27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık 2024’te son bulan Esed rejimini deviren askeri operasyonlar sadece Suriye’de değil bölgesel anlamda da yeni dinamikler meydana getirmiştir. Yeni süreci kapsamlı biçimde analiz etmek adına Milletler Arası İlişkiler ve Diplomasi (MID) heyeti olarak Türkiye sınırındaki Azez’den başlayarak Halep, Hama, Hums ve son olarak Şam’da saha araştırmaları ve görüşmeler icra edildi. Gerçekleştirilen görüşmeler ve gözlemler aracılığıyla Suriye’deki yeni duruma dair siyasi, askeri, toplumsal ve insani boyutlar incelenmiştir. Elde edilen bulgular, devrim sonrası ortaya çıkan güvenlik açıklarından uzlaşı merkezlerine, insansızlaştırılmış bölgelerden geri dönüşlere kadar pek çok unsuru ortaya koymaktadır. Ayrıca araştırma sonucu Türkiye’nin Suriye’deki rolü ve yeni yönetimin oluşturduğu imkân ve riskler de öne çıkan bir diğer unsur olmuştur.
Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmasının ardından, yıllar süren çatışma ve iç savaş ortamı 27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık 2024’te son bulan ve Esed rejiminin düşmesini sağlayan farklı bir evreye girmiştir. Bu yeni süreç, hem ülke içindeki siyasi ve askeri yapılarda dönüşüm hem de uluslararası aktörlerin (özellikle Türkiye’nin) bölgedeki etkilerinin artması şeklinde tezahür etmektedir. Bu yazı, Suriye’deki söz konusu dönüşümün ilk aşamalarının sahadaki yansımalarını incelemek amacıyla Milletler Arası İlişkiler ve Diplomasi (MID) heyeti tarafından Suriye’nin farklı şehir ve kasabalarında gerçekleştirilen saha görüşmelerine dayanmaktadır.
Yeni İdarenin Başlangıç Noktası ve Türkiye’nin Rolü
Azez, iç savaş öncesinde küçük bir kasaba iken Türkiye’nin desteği ve Suriye Millî Ordusu (SMO) ile yürütülen ortak operasyonlar sonucunda önemli bir merkez hâline dönüşmüştür. Alt yapının güçlenmesiyle birlikte şehirde güvenlik ve asayiş sorununun büyük ölçüde çözüldüğü gözlenmiştir. Özellikle Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde altyapı yatırımlarının çeşitlenmesi, sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçların görece daha düzenli şekilde karşılanmasını sağlamaktadır. Şehrin idari yapısının gelişmesinin yanında göç ve geri dönüş dinamiklerinin de öne çıktığı görülmüştür. Azez ve çevresindeki nüfusu büyük oranda rejim, PKK ve IŞİD terör örgütlerinden kaçan siviller oluşturmaktadır. Yeni yönetimin istikrar sağlaması hâlinde, özellikle Halep gibi şehirlerden göç edenlerin geri dönüş beklentisi artmaktadır. Suriye’nin kuzeyinde yer alan Azez ve İdlib gibi bölgelere yoğun göçün yanı sıra Türkiye’deki geçici sığınmacı statüsündeki Suriyelilerin de asıl şehirlerine dönüş isteği mevcuttur. Bu bağlamda, güvenlik, temel altyapı (elektrik, su, mazot) ve mevsimsel koşullar (yaz ayları) geri dönüşleri hızlandırıcı faktörler olarak kaydedilmiştir. Askeri anlamda ise birtakım önceliklerin varlığından söz edilebilir. Azez’deki askeri yetkililer, devrimin tamamlanabilmesi için PKK’nın Suriye sahasından tamamen temizlenmesi veya silah bırakmasının elzem olduğunu belirtmektedir. Bu durum, özellikle Tel Rıfat çevresinde süregelen güvenlik açığını da gündeme getirmektedir. Yakın zamanda PKK kontrolünden kurtarılan bölgelerde tüneller ve muhtemel tuzaklar gibi riskler nedeniyle asayiş tam anlamıyla sağlanamamıştır.
