Bir kere ve bütün zamanlar için tarih
Tarihte bazı şeyler, bir defa ve bütün zamanlar, bütün insanlar için olur. Ve bu travmatik olaylar, evrensel ve tarihsel izler bırakır, tekrar eder, devam eder. Yani tarih, o kök olayın ürünü, sonucu, tekrarı, devamı veya aşılması olarak yaşanır. Büyük tektonik depremin artçı sarsıntıları gibi.
Tarihi şekillendiren ve bugün de artçıları devam eden üç büyük dönüm noktası, travmatik olay ve insanın iç savaşı vardır:
1-Sümer-Sam Ur ve Nuh tufanı
Bilinen tarihte ilk büyük travmatik olay, batılıların Sümer olarak tanımladığı ama aslında Sam-ur (Ur, şehir demektir. Uruk/Irak, Uruha/Eriha, Nippur, Asur/Aşur, Habur, Urartu, Ursalem, Urmiye, Mısur…Samur zamanından beri büyük şehirleri ifade eder.) uygarlığı olarak bilinen ilk uygarlık olan Nuh-Anoh-Ana kavminin (SamUr’un) tufanla dağılmasıdır. Tevrat’ta Nuh’un oğlu olarak geçen Sam-(bugün hala semitizm-samiler olarak kullanılan kavram), aslında güneş (Şamaş-Şems) demektir. Şam şehri de aynı kök kavramdır. (Nuh-Anoh-An, gök demektir. Sin-Ay ve İştar/Sitare-Yıldızlar’da Gök’ün eşi ve çocuklarıdır. Mezopotamya kozmogonisinde bu kavramlar hem isim hem sembolik değer olarak kullanılır. Pagan inançlar işte bu göksel çağrışımlarla türetilmiş doğa ve yerdeki karşılığı kral-kahraman-kurtarıcı kişilerin kutsanması-tanrısallaştırılmasını ifade eder.). Irak-Bağdat civarındaki Ur şehri, (bazı kayıtlarda Eridu olarakta okunur), Kuran’da geçen Ummul Kura yani şehirlerin anasıdır ve bütün etrafını güneş sistemi gibi yönettiği için güneşle tanımlanmıştır.(güneş kent-başkent). Bugünkü Şam şehri de Asur-Babil çağında aynı merkezi-payitaht rolündedir ve hala Dimeşk’ten çok Şam olarak bilinir. Yani sonraki tüm başkentler, Şam’dır. Şamlı-şehirli olmayanlar da Urab-Urban yani bedevidir.
Bu kavramlar aslında yerleşik-göçebe tanımlamasıdır. (Sami, bir ırk değildir. İlk şehirlilerdir ve bugün dünyada var olan tüm halkların ilk örnek uygarlık kökenidir. yani tüm şehirli insanlar, Sami’dir. Bu kullanım birer şehir olan Asur ve sonraki Roma’nın imparatorluk olduktan sonra tüm farklı kavim, dil, inançtan tebaasının Asurlu-Asuri veya Romalı-Rum- olarak tanımlanması gibidir. Sami halkın Yahudiler ve Arapların ataları olduğu iddiası bir Avrupa-Aryan ırkçılığı yalanıdır. Antisemitizm’de özellikle Endülüs’te birlikte olan Arap ve Yahudileri birlikte düşmanlaştıran, yani aynı zamanda Müslümanları da hedef alan bir katolik şeytanlaştırmasıdır. Oysa aslında Avrupalılar da -tabii Hintliler, İranlılar, Türkler, Kürtler, Çinliler, Ruslar vb. de bu anlamda Sami’dir. Yani bu ilk uygarlık merkezinin parçalanması, dağılması ve iç savaşı sonrası farklı bölgelerde farklı kimlikler edinmesinin sonucudur.)
