örgütü (SCO) ve BRICS gibi yapıları—ki BRICS, ilk beş üyesi olan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın adlarının baş harflerinden oluşur—planlarına meşruiyet görüntüsü kazandırmak için kullanıyor.
Her ne kadar bu dağınık düşmanlar birliği ortak çıkarlardan çok ortak rahatsızlıklardan besleniyor olsa da, Amerika Birleşik Devletleri bu gelişmeleri görmezden gelemez. Washington, bölgeler arası bağlara yatırım yaparak ittifaklarını birleştirmelidir. ABD Başkanı Joe Biden bu ihtiyacın farkına vardı ve “demokratik ittifakların kaslarını güçlendirme” arayışına girdi. Örneğin AUKUS paktı, Atlantik ile Pasifik arasındaki müttefik savunma sanayileri arasında temelden farklı bağlantılar kurmayı hedefleyen iddialı bir girişimdi.
Çin teknolojilerinin ve Kuzey Kore askerlerinin Ukrayna’daki savaş çabalarına destek verdiği bir ortamda, Avrupa’daki ortaklar Asya jeopolitiği karşısında artık kenarda kalamayacaklarını biliyor. Hint-Pasifik ortakları ise bugün Ukrayna’da olanların, yarın Çin’in Tayvan’a yaklaşımını etkileyebileceğini kavramış durumda. Japonya’nın eski dışişleri bakanı Yoshimasa Hayashi’nin de ifade ettiği gibi, Avrupa’daki güvenlik ile Pasifik’teki güvenlik “birbirinden ayrılamaz.” Son yedi yıl içinde Fransa, Almanya, Hollanda, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği, dayanıklı tedarik zincirleri kurmak ve seyrüsefer özgürlüğünü korumak amacıyla Asyalı demokrasilerle işbirliğini vurgulayan yeni Hint-Pasifik stratejileri hazırladı. 2021’de Almanya ve Hollanda, onlarca yıl sonra ilk kez Hint-Pasifik’e fırkateyn sevk etti. Almanya merkezli düşünce kuruluşu Kiel Enstitüsü’ne göre Japonya, Ukrayna’ya ikili ekonomik ve insani yardım göndermede Finlandiya, Fransa veya Polonya’yı geride bırakmış durumda.
Ocak ayından bu yana Amerika Birleşik Devletleri, Asya ve Avrupa’daki ortakları arasındaki giderek artan bağlara karşı direnç gösteriyor. Eylül ayında Trump, Çin ile Rusya arasında ABD’ye karşı bir eksen oluşmasından “hiç endişe duymadığını” söyledi. Asya’nın en büyük yıllık savunma konferansı olan 2025 Shangri-La Diyaloğunda, ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Avrupa’daki müttefiklerinin “kendi kıtalarındaki karşılaştırmalı üstünlüklerini en üst düzeye çıkarmaları” gerektiğini belirtti ve “NATO’daki N harfinin ‘Kuzey Atlantik’i temsil ettiğini” hatırlattı. Pentagon yetkilileriyle Avrupalı müttefikler arasında yapılan görüşmelerin özetlerinde artık Hint-Pasifik güvenliğinden söz edilmiyor—oysa bu konu önceki birkaç yılın görüşmelerinde sıkça yer buluyordu. Amerika Birleşik Devletleri ile Asya ülkeleri arasında yapılan görüşmelerde de artık Ukrayna’daki barışın önemi dile getirilmiyor. Haziran ayında, son üç yılda ilk kez, Hint-Pasifik liderleri NATO zirvesine katılmadı; oysa ülkeleri Avrupa savunmasına önemli katkılar sağlamıştı.
Trump yönetimi, özellikle Avrupa’daki müttefiklerinin kendi arka bahçelerinde kalmalarını ve kendi güvenlikleri konusunda daha fazla sorumluluk üstlenmelerini istiyor gibi görünüyor. ABD ise Batı Yarımküre’de düzeni sağlamak, kendi topraklarını savunmak ve küresel taahhütlerini sınırlamakla meşgul. Ancak ABD’nin hasımları, teknolojik ve askeri kaynaklarını öyle şekillerde paylaşıyor ki bu durum tek tek müttefiklerin gücünü tüketebilir ve bölgesel çatışmaların süresini uzatabilir. Dahası, Çin ve Rusya dünya genelinde siber, uzay ve diğer araçları devreye sokarak, herhangi bir krizin sadece tek bir coğrafi bölgeyle sınırlı kalma ihtimalini azaltıyor.
