Teknoloji Oligarkları Kâhince Vizyonlarını Uyguluyor

Silikon Vadisi’nin kâhinleri, bir zamanlar tasavvur ettikleri geleceği şimdi dayatmak istiyor. Önce bize bir dünya fikri sattılar. Şimdi bunu uygulamaya koymayı planlıyorlar; özel fantezileri gerçeğe dönüşene kadar yasaları, kurumları ve kültürel beklentileri yeniden şekillendiriyorlar.
Temmuz 10, 2025
image_print

Amerika’nın teknoloji elitinden çıkan cesur, çoğu zaman kafa karıştırıcı ve bazen ürkütücü fikirlerin bolluğunu izlemek baş döndürücü bir heyecan yaratıyor. Silikon Vadisi’nin aşırı çözümcü dozu, Vadinin finansal balonlarına rakip olabilecek bir fikir balonunu şişirdi; büyük anlatıların hisse senedi opsiyonlarından daha hızlı değer kazandığı bir pazar.

Balaji Srinivasan ve Peter Thiel gibi yatırımcıların sapkın fikirlerini düşünün; birincisi, seçmeli vatandaşlık ve her-görüşe-ödeme polis gücü sunan blockchain derebeyliklerinden oluşan “ağ devleti” tasarlarken, ikincisi ise zenginlerin hükümet denetiminden uzak okyanus platformlarında yaşadığı dünyalara özlem duyuyor.

Başka bir yerde, Sam Altman yapay zekanın kuralsız olarak regüle edilmesi için dünya çapında planlar hazırlarken, kriptocular (Marc Andreessen, David Sacks), hevesli göksel koloniciler (Musk, Bezos) ve nükleer dirilişçiler (Bill Gates, Jeff Bezos, Altman) görünüşe göre nereden kaynaklandıkları bilinmeyen sorunlara kendi görkemli, heyecan verici çözümlerini sunuyorlar.

Ancak dış politikadan savunmaya kadar daha sıradan konular da giderek onların takıntısı hâline geliyor. Eric Schmidt, Henry Kissinger ile birlikte iki kitap yazdı ve düzenli olarak Foreign Affairs gibi yayınlara katkı sunuyor. Palantir’in CEO’su Alex Karp ise kendini Pentagon’un savurgan Golyat’ına karşı savaşan mütevazı Davut olarak sunmayı seviyor.

Sonuç olarak, bir zamanlar RAND Corporation’da tüvitlerine mırıldanan “savunma entelektüellerinin” münhasır alanı olan savaşın geleceğiyle ilgili spekülasyonlar, şimdi prime-time eğlencesi olarak karşımıza çıkıyor.

Teknik uzmanlıkla otorite kazanan RAND’ın “spesifik entelektüelleri” artık nostaljik figürler gibi görünüyor. Anduril’in savunma sözleşmeleri yapan sanal gerçekliğin altın çocuğu ve verdiği röportajlarda kendini “gerçeği çarpıtmaya” hazır bir “propagandacı” olarak tanıtan Palmer Luckey’nin palavralarıyla nasıl başa çıkabilirler ki?

Yeniden düzenlenen bu panteonda, Soğuk Savaş döneminin ölçülü analisti yerini yeni bir arketipe, teknoloji kurucusuna bırakıyor: göz kamaştırıcı derecede zengin, şöhrete düşkün ve ideolojik olarak utanmaz, “halka açık entelektüel” olmaktan çok borsacılık kavramıyla “halka arz” gibi.

Bu yeni düşünür türleri hafife alınmamalıdır. Birincisi, fikirleri montaj hattı verimliliğiyle üretiyorlar: blog yazıları, podcast’leri ve Substack’leri yük trenlerinin ustalığıyla geliyor. Ve kaba bir şekilde paketlenmiş olmalarına rağmen, bu “sıcak görüşler” genellikle belirgin felsefi geleneklere dayanmaktadırlar.

