Yazan: Doç.Dr. Nurullah ÇAKMAKTAŞ
Orta Doğu Ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, Ortadoğu Sosyolojisi Ve Antropolojisi Anabilim Dalı
Kaynak: Divan drergisi, sayı 57-2024
Özet
Vehhabilik, bugünkü Suudi Arabistan toprakları içinde kalan Necd bölgesinde XVIII. yüzyılın ortalarında Muhammed b. Abdulvehhab’ın öğretileri doğrultusunda, benzerlerine İslam tarihinin muhtelif zamanlarında ve mekânlarında şahit olunan bir Selefi düşünce ekolü veya bir ıslah ve ihya hareketi iddiasıyla ortaya çıkmıştır.
Fakat Vehhabilik, sonraki yıllarda kendini konumlandırdığı siyasal bağlam içinde zamanla politikleşerek kendine has dini-siyasi bir hareket hüviyeti kazanmıştır. Öyle ki, yozlaştığı kabul edilen İslami anlayışın tasfiyesine yönelik üretilen Vehhabi öğreti, bu siyasal bağlamın etkisiyle siyasi boyut kazanarak Vehhabiliği dini-politik bir hareket haline getirmiştir.
Bu çalışmada, başlangıçta Müslümanlar arasında inanç ve dini pratikler düzleminde var olduğu düşünülen yozlaşmaya bir tepki olarak İslam’ın en saf haliyle yaşanılabilir kılınmasını amaç edinerek ihyacı bir söylemle teşekkül eden Vehhabiliğin, Suud ailesi ile kurduğu ittifakın akabinde nasıl siyasal bir karakter kazandığı;
- Tevhid,
- Ulu’l-emre itaat,
- Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy ‘ani’l münker,
- Bid’at,
- El-velâ’ ve’l-berâ’
gibi temel düşünce esasları üzerinden gösterilmeye çalışılacaktır.
Çalışma, Vehhabiliğin temel düşünce esaslarının bu ittifakla ilişkili olarak zaman içinde teopolitik bir söyleme evrildiği iddiası üzerine inşa edilmiştir. Bu iddia çerçevesinde çalışma, Vehhabiliğin belli başlı temel düşünce esaslarının zaman içinde dini anlam boyutlarının ötesine geçerek politik anlam boyutları da taşımaya başladığını göstermeyi amaçlamaktadır.
GİRİŞ
Vehhabilik, bugünkü Suudi Arabistan toprakları içinde kalan Necd bölgesinde XVIII. yüzyılın ortalarında Muhammed b. Abdulvehhab’ın (ö. 1792) öğretileri doğrultusunda şekillenen dini-siyasi bir hareketin ve düşünce ekolünün adıdır.
İlk ortaya çıktığı zamanda Vehhabilik, benzerlerine İslam tarihinin muhtelif zamanlarında ve mekânlarında şahit olunan bir Selefi düşünce ekolü veya bir ıslah hareketi olarak temayüz etmiş olsa da sonraki yıllar ve asırlarda politikleşerek kendine has dini-siyasi bir hareket hüviyeti kazanmıştır.
Vehhabi düşüncenin kurucu ismi Muhammed b. Abdulvehhab’ın, yaşadığı dönemde Müslümanların inanç biçimlerinde ve uyguladıkları dini pratiklerde köklü bir yozlaşmanın, bozulmanın ve özden uzaklaşmanın olduğuna dair taşıdığı keskin kanaat, onu bu düşünce üretimini gerçekleştirmeye sevk etmiştir.
Buna göre o, Müslümanların İslam’ın temeli olan tevhid inancının safiyetini zedelediklerini ve şirk, küfür, ridde ve bid’at olarak kabul ettiği bir takım eylemleri icra ettiklerini düşünerek onların Cahiliye dönemine geri döndüğünü iddia etmiştir.
Ayrıca, Müslümanlar arasında dini öncülere “bağnazca” taklidin yaygınlaştığına inanmış; İslam’ı yeniden saflaştırmak ve onun safiyetini korumak adına dine sonradan eklemlendiğini düşündüğü ve bid’at, hurafe ve sapkınlık olarak nitelediği pek çok dini inanç ve pratiğe karşı da her türlü mücadele içinde olmayı zorunlu görmüştür.
Zira o, kişinin Müslümanlığı için şehadeti yeterli görmemiş, bunun “saf” İslami davranış ve uygulamalarla birleştirilmesi gerektiğini; aksi takdirde Müslümanlar için irtidat tehlikesinin söz konusu olacağını savunmuştur.
