Ürdün’de Askerlik Hizmetinin Yeniden Başlatılması: Sembolik Bir Adım mı, Bölgesel Bir Uyarı mı
Ürdün hükümetinin yıllar sonra yeniden askerlik hizmetini (Hizmetü’l-Âlem) başlatma kararı, ülke içinde ve dışında geniş yankı uyandırdı. 1990’ların başında kaldırılan zorunlu askerlik, uzun bir aradan sonra yeniden gündeme taşınıyor. Bu gelişme, yalnızca genç nüfusu kapsayan sosyal bir program değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik dinamikleriyle doğrudan bağlantılı bir siyasi mesaj olarak okunuyor.
Hükümetin açıkladığı düzenlemeye göre program, 2007 doğumlu 6000 Ürdünlü genci hedefliyor. 1 Ocak 2026 itibarıyla 18 yaşına girmiş olacak bu gençler, her biri 2000 kişiden oluşan üç ayrı celp dönemine ayrılacak. Seçim süreci tamamen elektronik ortamda, tarafsız bir istatistikî çekiliş yöntemiyle gerçekleştirilecek. Ayrıca eyaletler arasındaki nüfus dengesine dikkat edilecek: Her eyaletten 300 gencin seçilmesi öngörülürken, başkent Amman’dan 1500, Zarka’dan 900 ve İrbid’den 900 kişi alınacak.
Program, önümüzdeki yıllarda 10 bin yükümlüye çıkarılacak ve uzun vadede tüm gençleri kapsayacak bir yapıya dönüşmesi planlanıyor. Yasa, öğrencilere ve çalışanlara esneklik tanıyor; örneğin, hizmet süresi üniversitelerde 12 krediye eşdeğer sayılabilecek. Ayrıca tek erkek evlat, sağlık engeli, yurtdışında ikamet gibi durumlarda erteleme veya muafiyet mümkün olacak. Ancak mazereti olmadan göreve katılmayanlar için 3 ay ile 1 yıl arasında hapis cezası öngörülüyor.
Bu tasarım, askerliğin yalnızca bir güvenlik aracı değil, aynı zamanda gençleri topluma entegre eden bir “ulusal disiplin programı” niteliğinde olduğunu ortaya koyuyor.
Ürdün’ün böyle bir adım atmasının en önemli nedeni, şüphesiz İsrail faktörüdür. Amman yönetimi, uzun süredir Tel Aviv’in politikalarından kaynaklanan güvenlik baskısını hissediyor. Mescid-i Aksa’daki ihlaller, Batı Şeria’daki yerleşimlerin hız kazanması ve Filistinlilerin yaşam alanlarının daraltılması, Ürdün’ün demografik ve siyasi istikrarını tehdit ediyor. Bu çerçevede askerlik hizmetinin yeniden başlatılması, hem iç kamuoyuna hem de İsrail’e “Ürdün hazırlıksız değil” mesajı taşıyor.
7 Ekim 2023 sonrası süreçte İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi. Netanyahu, açıkça “Büyük İsrail” vizyonundan söz etti. Bu vizyon yalnızca Gazze veya Batı Şeria ile sınırlı değil; Ürdün topraklarını da içine alan bir stratejik tahayyül içeriyor. İsrail’in temel planlarından biri, Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e doğru göçe zorlamak. Böylece demografik dengeyi İsrail lehine değiştirmek ve Filistinlilerin varlığını “Ürdün’e ihraç etmek” amaçlanıyor. Bu fikir, ABD eski Başkanı Donald Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planında da gündeme gelmişti. O dönemde, İsrail’in sınırlarının fiilen Ürdün aleyhine genişletilmesi öngörülüyordu.
Ürdün açısından bu, sadece sınır kaybı değil, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit anlamına geliyor. Çünkü ülke nüfusunun yaklaşık yarısını Filistin kökenliler oluşturuyor. Batı Şeria’dan kitlesel bir göç, Ürdün’ün demografik yapısını kökten değiştirebilir, siyasal dengeleri altüst edebilir.
Netanyahu’nun “Büyük İsrail” söylemi, sadece Filistin meselesiyle sınırlı kalmıyor. İsrail ordusu, son aylarda Suriye topraklarındaki hedeflere yönelik yoğun hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılar, Şam yönetimini zayıflatmayı ve Suriye’nin askeri kapasitesini kırmayı amaçlıyor. Aynı zamanda Gazze’de ve Batı Şeria’da yürütülen operasyonlar, İsrail’in bölgesel güvenliği “tam hâkimiyet” anlayışıyla sağlama çabası olarak değerlendiriliyor. Bu strateji, İsrail’in güvenliğini yalnızca savunma tedbirleriyle değil, saldırgan bir genişleme politikasıyla garanti altına almak istediğini ortaya koyuyor.
Her ne kadar Ürdün askerlik hizmetini yeniden başlatsa da, bu kararın pratik sonuçlarının sınırlı olacağı açıktır. Zira Ürdün Silahlı Kuvvetleri’nin bütçesinin büyük bir kısmı ABD yardımlarıyla finanse edilmektedir. Bu bağımlılık, Ürdün’ün askeri kapasitesini Amerikan politikalarının sınırları içine hapseder. Washington’un temel önceliği ise İsrail’in güvenliğidir. Dolayısıyla ABD, Ürdün’deki askerlik hizmetinin İsrail’e gerçek bir tehdit unsuru haline gelmesine izin vermeyecektir.
Bu nedenle program, daha çok sembolik bir hamle olarak kalacak; caydırıcı bir güçten ziyade siyasi bir mesaj işlevi görecektir. Amman yönetimi, genç nüfusu disiplin altına almayı, ulusal aidiyet duygusunu pekiştirmeyi ve iş piyasasına hazırlamayı hedefliyor. Aynı zamanda ekonomik sıkıntılar ve sosyal gerilimler karşısında devletin hâlâ “kontrol mekanizmaları” üretebildiğini topluma göstermek istiyor.
Ürdün’de askerlik hizmetinin yeniden başlatılması, ilk bakışta gençleri kapsayan sınırlı bir program gibi görünebilir. Ancak derinlemesine bakıldığında, bu adımın İsrail’in yayılmacı politikalarına, özellikle de Netanyahu’nun dillendirdiği “Büyük İsrail” projesine verilen siyasi bir cevap olduğu anlaşılır. Programın gerçek bir askeri kapasite yaratması kısa vadede mümkün değildir; ABD’nin desteğine bağımlı bir orduyla İsrail’e karşı caydırıcı güç oluşturulamaz. Ancak bu adım, hem Ürdün kamuoyuna hem de bölgeye verilmiş sembolik bir mesajdır: “Ürdün, sınırlarını ve ulusal kimliğini savunmaya hazırlıksız değildir.”