Üstelik oldukça tuhaf ve beklenmedik örneklerle dolular: Albert O. Hirschman, Çıkış, Ses ve Sadakat kitabının; ağ devletleri, özel şehirler ve deniz yerleşimleri inşa etme çabalarına ilham verdiğini görse şaşırırdı.

Thiel’in Leo Strauss ve René Girard ile olan felsefi flörtleri bu entelektüel soy ağacının sadece bir dalı. Daha sağlam bir dal ise Palantir’in Karp’ına ait; Adorno ve Talcott Parsons üzerine yazdığı doktora tezi, artık Palantir’in gözetim imparatorluğuna entelektüel dayanak sağlıyor. Yatırımcılara gönderdiği yazışmalar entelektüel alıntılarla süslenmiş oluyor; yakın zamanda Samuel Huntington’a da yer verdi.

Yine de Karp’ın iyimserlere yönelik reelpolitik dili, kesinlikle Adorno’dan uzak. Mart ayında Fox Business’a “Amerika’nın şiddeti üstün şekilde organize etme kabiliyeti, son 70-80 yılda dünyanın gelişmesinin tek nedenidir” dedi.

Karp’ın bu militan söylemi, Silikon Vadisi’nin eylemden kopuk düşünceye olan tahammülsüzlüğünü ortaya koyuyor. Marx, muhtemelen onların praksise yönelişini alkışlardı: sadece “dünyayı tartışmak” yerine, onu değiştirmek için iradeye, araçlara ve görünüşe göre artık “Cesarete” sahipler.

Kullandığımız tanımlayıcı sözcük dağarcığı — elitler, oligarklar, kamu entelektüelleri — bu yeni tür karşısında yetersiz kalıyor. Silikon Vadisi’nin filozof-kralları artık sadece düşünce kuruluşlarına ya da STK’lara fon sağlayan zenginler değil. Onlar daha kaslı bir hibrit tür yarattı: yatırım portföyleri birer felsefi argüman gibi işliyor, piyasa pozisyonları inançlarını uygulamaya döküyor. Sanayi çağının milyarderleri dünya görüşlerini yüceltmek için vakıflar kurarken, bunlar ideolojik kaleler işlevi gören yatırım fonları inşa ediyor.

Etik yatırımın savaş alanını düşünün: Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) markalı bu kurumsal itiraf köşesi, Wall Street’in erdemi üç aylık kazanç raporu gibi ölçmeye yönelik şüpheli girişiminin bir kültür savaşı kıvılcımına dönüştüğü noktadır.

Şirketler, çevresel duyarlılıkları, toplumsal sorumlulukları ve yönetim kaliteleri açısından değerlendirilen ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) puanları alıyor — hem doğayı hem de insan onurunu sömürmenin ötesine geçtiklerini göstermek isteyen şirketler için ahlaki bir kredi notu adeta.

Ama asıl tuhaf ve neredeyse saplantılı derecede ilginç olan şey, Silikon Vadisi elitlerinin dijital krallıklarından bu kadar uzak görünen bu cephede nasıl mevzilendikleridir. Son birkaç yılda neredeyse mekanik bir kaçınılmazlıkla gelişen bu dramada; Musk, ESG’yi “saçmalık,” Chamath Palihapitiya “tam bir sahtekârlık,” Andreessen ise “zombi fikir” olarak nitelendirdi.

Yine de eylem zamanı geldiğinde, Silikon Vadisi sadece hayırseverlikle değil yatırım yoluyla cevap veriyor. ESG’yi Çin Komünizmine benzeten Thiel, ESG karşıtı Strive Asset Management’ı finanse etti. Andreessen, Hıristiyan ve MAGA yanlısı New Founding adlı bir fonu desteklemiş olmasının yanı sıra, Don(ald) Trump Jr. tarafından güçlendirilen bir başka anti-ESG kalesi olan 1789 Capital’in de tohumlarını atmaya yardım etti. Peki, onların dehası ne mi?  Yatırımlarının karşı karşıya olduğu gerçekliği yeniden şekillendirmek için dijital megafonları kullanırken (ve çoğu zaman bunlara sahip olurken) entelektüel pozisyonları piyasa arbitrajına dönüştürmek.