Asyalı ve Avrupalı müttefiklerin birbirinden yalıtılması, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve dostlarını daha zayıf kılacaktır. Çok cepheli bir kriz olasılığı giderek artıyor. Washington ve müttefiklerinin, farklı bölgelerdeki birden fazla düşmanı caydırmaya hazırlıklı olması gerekiyor. Bu ülkelerin birleşik bir cephe oluşturma yetisi—ya da bu yetiden yoksun oluşu—Pekin ve Moskova’daki liderlerin hesaplarını şekillendirecek. Amerika’nın dostları ve düşmanları konumlarını yeniden belirliyor. Washington kenarda oturmayı seçebilir ya da şekillenmekte olan düzene yön vermeye çalışabilir.
Çifte Sorun
Çin ve Rusya, Amerika Birleşik Devletleri’nin hazır olmadığı biçimlerde işbirliği yapıyor. Bu iki ülke, hem kendi aralarındaki ilişkiyi hem de sırasıyla Kuzey Kore ve İran’la olan ortaklıklarını kullanarak sorun çıkarıyor. Asya ve Avrupa’da, Pekin ve Moskova, ABD’nin müttefiklerini yıldırmak, onların askeri kapasitesini zayıflatmak ve AB, G-7 ile NATO gibi demokratik yapıların birlikteliğini ve etkinliğini sorgulatmak için “gri bölge” operasyonları yürütüyor. Örneğin Çin ve Rusya, Japonya ve Güney Kore’yi ortak hava devriyeleriyle taciz etmeye çalıştı. Avrupa yetkilileri, Baltık Denizi’ndeki deniz altı kablolarını sabote ettikleri şüphesiyle Çin ve Rusya bağlantılı gemileri soruşturdu. Avrupa Politika Merkezi’ne göre, Çin ve Rusya’nın çevrim içi dezenformasyon kampanyaları artık “hem taktikler hem de hedefler bakımından giderek daha fazla örtüşüyor.” Örneğin, Çin ve Rusya devlet medyası birbirlerinin anlatılarını pekiştiriyor; bu çerçevede Ukrayna savaşının suçunu NATO’ya yükleyen söylemler ile COVID-19 pandemisine ilişkin komplo teorileri yayılıyor.
Çin ve Rusya aynı zamanda, gelecekteki savaşları şekillendirecek biçimde kapasitelerini bütünleştiriyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya yıllardır süren bombardımanı, Çin, İran ve Kuzey Kore’den gelen silahlar, teknolojiler ve personel olmadan mümkün olamazdı. Amerikan yetkililerine göre Moskova, daha önce paylaşmaya yanaşmadığı gizli teknoloji, denizaltı, füze ve uydu sistemlerini şimdi Pekin ve Pyongyang’a göndererek bu desteğin karşılığını ödüyor. ABD istihbarat camiasının en son tehdit değerlendirmesi, bu güçlenen hizalanmanın “Amerika Birleşik Devletleri’nin bu ülkelerden biriyle yaşayacağı bir gerilim ya da çatışmanın, diğerini de içine çekme ihtimalini artırdığı” uyarısında bulunuyor. 2024’te eski üst düzey sivil ve askeri yetkililerden oluşan iki partili bir kongre komisyonu da benzer şekilde, Amerika’nın Rusya, Çin, İran veya Kuzey Kore ile doğrudan bir çatışmaya girmesi hâlinde, bu ülkenin diğerlerinden ekonomik ve askeri destek alacağını varsayması gerektiği sonucuna vardı.
Çin ve Rusya, bölgesel çatışmaları uzun süre sürdürebilecek kapasiteye sahip hale geliyor. Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri, bu tehdidi yönetmeye ancak kendileri de askeri iş birliği içinde olurlarsa hazır olabilir. Neyse ki Washington’ın dostları zaten bunu yapmaya başlamış durumda. Rusya, Ukrayna’ya saldırısını sürdürmek için Çin ve Kuzey Kore’den yardım alırken, NATO da Ukrayna’nın savunmasını sürdürebildi çünkü Avustralya, Japonya ve Güney Kore, sessizce ABD’nin 155 milimetrelik top mermileri ve Patriot füzesi stoklarını doldurdu. Benzer şekilde, Avrupa’nın Hint-Pasifik bölgesine yaptığı sınırlı konuşlandırmalar, özellikle ABD gemilerinin Orta Doğu ve başka bölgelere kaydırıldığı bir dönemde, Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı çevresinde müttefik varlığını sürdürmeye yardımcı oldu.
