Boston Üniversitesi din profesörü Stephen Prothero, tüm dinlerin aynı dağa çıkan farklı yollar olduğunu düşünmüyor. God Is Not One (Tanrı Tek Değildir) adlı kitabında Prothero şöyle diyor: “Dünyanın dini rakipleri, söz konusu ahlâk olduğunda ortak bir noktada buluşuyor — hiçbir din, annenizle cinsel ilişkiye girmenin ya da kardeşinizi öldürmenin doğru olduğunu söylemez — ancak inanç esasları, ritüeller, mitoloji, deneyim ve hukuk konusunda keskin biçimde ayrışırlar.”
Peki bu ayrışmanın sebebi nedir?
Prothero’ya göre, farklı dinler farklı sorunlara çözüm arar. Yahudilikte sorun sürgündür, çözüm Tanrı’ya dönüştür. Budizm’de sorun ıstıraptır, çözüm ise uyanıştır. Konfüçyanizm’de sorun kaostur, çözüm düzendir. Hristiyanlıkta sorun günahtır, çözüm kurtuluştur. İslam’da ise sorun kibirdir, çözüm boyun eğmektir.
Prothero’nun ifadesiyle: “Dünyanın dinlerine mensup kişiler dağcı olsaydı, çok farklı zirvelere tırmanıyor ve çok farklı araçlar kullanıyor olurlardı.”
Dağ benzetmesi, dini yalnızca ahlaka indirgersek –Immanuel Kant’ın takipçileri gibi– mantıklı görünebilir. Peki ama din, gerçekten de özünde sadece ahlaka indirgenebilir mi?
Eğer bir Müslümana, dininin esas itibariyle Katoliklik, Budizm ve Hinduizm’le aynı olduğunu söylersem, bana vereceği yerinde cevap şu olabilir:
“Benim dinim hakkında benden daha fazla bilgi sahibi olduğunuzu nasıl iddia edebilirsiniz? Hiç Mekke’yi ziyaret ettiniz mi? Hiç Kur’an’ı Arapça okudunuz mu?”
Başkalarına, kendi dinlerinin hangi yönlerinin “önemsiz” olduğunu söylemek kibirli bir yaklaşım gibi görünüyor.
Prothero, bu aynı dağ benzetmesini bir başka açıdan da sorguluyor. Şöyle yazıyor:
O hâlde, tüm dinlerin tek bir din olduğunu iddia etmek; ruhumuz olup olmadığı (Hristiyanlar ‘evet’ der, Budistler ‘hayır’ der) veya Tanrı’nın bir bedeni olup olmadığı (Mormonlar ‘evet’ der, Müslümanlar ‘hayır’ der) gibi tartışmaların aslında önemli olmadığını öne sürmek anlamına gelir. Çünkü Hindu öğretmen Swami Sivananda’nın yazdığı gibi: “Tüm dinlerin temelleri ya da esasları aynıdır. Farklılık yalnızca önemsiz konulardadır.”
Bu iddia, hem ilginç hem de tuhaftır. Kapitalist ya da komünist gibi rakip ekonomik sistemlerin ya da Cumhuriyetçi ve Demokrat gibi karşıt siyasi partilerin gezegenimizin sorunlarına çok farklı çözümler önerdiğini kendiliğinden kabul ederiz. Ancak iş dine geldiğinde, sanki Garrison Keillor’un Lake Wobegon kasabasındaki çocuklar gibi, tüm dinlerin ortalamanın üzerinde olduğu bir fantezi dünyasına balıklama atlarız.
Eğer Prothero haklıysa, “tüm dinler özünde aynıdır” görüşü, aslında belirli bir dinî inancın ifadesidir. Dağ benzetmesi, Swami Sivananda’nın Hindu doktrinini yansıtır. Sivananda, farklılık algısının ardında tüm gerçekliğin aslında tek olduğunu öğretmiştir: Brahman, yani mutlak varlık.
Bu Hindu yaklaşımı, dini ahlaka indirgemektense, hem dini hem de tüm gerçekliği metafizik bir monizme indirger. (Kendim başka bir yazımda ele aldığım sebeplerden ötürü) monizme inanmanın zor olduğunu düşünüyorum.
Joshua D. Chatraw, Telling a Better Story: How to Talk About God in a Skeptical Age (Daha İyi Bir Hikâye Anlatmak: Şüpheci Bir Çağda Tanrı Hakkında Nasıl Konuşulur) adlı kitabında dağ benzetmesine yönelik başka bir soruna daha dikkat çeker.