Andreessen gibiler Amerika’nın cesur “küçük teknoloji firmaları” kostümünü giyinirlerken, ya bu pandomim sunulduğundan daha büyük bir şeyse? Silikon Vadisi’nin entelektüel izi fark ettiğimizden daha derin izler mi bıraktı?

Önümüzde dikenli ve huzursuz edici bir hipotez sallanıp duruyor: Ya kurnaz, güçlü, zaman zaman hayalperest çok mesuliyetli teknoloji elitlerimiz, Jürgen Habermas’ın erken yazılarında teşhis ettiği “kamusal alanın yapısal dönüşümünü” yönlendiren asıl güçlerse?

Sistem teorisi yazı üslubunu şişirmeden ve nüanslar öfkesini teskin etmeden önceki genç Habermas, suçluyu kesin bir açıklıkla tanımlamıştı: eleştirel, açık tartışmanın çöküşü, yoğunlaşmış gücün yozlaştırıcı etkisinden kaynaklanıyordu. Bundan daha doğru bir söz söylenmemiştir. Yine de… 1962 tarihli analizini 2023 yılında güncelleyen soylu akademisyen Habermas, ev çökerken tablo düzeltmeye benzer bir telaşla “algoritmik yönlendirme” gibi konulara eğilmeyi seçti.

Bugünse, giderek daha net biçimde görülüyor ki asıl tehdit algoritmalarla yönlendirilen platformlardan değil, bu platformların sahibi teknoloji oligarklarından geliyor. Cephanelikleri üç ölümcül aracı birleştiriyor: plutokratik çekim (gerçekliğin temel fiziğini çarpıtacak kadar büyük servetler), kahin otoritesi (teknolojik vizyonlarının kaçınılmaz kehanet olarak görülmesi) ve platform egemenliği (toplumun konuşmasının gerçekleştiği dijital kavşakların mülkiyeti). Musk’ın Twitter’ı (şimdi X) devralması, Andreessen’in Substack’e yaptığı stratejik yatırımlar, Peter Thiel’in Rumble’a kur yapması, muhafazakar YouTube: Bunlar hem medyayı hem de mesajı, hem sistemi hem de yaşam dünyasını sömürgeleştirdiler.

Bu yeni tür oligark-entelektüeller için kullandığımız sınıflandırmaları güncellememiz gerekiyor. Peki, bu figürleri entelektüel tartışmaların neresine yerleştirmeliyiz?  1980’lerin sonlarında Zygmunt Bauman iki entelektüel arketipi haritalandırdı: Toplumun emirlerini taşlara kazıyarak dağların tepelerinden inen “yasamacılar” ve evrensel kurallar koymadan sadece kültürel lehçeler arasında çeviri yapan “mütercimler”. Bauman, postmodernitenin yasamacı duruşunu nasıl aşındırdığının izini sürdü. Büyük anlatılar öldü. Evrensel otorite soldu. Geriye sadece yorum kaldı.

Oligark-entelektüellerimiz başlangıçta mükemmel birer mütercim olarak işe başlarlar. Kendilerini teknolojik medyumlar, kaçınılmaz geleceklerin pasif kanalları olarak sunuyorlar. Peki, özel yetenekleri nedir? Teknolojik determinizmin çay falını mükemmel bir berraklıkla okumak. Onlar reçete yazmazlar; sadece kaçınılmazlığın müjdesini tercüme ederler. Bu, onların çift sarmallı kimliklerinin “entelektüel” işlevini yerine getirir.

Ancak oligarşik DNA zinciri daha da sıkı sarılıyor. Kehanet dolu vizyonlarıyla donanmış olarak, halktan, hükümetten ve çalışanlarından belirli fedakârlıklar talep ediyorlar. Altman sosyetesi teknoloji Kissinger’ı gibi başkentler arasında uçarak henüz başlamamış yapay zekâ savaşlarına barış teklifleri sunuyor. Musk, insanlığın kozmik kaderini Sovyet beş yıllık planları kesinliğiyle çiziyor. Thiel ve Karp savunma stratejisini yeniden tasarlarken, Andreessen para ve Srinivasan yönetişimi yeniden tasarlıyor. Mütercimlik yetenekleri, bukalemun gibi, yasama yetkisine dönüşüyor.