Dipnot 1: Ahmed El-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd fî’l-Fikri’s-Siyâsî el-Vehhâbî: Kırâ’e tahlîliyye (Beyrut: Ahmed el-Katib, 2011), s. 69, 80, 92.
Vehhabiliğin Siyasal Karakter Kazanması
İbn Abdulvehhab’ın, İbn Teymiyye (ö. 1328) ve İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 1350) gibi klasik dönemin önde gelen Selefi ulemasından ilham alarak inşa ettiği düşüncesi, yukarıda da ifade edildiği üzere aslında ilk başlarda XVIII. yüzyıl sonrası Müslüman dünyada sıkça görülmeye başlanan ihya ve ıslah hareketlerine benzeyen bir karakter taşımıştır.
Fakat İbn Abdulvehhab’ın bu düşünce sistemine sempati duyan Dir’iyye Emiri ve ilk Suudi devletinin kurucusu Muhammed b. Suud ile 1744 yılında kurduğu ittifak, Vehhabiliği sadece bir dini düşünce biçimi olmaktan çıkarmış ve ona aynı zamanda dini-siyasi bir hareket karakteri kazandırmıştır.
Bu ittifaka göre:
- Ulema (dini otorite): İslam’ın yeniden ihyası amacıyla dini bid’at ve hurafelerden arındırarak inancın en saf haliyle toplumla tanışmasını sağlayacak, şeriatın ahlaki ve hukuki yönlerinin uygulanmasına öncülük edecektir.
- Ümera (siyasi otorite): Ulemanın bu dini ve sosyal alandaki taleplerine alan açacak, müdahale etmeyecek, destek verecek ve Vehhabi öğretilerin topluma yayılmasını sağlayacaktır.
Böylece ulema, halkın siyasal erke itaatini ve desteğini sağlamak için gerekli olan dini-siyasi doktrini inşa edecektir.
Üç Suudi Devleti ve Vehhabilik
XVIII. yüzyıl ortasında Necd bölgesinde Vehhabilik ile Suud ailesi arasında kurulan bu ittifak neticesinde üç Suudi devleti ortaya çıkmıştır:
- Birinci Suudi Devleti: İbn Abdulvehhab zamanında kurulmuş, 1818’de Osmanlı müdahalesiyle yıkılmıştır.
- İkinci Suudi Devleti: Hemen ardından kurulmuş, 1891’de Reşid Oğulları tarafından sona erdirilmiştir.
- Modern Suudi Arabistan: Abdurrahman b. Suud’un Riyad’ı 1902’de geri almasıyla kurulmuş ve 1932’de bugünkü Suudi Arabistan devletinin temelleri atılmıştır.Dipnot 2: David Commins, The Wahhabi Mission and Saudi Arabia (London: I.B. Tauris & Co Ltd, 2006), s. 105–107;
Madawi al-Rasheed, A History of Saudi Arabia (Cambridge: Cambridge University Press, 2010), s. 13–37.
Dini-Siyasi Dönüşüm
Vehhabiliğin başlangıçta bir ihya ve ıslah hareketi olarak ortaya çıkması, onu sadece bir dini söylem olarak değil, aynı zamanda politik bağlam içinde gelişen ve kurumsallaşan bir hareket haline getirmiştir.
- Bu doktrin, bir yandan siyasal otoritenin meşruiyetini sağlamlaştıran bir dini-siyasi diskur,
- Diğer yandan ise öğretisinin yayılması için bir siyasi otoriteye bağlı ideolojik söylem haline gelmiştir.
Dipnot 3: Madawi Al-Rasheed, Contesting the Saudi State: Islamic Voices from a New Generation (Cambridge: Cambridge University Press, 2007), s. 26, 32.
Vehhabiliğin Temel Düşünce Esaslarının Teopolitik Analizi
Yukarıda ifade edildiği gibi Vehhabilik her ne kadar bir dini düşünce ekolü olarak ortaya çıkmış olsa da, henüz ortaya çıkış aşamasında ümerayla kurduğu ittifak onun aynı zamanda teopolitik bir karakter edinmesine sebep olmuştur.
Bu sebeple aşağıdaki satırlarda Vehhabiliğin bu karakteri;
- Tevhid,
- Ulu’l-emre itaat,
- Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy ‘ani’l münker,
- Bid’at
- El-velâ ve’l-berâ
gibi Vehhabiliğin temel düşünce esasları üzerinden dini-siyasi bir perspektifle ele alınarak analiz edilecektir.