Bu girişimler iyi bir başlangıç olsa da, ABD ve müttefiklerinin Çin ve Rusya’ya karşı koymak için bundan çok daha fazlasını yapması gerekecek. Çin’in ya da Rusya’nın birbirine yardım etme/destek olma, çok cepheli bir çatışma riskini de artırıyor. Temmuz ayında NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Tayvan üzerine çıkacak bir krizde Çin’in, Washington ve ortaklarını Avrupa’da meşgul etmek için Rusya’dan “NATO topraklarına saldırarak dikkat dağıtmasını” isteyebileceği uyarısında bulundu. Moskova ayrıca, Avrupa’daki enerji şebekelerine siber saldırılar gibi kinetik olmayan yollarla ülkeleri Tayvan’a yardım etmekten caydırabilir. Müttefik ordular ve savunma planlayıcıları, çok cepheli bir savaş olasılığını birlikte ele almalıdır. Amerika Birleşik Devletleri ve ortakları, başkentleri arasında gerçek zamanlı bilgi paylaşımını artırarak, kritik altyapılarındaki zafiyetleri azaltarak, enerji piyasasında oluşacak şoklara karşı planlama yaparak ve uzay ile siber kapasitelerini entegre ederek işe başlamalıdır.
Amerika Birleşik Devletleri ve dostları ayrıca, birbirlerinin cephaneliklerindeki açıkları kapatmak için savunma sanayi üretimini de eşgüdümle yürütmelidir. Uzun menzilli taarruz silahları, mühimmat ve insansız hava araçlarının toplam üretimi, önümüzdeki beş yıl içinde iki katına çıkarılmalıdır. Eğer ABD ve müttefikleri kaynaklarını birleştirmezse, gelecekteki bir çatışmada kritik mühimmat sıkıntılarıyla karşı karşıya kalabilirler. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından yürütülen harp oyunları, Amerika’nın Tayvan üzerinden Çin ile çıkacak bir savaşta mühimmatlarının ilk sekiz gün içinde tükenebileceğini ortaya koymuştur. ABD ve ortakları, yalnızca Pekin’in askeri-sanayi kapasitesiyle baş edebilmek için bile kaynaklarını birleştirmek zorundadır. Rusya Çin’e mühimmat gönderirse, ABD müttefiklerinin kolektif kaynaklarını kullanma gerekliliği daha da artar.
Washington, Avrupa ve Hint-Pasifik bölgelerinde mühimmat fabrikaları kurmak için çalışmalıdır; böylece ABD’nin düşmanlarının ikmal hatlarını kesme ihtimali azaltılmış olur. Aynı zamanda, müttefik ülkelerde ABD platformlarına yönelik daha fazla bakım, onarım ve revizyon (MRO) tesisi kurulmalıdır; bu tür tesisler, bir kriz anında Amerikan kuvvetlerinin hazırlık ve caydırıcılığını artıracaktır. Washington ve ortaklarının, yetenekleri bölgeler arasında hızla konuşlandırma konusunda da pratik yapmaları gerekir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Kanada, Fransa, Japonya, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve ABD’nin iki yılda bir düzenlediği Mobility Guardian tatbikatına daha fazla Avrupa ve Hint-Pasifik müttefikini dâhil etmelidir; bu tatbikatta birlikler ve silahlar uzun mesafelere taşınarak konuşlandırma senaryoları test ediliyor.
