Tarihsel istatistikler çoğu zaman güvenilir değildir
Tarih, çok uzun zaman önce siyasi amaçlar uğruna akademik bir disiplin olarak araçsallaştırıldı. Çoğu ülkede tarih, geleneksel olarak yürürlükteki siyasi rejimin hizmetinde olmuştur. Görece bağımsız bir şekilde işleyebildiği dönemler ise son derece sınırlıdır. Dahası, son yıllarda, eğitim sisteminde tarihin yeri ciddi ölçüde geriletilmiş ve bu alan “iklim dini”, toplumsal cinsiyet ideolojisi ve uyanıklık (woke) çılgınlığına yer açmak için feda edilmiştir.
Buna rağmen hâlâ üniversite ve yüksekokullarda tarih okuyan binlerce öğrenci vardır. Ancak bu kurumlarda da müfredat, siyasi doğruculuk, uyanıkçılık (woke-izm) ve zorunlu kolektif öz-aşağılama söylemleriyle şekillenmektedir. Batı dünyasında öğrencilere, geçmişteki kuşakların Üçüncü Dünya ülkelerinin koyu tenli halklarına karşı işlediği adaletsizlikler için suçluluk duymaları gerektiği öğretilmektedir. Elbette, ideolojiye, yapay duygulara ve tali meselelere ne kadar çok zaman ayrılırsa, tarihin gerçekten önemli yönlerine o kadar az zaman kalmaktadır.
Tarih daima gerçeklerle beslenir, ancak tam da bu gerçekleri gerekli güvenilirlik düzeyinde ortaya koymak oldukça zordur. Gerçekleri ortaya çıkarmak ve doğrulamak için arşiv araştırması yapılması gerekir—peki ya ihtiyaç duyulan veriler hiç mevcut değilse, ne orada ne de başka bir yerde? Ne yazık ki bu durum oldukça sık yaşanır.
Zaman içinde geriye doğru gidildikçe verilerin güvenilirliği giderek azalır. Örneğin nüfus istatistiklerini ele alalım. Çoğu Avrupa ülkesi için, en azından 19. yüzyılın ortalarından itibaren, hatta bazı durumlarda daha da öncesine dair, az çok doğrulanabilir ve güvenilir nüfus verileri mevcuttur. Ancak daha da geriye gidildikçe bu veriler giderek daha da parçalı hâle gelir. Avrupa dışındaki bölgelerde de durum kabaca aynıdır.
Bazı büyük soruların cevabı ise sonsuza dek bilinemez kalacaktır. Örneğin, yalnızca beş yüzyıl önce, 1500 yılı civarında Yeni Dünya’da kaç kişinin yaşadığını söylemek kesinlikle imkânsızdır. Bildiğimiz tek şey, o sıralarda bazı Avrupalı denizcilerin, kâşiflerin ve maceraperestlerin Amerika kıtasına ayak bastığıdır—bunların ilki 1492’de Kristof Kolomb’tur. Ancak Kolomb Karayipler’e vardığında orada ya da Yeni Dünya’nın geri kalanında kaç yerlinin yaşadığını bilmiyoruz.
Avrupalılar geldiğinde yerli nüfusun ne kadar büyük olduğu sorusu, yabancı akademisyenlerin Latin Amerika’yı düzenli ve yapısal biçimde incelemeye başlamasıyla birlikte ciddi akademik spekülasyonların konusu hâline geldi. 1920’lerde, Alman coğrafyacı Karl Sapper (1866-1945) ve Amerikalı arkeolog Herbert Spinden (1879-1967), Amerika kıtasının toplam nüfusunun 40 ila 50 milyon arasında olması gerektiği konusunda hemfikirdi. 1930’larda, Amerikalı kültürel antropolog Alfred Kroeber (1876-1960), Amerika kıtası genelinde yalnızca 8,4 milyon insan yaşadığını ve bunların 7,5 milyonunun bugünkü İspanyol Amerika’da bulunduğunu tahmin etti. 1964’te tarihçi Woodrow Borah (1912-1999), 1492’de Amerika kıtasındaki nüfusun “100 milyonun üzerinde” olabileceğini öne sürdü. Ardından, 1966’da Amerikalı profesör Henry Dobyns (1925-2009), kıtanın toplam nüfusunu 112,5 milyon olarak tahmin etti ve bunun 100,3 milyonunun İspanyol Amerika’da yaşadığını belirtti. Bu antropoloğun, ondalık basamaklara kadar kesin rakamlar verirkenki özgüveni beni hep şaşırtmıştır. Bu kadar kesinlik nasıl mümkün olabilir? 1980’lerde, Hollandalı tarım tarihçisi Bernard Slicher van Bath (1910-2004), Latin Amerika nüfusunun yaklaşık 35 milyon olduğunu öne sürerek Sapper ve Spinden’in erken tahminlerini adeta teyit etmiş oldu.