- Siyasal Birliği Sağlamanın Bir Aracı Olarak Tevhid Düşüncesi
Vehhabi düşüncenin ilk şekillenmeye başladığı dönemden günümüze kadar devam eden süreçte, Vehhabi doktrinin temel meselesi ve özü “tevhid” inancı olmuştur.
Muhammed b. Abdulvehhab’ın ürettiği bu düşüncenin hareket noktası olan tevhid meselesi, sonraki dönemde doktrine katkı sunan diğer Vehhabi ulemânın da odak noktasını teşkil etmiştir.
Bu doktrinin bid’at, şirk, tarikat, şefaat ve tevessül gibi meseleleri tevhid inancı etrafında şekillenmiştir1.
Vehhabiler, kendilerini “Vehhabiler” yerine “muvahhidûn” (tevhidi savunanlar) veya “ehlu’t-tevhid” (tevhid ehlî) olarak adlandırmayı tercih etmişlerdir.
Tevhid inancının üç temel dayanağı vardır2:
- Tevhîd-i Rubûbiyyet: Yaratıcılık, teklik ve hâkimiyetin yalnız Allah’a ait olduğunu belirtir.
- Tevhîd-i Ulûhiyyet: Yalnız Allah’a ibadet edilmesi gerektiğini ifade eder.
- Tevhîd-i Amelî: İman ile amelin ayrılmaz bir bütün olduğunu savunur.
Vehhabi düşüncede tevhîd-i ulûhiyyet, siyasi otoritenin varlığını gerektirir. Çünkü tevhidin toplumda hakkıyla uygulanması ancak siyasi güç ile mümkündür. Bu anlayış, bireyin ibadetini sadece Allah’a yönelttiği ölçüde, yöneticisine de kayıtsız şartsız itaat etmesini meşru kılar.
“Vehhabi düşüncede siyasi birlik, ilahi birliğin ön koşuludur.”
“İbadet, itaatin nihai hedefidir.”
Bu noktada, Vehhabi doktrinin iman-amel ilişkisi, geleneksel Sünni anlayıştan farklıdır. Sünnilikte iman-amel ayrıdır; ancak Vehhabilikte, amel imanın bir parçası sayılmıştır. Bu yaklaşım, “tekfir” (dinden çıkarma) anlayışına zemin hazırlamıştır3.
1.Muhammed Ebû Rummân, es-Selefiyyûn ve’r-Rabî’u’l-‘Arabî: Suâlu’d-Dîn ve’d-Dîmukrâtiyye fi’s-Siyâseti’l-‘Arabiyye, (Beyrut: Merkezu Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 2014), s. 57. ↩
2.Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 77; Mehmet Ali Büyükkara, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhâbilik, (İstanbul: Rağbet Yay., 2010), s. 25. ↩
3.Muhammed ‘İmâra, Es-Selefiyye, (Tunus: Dâru’l-Ma’ârif, t.y.), s. 13. ↩
- Siyasal Statükoyu İdâme Ettirmenin Aracı Olarak Ulu’l Emr’e İtaat Düşüncesi
“Müslüman topluma hükmeden devlet yöneticisine boyun eğme” anlamına gelen “ulu’l-emre itaat” ilkesi, Vehhabi siyaset düşüncesinin en belirgin özelliklerinden biridir.
Tüm Vehhabi düşünce geleneğinde ulema, dinden çıktığına dair bir hüküm bulunmadığı sürece devlet başkanına itaat etmeyi dini bir vecibe kabul etmiştir. Bu itaate dair asgari şart, yöneticinin iman-amel bütünlüğünü sergilemesi, yani namaz kılmasıdır1.
“Fitne” korkusu, yönetime muhalefetin önünü kesmiştir.
Yöneticiye karşı her türlü eleştiri, gösteri, protesto, hatta tavsiye mektubu bile “fitne” olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, yöneticinin şeriata müdahale etmediği ve İslam’ın beş şartını koruduğu sürece ona itaat etmek zorunludur.
“Zalim bir yöneticiyle geçirilen 60 yıl, sultansız bir geceden hayırlıdır.”
“Sultana başkaldırmakla çıkacak fitne, onun zulmünden beterdir.”2
İbn Abdulvehhab’ın Suud ailesiyle yaptığı ittifak sayesinde, iki siyasi meşruiyet aracı Vehhabi doktrine entegre edilmiştir:
- İstila (güç kullanarak iktidar ele geçirme)
- Tayin (miras yoluyla iktidarın devri)
Bu, yöneticinin fasık (günahkâr) veya cair (zalim) bile olsa ona mutlak itaat edilmesi gerektiği fikrini doğurmuştur3.