Grup Sohbetinden Dışlanmak
ABD’nin müttefikleri, artık daha yakın iş birliğine ihtiyaç duyduklarının farkında. Aslında Asya ve Avrupa’daki ortaklar, uzun süredir Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı bir tür güvence olarak birbirlerine yöneliyor. Washington güvenilmez ya da öngörülemez hale geldiğinde, Asya ile Avrupa arasındaki bağlar güçlenme eğilimi gösteriyor. İlk Trump yönetiminin serbest ticaretten geri çekilmesi, Avrupa Birliği’nin Japonya ve Vietnam’la kapsamlı ticaret anlaşmaları imzalamasına yol açtı. İkinci Trump yönetimi döneminde ise AB, Hindistan ve Endonezya ile yeni ticaret anlaşmalarını sonuçlandırmak üzere. Temmuz ayında Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto ile yan yana duran Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “ekonomik belirsizlik jeopolitik dalgalanmayla buluştuğunda, bizim gibi ortakların birbirine daha da yakınlaşması gerekir” dedi.
Çin-Rusya iş birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin tutarsız dış politikası nedeniyle, Atlantik ve Pasifik’teki ülkeler daha önce benzeri görülmemiş ölçekte güvenlik meselelerinde hizalanıyor. 2023 yılında Japonya ve Birleşik Krallık, ortak eğitim ve dönüşümlü konuşlanmaların önünü açan bir anlaşma imzaladı. Fransa ve Filipinler de benzer bir anlaşmayı değerlendiriyor. Aynı yıl, Avustralya, harekât amaçlı deniz ve hava taşıma kapasitesinin ortak kullanımına imkân tanıyan bir lojistik organizasyon olan Avrupa Hareket Koordinasyon Merkezine (Movement Coordination Centre Europe) katılan ilk NATO dışı ülke oldu. Kasım 2024’te Avrupa Birliği, hem Japonya hem de Güney Kore ile yeni güvenlik ve savunma ortaklıkları imzaladı—bu, Brüksel’in Asyalı ortaklarla ilk kez böyle bir iş birliğine gittiği anlamına geliyor.
Washington, bu iş birliklerine direnmek ya da onları küçümsemek yerine, yön verici bir rol üstlenmelidir. Avrupa liderleri, uzun vadede Asya’nın Kapsamlı ve İlerlemeci Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşmasına (Comprehensive and Progressive Agreement for Trans-Pacific Partnership – CPTPP) katılma isteklerini açıkça dile getirdi. Bu da, küresel GSYİH’nin yaklaşık %30’unu temsil eden bir ticaret bloğunun dışında kalma riskini Washington açısından doğurabilir. Ancak Amerika hâlâ dijital gizlilik kuralları ya da yapay zekâ düzenlemeleri gibi alanlarda cazip alternatifler sunarak ya da ortaklarla standartları uyumlu hale getirerek, uluslararası ticaretin yönünü belirleme imkânına sahiptir.
Dost ülkelerden oluşan daha bütünleşik bir blok, Washington açısından aslında bir kazanç olabilir. ABD’nin müttefikleri nihayet küresel yük paylaşımında sorumluluk almaya başlıyor. Örneğin Fransa, Hindistan ve Avrupa Birliği, Hint Okyanusu’nda deniz gözetimini artırmak üzere iş birliği yapıyor. Almanya, Güney Çin Denizi’nde Çin’in saldırganlığıyla karşı karşıya olan ülkelerden Filipinler’e denizcilik eğitimi sunuyor. Ve Avustralyalı askerler, Birleşik Krallık’ta Ukraynalı askeri personelin eğitimine katıldı.
Ancak müttefikler arasındaki diğer bazı eşgüdüm biçimleri, Amerika Birleşik Devletleri için riskli olabilir. İtalya, Japonya ve Birleşik Krallık birlikte yeni bir savaş uçağı tasarlıyor—bu da gelecekteki ortak projeler için bir test alanı niteliğinde. On yıllar boyunca müttefiklerin birlikte çalışabilirliği (interoperability), büyük ölçüde Amerikan teknolojilerine dayanıyordu. Eğer Asyalı ve Avrupalı müttefikler kendi sistemlerini geliştirirse, bu tür bütünleşmeler daha da zorlaşabilir. Ayrıca Amerikan uzmanlığı olmadan bu müttefik varlıklar, küresel rekabette daha az etkili kalabilir.
