Avrupa’nın güvenlik ihtiyaçları ve Orta Doğu’daki güç boşluğu, Ankara’ya daha fazla manevra alanı sunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu fırsatı değerlendirmekte kararlı.
Ülkede artan baskı ortamı eşliğinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ay başında yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Hedefimiz büyük ve güçlü bir Türkiye’dir. Misyonumuz, Türkiye Yüzyılı’nı tüm ihtişamıyla inşa etmektir. Pusulamız ise bizi biz yapan kadim değerlerimizdir.”
Bu açıklamalar, aslında bölgesel hegemonya peşindeki Orta Doğu’nun diğer güçlü aktörleri olan İsrail, İran ve Suudi Arabistan’a açık bir meydan okumaydı.
Bu yönelimin izleri çok daha öncelere dayanıyor. Erdoğan’ın antisemitik yaklaşımı, gençlik yıllarında Türkiye’de siyasi İslam’ın öncüsü Necmettin Erbakan liderliğindeki İslamcı Milli Selamet Partisi’nin (MSP) gençlik kolu başkanı olduğu dönemde kendini belli etmişti. O dönem aynı zamanda, “Mas-Kom-Yah” (Mason-Komünist-Yahudi) adlı oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusuydu.
Erdoğan’ın Hamas’a verdiği destek, 2006 yılında örgütün lideri Halid Meşal’i Ankara’ya resmî olarak davet etmesine dayanıyor. Erdoğan, Hamas’ı “terör örgütü değil, topraklarını ve halkını korumak için savaşan bir kurtuluş hareketi ve mücahit grubu” olarak tanımlamıştı.
2013 yılında rejimine yönelik ilk ciddi tehdit olan Gezi Parkı protestolarının sorumlusu olarak ise “faiz lobisi”ni suçladı. Hatta bir Türk mahkemesi, protestoların arkasında olduğu gerekçesiyle, “ünlü Macar Yahudi” George Soros tarafından kurulan Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’deki kurucu üyelerinden olan aktivist Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası verdi.
Erdoğan, 2015 yılında hükümete yakın bir kanalda yayımlanan ve iki saat süren “Büyük Oyuncu” (The Mastermind) adlı programda da yer aldı. Programda, kökeni İsrail’e dayanan bir akıl hocasının dünya hâkimiyetini planladığı öne sürülüyordu.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından 2020 yılında yayımlanan dört dakikalık “Kızıl Elma” adlı video, Türkiye’nin niyetlerini açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Videoda Erdoğan, Kur’an-ı Kerim’in Fetih Suresi’nin ilk ayetlerini okuyor ve görüntüler, Erdoğan’ın İsrail’den kurtaracağına söz verdiği Kudüs’teki Mescid-i Aksa ile sona eriyordu.
2025 yılının Mart ayı sonunda, AKP hükümeti tarafından inşa edilen ve Türkiye’nin en büyük camisi olan İstanbul’daki Çamlıca Camii’nde Ramazan Bayramı vesilesiyle cemaate hitap eden Erdoğan, “Allah, Siyonist İsrail’i yerle bir etsin, mahvetsin!” dedi.
Savunma analisti Paul Iddon’ın yazdığına göre, İsrail ile İran arasındaki On İki Günlük Savaş sürerken, Erdoğan Türkiye’nin silahlı kuvvetlerini kapsamlı şekilde güçlendirmeye devam ediyordu.
Brookings Enstitüsü Türkiye Projesi Direktörü Aslı Aydıntaşbaş, Erdoğan hükümetinin Sünni İslamcı ve milliyetçi söylemleri sertleştirdiğini, buna karşılık İsrail’in Lübnan, Gazze ve Suriye’de askeri üstünlük kurmaya çalıştığını belirterek, Türkiye ile İsrail’in doğrudan bir çatışma ihtimalinin giderek arttığı uyarısında bulunuyor.
ABD’nin bölgedeki etkisi, hem JCPOA (İran Nükleer Anlaşması) anlaşmasından çekilmesi hem de Haziran ayında İran’ın nükleer tesislerine düzenlenen saldırılar nedeniyle zayıflamış durumda. Ayrıca, ABD’nin kuzey Suriye’deki Kürt müttefiklerine verdiği desteği çekmeye ne kadar hazır olduğu da belirsizliğini koruyor.