Vehhabi siyaset düşüncesinde “hurûc” (başkaldırmak), sadece silahlı isyan değil; yöneticiyi eleştirmek, muhalefet etmek, yürüyüş yapmak, reform talebi içeren dilekçeler vermek gibi eylemleri de kapsar.
Bu anlayışa göre her tür siyasi muhalefet, yöneticiye karşı fitne çıkarmaktır.
Kur’an’daki “Allah’a, Peygambere ve ulu’l-emre itaat edin” ayeti, bu görüşün temel dayanağı olmuştur4.
Modern dönemde yöneticinin şeriatla çelişen yasalar çıkarması durumunda bile, isyana değil, sabırlı tavsiyeye yönelmek salık verilmiştir.
Örneğin, İbn Bâz bir fetvasında şöyle demiştir:
“Yöneticinin şeriata aykırı yasaları varsa bile, Allah onu değiştirene kadar ona ‘ma’ruf’ta itaat edilmeli, ‘masiyet’te değil.”5
Bu anlayışın özeti:
Gerçek İslam devleti, ancak ümmetin inancı saflaştırıldığında inşa edilebilir.
Dolayısıyla siyasi katılım veya başkaldırıyla değil, tasfiye ve terbiye yoluyla İslamlaşma sağlanmalıdır6.
- Bin Ğâlib, “Es-Selefiyyetu’s-Su’ûdiyye fî Meydâni’s-Sulta,” Ez-Zâhiretu’s-Selefiyye: et-Te’addudiyyetu’t-Tanzîmiyye ve’s-Siyâsât, ed. Beşir Mûsa Nâfi’ ve diğerleri (Doha: Merkezu’l-Cezîre li’d-Dirâsât, 2014), s. 38; ‘İmâra, Es-Selefiyye, s. 47–48. ↩
- Ebû Rummân, es-Selefiyyûn, s. 82; ‘İmâra, Es-Selefiyye, s. 47–51; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 41, 50. ↩
- Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 136–138; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 46. ↩
- Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 234–235; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 50. ↩
- Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 48–49, 51; Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 241. ↩
- Ebû Rummân, es-Selefiyyûn, s. 75–76. ↩
- Vehhabi Siyaset Düşüncesinin Endoktrinasyonunda İşlevsel Bir Araç Olarak Emr-i Bi’l Ma’rûf ve Nehy-i ‘Ani’l Münker Prensibi
Vehhabi düşünceye mensup olanlar, Vehhabiliğin her şeyden önce cehalet, bid’at ve hurafelerle yozlaşmış dini düşüncenin saflaştırılması amacıyla ortaya çıkan bir ıslah hareketi olduğunu düşünmektedir.
Bu yozlaşmayla mücadelede, emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ‘ani’l münker ilkesi;
- Tevhid inancının yerleşmesinde,
- Ulu’l-emr’e itaatin sağlanmasında,
- El-Velâ ve’l-Berâ prensibinin benimsetilmesinde
önemli bir ideolojik araç olmuştur.
Bu ilke, sadece dini değil siyasi muhalefeti bastırma aracı olarak da kullanılmıştır.
Vehhabi düşünceye göre, Müslüman toplumun bid’at ve hurafelerden arındırılması, tevhid inancının yerleştirilmesi ve şirkten uzaklaştırılması için bu ilkenin icra edilmesi bir siyasi otoriteye bağlıdır.
“Davet, devletin esas varlık sebebidir.”
Devlet olmadan bu ilke layıkıyla uygulanamaz. Çünkü ehil olmayanlar hak ile batılı karıştırabilir.
Bu nedenle:
- Devlet, dini düzenin koruyucusu olmalı,
- Toplum, devlete biat etmeli,
- Davet, topluma saf tevhid inancını tebliğ etmeli.
Ve eğer toplum bu daveti reddederse, siyasal güç kullanılarak (cihat dahil) müdahale edilmelidir1.
Bu ilke tüm İslami gelenekte vardır. Ancak Vehhabilik bu ilkeyi zorlayıcı ve yaptırımcı bir şekilde uygulamıştır.
Katı ve baskıcı yaklaşımı nedeniyle Hariciler ile kıyaslanmıştır2.
Vehhabi ulemanın bu ilke etrafında en çok ön plana çıkardığı alan inanç ve ibadettir.
