Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın küresel ölçekte en önemli yürütme emirlerinden biri neredeyse hiç dikkat çekmedi. Trump bu yılın başında, Amerika’nın kurulmasına yardım ettiği bir sistemi baltalamakla kalmayıp önümüzdeki yıllarda askeri çatışma olasılığını da artırarak, ABD’de borsada işlem gören şirketlere uluslararası hukuku açık denizlerde çiğneme hakkını tek taraflı olarak verdi.
Trump, özellikle şirketlere ABD’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin (EEZ) ötesinde derin deniz madenciliğine başlamaları için onay verdi. Bu, 1958-1982 yılları arasında zorlu bir şekilde müzakere edilen bir dizi uzlaşmadan oluşan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (UNCLOS) doğrudan ihlali anlamına geliyor. Okyanus kaynakları üzerindeki savaşları önlemek amacıyla oluşturulan UNCLOS, dünya okyanuslarının %54’ünü “insanlığın ortak mirası” olarak tanımlayan “Bölge”yi kurdu. Dönemin BM Genel Sekreteri Javier Pérez de Cuéllar’ın dediği gibi, bu “muhtemelen yüzyılın en önemli hukuk belgesiydi.”
Geleneksel olarak deniz ve deniz yatağı küresel ortak alanlar olarak görülürken, UNCLOS tüm kıyı devletlerine kıyılarından itibaren 200 deniz mili uzanan Münhasır Ekonomik Bölgeler (EEZ) hakkı tanıdı. Bu, tarihteki en büyük eklemleme operasyonuydu ve 138 milyon kilometrekarelik (53,3 milyon mil kare) bir alan ulusal mülkiyete devredildi. Çok sayıda adaya sahip oldukları için ABD ve Fransa bu formülden en fazla yararlanan ülkeler oldular; her biri 11 milyon km²’den fazla alan kazandı. Buna karşılık Çin yalnızca 960.000 km² elde etti.
ABD başka açılardan da oldukça avantajlı çıktı. 12 deniz mili kıyı sınırının ötesinde tüm ülkelerin sularında seyrüsefer hakkı kazandı ve diğer zengin ülkelerle birlikte gelişmekte olan ülkelerin balıkçılık alanlarına erişim sağladı. Çin, G77 adına müzakere ederken bu koşulları, ABD’nin “Bölge”de; ülkeler çevresel koruma ve gelir paylaşımı mekanizması içeren bir madencilik kodu üzerinde anlaşana kadar derin deniz madenciliğine başlamayacağı sözü karşılığında kabul etti. Bu mekanizma, denize sınırı olmayan 44 ülke dahil olmak üzere tüm ülkelerin “insanlığın ortak mirasının” kullanılmasından adil pay almasını sağlamak için gerekliydi.
Madencilik kodu Uluslar Arası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA) tarafından müzakere edilecekti, ancak süreç yavaş ilerledi; zira ABD ve diğer zengin ülkeler herhangi bir anlaşmanın çoğunluk yerine oybirliğiyle kabul edilmesini ısrarla talep etti. Buna rağmen, Uluslar Arası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA) önümüzdeki aylarda kodu tamamlamayı hedefliyor, fakat ABD açıkça kabul edilecek hiçbir şeye uymak zorunda olmadığını belirtiyor.
İronik bir şekilde, 167 ülke ve Avrupa Birliği UNCLOS’u onaylarken, ABD sözleşmeden muazzam kazançlar elde etmesine rağmen onaylamayı reddetti. Trump yeniden göreve gelene kadar ABD, uluslararası hukuktaki teamül gereği UNCLOS kurallarına uymayı kabul etmişti. Bu kurallardan da sonuna kadar yararlandı. Örneğin 2023’te, 76. maddeyi kullanarak “genişletilmiş kıta sahanlığı” olarak kabul edilen alanları Münhasır Ekonomik Bölgesine (EEZ) ekledi. Sonuç olarak, ABD artık Pasifik kıyısında 680 mil, Atlantik kıyısında ise 350 mil öteye kadar hak iddia ediyor. Böylece fiili Münhasır Ekonomik Bölgesi (EEZ) 12,4 milyon km²’ye ulaştı; bu, kara alanından üç milyon fazla.