Eğer Amerika Birleşik Devletleri, müttefiklerinin kurduğu yeni grup ve kurumlara katılmaktan geri durursa, uluslararası ticaret ve güvenlik kurallarını belirleme şansını kaybedecektir. Avrupa Birliği ve CPTPP üyeleri, dijital ticaret kurallarını Asya ve Avrupa genelinde Amerika’nın katılımı olmaksızın uyumlaştırma yönünde ilgi göstermiş durumda. Bu tür ağlar zamanla ABD politikasına daha doğrudan karşı çıkacak ya da Çin ve Rusya’nın hedeflerine karşı daha yumuşak bir tutum benimseyecek biçimde şekillenebilir. Asya ve Avrupa’daki ülkeler, Çin yatırımları ve teknolojileri için daha elverişli ortamlar yaratabilir; Tayvan’la henüz filizlenmekte olan iş birliklerini sonlandırabilir ya da Ukrayna’ya verdikleri desteği yumuşatabilir. Ayrıca bu ülkeler, 5G ve 6G gibi Çin’in telekom altyapılarını benimseyerek Pekin’in istihbarat operasyonlarına açık hale gelebilir ya da Çin’in baskı uygulama alanını genişletebilir. Washington, bu olumsuz sonuçların bazılarını engelleme kapasitesine hâlâ sahip—yeter ki masadaki yerini korusun.
Yeni Blok Sahnede
Amerika Birleşik Devletleri’nin müttefikleri ve hasımları arasındaki yeniden hizalanma, ABD üstünlüğünü mümkün kılmış olan kurumları zayıflatabilir. Her ne kadar Amerika’nın sanayi merkezleri II. Dünya Savaşı’nı kazanmak için gereken gücü sağlamış olsa da, Soğuk Savaş boyunca ABD üstünlüğünü pekiştiren asıl unsur, Washington’ın uluslararası kuralları belirleme becerisiydi. Çin ve Rusya, bu gücün farkında ve onu kendileri için istiyor. Şanghay İş birliği Örgütü (SCO) ve BRICS gibi bölgeler arası kurumlar, çok taraflı iş birliği alanında Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere geleneksel uluslararası kuruluşların yerini almaya başladı. Bu yapılar aracılığıyla Çin ve Rusya, yeni finansal araçlar ve devlet kontrollü siber güvenlik modelleri geliştiriyor.
SCO’nun Eylül ayında Tianjin’de düzenlediği zirve, Amerika Birleşik Devletleri açısından riskin boyutlarını gözler önüne serdi. Aralarında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin de bulunduğu 20’den fazla dünya liderinin katıldığı bu zirvede Çin lideri Şi Cinping, hükümetinin “birkaç ülkenin belirlediği ev kurallarının” küresel düzene hâkim olmasına izin vermeyeceğini açıkça dile getirdi. SCO ülkeleri, BRICS’in öncülüğünde kurulan benzer bir yapının ve Çin’in Asya Altyapı Yatırım Bankasının yanı sıra, yeni bir kalkınma bankasının kurulacağını açıkladı. Ayrıca emniyet, terörle mücadele ve uyuşturucuyla mücadele konusunda bölgede yeni koordinasyon merkezleri kurulacağı ilan edildi. Pekin bu toplantıyı, Küresel Yönetişim Girişimini duyurmak için de kullandı; bu girişim, Batı’nın küresel kurumlardaki etkisini sulandırmayı hedefliyor.
SCO ve BRICS gibi yapılar on yıllardır varlığını sürdürüyor; ancak Çin ve Rusya açısından kimi zaman sınırlı sonuçlar vermiş olmaları, bu kurumların ciddiye alınmasını zorlaştırmıştı. Orta Asya’daki üye devletler, hem Pekin’e hem de Moskova’ya aşırı bağımlı olmaktan kaçınıyor. Üyeler her zaman aynı çizgide de olmayabiliyor. Örneğin Hindistan ve Pakistan SCO üyesi olsa da hâlâ derin bir rekabet içindeler. Bu sınırlamalara rağmen, bölgeler arası örgütler Çin ve Rusya’ya yeni bir dünya düzeni kurmakta avantaj sağlıyor.
Çin ve Rusya, başında oldukları kurumlar üzerinde, Amerika’nın Birleşmiş Milletler veya G-20 üzerindeki etkisinden çok daha fazla güce sahip. Pekin ve Moskova, Avrasya merkezli kurumları Batı karşıtı yeni girişimlerin deneme alanı olarak kullanıyor ve fikirlerine küresel meşruiyet kazandırmak için bu kurumların görünürlüğünden yararlanıyor. SCO ve BRICS, son yıllarda yeni diyalog ortakları kabul ederek Çin ve Rusya’nın yalnızca Avrasya’da değil, aynı zamanda sözde Küresel Güney genelinde liderlik ve etki iddiasında bulunmasına imkân tanıyor.