İyiliği emretme ve kötülüğü men etme, herkesin gücüne göre şu şekilde uygulanmalıdır:
- Eliyle,
- Diliyle,
- Kalbiyle.
Ancak ulema, bu ilkeyi siyasal yozlaşma için kullanmak yerine, otoriteye itaatsizlik olarak nitelendirerek siyasal alana karşı sessiz kalmıştır.
Bu durum, ilkenin otoriteye meşruiyet sağlamak için araçsallaştırıldığını göstermektedir.
20.yüzyılda bazı Sahve uleması, bu itaate dayalı anlayışı eleştirmiştir.
Örneğin:
- İslam toplumunda yöneticilere tavsiye verebilecek seçkin bir grup olan ehlu’l-akd ve’l-hal fikrini ortaya koymuşlardır.
- Rejime karşı yapılan başkaldırılar ise, genelde yöneticiyi tekfir ederek meşruiyet kazanmıştır3.
- Mehmet Ali Büyükkara, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan, s. 26–27. ↩
- Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri (Ankara: Selçuk Yayınları, 1996), s. 115. ↩
- Bin Ğâlib, “Es-Selefiyyetu’s-Su’ûdiyye fî Meydâni’s-Sulta”, s. 38–39; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 53–54. ↩
- Vehhabi Siyaset Düşüncesinin Dışlayıcı Karakterinin Oluşumunda Bir Araç Olarak Bid’at Düşüncesi
Bid’at, yani İslam’ın özünde bulunmayan düşünce ve pratiklerin dine sonradan eklenmesi, Vehhabi düşüncede en fazla önemsenen konulardan biridir.
Tüm Selefi geleneklerde olduğu gibi Vehhabilikte de, İslam’ın Peygamber dönemiyle kemale erdiği ve o dönemin dışında kalan her türlü dini unsurun bid’at kapsamında değerlendirildiği savunulmuştur.
“El-ittibâ’ hayrun mine’l-ibtidâ’” – Uymak, uydurmaktan hayırlıdır1.
Zahiri Yorum ve Tarihsellik
Vehhabi gelenek, dini metinleri yorumlarken lafızların zahiri anlamına sadık kalmayı tercih eder.
Bu yaklaşım, ilk nesillerin (Selef-i Sâlihîn) dini en iyi şekilde anladığı ve dış etkilerle safiyetlerini bozmadığı fikrine dayanır.
Bu nedenle, sonradan üretilen her düşünce “dinin dışına çıkmak” olarak görülmüştür2.
Bid’at Kavramı Aracılığıyla Dışlama
Bazı araştırmacılara göre, Selefi ve özelde Vehhabi gelenekte bid’at kavramı, farklı Müslüman kültürlere karşı militan bir dışlama aracı olarak kullanılmıştır3.
Vehhabilik ve Dışladığı Dini Gruplar
Vehhabilik, kendisini Selef-i Salihîn’in temsilcisi olarak görüp, Ehl-i Sünnet’in yegâne temsilciliğine soyunmuş, bu bağlamda:
- Şiiler,
- Sûfîler,
- Felsefeciler,
- Kelâmcılar,
- Batı menşeli siyasal değerleri benimseyenler,
gibi kesimleri “bid’at ehli” olarak tanımlamıştır.
Şiilere Yaklaşım
Şiiler, özellikle sahabe merkezli eleştirileri, imamlık anlayışı ve ehl-i beyt vurgusu nedeniyle Vehhabilerce şirk ve irtidat ile suçlanmış, İslam dışı kabul edilmiştir4.
Sûfilere Yaklaşım
Sûfîler de, türbe ziyareti, rabıta, tevessül ve mürşid kültürü gibi uygulamalarla tevhidi zedeledikleri gerekçesiyle sert şekilde eleştirilmiş ve dışlanmıştır5.
Hicaz’daki Uygulamalar ve Zorla Dayatma
Hicaz bölgesi, Vehhabilik öncesi farklı mezheplerin birlikte yaşadığı bir merkezdi. Ancak Suud rejimi bölgeyi ele geçirince, diğer mezheplerin varlığı yeraltına itilmiş, yalnızca Vehhabi yoruma izin verilmiştir6.
Modern Siyasal Düşünceye Tepki
Vehhabilik, modern siyasal kavramlara (özellikle demokrasi, sekülerizm, milliyetçilik, liberalizm) karşı da dışlayıcıdır.
Bu düşünceler, şeriatı dışladığı, batı kökenli olduğu, toplumu böldüğü ve küfür rejimi oluşturduğu gerekçesiyle reddedilmiştir7.