Halep: Stratejik Şehre Geri Dönüşler
Halep, Suriye’nin en büyük ikinci şehri ve tarihî ticaret merkezlerinden biridir. İç savaş sürecinde devrimciler için stratejik bir savunma hattı oluşturan Halep’in düşmesi, çok sayıda sivilin Türkiye’ye ve farklı ülkelere sığınmasına neden olmuştur. İç İşleri Bakanlığı veriline göre Türkiye’deki Suriyeli geçici sığınmacıların %60 civarını Halepliler oluşturmaktadır. Bu nedenle yeni dönemde Suriye’de devletin inşa süreci tamamlanır, ekonomik refah seviyesi düzeltildiği takdirde geriye dönüşlerin hızlanacağı tahmin edilebilir.
Yeni dönemde Halep’te gözle görülür bir hareketlilikten bahsedilebilir.
Halep’in yeniden “özgürleştirilmesi” sonrasında, özellikle Türkiye’deki Halep kökenli sığınmacılar arasında geri dönüş eğilimi dikkate değerdir. Saha görüşmelerinde, ticaretle uğraşan ailelerin Halep’e dönerek hem ekonomik faaliyetlerini canlandırmaya hem de devrim sonrası süreçte şehri yeniden imar etmeye istekli oldukları kaydedilmiştir. Buna ek olarak, yerel basın ve yayın organlarının (örneğin devrim öncesinde aileler tarafından kurulan televizyon kanalları) Halep’te yeniden faaliyete geçmesi, toplumsal morale katkıda bulunmaktadır. Bununla birlikte kırsal bölgelerde güvenliğin tam anlamıyla tesis edilemediği gözlemlenmiştir.
Halep’e giderken kullanılan yollarda güvenlik sorunu hâlen çözülmemiştir. Ana yolların denetimi kısmen sağlansa da kırsal bölgelerde insansızlaştırılmış alanlar göze çarpmaktadır. Rejimin düşmeden önce kuzeyde fiilî bir devlet yapısına izin verdiği izlenimi, Kafr Hamrahve Hraytan gibi kasabaların binalarının tamamen yıkılması ve halkın bu bölgelerden sürülmesiyle desteklenmektedir. Bu alanların “tampon bölge” olarak kullanılmasının amaçlandığı tahmin edilmektedir.
Hama: Uzlaşı Merkezleri ve Güvenlik Bürokrasisi
Hama’da yeni yönetimin oluşturduğu “uzlaşı merkezleri”, rejim ile iş birliği yapmış veya çatışmaya katılmış kişileri silah bırakmaya ve barışçıl bir yaşama dönmeye davet etmektedir. Bu merkezlerin hem şehir merkezlerinde hem de kırsal bölgelerde dolaşarak halka ulaşması, uzlaşmaya olan ilgiyi artırmaktadır. Şehir merkezi büyük ölçüde kontrol altına alınsa da kırsal bölgelerde rejimin eski milis güçleri ve saldırgan unsurlar (örneğin silahlandırılmış Alevi gruplar) sorun yaratmaktadır. Hizbullah ve İran bağlantılı milislerin de özellikle kırsal kesimlerde varlık göstermesi, güvenlik kuvvetlerinin takviye edilmesini gerektirmektedir. Askeri ve lojistik araç-gereç, eğitimli personel ve temel altyapı eksiklikleri, Hama’nıngüvenlik önceliklerini oluşturmaktadır.
Hums: İnsani Yardım, Yıkım ve Gelecek Perspektifi
Hums, devrim sürecinin önemli merkezlerinden biri olmakla birlikte, savaşın en ağır tahribatına sahne olmuş şehirler arasındadır. Suriye’nin birçok noktasında etkin olan Beyaz Baretliler (White Helmets) önderliğinde yapılan incelemelerde toplu mezarlar, cesetler ve rejimin sivil halka uyguladığı ağır zulmü belgeleyen kayıtlar dikkat çekmektedir. Bu durum, yerel ve uluslararası insani yardım kuruluşlarının Hums’taki rolünü daha da kritik hâle getirmektedir. Rejimin çöküşüyle birlikte Hums’ta kısa süreli bir kaos yaşanmış, ancak halkın yeni yönetime dair olumlu beklentileri zamanla belirginleşmiştir. Güvenlik personeli eksikliği, yıkılmış binalar ve rüşvet mekanizmasıyla çökertilmiş bir idari yapı, acilen yeniden inşa edilmesi gereken alanların başında gelmektedir. Özellikle ilk etapta 3.000 civarında polis ve gerekli teçhizata ihtiyaç duyulduğu raporlanmıştır. Uzlaşı merkezlerine silah tesliminin artması, ilerleyen dönemde daha istikrarlı bir yönetime geçileceğine işaret etmektedir
Şam: Yeni Yönetimin Stratejik Kararları ve Türkiye Algısı
Saha araştırmasından elde edilen bulgular, Türkiye’nin Suriye devriminde oynadığı kritik rolün özellikle Şam’da olumlu algılandığını göstermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devrimin başından bu yana Suriye halkının yanında olması gerek insani yardım gerekse diplomasi ve askeri destek düzeyinde Türkiye’ye dair kalıcı bir güven oluşturmuştur. Devrim sonrasında Türkiye’nin Suriye’de eğitim, askeri yapılanma ve ticaret başta olmak üzere pek çok alanda yatırım yapabileceği öngörülmektedir. Elektrik altyapısı, güneş enerjisi tesisleri, fırınlar ve temel gıda temini konusunda Türkiye’nin hızlı müdahale kapasitesi, Şam yönetimi ve halk nezdinde kritik destek alanları olarak görülmektedir. Nitekim Suriye’nin farklı şehirlerindeki nüfusun hızla artması veya geri dönmesi durumunda temel gıda, yakıt ve tarımsal ihtiyaçların karşılanmasında Türkiye’nin katkısı önem arz etmektedir.