Bu kurumların pratik etkileri her zaman gözle görülür olmayabiliyor. Ancak ayakta kalmaları ve büyümeleri, Pekin ve Moskova’nın Batı standartlarına ve ticaret uygulamalarına yönelik memnuniyetsizlikten sistemli şekilde yararlandıklarını gösteriyor. Pekin, Afrika, Asya ve Avrupa genelinde kalkınma harcamalarını yönlendirerek muazzam bir nüfuz kazandı. Dünya henüz ABD dolarını terk etmeye yakın olmasa da, SCO ve BRICS dolarizasyonu azaltmayı hızlandırmaya çalışıyor. Üyeleri, para birimlerini takas ediyor ve sınır ötesi ödeme anlaşmaları imzalıyor.
Çin ve Rusya’nın dünya düzenini yeniden şekillendirme çabaları, Amerika’nın müttefiklerini endişelendirdi ve onları yeni ve güçlü şekillerde bir araya gelmeye teşvik etti. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik topyekûn işgali sonrasında NATO, Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore ile ilişkilerini derinleştirdi. Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nden oluşan Beş Göz (Five Eyes) istihbarat ittifakı, bilgi paylaşımını artırmak ve tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlamak için yeni adımlar attı. G-7, düzenli olarak Avustralya, Hindistan ve Güney Kore’yi zirvelerine davet ediyor.
Trump yönetimi bu ivmeyi kullanarak müttefikleri daha fazla sorumluluk almaya teşvik edebilir. G-7 Plus, çatışmalardan etkilenen ülkelerden oluşan bir hükümetler arası organizasyon olarak, stratejik madenlerin güvenliği ya da uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gibi konularda iş birliği için bir platform haline gelebilir. Amerika’nın üyesi olduğu iki Quad grubu—biri Hint-Pasifik’te Avustralya, Hindistan ve Japonya ile; diğeri Avrupa’da Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık ile—bir araya getirilerek ihracat kontrolleri, sanayi politikaları ve teknoloji geliştirme alanlarında iki bölgenin koordinasyonu sağlanabilir.
Amerika Birleşik Devletleri katılsın ya da katılmasın, müttefikleri birbirleriyle çalışmaya devam edecek. Ancak Washington olmadan tam potansiyellerine ulaşamazlar. Seksen yıl önce, küresel düzeni kurmak için cesur bir Amerikan liderliği ve diplomasisi gerekiyordu. Bugün aynı düzeyde yenilikçi bir liderliğe ihtiyaç var. Önceki döneme göre inşa edilmiş olan ABD ittifak sistemi, hasımların yeni hizalanmasını yansıtacak biçimde yeniden yapılandırılmalı. Trump, ortakları savunma harcamalarını artırmaya zorlamanın ötesinde, ittifakları canlandırmaya ya da yeniden tasarlamaya yönelik pek az ilgi gösterdi. ABD’nin müttefikleri bugün artık daha güçlü olsa da, yeni kabiliyetlerini entegre etmeye dönük net bir stratejiden hâlâ yoksun. Amerikan liderliği olmadan, müttefik koalisyonlar Pekin ve Moskova’ya başarıyla karşı koyacak güce sahip olmayabilir.
Amerika Birleşik Devletleri, Çin-Rusya hizalanmasını tek başına yönetemez. Ancak Washington, Avrasya’da bu hizalanmadan doğacak herhangi bir çatışmayı da göz ardı edemez. Amerikan müttefikleri ilişkilerini Washington ister kabul etsin ister etmesin hızla dönüştürüyor; bu ağlar, Amerika’nın bu ilişkilerle nasıl etkileşime girdiğine bağlı olarak ABD çıkarlarına hizmet de edebilir, zarar da verebilir. Eğer Amerika Birleşik Devletleri, Asya ve Avrupa’daki ortaklarıyla ilişkilerini yeniden şekillendirmezse, hızla değişen küresel düzenin kenarında kalma riskiyle karşı karşıya kalır.
Kaynak: https://www.foreignaffairs.com/united-states/new-eurasian-order-smith-ford