- Çok partili sistem,
- Sendikal örgütlenmeler,
- İslam Devleti fikrini savunan siyasal İslamcılar,
dahi “batılılaşmış”, dolayısıyla meşruiyeti zayıf görülmüştür8.
Anti-Entelektüel Yapı
Metinleri sadece lafzî yorumla değerlendiren bu yapı;
- Aklı
- Rey’i
- Eleştirel düşünceyi
göz ardı etmiştir. Bu da Vehhabiliği dogmatik ve anti-entelektüel bir yapıya dönüştürmüştür9.
- ‘İmâra, Es-Selefiyye, s. 21–22; Mehmet Kubat, “Selefî Perspektifin Tarihselliği,” İslami Araştırmalar Dergisi, 17/3 (2004), s. 242. ↩
- Kubat, “Selefî Perspektifin Tarihselliği,” 241–242; İşcan, “Selefiliğin İhyacılığı ve Dini Düşüncede Yenilik,” s. 28. ↩
- Olivier Roy, Küreselleşen İslam (İstanbul: Metis Yay., 2003), s. 134–135; İşcan, “Selefiliğin İhyacılığı ve Dini Düşüncede Yenilik,” 41. ↩
- Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 82–83. ↩
- Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı (İstanbul: Dergâh Yay., 1994), s. 62–88; ‘İmâra, Es-Selefiyye, s. 31. ↩
- Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 28–29; el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 184, 187. ↩
- Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 23. ↩
- Ebû Rummân, es-Selefiyyûn, s. 78–79; el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 237–241; Mehmet Ali Büyükkara, “11 Eylül’le Derinleşen Ayrılık: Suudî Selefiyye ve Cihâdî Selefiyye,” Dini Araştırmalar, 7/20 (2004), s. 225–233. ↩
- Olivier Roy, Küreselleşen İslam, s. 125–127. ↩
- Ötekiyle İlişkinin Sınırlarını Kontrol Etmede Bir Araç Olarak El-Velâ ve’l-Berâ Düşüncesi
El-Velâ ve’l-Berâ, genel anlamda “İslam’a dostça yaklaşanları dost edinmek, düşmanlık edenlerden uzak durmak” şeklinde tanımlanır.
Bu kavram, özellikle gayrimüslimlerle kurulacak ilişkinin sınırlarını çizmekte kullanılırken, Vehhabi düşüncede hem dini, hem sosyal, hem de siyasal boyutlar taşır.
Bu anlayış, Vehhabi teolojinin ve siyaset düşüncesinin en belirleyici yapı taşlarından biridir.
Velâ ve Berâ’nın Tanımı ve Genişletilmesi
- Velâ: Müslümanlara karşı dostluk, sevgi, şefkat.
- Berâ: Gayrimüslimlere düşmanlık, nefret ve her türlü ilişkiden uzak durma.
Vehhabi ulemaya göre gayrimüslimlere karşı:
- Kültürel yakınlaşma,
- Bayram kutlama,
- Ortak ittifaklar kurma,
- İlk selamı verme,
- Saygı gösterme,
gibi davranışlar yasaklanmalı ve yerine nefret, soğukluk, mesafe konulmalıdır1.
Berâ’nın Müslümanlara Uygulanması
Bu yaklaşım sadece gayrimüslimlere değil, Vehhabi tevhid anlayışına uymayan Müslümanlara da uygulanır.
Vehhabi ulemaya göre bu kişilerden uzak durmayanlar bile irtidat tehlikesiyle karşı karşıyadır2.
İbn Bâz ve Sert Yaklaşım
Ünlü Vehhabi alim İbn Bâz, Vehhabi teolojisini benimsemeyen Müslümanları:
- Müşrik,
- Mürted,
- Sapık,
- Bid’at ehli
olarak nitelemiş ve bunlardan uzak durulmasını şart koşmuştur3.
Osmanlılara Düşmanlık ve Siyasi Boyut
- yüzyılda Osmanlı Devleti, Vehhabilik açısından en önemli öteki olarak görülmüştür.
- Şirkle ilişkilendirilen uygulamaları,
- Tasavvufla olan yakınlığı,
- Halifelik iddiası,
nedenleriyle Osmanlı, Dâru’l-Küfr ilan edilmiş, destekleyenler de kâfir sayılmıştır4.
Bu siyasi düşmanlık, el-Velâ ve’l-Berâ’nın ilk kez siyasal düzlemde araçsallaştırılmasına neden olmuştur.