Bu süreçte, Silikon Vadisi’nin oligark entelektüelleri, postmodernistlerin bir zamanlar moloz olarak ilan ettiği şeylerden katedral kapıları inşa ettiler: Her taşa “teknoloji” (ama aynı zamanda: “yıkım”, “yenilik”, “YZ”) yazılmış, kaçınılmazlığın yüküyle ağırlaşmış büyük bir anlatı. Kevin Kelly’nin What Technology Wants gibi cilt cilt kitapları okur olarak değil, editör olarak karıştırıyorlar ve satır aralarına kendi şartlarını yazıyorlar. Bir zamanlar geleceği tahmin etmekle yetinen teknoloji devi, artık tahmin ettiği geleceği yaşamamızı istiyor.

RAND’ın Soğuk Savaşçıları; Pentagon koridorlarına fısıldarken, bizim oligark entelektüellerimiz gerçekliğin senfonisini düzenliyor; medya platformlarını kontrol ediyor, risk sermayesini halı bombaları gibi kullanıyor ve Steve Bannon’ın “bölgeyi sular altında bırakma” stratejisini hidrolik bir bilime dönüştürüyorlar. Daha önce toplumun farklı alanlarına dağılmış güçleri birleştirerek, pazartesi günü vadeli teklifler öneriyor, salı günü finanse ediyor ve cuma olmadan gerçekleşmelerini sağlıyorlar. Peki, önceki kehanetleri PayPal, Tesla ve ChatGPT’yi doğuran kâhinleri kim sorgulayabilir? Onların kehanette bulunmaya ilişkin ilahi hakları, kanıtlanmış ilahiliklerinden kaynaklanır.

Onların söylemleri, kendi ajandalarının istihkamını ve yayılmasını kurumsal çıkar olarak değil, kapitalizmin kurtuluş için tek şansı olarak çerçeveliyor. Andreessen’in Amerika’yı ağıt yakmak yerine “inşa etmeye” çağıran dijital genelgesi “Tekno-İyimser Manifestosu”  ekonomik durgunluğa dair göndermelerle dolu ve girişimci cesaretini sistemik doku sertleşmesine karşı tek panzehir olarak öneriyor. Nietzsche ve Marinetti’yi örnek göstererek hızlanmayı bir erdem olarak kabul ediyor ve ihtiyatlılık dürtüsünü sapkınlık olarak kınıyor. “Çözülemeyecek hiçbir maddi sorun yoktur,” diyor, “yeter ki daha fazla teknoloji kullanılsın.”

Thiel de Batı’nın cesur inovasyon yetisini kaybettiğini ısrarla iddia ederek, Silicon Vadisi tarafından sulanması gereken bir teknolojik çöl resmi çiziyor. Altman ise çevik bir çift adımla hareket ediyor: önce yapay zekânın işleri yok edeceğini söylüyor, ardından evrensel temel geliri tek mantıklı çözüm olarak sunuyor. Bunlar sadece bencilce klişeler değil, varoluşsal zorunluluklardır: onlara göre önerilerini reddederseniz, medeniyetin toza dönüşmesini izlersiniz.

Bu mesihvari öz-pazarlama- teknoloji oligarklarının kendilerini insanlığın resmi sözcüsü olarak ilan etmeleri-Antonio Gramsci’yi hapishane defterlerine sarılmaya iterdi. İtalyan Marksist, “organik entelektüelleri” yükselen sınıflardan, özellikle de proletaryadan çıkan, kültürel hegemonya mücadelesinde belirli çıkarları evrensel zorunluluklara dönüştüren sesler olarak teorize etti. Espri acı mı? Sermaye, solu kendi oyununda yendi; oligark-entelektüeller artık sermayenin vaftiz edilmemiş organik entelektüelleri olarak hizmet veriyor ve kapitalizm, sosyalistlerin bir asırda başaramadığını on yılda mükemmelleştiriyor.