PKK-PYD başta olmak üzere bazı grupların “demografik mühendislik” girişimleri, yeni yönetim tarafından dikkatle takip edilmektedir. Suriye’de nüfus artışının sağlanması ve göçmenlerin geri dönüşünün teşvik edilmesi, devrimin kalıcı hâle gelmesi ve karşı devrim ihtimalinin önlenmesi açısından stratejik görülmektedir.
Ahmed Şara liderliğindeki geçiş yönetimi, “bu devrim 14 yıldır rejimin altında ezilen herkesin devrimidir” prensibiyle hareket ederek kapsayıcı ve pragmatik bir yaklaşım sergilemektedir. Özellikle farklı inanç gruplarına (örneğin Hristiyan topluluklara) tanınan özgürlük ve güvence, ülkenin yeniden inşası sürecinde toplumsal uzlaşıyı güçlendirecektir. Buna ek olarak, İsrail ile çatışma meselesinin şimdilik ertelenmesi, iç istikrar ve inşa faaliyetlerine öncelik verildiğini göstermektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Sonuç olarak saha araştırması verileri, Suriye’de Esed rejiminin düşmesini takiben yaşanan geçiş sürecinin çok yönlü ve hassas bir dönüşüm evresine işaret etmektedir. Gerek Azez ve Halep gibi öncelikli merkezlerde güvenlik ve altyapı sorunlarının giderilmesiyle ortaya çıkan olumlu gelişmeler, gerekse Hums ve Hama’da devam eden yıkım ve eski milis unsurların varlığı, yeni yönetimin kapsamlı ve kararlı adımlar atmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda şehir merkezlerinde kurulan uzlaşı merkezlerinin, toplumsal barışın sağlanması ve geri dönüş sürecinin hızlanması bakımından önemli bir potansiyele sahip olduğu gözlenmiştir. Türkiye’nin sahada oynadığı belirleyici rolün, insani yardım, askeri destek ve diplomatik temaslar çerçevesinde olumlu bir algı yarattığı görülmektedir. Özellikle altyapı yatırımları ve göç yönetimi konusundaki iş birliği fırsatları, devrimin kalıcı olabilmesi ve hızla toparlanmaya yönelik çabaların başarılı olması açısından kritik önem arz etmektedir. Öte yandan, PKK’nın silahsızlandırılması, İran destekli milislerin etkisiz hâle getirilmesi ve Suriye genelindeki demografik değişimlerin denetlenmesi, yeni yönetimin karşılaştığı stratejik risk alanlarını oluşturmaktadır. Bütün bu unsurlar dikkate alındığında, Ahmed Şaraliderliğindeki geçiş yönetiminin kapsayıcı ve pragmatik yaklaşımı, ülkenin çok boyutlu sorunlarına çözüm üretme potansiyeline sahiptir. Ancak yıkılmış altyapının onarılması, temel güvenlik mekanizmalarının yaygınlaştırılması ve toplumsal uzlaşı atmosferinin güçlendirilmesi gibi konularda ulusal ve uluslararası aktörlerin koordineli biçimde hareket etmesi elzemdir. Bu sayede Suriye’de devrim sonrası dönemin sürdürülebilir bir istikrara kavuşması ve yeniden inşa sürecinin toplumsal meşruiyet temelinde devam etmesi mümkün olabilecektir.