- Yüzyılda Krizler ve Çatışmalar
- yüzyılda Suudi Arabistan’ın:
- Batıyla olan ekonomik/askeri ilişkileri,
- Petrol iş birlikleri,
- ABD ile müttefikliği,
bu düşüncenin pratiğinde büyük bir kriz yaratmıştır5.
Örnek Krizler:
- 1920’ler – İhvan Hareketi Başkaldırısı:
Kral Abdulaziz’in İngiltere ve Ürdün ile ateşkese gitmesini, Berâ ilkesine aykırı bularak isyan etmişlerdir. - 1979 Kâbe Baskını – Cüheyman el-Uteybi:
Suud yönetimini ABD ile ilişkileri nedeniyle tekfir ederek kutsal mekâna saldırmıştır. - El-Kaide’nin Doğuşu:
ABD ile ittifaka giren Suudi Arabistan, Bin Ladin ve benzeri Cihadî Selefilerce Berâ’ya ihanetle suçlanmıştır67.
Velâ ilkesinin Daraltılması ve Resmi Ulemânın Rolü
Bu krizlerin ardından Suudi devleti, dini kurumları siyasete daha bağımlı hale getirerek denetim altına aldı.
Örneğin:
- Hey’etü Kibâri’l-‘Ulemâ gibi resmi dini yapılar kuruldu.
- Ulemâ, “Berâ sosyal ilişkide geçerli, siyasi ilişkide geçerli değil” fetvaları verdi.
- İbn Bâz, ABD askerlerinin Körfez Savaşı’nda ülkeye girişine Velâ ilkesini esneterek fetva verdi.
Sonuç Olarak
El-Velâ ve’l-Berâ doktrini, Vehhabi ideolojinin hem en güçlü silahı olmuş hem de en büyük sınavına dönüşmüştür. Suudi devleti bu doktrini korumak ile Batı ittifaklarını yürütmek arasında denge kurmakta zorlanmış; ulemâ ise bu gerilimi fetvalarla meşrulaştırma yoluna gitmiştir.
- Mohamed Bin Ali, The Roots of Religious Extremism: Understanding the Salafi Doctrine of Al-Wala’ wal Bara’ (London: Imperial College Press, 2016), s. 138, 147–148; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 36. ↩
- Bin Ali, The Roots of Religious Extremism, s. 126–127. ↩
- Ahmad Moussalli, “Wahhabism, Salafism and Islamism: Who Is The Enemy?”, Conflicts Forum, January 2009, s. 8; Al-Rasheed, Contesting the Saudi State, s. 36. ↩
- Ahmed el-Kâtib, Cuzûru’l-İstibdâd, s. 150–151; Bin Ali, The Roots of Religious Extremism, s. 127, 141. ↩
- Bin Ğâlib, “Es-Selefiyyetu’s-Su’ûdiyye fî Meydâni’s-Sulta”, s. 39; Bin Ali, The Roots of Religious Extremism, s. 146. ↩
- Bin Ğâlib, “Es-Selefiyyetu’s-Su’ûdiyye fî Meydâni’s-Sulta”, s. 39–40. ↩
- Joas Wagemakers, “The Enduring Legacy of the Second Saudi State: Quietist and Radical Wahhabi Contestations of al-Wala’ wa-l-Bara’,” International Journal of Middle East Studies, 44 (2012), s. 99–104. ↩
Sonuç
Bu çalışmada, XVIII. yüzyılda bir ıslah ve ihya hareketi olarak ortaya çıkan Vehhabilik‘in, zamanla nasıl bir teopolitik söyleme dönüştüğü ele alınmıştır.
Muhammed b. Abdulvehhab ile Suud ailesi arasında 1744 yılında kurulan ittifak, Vehhabiliği yalnızca bir dini düşünce ekolü olmaktan çıkararak, dini-siyasi bir harekete dönüştürmüştür.
Bu dönüşümle birlikte:
- Tevhid, yalnızca itikadi değil siyasal birlik sağlayan bir doktrin,
- Ulu’l-emre itaat, otoriteye boyun eğmeyi meşrulaştıran bir araç,
- Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ‘ani’l münker, toplumu denetim altına alma mekanizması,
- Bid’at, farklı yorumları dışlama aracı,
- El-Velâ ve’l-Berâ, ötekiyle ilişkiyi kontrol eden bir siyasal ideoloji
haline gelmiştir.