Tevrat ve Kuran’da tufanla anlatılan hikaye, işte bu Sam-ur uygarlığının dağılması-parçalanması olayıdır. Birçok doğulu ve batılı halk, bu büyük parçalanma ile dünyaya dağılmıştır. Yani bu olay, bütün zamanlar için yaşanmış bilinen ilk olaydır. Modern arkeoloji hiç bir kayıtta geçmeyen Sümer ifadesini, muhtemelen ilk uygarlığı antisemitik nedenlerle Sami dedikleri kavimlere atfetmemek için uydurmuştur. Oysa aslında Sami diye bir kavim yoktur. Sümer dedikleri uygarlığın halkı Kianuguru-kenger olarak geçmektedir. (Çankırı ve Ankara isimleri de kianuguru’dan gelmedir. Muhtemelen bu dağılma sonrası yerleştikleri şehirlerdir.) Ki anuh guru-kara kafalı veya toprak renkli Nuh halkının şehri demektir. Muhtemelen Afrika-Etiyopya kökenli bir halktır. Yani zencidir. Ve Hitit-Eti (Etiyopya) olarak geçen devlet, dağılan Sam ur kökenlilerin bir kısmıdır. Bu karakafalılar, Kuran’daki Nuh ayetlerinde kavmin elitleri tarafından aşağılanır. (Hud/27. Aynı aşağılama Semud-Salih nebi ayetlerinde de vardır. Araf/75) Yani zenci-yabancı düşmanlığı ve ırkçılık bu ilk medeni toplumun çürümesinin de nedenlerinden biridir. (Frigya-İfrigya-Afrika, Afrodit vb. de Mezopotamya ve Anadolu’daki Afrika’lılarla ilgili kavramlardır. Afrika, Antik tarihten beri Hindistan, Arabistan, İran, Mezopotamya ve Anadolu’nun en eski nüfus deposudur.)
Tevrat ve modern arkeoloji, bazen birbirini ispat için bazen reddetmek için, farklı efsaneler anlatır. Tevrat yazıcıları Babil’de (Irak’ta) ve sonra Asurya-Kenan-Fenike’de duydukları eski olay anlatılarını yarım yamalak kayda geçmiş gibidir. Çünkü mö.500’lerden sonra yazılmaya başlanan Tevratın yazıcıları bölgeye sonradan gelmiş yabancılardır. Zaten dilleri de Akatça ve Aramiceyi sonradan öğrenmişlerin kırıklı, bozuk telaffuzlu ibranicedır. Tevratta bu büyük dağılma, Babil kulesinin yapımı ve çok gürültü çıkardıkları için tanrıların kızıp halkları dağıtması, dillerini ayırması olarak anlatılır. Özünde muhtemelen büyük bir iç savaşa gönderme olan bu hikaye, gerçekte de Sam Ur sonrası Çin Hindistan İran’dan kafkasya, Anadolu, Güney Avrupa, Mısır ve Afrika’ya kadar çok sayıda topluluğun uzun yıllar sonra farklı kimliklerde ama benzer sosyal ve kültürel özellikleriyle sahneye çıkmasının anlatısıdır. Nitekim Sam Ur dili, hala tam çözülememiş, ama peşinde Akad, Aram, Avesta, Asuri gibi kök diller ortaya çıkmıştır. Sam Ur, yani Nuh kavmi, sonraki bütün nesillerin ve coğrafyaların ortak kök travmasıdır ve artçıları farklı biçimlerde hala devam etmektedir.
Modern arkeologların bir kısmı, 19. yy dan başlayarak Mezopotamya denilen bu Sam Ur topraklarında hazine arama ve istihbarat toplama amacının yanında ya Tevrattaki hikayeleri doğrulayacak delil arama veya materyalist ise Tevrat’ı yanlışlayacak belge bulma peşinde olmuş, buldukları Samur-Akad-Asur yazıt, tablet ve kalıntılardan ise yarım yamalak tarihler uydurmuşlardır. Bölgenin yerlileri ise, ister Hristiyan-süryani, keldani, İrani olsun ister Müslüman, asla merak edip bu bölgenin kalıntıları ve yazıtlarını kendi orijinal dil ve mantığı ile okuma, anlama zahmetine girmemişlerdir. Bu aymazlık nedeniyle zaten en eski tarihte de bugün de ya bölgenin yabancısı olan Yahudiler veya bugün yine bölgenin yabancısı olan batılı arkeolog hırsızlar, bölgenin ve dinlerin tarihini kendi amaçlarına göre yazmışlardır.