Amerika kıtasının 1500 civarındaki nüfusu hakkında “bildiğimiz” her şey bundan ibarettir. Başka bir deyişle, elimizde kesin hiçbir bilgi yok; tüm tahminler yalnızca varsayımlara dayanıyor—örneğin dönüm başına tarımsal verimlilik gibi ölçütlere. Portekizli denizci Pedro Álvares Cabral 1500 yılında Brezilya’ya ulaştığında orada kaç kişinin yaşadığını bilmiyoruz; aynı şekilde Hernán Cortés 1519’da Meksika’ya ayak bastığında ya da Francisco Pizarro 1533’te Peru’yu işgal ettiğinde nüfus neydi, onu da bilmiyoruz.
Latin Amerika’ya dair elimizde bulunan en erken ve nispeten somut nüfus verileri, 1575 yılı civarına aittir ve bu bilgiler İspanyol saray tarihçisi Juan López de Velasco’nun (1530-1598) çalışmalarında yer almaktadır. O dönemde, tüm İspanyol kolonilerinin toplam nüfusu yaklaşık dokuz milyondu ve bunun çoğunluğunu, o zamanlar hâlâ “Kızılderili” denilmesine izin verilen yerli Amerikalılar oluşturuyordu. Ayrıca, İspanya’da ya da Amerika’da doğmuş yaklaşık 160.000 İspanyol da vardı.
Dolayısıyla, Amerika kıtasındaki demografik çöküşün ne derece büyük olduğu, “Kolomb öncesi” döneme ait hangi nüfus verilerine inanıldığına göre değişiklik göstermektedir. 1992 yılında, Kolomb’un ilk seferinin beş yüzüncü yılı hem Avrupa hem de Amerika’da “Amerika’nın keşfi” olarak kutlanırken, bazı bilgi yoksunu, sansasyonel ve belli ki suçluluk kompleksiyle hareket eden kişiler, Kolomb, Cortés ve Pizarro gibi figürlerin dünya tarihinin “en büyük suçluları” olduğunu öne sürdüler—çünkü neredeyse yüz milyon insanın ölümünden sorumlu tutuluyorlardı. Bu sebeple, onların Hitler, Stalin ve Mao’dan daha kötü olduğu iddia edildi.
Latin Amerika tarihi üzerine çalışan tarihçilerin neredeyse hiçbiri, bu tür gerçek dışı ve abartılı söylemleri düzeltme cesaretini göstermedi. Bu söylemler gerçeklere değil, masallara dayanıyordu. Az sayıdaki itiraz edenler ise kamuoyunda açıkça kınandı. Söyledikleri şey hukuken tamamen meşru olmasına rağmen, nasıl olur da bu şişirilmiş rakamlara itiraz etmeye cüret ederlerdi! Böyle bir tavırla milyonların acısını küçümsüyor, onların anısını aşağılıyorlardı! En kötüsü, hayali bile olsa bir soykırımı inkâr etmekle suçlandılar ve bunun sonucunda alay, dışlama ve daha fazlasıyla karşılaştılar.
Açıkça görülüyor ki, tüm bu tartışma uydurma rakamlara dayanıyor. Ancak bu rakamların uydurma olması, insanların her türlü abartılı sonuca ulaşmasını ve saçma sapan açıklamalar yapmasını engellemiyor. Gerçekte, Amerika kıtasında Kolomb öncesi dönemde kaç kişinin yaşadığına dair elimizde hiçbir somut kanıt yok—dolayısıyla bunu başka zamanlara ve bölgelere ait nüfus verileriyle kıyaslamak da imkânsızdır. Özellikle İspanyol fatihlerin Amerika’daki zulümlerinin bilinçli biçimde abartılması, yüzyıllardır varlığını sürdüren “Kara Efsane”nin (Black Legend) bir başka halkası olarak görülebilir. Bu anlatı, esasen İngiltere ve Hollanda gibi İspanya’nın tarihsel düşmanları tarafından kurgulanıp yayılmıştır.