Yani, tarihin en büyük ortak alan gaspıyla yetinmeyen ABD, kırk yılı aşkın süredir gelişmekte olan ülkelerin balıkçılık alanlarını tahrip ettikten sonra, sağladığı bu avantajlar karşılığında verdiği tek sözü de bozuyor.
Elbette The Economist gibi büyük yayınlar Trump’ın emrine destek verdiler ancak UNCLOS’un, zengin ülkelerin derin deniz madenciliğinin devam etmesi halinde faydaları eşit bir şekilde paylaşma taahhüdü karşılığında önemli avantajlar elde ettiği müzakere edilmiş bir pazarlık olduğunu belirtmeyi ihmal ettiler. Bu taahhüt yasal olarak bağlayıcıydı; dolayısıyla ABD’nin “haklı” olduğunu savunmak, uluslararası hukuku çiğnemenin doğru olduğunu söylemekle eşdeğerdir.
Sanki uluslararası hukuku ve geçmiş taahhütleri hiçe saymak yeterince kötü değilmiş gibi Trump, potansiyel çevresel ve jeopolitik felaketleri de harekete geçiriyor. Deniz bilimciler; derin deniz madenciliğinin ciddi ekolojik zararlara yol açabileceği, biyolojik çeşitliliği yok edebileceği, hayati önem taşıyan balık popülasyonlarına zarar verebileceği ve okyanusun dünyanın ana karbon emicisi olarak işlev görme kapasitesine zarar verebileceği konusunda güçlü bir şekilde uyarılarda bulunuyorlar. Uluslar Arası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA), madencilik keşif lisansına sahip şirketlerin çevresel etki değerlendirmesi yapmasını şart koşsa da, Trump yönetimi bunu kesinlikle görmezden gelecektir.
Jeopolitik riskler de en az bunlar kadar endişe verici. ABD, verdiği tek tavizi bozarsa diğer ülkeler neden kendi tavizlerine sadık kalsın? Özellikle Çin buna karşılık vermek zorunda kalacaktır. Uluslar Arası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA) tarafından verilen 31 keşif lisansından beşine zaten sahip olan Çin, madenciliği genişletecek teknolojik kapasiteye de sahiptir. ABD’nin deniz yatağının geniş alanlarını ve zengin kaynaklarını tek taraflı sahiplenmesine izin vermeyecektir.
İlk patlama noktası, Pasifik’te 4.000 metre derinliğe kadar nikel, kobalt ve diğer değerli mineraller içeren milyarlarca ton polimetalik nodülün bulunduğu 6 milyon kilometrekarelik bir alan olan Clarion-Clipperton Bölgesi olacaktır. Trump’ın UNCLOS ihlali geri çekilmezse, bu bölgede ve özellikle (eriyen) Arktik’te hukuksuz bir servete hücum başlayacaktır. Silahlı çatışma olasılığı açıktır.
Trump’ın yürütme emri son derece sorumsuzdur. Uluslararası toplum, kararın geri çekilmesini ortak bir sesle talep etmeli ve Uluslar Arası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA), UNCLOS’un hedeflerine saygı göstermeyen bir madencilik kodunu aceleyle kabul etmemelidir.
Ne yazık ki, artık ABD liderlerinin seleflerinin bilgeliğine kulak vereceğinden emin olamıyoruz. 1966’da Başkan Lyndon B. Johnson şöyle demişti:
“Hiçbir koşulda… zengin hasat ve maden zenginliği beklentilerinin denizci uluslar arasında yeni bir sömürge rekabeti biçimi yaratmasına asla izin vermemeliyiz. Açık denizlerin altındaki toprakları kapmak için bir yarışa girişmekten kaçınmalıyız. Derin denizlerin ve okyanus tabanlarının tüm insanlığın ortak mirası olarak kalmasını sağlamalıyız.”
Trump aynı fikirde değil. İnsanlık, doğa ve küresel barış adına, onun tetiklediği tehlikeli döngüye dikkat çekmek zorundayız.
Guy Standing, The Blue Commons: Rescuing the Economy of the Sea (Pelican, 2023) adlı kitabın yazarıdır.
tercüme: Ali Karakuş