Yasaklı Ayin Ve İcat Edilen “Tasavvuf Musıkisi”

Rahmetli Nezih Uzel’den öğrendiğimize göre Cumhuriyet Dönemi’nde kamusal alana yansıyan ilk “Mevlevi Ayini” anma etkinliği 1953’te Konya’da bir sinema sahnesinde yapılmış. Ondan evvel yasak olduğu malum. “İlim adamları, yazarlar, bilge kişiler tarafından konferanslar”ın verildiği bu etkinlikte sanatçı Sadi Hoşses beraberindeki bir heyetle Ankara’dan gelerek Mevlevi kıyafeti giymeden Naat-ı Mevlana okumuş ve bu sırada ilk kez iki semazenin klasik kıyafetleri “tennure, destegül, hırka ve sikkeleri” üzerinde iken sahneye çıktığını anlatıyor Uzel. Bir sonraki yıl ise semazenler ile beraber “mutrıb” denilen müzisyenler de Mevlevi kıyafeti giyerek sahnede yer almışlar.
Ekim 22, 2025
image_print

Rahmetli Nezih Uzel’den öğrendiğimize göre Cumhuriyet Dönemi’nde kamusal alana yansıyan ilk “Mevlevi Ayini” anma etkinliği 1953’te Konya’da bir sinema sahnesinde yapılmış. Ondan evvel yasak olduğu malum. “İlim adamları, yazarlar, bilge kişiler tarafından konferanslar”ın verildiği bu etkinlikte sanatçı Sadi Hoşses beraberindeki bir heyetle Ankara’dan gelerek Mevlevi kıyafeti giymeden Naat-ı Mevlana okumuş ve bu sırada ilk kez iki semazenin klasik kıyafetleri “tennure, destegül, hırka ve sikkeleri” üzerinde iken sahneye çıktığını anlatıyor Uzel. Bir sonraki yıl ise semazenler ile beraber “mutrıb” denilen müzisyenler de Mevlevi kıyafeti giyerek sahnede yer almışlar. Uzel, 1954 ve 55’i sema geleneğinin “tam kıvamını bulduğu yıllar” olarak değerlendiriyor. Demokrat Parti yılları yani.

1953’te bürokratik heyet ve toplum karşısına çıkan “Şeb-i Arus” törenlerindeki ağırlıklı kadronun ise Yenikapı Mevlevihanesi’nin tedrisatından geçenlerce oluşturulduğunu, bu heyet içerisinde ise sema’nın nasıl olması gerektiğini en iyi bilen kişinin de Yenikapı ve Galata’ta kudüm vurmuş, o dönem önemli Mevlevi büyüklerinden Zekaizade Ahmet Efendi, Rauf Yekta ve Ahmet Avni Konuk’tan dersler almış Sadeddin Heper olduğunu not düşer (Nezih, Uzel, HaberTürk Tarih eki, 30 Ocak 2011, S 36). Ki, Orhan Okay’ın da Türk Edebiyatı dergisinin 1955 yılı Şubat ayındaki sayısında aynı önemi vurgulayıp “On yedi Aralık, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin altı yüz seksen birinci ölüm yıldönümü idi. İhtifalleriyle, hususi radyo programlarıyla, Mevlana ayinleriyle şimdiye kadar görmediğimiz, alışığı olmadığımız bir Mevlana haftası geçirdik” (Türk Edebiyatı, Şubat 1955, S 2) diye yazdığını görüyoruz.