Paraguay’ın tarihi, abartılmış nüfus verileri ve kitlesel ölümler içeren bir başka tartışmaya sahne olmaktadır. 1814’te bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk üç yöneticisi döneminde ekonomik olarak gelişen Paraguay, komşularının gıptayla baktığı bir ülke hâline gelmişti. İngiliz mali desteğine büyük ölçüde bağımlı olan Brezilya ve Arjantin, Paraguay’ı kendi çıkarları açısından bir tehdit olarak görmeye başladı. 1864 yılında Uruguay ile birlikte Paraguay’ı savaşa sürüklediler. Bu savaş, ülkenin ekonomisini yerle bir etti ve binlerce Paraguaylının ölümüne yol açtı. Uzun yıllar boyunca, 1864 yılında Paraguay nüfusunun 1,3 milyon olduğu ve bu nüfusun savaşla birlikte büyük ölçüde azaldığı genel kabul gören bir bilgi olarak dolaşıma girdi. Zafer kazanan ülkelerin denetiminde 1873’te yapılan nüfus sayımına göre, Paraguay’ın nüfusu o tarihte sadece 221.000 kişiydi.
1976 yılında, bu konuyla ilgili ciddi araştırmalar yapan ilk modern tarihçi olan John Hoyt Williams (1940–2003), 1864’te Paraguay nüfusunun asla 1,3 milyon olamayacağı, en fazla 375.000 ile 575.000 arasında bir seviyede olduğu sonucuna vardı. Bu sonuca ulaşmasının basit bir gerekçesi vardı: 1846 yılında ülke nüfusu hiçbir şekilde 240.000’i aşmış olamazdı.
1988 yılında, sağlam kanıtlara ve kusursuz bir mantık yürütmeye dayanarak, Amerikalı tarihçi Vera Blinn Reber, 1864’te Paraguay nüfusunun asla 1,3 milyon olamayacağını ikna edici biçimde ortaya koydu. En muhtemel rakam, yaklaşık 300.000 civarındaydı. Bu makale, dünyanın dört bir yanındaki Latin Amerika uzmanı tarihçiler arasında dehşet dolu bir öfke dalgasına yol açtı.
Oldukça duygusal ve açıkçası epeyce çocukça bir karşı yazı 1990 yılında yayımlandı. Bu yazı, Amerikalı tarihçi Thomas Whigham (*1955) ile Alman tarihçi Barbara Potthast (*1956) tarafından kaleme alındı. Siyasi doğruculuk fikirleriyle yönlendirilen ve alandaki tüm güncel eğilimleri benimseyen bu ikili, 1864 yılı için Paraguay nüfusunun 1,3 milyon olduğu yönündeki geleneksel rakamı savundu. Ancak 1999 yılında, aşırı ve hatalı tepkilerinin farkına varan ikili, makul bir geri adım atarak John Hoyt Williams’ın araştırmalarına katıldı ve savaşın patlak verdiği dönemde Paraguay’ın nüfusunun 420.000 ile 450.000 arasında olduğunu ifade ederek pozisyonlarını revize etti.
Tarihi rakamlar üzerine bir başka tartışma da Arjantin’de yaşanmaktadır. 1976 yılında, ABD’den onay aldıktan sonra Arjantin Silahlı Kuvvetleri bir darbe gerçekleştirdi ve 1975’te ölen Juan Domingo Perón’un yerine geçen üçüncü eşi Isabel Perón’u görevden aldı. Ordu generali Jorge Rafael Videla liderliğinde, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlarından oluşan ve sivillerin de dahil olduğu bir askeri cunta iktidarı devraldı. Cunta, 1960’ların sonlarından beri varlığını sürdüren şehir gerillalarına karşı yürütülen acımasız kampanyayı sürdürdü. 1974 yılında, Perón’un başkanlığı döneminde, bu gerilla hareketi Buenos Aires ve diğer büyük şehirlerde açık çatışmalara dönüşmüş, silahlı kuvvetlerin müdahalesi sonucunda iki yıl içinde en az bin isyancı öldürülmüştü. Askeri darbenin ardından, gerilla karşıtı kampanya tam gaz devam etti ve birkaç yıl içinde isyan bastırıldı. Ancak bu süreçte, rejim muhalifi binlerce kişinin akıbeti belirsiz hâle geldi ve bu kişilerin “kaybolduğu” iddia edildi.