Vehhabi düşüncenin bu esasları, ilk bakışta dini birer öğreti gibi görünmekle birlikte, özellikle Suud rejimiyle kurulan ilişkiler bağlamında politik anlam boyutları kazanmıştır.
Bu anlamda Vehhabilik, yalnızca dini değil, aynı zamanda politik bir kurumsallaşmaya dönüşmüş; devletin meşruiyetini sağlamada ve muhalefeti bastırmada ideolojik destek sağlamıştır.
Ancak zamanla ortaya çıkan:
- Batı ile kurulan ilişkiler,
- Modernleşme baskıları,
- Uluslararası ittifaklar,
- Petrol siyaseti,
gibi dinamikler, bu doktrinin hem iç bütünlüğünü zedelemiş, hem de siyasal pratikle çeliştiği alanları gözler önüne sermiştir.
Sonuç olarak:
Vehhabiliğin temel düşünce esasları, yalnızca dini amaçlarla değil, aynı zamanda siyasal amaçlarla da işlevselleştirilmiş; böylece Vehhabilik bir teopolitik sistem haline gelmiştir.
Kaynakça
- Al-Dakhil, Khalid S.
“Wahhabism as an Ideology of State Formation.”
Religion and Politics in Saudi Arabia: Wahhabism and the State,
Mohammed Ayoob ve Hasan Kosebalaban. Boulder: Lynne Rienner Publishers, 2009. - Al-Rasheed, Madawi.
A History of Saudi Arabia.
Cambridge: Cambridge University Press, 2010. - Al-Rasheed, Madawi.
Contesting the Saudi State: Islamic Voices from a New Generation.
Cambridge: Cambridge University Press, 2007. - Bin Ali, Mohamed.
The Roots of Religious Extremism: Understanding the Salafi Doctrine of Al-Wala’ wal Bara’.
London: Imperial College Press, 2016. - Bin Ğâ
“Es-Selefiyyetu’s-Su’ûdiyye fî Meydâni’s-Sulta.”
Ez-Zâhiretu’s-Selefiyye: et-Te’addudiyyetu’t-Tanzîmiyye ve’s-Siyâsât.
Ed. Beşir Mûsa Nâfi’ ve diğerleri. Doha: Merkezu’l-Cezîre li’d-Dirâsât, 2014. - Büyükkara, Mehmet Ali.
İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhâbilik.
İstanbul: Rağbet Yayınları, 2010. - Büyükkara, Mehmet Ali.
“11 Eylül’le Derinleşen Ayrılık: Suudî Selefiyye ve Cihâdî Selefiyye.”
Dini Araştırmalar, 7/20 (2004): s. 225–233. - Ebû Rummân, Muhammed.
es-Selefiyyûn ve’r-Rabî’u’l-‘Arabî: Suâlu’d-Dîn ve’d-Dîmukrâtiyye fi’s-Siyâseti’l-‘
Beyrut: Merkezu Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 2014. - Fığlalı, Ethem Ruhi.
Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri.
Ankara: Selçuk Yayınları, 1996. - İmâra, Muhammed.
Es-Selefiyye.
Tunus: Dâru’l-Ma’ârif, ts. - İşcan, İsmail.
“Selefiliğin İhyacılığı ve Dini Düşüncede Yenilik.”
İslami Araştırmalar Dergisi, 17/3 (2004): s. 27–45. - Kubat, Mehmet.
“Selefî Perspektifin Tarihselliğ”
İslami Araştırmalar Dergisi, 17/3 (2004): s. 235–251. - Moussalli, Ahmad.
“Wahhabism, Salafism and Islamism: Who Is The Enemy?”
Conflicts Forum, January 2009. - Roy, Olivier.
Küreselleşen İslam.
Ç Cüneyt Ülsever. İstanbul: Metis Yayınları, 2003. - Uludağ, Süleyman.
İslam Düşüncesinin Yapısı.
İstanbul: Dergâh Yayınları, 1994. - Wagemakers, Joas.
“The Enduring Legacy of the Second Saudi State: Quietist and Radical Wahhabi Contestations of al-Wala’ wa-l-Bara’.”
International Journal of Middle East Studies, 44 (2012): s. 93–110. - el-Kâtib, Ahmed.
Cuzûru’l-İstibdâd fî’l-Fikri’s-Siyâsî el-Vehhâbî: Kırâ’e tahlîliyye.
Beyrut: Ahmed el-Kâtib, 2011. - Commins, David.
The Wahhabi Mission and Saudi Arabia.
London: I.B. Tauris & Co Ltd, 2006.