Amerikalılar “derviş” görmek isteyince

Neyzen Kudsi Erguner’in, DP döneminde gerçekleştirilen bu ilk anma etkinliklerinin nasıl başladığı ile ilgili aktardığı bilgilerin de ilginç olduğunu söyleyelim. Soğuk Savaş yıllarına girilmesi ile gelişen Türkiye-ABD ilişkilerinin uzantısı olarak ülkemize gelen Amerikalı heyet için “o güne dek ziyareti dahi yasak olan Konya’daki Mevlana türbesi” gezdirilirken yabancı subay eşlerinden birisi dervişleri de görmek ister. Talep karşısında heyete rehberlik yapan görevliler için Erguner “panik” yaşandığını ve “eteklerinin tutuştuğunu” anlatıyor. Neticede bir derviş grubu bulunmaya çalışılır ve Ankara’da görev yapan neyzenler, askerî eczacı yüzbaşı Halil Can, harita subayı Selami Bertuğ ve kudümzen Sadettin Heper bir araya getirilerek Amerikalı misafirlere Mevlevi müziği örneği sunulur. Müzisyenler arasında Erguner’un o sırada üsteğmen olan babasının da bulunduğunu öğreniyoruz. Gerçekleşen bu gösteriden sonra Konya’nın DP’li Belediye Başkanı ile dönemin valisi arasında gerginlik yaşanmasına rağmen ertesi yıl Mevlana gecesi düzenlenerek günümüze uzanan tarihsel hat bir şekilde başlatılmış olur.

Tabii o yıllarda Mevlevi müziği ile ilgili Konya’da yeterli müzik çevresi olmadığı için İstanbul’un imkânlarından yararlanıldığını, müzisyenlere Mevlevi kıyafetleri konusunda ise Kenan Rufaği’ye bağlı cemaatin yardımları dokunduğunu belirtiyor Erguner. Ayin başlamadan evvel Konya valisinin katılımcı heyete karşı “Bu bir gösteridir, eğer birinizin Allah dediğini görür veya hissedersem derhal iptal ederim.” cümleleriyle tehditte bulunduğundan da bahseder Erguner (Ayrılık Çeşmesi, 2016: 86).

 

TRT’de denetimi aşmak için “Tasavvuf Musıkisi” terimini üreten Rahmetli Ergun Balcı

 

1975’te İcat edilen “Tasavvuf Musıkisi”

 İşte bu ve benzeri zorlukları aşmak için 1970’li yıllarda çare olarak, Ankara radyosunda Mevlevi müziğini de içeren bir “ilahi korosu” kurmayı amaçlayan Ahmet Hatipoğlu, radyocu Ergun Balcı’nın önerisi üzerine yasakçı zihniyeti ürkütmeyecek “Tasavvuf” kelimesinden yararlanıp “Tasavvuf Musıkisi” tanımını sürer ortaya. Gelenek içerisinde böyle bir tabir ve tanım kullanılmamasına rağmen yasağı aşmaya çabalayan bir gayret olarak Hatipoğlu’ndan günümüze uzanan bu isimlendirme için adeta “geleneğin icadı” değerlendirmesinde bulunabiliriz.

“Tasavvuf Müziği” adını icat eden kişinin ise o yılların önemli radyocularından Ergun Balcı olduğunu yineleyelim. Balcı şöyle anlatır o yılları: “Eskiden tasavvuf müziği diye bir şey yoktu. Radyoda sınırlı ilahiler okunuyordu ama böyle bir isim yoktu. Dış yayınlar denetim dışıydı. Birkaç ilahi yayınladık. Çok güzel tepkiler aldık. Radyoya mektuplar yağdı. Ahmet Hatipoğlu ile dedelerimiz, ninelerimizin söylediklerinden repertuar oluşturduk. 1965-67 arasında bu şekilde 150 yayın yaptık. Dinî Yayınlar Müdürü Faruk Ermemiş bu kayıtları kullanmak istedi. Dini yayın tanımı tepki alacaktı. Madem tasavvuf edebiyatı var, neden tasavvuf müziği olmasın diye düşündüm ve bu türe tasavvuf müziği isini koydum, kabul edildi ve 1975’ten itibaren bu isimle anılmaya başlandı. İlk tasavvuf müziği korosu da böylece tambur ve vokal Ahmet Hatipoğlu, ney Arif Biçer, kemençe İhsan Özgen ve ritmde benden oluştu. 1977’de dönemin Ankara Radyosu Program Müdürü Gökçek Solok’un imzasıyla sadece erkeklerden kurulu Türk Tasavvuf Müziği Korosu yayın ve konserleri başladı” (Ergun Balcı ile Selim Efe Erdem’in gerçekleştirdiği söyleşiden, Star Pazar eki, 28 Nisan 2013).