Demokrasiye geçişin ardından, Arjantin Devlet Başkanı Raúl Alfonsín, ünlü yazar Ernesto Sabato’yu (1911–2011) kayıpların akıbetini araştırmakla görevli ulusal komisyon olan CONADEP’in başkanlığına atadı. Komisyonun Nunca más (“Bir Daha Asla”) adlı resmî raporuna göre, askeri cunta yönetimi sırasında yaklaşık sekiz bin Arjantinli kayıplara karışmıştı.
Bu sonuç, birçok kişi için sarsıcıydı; çünkü çeşitli tahminlere göre en az 30.000 kişinin kaybolduğu düşünülüyordu. Oldukça kapsamlı yürütülmüş olan resmî soruşturmaya rağmen, belirlenen kurban sayısı “fazlasıyla ihtiyatlı” olarak nitelendirildi. Gerçekte, 30.000 rakamı askeri rejim hâlâ iktidardayken dahi dolaşıma girmişti. Arjantin’deki güvenilir kaynaklar bana bu sayının kökeninin Hollanda olduğunu aktardı: Yerel sosyalist partinin yetkilileri, Arjantin’den gelen muhalif bir heyete, cuntanın iddia edilen kurbanlarının sayısını 30.000’e çıkarmalarını tavsiye etmişti. Böylece protestoları ve öfkeleri daha etkili olacaktı. Dolayısıyla, 30.000 kurban rakamı tamamen hayal ürünüdür. Gerçek bir demokrasi yanlısı için en rahatsız edici unsur ise, ulusal kahraman Perón ve eşinin yönettiği demokratik olarak seçilmiş bir hükümetin döneminde dahi en az bin kişinin “kaybolmuş” olmasıdır.
Bugün, olayların üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçmişken, 30.000 sayısı resmî olarak kayıpların gerçek sayısı kabul edilmekte; böylece CONADEP’in dikkatle hazırlanmış sonuçları tamamen görmezden gelinmektedir.
Bu kadar çok insanın ölü ve yaralı sayılarının büyüklüğüne duyduğu hayranlık ve tutku, açıklanması oldukça güç bir durumdur. Bu durum, açıkça “şiddet pornografisi” olarak adlandırılabilecek bir tür saplantıyı andırmaktadır. İnsanlar neden geçmişteki acıları bu kadar büyük bir zevkle anar? Neden her zaman ölü sayılarını abartma eğilimindedirler? Başkalarının geçmişte yaşadığı acılara sempati gösterirken ahlaki bir üstünlük hissine mi kapılıyorlar? Neden, inançlarını paylaşmayanlara karşı bu kadar öfkeliler?
Mantıklı argümanlar, somut kanıtlar ve sağlam tarihsel araştırmalar onların fikirlerini değiştirmeye yetmediğine göre, geçmişteki acılara duyulan bu hayranlık, adeta bir dinin tüm özelliklerini taşıyor gibi görünüyor.
Referanslar
Benjamin Keen and Keith Hayes, A History of Latin America (Boston/New York: Houghton Mifflin, 2000);
Hans Vogel, Geschiedenis van Latijns-Amerika (Utrecht: Spectrum, 2002).
John Hoyt Williams, “Observations on the Paraguayan Census of 1846”, Hispanic American Historical Review 56:3 (1976), pp. 424–437.
Vera Blinn Reber, “The Demographics of Paraguay: A Reinterpretation of the Great War, 1864-1870”, Hispanic American Historical Review 68:2 (1988), pp. 289–319.
Thomas L. Whigham and Barbara Potthast, “Some Strong Reservations: a Critique of Vera Blinn Reber’s ‘The Demographics of Paraguay: A Reinterpretation of the Great War, 1864-1870’”, Hispanic American Historical Review 70:4 (1990), pp. 667-675.
Thomas L. Whigham and Barbara Potthast, “The Paraguayan Rosetta Stone: New Insights into the Demographics of the Paraguayan War, 1864-1870”, Latin American Research Review 34:1 (1999), pp. 174–186.
CONADEP: Nunca Mas, the Report of the Argentine National Commission on the Disappeared, London: Farrar, Straus & Giroux, 1986.
Kaynak: https://hansvogel.substack.com/p/numbers-in-history-the-case-of-latin