Kâr peşinde koşmanın soğuk aritmetiği ile medeniyeti kurtarmanın mesihçi tiyatrosu arasında oligark-entelektüellerin en belirgin çelişkisi duruyor: imparatorluklarının tutuşturmak için yaktığı devrimci alevleri söndürmek zorundadırlar. “Uyandırılmışlığa” karşı takıntılı kampanyaları, iktidarın en eski refleksini ortaya koyuyor: kendi çelişkilerini kontrol altına almak.

Musk’ın “uyandırılmış zihin virüsü”nü lanetlemesini ya da Karp’ın uyandırılmışlığı “ince bir pagan din” olarak nitelemesini izleyin. Bu arada Andreessen ise elit üniversiteleri “Amerika’dan nefret eden komünistler” yetiştiren Marksist ilahiyat okulları olarak tanımlıyor. Bir diğer teknoloji patronu (ve Palantir’in kurucu ortağı) Joe Lonsdale, “Amerika’yı seven kapitalistler” yetiştirmeyi hedefleyen uyandırılmışlık karşıtı Austin Üniversitesi’nin arkasındaki itici güç oldu.

Bu oligarşik kaygının kökenlerini araştırmak için, 1970’lerde radikal Amerikalı sosyolog Alvin Gouldner tarafından ortaya atılan “Yeni Sınıf” teorisine yeniden bakmak gerekiyor. Gouldner, DNA’sında devrimci potansiyel taşıyan bir “teknik aydınlar” grubu tanımladı. “Teknik bulmacalara uyuşturucu bağımlıları gibi duydukları takıntılarla yetinmekten başka bir şey istemiyormuş gibi uysal görünseler de temel amaçları dünün tanrılarına tapmak için “teknolojiyi sürekli dönüştürmekti.”

Gouldner’ın öngördüğü Yeni Sınıf ittifakı, yani rasyonel mühendisler ile kültürel entelektüeller arasındaki ittifak, yerleşik sermayeye meydan okuyacaktı. Ancak sonraki on yılların gösterdiği gibi, bu ütopya (aşırı sağcı Bannon ve “Katedral” hakkındaki komplocu anlayışıyla Curtis Yarvin, farklı düşünmelerine karşın ) asla tam anlamıyla gerçekleşmedi.

Yine de Silikon Vadisi tuhaf bir istisna olarak ortaya çıktı. Sıradan askerleri-her zaman olmasa da generalleri- çeşitlilik ve düzleştirilmiş hiyerarşiler gibi karşıt kültür idealleriyle yoğrulmuşlardı. Teknolojinin derinliklerini araştıran araştırmacılar, eşitsizlik gibi konulara alerjisi olan bir bilinç olarak “post-neoliberal öznelliğin” ortaya çıktığını bile tespit ediyorlar.

Bu yalnızca anekdotlara dayalı bir gözlem değil. 18 sektörden 200.000 çalışanın siyasi bağışlarını takip eden kapsamlı bir 2023 araştırması, teknoloji çalışanlarının benzersiz bir şekilde düzen karşıtı olduğunu ve liberal coşkuda, sanat ve eğlence sektöründeki bohemlerin hemen ardından geldiklerini ortaya koydu.

Bu çalışmada en belirgin olan şey, liberal teknoloji çalışanları ile sağ eğilimli patronları arasındaki derin uçurumdu; bu uçurum, diğer iki sektör hariç tüm sektörlerden daha derindi. Bu boşluk, ilk Trump yönetiminin başlangıcında patlayan bir saatli bomba olarak ortaya çıktı. Göç, ırk ve savaş konularında beceriksizce ancak saldırganca uygulanan politikaların etkisiyle Silikon Vadisi’nin “teknik aydınları”, uyumlu tuş vuruşçularından dijital muhaliflere dönüştü.