“Buraya yobaz müzik giremez”

Süreç içerisinde kamusal alanda daha çok görülmeye başlanan “Mevlevi Ayini” karşısında kimi zaman direnç göstermeye devam eden yerleşik bürokrasinin dışında Ankara Üniversitesinde 1960’ların sonuna doğru yaşanan bir olaydan da bahsetmek gerekli. Tanbur üstadı Erol Sayan’ın o yıllarda kurduğu 125 kişilik Türk Musıkisi korosunun Dil Tarih’te konser vereceği duyulunca fakültenin sol görüşlü öğrencileri “Buraya yobaz müzik giremez. Bu konseri sabote edeceğiz” tehdidinde bulunurlar. Konser başlarken solcu öğrencilerin sahneyi basacağı, 150 kişilik bir başka solcu öğrenci grubunun da dinleyici koltuklarından “yuh” çekerek engelleyeceklerini öğrenen Sayan, Ankara’daki “Teknik okulda ne kadar boksör, güreşçi varsa” güvenlik için topladıklarını ama koro “Ya Hazreti Mevlana” diye eserlere giriş yaptıkları andan itibaren salonda “çıt çıkmadığını” ve gelenlerin çok etkilendiklerini anlatır (Sayan, -Erol Sayan ile Selim Efe Erdem’in yaptığı söyleşiden, Star Pazar Eki, 16 Eylül 2012).

Geleneksel Türk müziğinin modernleşmesi meselesinde Mevlevihanenin katkısı bulunduğu hatta resmi ideolojinin müzik üzerindeki müdahaleci ve yasaklamayı tercih eden tutumu olmasa Osmanlı’dan Cumhuriyete sağlıklı bir aktarımın yapılabileceği de iddia edilebilir. Bunun en büyük delili sanırım, Mevlevi müziğinin yerleşik sazları yanına bir müddet sonra Galata Mevlevihanesi’ndeki icralara piyanonun dahil edilmesidir (Cinuçen Tanrıkorur, Osmanlı Dönemi Türk Musıkisi, 2011: 27). Ki, Mevlevi tekkelerinden yetişmelerine rağmen daha sonraları yerleşik üslubun dışında da başka müzikal arayışlara kapı aralayan neyzenlerin her zaman var olduğunu görüyoruz. Üstat neyzen Aka Gündüz Kutbay’ın dünyaca öneme sahip perküsyoncumuz Okay Temiz ile caz icralarına dahil olması ve bu müziğe Doğu’ya has mistik aura katması, Türkiye dışında yaşayan ve Mevlevi müziği geleneğinden gelen Kudsi Erguner’in başta “Sufi Jazz Project” çalışması olmak üzere bu tür birçok albüm yayınlaması, konserler vermesi, Yansımalar grubunun üretimleri vs. bu bağlamda değerlendirilmeye müsaittir. Ya da Türk caz müziğinin önemli isimleri Erol Pekcan, Tuna Ötenel, Kudret Öztoprak’ın 1978 yılında vaktiyle yaptıkları albüme “Jazz Semai” ismini vermeleri tekke merkezli bu müzik geleneğin ne kadar besleyici olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

 

Selçuk Küpçük

Selçuk Küpçük; Gazi Üniversitesinde PDR eğitimi gördü. Ordu Ün. Güzel Sanatlar Fakültesinde sinema üzerine yüksek lisans yaptı. Birçok dergide şiir, müzik, sinema ve poetika metinleri yayınlayan Küpçük’ün kendi bestelerinden oluşan albümleri ve Selda Bağcan, Hasan Sağındık gibi birçok sanatçı tarafından seslendirilmiş eserleri bulunuyor. 2018 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Müzik Kitabı Ödülüne layık görülen ve müzik-toplum-siyaset-modernleşme gibi konuları ele alan “Aşk ve Teselli” isimli kitabı yanı sıra “Yüzleşmenin Kişisel Tarihi”, “Modern Türk Şiirinde Bellek Arayışı”, “Edebiyat Dergileri Atlası” isimli kitapları yayınlandı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.