Altı yıl önce Erdoğan, Ankara’daki bir askerî akademide yaptığı konuşmada, “Yeterli askerî, siyasi ve ekonomik güce sahip değilseniz, kimsenin sizi ciddiye almayacağını bilmelisiniz,” demişti. Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin artan silahlanma faaliyetleri bu sözü doğrular nitelikte.
Bu yıl Global Fire Power endeksi, Türkiye’yi dünyanın en güçlü ilk 10 askerî güç arasında dokuzuncu sıraya yerleştirdi. The Financial Times gazetesi ise bir askerî brifingde Türkiye’yi Avrupa güvenliği açısından hayati öneme sahip bir ülke olarak tanımladı. Türkiye, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmedi ve iki önemli savunma anlaşması için bastırıyor: Fransa ve Almanya ile ortak üretilecek SAMP/T hava savunma sistemi ile Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının satın alınması.
İlk anlaşmayı sağlamak için Erdoğan, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs’la yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un dile getirdiği itirazları aşmaya çalışıyor.
Almanya, Eurofighter savaş uçağı anlaşmasına yönelik itirazlarını aşmış gibi görünüyor. Brexit sonrasında bir serbest ticaret anlaşması yapma arzusundaki Birleşik Krallık ise bu sürece stratejik bir boyut eklemeye hazır. İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın Ukrayna için “istekliler koalisyonu” adında bir barış gücü oluşturma girişimi ise tam anlamıyla bir fiyasko oldu. Buna karşılık, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin Avrupa’nın güvenlik mimarisinde yer alma arzusunu açıkça dile getirdi.
Mart ayında Avrupa Birliği, savunma harcamalarını yaklaşık 650 milyar avro artırmayı ve 150 milyar avroluk ek kredi (SAFE) sağlamayı hedefleyen yeni planını sundu: Readiness 2030 (önceki adıyla ReArm Europe). SAFE aracı, Türkiye gibi aday ülkelerin de dâhil olduğu üçüncü ülkelerin ortak savunma tedarik süreçlerine katılmasına olanak tanıyor. Hızla büyüyen savunma sanayisi göz önüne alındığında, bu Türkiye için açık bir stratejik fırsat anlamına geliyor.
Ancak üçüncü taraf katılımı için iki temel şart bulunuyor. Birincisi, hiçbir ülke Avrupa Birliği’nin ya da üye devletlerinin çıkarlarını tehdit edemez. İkincisi ise, katılımın oy birliğiyle onaylanması gerekiyor.
Yunanistan, Türkiye’nin bu onayı alabilmesi için, 30 yıldır sürdürdüğü “Yunanistan’a savaş ilanı tehdidini” geri çekmesi gerektiğini belirtiyor. Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler ise bu endişeyi, “ikili meseleleri çok taraflı platformlara taşımak” olarak nitelendirerek reddediyor.
Türkiye’nin, CAATSA yaptırımlarına rağmen ABD’den 40 adet F-16 savaş uçağı satın alma planlarının yanı sıra, F-35 programına yeniden kabul edilme umudu da sürüyor. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, yıl sonuna kadar bir çözüm bulunmasının mümkün olduğunu belirtti.
Halihazırda hizmete giren TCG Anadolu’nun yanı sıra, Türkiye İspanya ile birlikte ikinci bir uçak gemisi daha inşa ediyor. Türkiye’nin “Mavi Vatan” stratejisiyle özetlenen geniş denizcilik vizyonu göz önünde bulundurulduğunda, bu gelişmeler ne Yunanistan ne de Kıbrıs açısından iyiye işaret ediyor.
Her ne kadar Türkiye’nin hangi cephede durduğuna dair haklı şüpheler bulunsa da, Avrupa güvenliği ilkelerin önüne koymaya hazır görünüyor.
* Robert Ellis, Türkiye üzerine çalışan bir analist ve yorumcudur. Aynı zamanda Atina’daki Avrupa ve Amerika Araştırmaları Enstitüsü (RIEAS) bünyesinde uluslararası danışmanlık yapmaktadır. Danimarka ve uluslararası basında Türkiye ile ilgili konularda düzenli olarak yazılar yayımlamaktadır. Daha önce Avrupa Parlamentosu Türkiye Değerlendirme Grubu’nda danışmanlık ve New York’taki Gatestone Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı görevlerinde bulunmuştur.
Kaynak: https://nationalinterest.org/blog/middle-east-watch/turkeys-regional-power-push