Oligarklar kendilerini içeriden pusuya düşürülmüş halde buldular; liberal eğilimli lejyonları, teknik yeteneklerini süslemek için Pentagon’un kan makinelerinin veya ICE’nin (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza İdaresi) sınır dışı etme talimatının üzerine koymayı aniden reddettiler. Google, Microsoft ve Amazon’daki bu isyanlar yalnızca sözleşmeye bağlanmış anlaşmaları değil, aynı zamanda Silikon Vadisi’ni askeri-endüstriyel komplekse bağlayan antlaşmaları da tehdit etti.

İsyanın ikinci cephesi olan iklim bilinci, Amazon çalışanlarının gezegenin kurtuluşu için “nelerin mümkün olduğunu yeniden tanımlayabileceklerini” ilan ettikleri yeşil manifestolarının yayınlaması aracılığıyla coşkuyla ortaya çıktı.

Oligarklar için militarizme ve çevre yönetimine karşı bu ikili isyan – ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) gibi diğer baş ağrılarını bir kenara bırakın – hızla çıkarılması gereken kötü huylu bir tümör ortaya çıkardı.

İş gücünü doğrudan araçlarla yeniden programlayamayan Silikon Vadisi’nin oligark entelektüelleri daha zarif bir çözüm benimsediler: Ortaçağ cadı avcılarının coşkusuyla “uyandırılmış” sızmaları kınadılar ve taktıkları ulusal güvenlik maskesini vatanseverlik görevi söyleminin arkasına gizlediler.

Zaten “uyandırılmışlığı”, “Palantir ve Amerika için merkezi risk” olarak tanımlayan Karp, şimdi de maaşlı köylülerinden jeopolitik sadakat talep ediyor. İsrail’i desteklemeli, Çin’e karşı durmalılar; aksi görüştekiler, iş aramakta özgür. Andreessen yakın zamanda Times’a bazı çalışanların teknoloji şirketlerine bilinçli olarak içten çökertmek amacıyla katıldıklarından şüphelenmenin olağan hâle geldiğini bile söyledi.

Tüm bu açıklamaların ardındaki oyun planı oldukça basittir: Teknoloji entelijansiyasını her türlü yıkıcı düşünceden arındırarak onları paranın eski gücüyle yeniden uyumlu hale getirmek. Ve bu stratejinin uygulanması sonucunda oligark-entelektüeller istikrarlı ve tutarlı bir toplumsal varlık olarak ortaya çıktılar. Uyandırılmayı ve ESG’yi seven düşmanlarını bastırdıktan sonra bile kesinlikle emekli olmayacaklar.

Trump’ın Washington’ına misafir olarak değil, mimar olarak geliyorlar. Gerçekliği büken makineleri -para akışı, platform hakimiyeti, özel fantezileri kamu politikasına dönüştürmek için diz çöken bürokrasilerle- eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip. Carnegie ve Rockefeller saygı uyandırıyordu ama şu ölümcül cephanelikten yoksundular: sosyal medya şimşekleri, ünlü aurası, risk sermayesi testeresi, Batı Kanadı (ABD Başkanının ofisinin bulunduğu alan) geçiş anahtarı. Düzenlemeleri yeniden yazarak, sübvansiyonları yönlendirerek ve kamu beklentilerini yeniden ayarlayarak ateşli hayalleri (blok zinciri derebeylikleri, Mars çiftlikleri) görünüşte makul geleceklere dönüştürüyorlar.

Neyse ki, tekno-oligarşik gücün yekpare kalesi gibi görünen şey, tapınan gözlemcilerin göremediği yapısal kusurları gizliyor. Gerçekliği kendi istekleri doğrultusunda eğip bükme kapasiteleri, paradoksal bir şekilde, özgür ifadeyi yüceltirken, temel eleştiriyi boğan yankı odaları inşa ederek kendi kendini baltalıyor.

Yalın gerçeklerin yakıcı dokunuşundan kopan bu Silikon Vadisi papazları, navigasyon araçlarını kaybediyorlar. Zaten kurucuya tapınmayla dolu bir coğrafyada, filtrelenmemiş gerçekle temas giderek azalıyor.