“Tüm dinler aslında temelde aynıdır” görüşünü, kapsayıcılık ve hoşgörü örtüsü altında savunan kişiler, aslında hoşlarına gitmeyen inançları ezip geçen bir tür ilerlemeci sömürgecilik (progressive colonialism) yapmaktadır. Sanki bu kişiler kendilerini dağın tepesine yerleştirmiş, ellerinde “hakikat”le, aşağıda yalnızca kendi dar görüşlü ve hoşgörüsüz “tek yol” anlayışına sıkı sıkıya sarılmış din mensuplarına tepeden bakmaktadır. Sorun, bu kişilerin başkalarının yanlış, kendilerinin doğru olduğunu düşünmeleri değildir. Zaten hepimiz bunu bir şekilde yaparız. Asıl sorun, bu görüşün –ötekileri dışlayan iddialara sahip inançlardan daha hoşgörülü olduğu sanılarak– kolayca kabul görmesidir; oysa bu görüş de kendi dışlayıcı iddiasını ortaya koymaktadır.
Dağın tepesindeki kişi de, tıpkı dağın eteklerindekiler gibi din hakkında dışlayıcı bir iddiada bulunmaktadır. Timothy Keller’ın ifade ettiği gibi:
“Hiçbir dinin tüm gerçeği göremeyeceğini nasıl bilebilirsiniz, eğer siz de az önce hiçbir dinin sahip olmadığını söylediğiniz o üstün ve kapsamlı manevî bilgiye sahip değilseniz?”
Bazı insanlar, farklı inançlara sahip insanlar arasında hoşgörüyü teşvik etmek istedikleri için dağ benzetmesini savunur. Bu takdire şayan hedefi ben de paylaşıyorum; tıpkı Prothero gibi: “Ben de insanların dinî rakipleriyle geçinebileceği bir dünya umut ediyorum. Ancak bu hedefe daha gerçekçi yollarla ulaşmamız gerektiğine inanıyorum. Tüm dinleri tek bir çöp kutusuna ya da hazine sandığına doldurarak Tanrı hakkında düşünmeye başlamak yerine, Yahudilik ile İslam, Budizm ile Hinduizm, Taoizm ile Konfüçyanizm arasındaki temel farkları açık bir şekilde anlayarak başlamalıyız.” Hoşgörü ile gerçek arasında bir seçim yapmamız gerektiğini düşünmek hatalıdır. Aslında, hoşgörünün sağlam temeli gerçektir. Eğer her insanın koşulsuz bir onura sahip olduğu gerçeğini kabul edersek, her insana hoşgörü gösterebilmek için sağlam bir temele de sahip oluruz. Hoşgörüyü gerçekle, gerçeği ise sevgiyle karşı karşıya koymamalıyız.
Filozof ve Holokost kurbanı Edith Stein bize şöyle öğretir: “Eğer bir şeyde sevgi yoksa, onu asla hakikat olarak kabul etmeyin.Eğer bir şeyde hakikat yoksa, onu da asla sevgi olarak kabul etmeyin.”
Thomas Aquinas, hakikat ile sevginin birliğinin metafizik temelini açıklar: Eğer Tanrı hakikatse ve Tanrı sevgiyse, o zaman sevgi ve hakikat her zaman birlikte olmalıdır; çünkü bu ikisi Tanrı’da en derin şekilde birleşmiştir.
Aquinas, hakikat ve sevginin bu mükemmel birliğini İsa’nın şahsiyetinde görmüştür.
İsa bizi yalnızca hoşgörü göstermeye değil; her inançtan, renkten, sınıftan ve kültürden insanı sevmeye çağırır.
Ancak İsa, dağa çıkan birçok yol olduğunu öğretmedi. İsa şöyle öğretti:
“Ben yolum, hakikatim ve yaşamım. Bana gelmeden Baba’ya kimse gidemez.” (Yuhanna 14:6)
* Dr. Christopher Kaczor, Word on Fire Enstitüsü’nde Katolik Entelektüel Yaşamın Yenilenmesi Onursal Profesörü ve Loyola Marymount Üniversitesi Felsefe Profesörüdür. Fulbright bursiyeri olan Kaczor’un yazdığı on sekiz kitap arasında Thomas Aquinas on Faith, Hope, and Love (Thomas Aquinas’ın İnanç, Umut ve Sevgi Üzerine) ve Thomas Aquinas on the Cardinal Virtues (Thomas Aquinas’ın Temel Erdemler Üzerine) yer almaktadır. Kaczor ayrıca von Humboldt Bursiyeri, Papalık Yaşam Akademisi Üyesi, Notre Dame Üniversitesi’ndeki de Nicola Etik ve Kültür Merkezi’nde misafir araştırmacı ve Princeton Üniversitesi’nde William E. Simon Misafir Araştırmacısı olarak görev yapmıştır. Amerikan Katolik Felsefe Derneği’nin başkan vekilidir ve X platformunda @Prof_Kaczor kullanıcı adıyla bulunabilir.
Kaynak: https://www.wordonfire.org/articles/are-all-religions-different-paths-up-the-same-mountain/