Bu, siyasetin iş dünyasından çok farklı olduğu birçok noktadan biridir. Standart girişim kapitalizmi hâlâ piyasanın soğuk yargısıyla karşı karşıya. WeWork’ü çalışma hayatının geleceği olarak gören risk sermayedarları (VC: Venture Capital), pandemi gerçeklerinin balonlarını patlattığını gördüler. Piyasa, ne kadar kusurlu olursa olsun, yatırım hipotezlerini düzenli olarak sınar.

Ancak oligarşik güç daha karanlık bir cazibe sunuyor: tahminleri gerçeğe uydurmak varken, tahminleri doğrulamak için gerçeği eğip bükmenin ne anlamı var? Andreessen Horowitz, kripto para birimini bankacılığın kaçınılmaz halefi olarak ilan ettiğinde, bir sonraki adım adaptasyon değil, aktivasyondur; yani kehaneti politikaya dönüştürmek için Trump yönetiminin nüfuzunu kullanmak.

Gerçekleri yeniden yapılandırmak için gerekli yetkiye sahip olduğunuzda, girişimci fanteziler ile inatçı gerçekler arasındaki çarpışma kaçınılabilir hale gelir. İşte son hamle: oligark entelektüeller, kehanet ve gerçeklik tek bir halüsinasyonda birleşene kadar mevzuatı, kurumları ve kültürel beklentileri yeniden yapılandırıyor (elbette ChatGPT’nin izniyle).

Ancak gerçekliğin de Sovyet bürokratlarının, özenle inşa ettikleri kurguların maddi sınırlara çarpıp parçalandığında öğrendikleri gibi bir kırılma noktası vardır. Yöntemlerinde daha kurnaz olan Çin Komünist Partisi, olası kargaşalar hakkında önemli istihbarat sağlayan dijital forumlar, yerel yetkililer, denetlenmiş STK’lar gibi çok katmanlı şikayet toplama sistemleri kurdu.

Oligark-entellektüeller ise tam tersi bir içgüdü sergiliyorlar: Sovyet yolunu izliyorlar. Musk’ın DOGE aygıtı, kalan çalışanları başını sallayan mankenlere dönüştürürken, onun yandaşı da algoritmik verimlilikle dijital platformlarda muhalifleri avlıyor. Sovyet tarzı gerçeklik inkarını Çin tarzı gerçekliği izleme yöntemine tercih ederek, büyük tasarımlarını nihayetinde parçalayacak yankı odaları yarattılar.

İroni şu ki: Komünistlerin her yerde pusuda beklediğini düşünen bu adamlar, Sovyet teknokrasisinin en büyük günahını işlemek üzereler; şık modellerini, evcilleştirmeye çalıştıkları ehlileştirilemez gerçeklikle karıştırıyorlar.

Aslında çok da şaşırmamalıyız: Oligark-entelektüeller tarihin en güçlü aygıtını ele geçirdiklerinde, kaçınılmaz olarak partizanlara dönüşürler; bu kez Kırım’ın gösterişli sanatoryumlarında değil, Burning Man’in (Burning Man, her yıl Ağustos-Eylül aylarında Nevada’nın Black Rock Çölü’nde geçici olarak kurulan Black Rock City’de gerçekleştirilen bir etkinliktir) derme çatma çadırlarında tatil yaparlar. Elon Musk, Henry Ford olarak başlamış olabilir ama Leonid Brejnev olarak sahneden ayrılacak.

 

*Evgeny Morozov, Harvard Üniversitesi’nde Bilim Tarihi alanında doktorasını tamamlamış, bir bilgi küratörlüğü platformu olan The Syllabus’ın kurucusu ve To Save Everything, Click Here: The Folly of Technological Solutionism (2015) kitabının yazarıdır.

 

Kaynak: https://english.elpais.com/opinion/2025-04-27/tech-oligarchs-impose-their-prophetic-visions.html

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA