Statlar Da Bakım İsitiyor Aşklar Gibi

Kemalizm’in her tarafta görünme güdüsüne dayanan bu isim verme telaşında nasıl ki bir caddeye, bir okula, bir hastaneye, bir köprüye isim verilmesi gündeme geldiğinde ikinci bir isim önerisi şiddetle reddediliyorsa, aynı vaziyet statlarımızın isimlendirmesinde de yaşanmış, kimse itiraz etmeye bile yeltenememiştir.  Ta ki sermaye gelene kadar. Öyle ki, Dolmabahçe Stadı gibi güzel bir ismi İnönü Stadı olarak kolayca değiştirebilen zihniyet, Vodafone Park ismine karşı el pençe divan durmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar İslâmcılığın Kemalizm karşısında bir politikası olarak gözükse de bu stat ismi değişiklikleri, baştan beri vurgulamaya çalıştığım gibi, hiçbir dini, hiçbir ideolojisi olmayan sermayenin, Kemalizm gibi bir tabu karşısında bile zaferinden başka bir şey değil.
Haziran 13, 2025
image_print

Önümüzde sereserpe uzanan yaz, çoğu kimse için bulunmaz bir nimet olsa da hakiki bir futbolsever için katlanılmaz bir çileye dönüşebilir. Neredeyse üç günde bir maç seyreden insanların birdenbire kocaman bir boşluğa düşmesi her ne kadar gelişen demeyelim ona ama ilerleyen günümüz şartlarında biraz olsun kapanıyor gözükse de, ucunda bir amaç taşımayan futbol gaileleri bir futbolseveri ne kadar tatmin edebilir bilmiyorum. Televizyon kanallarının çoğalması ve sermayenin futbolu tamamen satın almasından sonra dünyanın en ücra köşesinde oynanan maçları bile seyredebildiğimiz gibi, hafta sonunu beklemek zorunda kalmadığımız yoğun kış maç trafiğinden sonra, ister istemez biraz yedek kulübesine doğru gidip oturacağız. Fakat eskisi gibi çok sürmüyor bu ayrılık. Liglerin başlaması için, okulların açılmasını bekler gibi Eylül ayını beklemiyoruz malum. İki aya yakın süren bu yeni sezon hazırlık sürecinde, futbol seyredebildiğimiz gün sayısı azalsa da futbol konuştuğumuz gün sayısında bir değişme olmuyor. Ağustos’un ilk haftasına yetiştirilen, tamam edilen hazırlığın neresindeyiz futbolsever olarak? Elbette sadece transfer sergüzeştini dört gözle takip ediyoruz. Doğal olarak mesul olduğumuz daire orası fakat bizi çok ilgilendirmese de hatta hiç ilgilendirmese de, otomobillerin periyodik bakımı gibi statlarımızın bakımı için elverişli bir süreyi kapsıyor bu uzun sayılabilecek ara. Kırılmış koltuklar yenileriyle değiştirilecek, çizilmiş duvarlar boyanacak, artık stadın organik bir parçası olan mescit ve büfeler tadilata uğrayacak, eskiyen levhalar değiştirilecek, çimlerin kış boyu ara ara yapılan düzenlemelerine ilaveten gerekli tedbirler alınıp yeşil zemin yeni sezona hazır hale getirilecek. Ne demişti Cemal Süreya, “Bahçelerden geç, köprülerden parklardan geç git / Aşklar da bakım işitiyor öğrenemedim gitti” Süreya’nın affına sığınıp şöyle diyelim biz o zaman. Statlar da bakım istiyor aşklar gibi…

Şunu da ekleyelim. Bütün statlarımızın bakımı, profesyonel şirketler tarafından yapılıyor. Endüstrileşen futbolun bir ucundan tutan profesyonel ekiplerin sorumlu olduğu bu alan, stadın alanında bazen istenilen sonucu vermese de, kış döneminde zemini değiştirmek zorunda kalan bazı takımlarımız olsa da, gerekli düzeneğin sağlanması ve artık yoğun geçmeyen kış şartları sebebiyle patates tarlasını andıran statlara pek rastlamıyoruz. Buna sermayenin hatırı da diyebiliriz elbette. Zira sermaye dahil olduğu hiçbir yerde kimseye söz hakkı tanımayan, kuralları kendisi belirleyen, kendisi çalıp kendisi oynayan koca bir figürden ibarettir. Ülkemizde sermayenin palazlanması ve ekonomik büyüme 2001 krizi sonrası iktidara gelen Ak Parti eliyle hayata geçirilirken, aynı zaman diliminde eskiyen statların yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılması esnasında stat isimlerinin değiştirilmesine cılız tepkilerin gelmesini, laikliğin odağa konulup onun elden gittiğine dair protestoların yapılmamasını “sermaye ve söz hakkı” parantezine alabiliriz. 2000 sonrasında doğan futbolseverler belki de bu satırları okuyunca stat isimleri ile laiklik ne alaka diye bir şaşkınlığa uğrarlar mı bilmiyorum ama seksenler boyunca radyodan maç dinleyen nesil söylediğimi hafızasında çok net olarak canlandıracaktır. Antalya Atatürk Stadı’ndan maç naklederken TRT Radyoları, merkez stüdyo bir anda sesi devralıp “mikrofonlarımız şimdi Bursa Atatürk Stadı’nda” diyebiliyordu. Ya da Konya Atatürk Stadı’nda ara verilen yayın bir anda Sakarya Atatürk Stadı’na verilebiliyordu. Veya Giresun, Eskişehir, Antakya, Denizli’de oynanan maçlar için spikerler “mikrofonlarımız Atatürk Stadı’nda” diyebiliyorlardı. Elbette bir istatistikten haberim yok fakat 2000 öncesi, ülkemizdeki her lig kategorisinde Atatürk Stadı’na rastlamak mümkündü. Sayı o kadar çoktu ki, belki de tam anlamıyla kesin sayıya hiç ulaşılamamıştır.

Kemalizm’in her tarafta görünme güdüsüne dayanan bu isim verme telaşında nasıl ki bir caddeye, bir okula, bir hastaneye, bir köprüye isim verilmesi gündeme geldiğinde ikinci bir isim önerisi şiddetle reddediliyorsa, aynı vaziyet statlarımızın isimlendirmesinde de yaşanmış, kimse itiraz etmeye bile yeltenememiştir.  Ta ki sermaye gelene kadar. Öyle ki, Dolmabahçe Stadı gibi güzel bir ismi İnönü Stadı olarak kolayca değiştirebilen zihniyet, Vodafone Park ismine karşı el pençe divan durmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar İslâmcılığın Kemalizm karşısında bir politikası olarak gözükse de bu stat ismi değişiklikleri, baştan beri vurgulamaya çalıştığım gibi, hiçbir dini, hiçbir ideolojisi olmayan sermayenin, Kemalizm gibi bir tabu karşısında bile zaferinden başka bir şey değil. O cılız dediğim tepkiler içinden gelen “İslâmcı iktidar Kemalizm’den intikam alıyor” yollu itirazlar bu bağlamda birdenbire geçersiz akçeye dönüşüyor aslında. İslâmcılığın değil ama İslâmcıların, Kemalizm gibi artık iptidai bir din haline gelen sistemi yıkmak yerine zaman zaman Kemalizm’in değirmenine su taşıdığını görünce zaten, statlardan Atatürk isimlerinin kaldırılıp sponsor isimlerine devredilmesinin tamamen sermayenin bir oyunu olduğunu rahatlıkla müşahede edebiliriz sanırım.

İşin doğrusu farklı şehirlerde aynı isimde (ismi ne olursa olsun) statların olması aslında bir ayrıcalık taşıması elzem bir mekan olan stat için talihsizlikten başka bir şey değil. Farzımuhal Tokatspor’un stadının adı ile (tekrar söylüyorum ismi ne olursa olsun) Niğdespor’un stadının adının aynı olması hem Tokat seyircisinde hem de Niğde seyircisinde -belki de taraftarında demeliydim- bir hayal kırıklığı meydana getirecektir, ya da getirmelidir. Çünkü şehrin takımı nasıl ki biricik ise, stadının ismi de biricik olmalı bana göre. Aynı isim başka takımlar tarafından paylaşılmamalı. Kemalizm ne kadar içe kapalı dışa tahakküm kuran bir yapılanma ise taraftarlık da o kadar dışa kapalı içe tahakküm kuran bir yapılanma çünkü. Netice itibariyle, her takımın içinde efsane olmuş futbolcular, kulüp başkanları vesaire vardır. İlk etapta, taraftarda büyük bir coşku meydana getirecek bu isimlerin statlar için düşünülmesi isabetli olacaktır kanaatindeyim. Sınırlarımız dışından Milan’ın stadının isminin Giuseppe Meazza, Kaiserslautern’in stadının isminin Fritz Walter olması gibi… Sınırlarımız içindense Ali Sami Yen Stadı, Hüseyin Avni Aker Stadı gibi…Fakat sermaye ya da kapitalizm, aynı isimleri, yıkılan bu statların yerine yapılan modern devasa statlara değil o stadın içinde bulunduğu komplekse uygun görüp daha büyük bir jeste imza atıyor gibi gözükse de kazın ayağı öyle değil. Zira yazılı ve görsel medya telaffuzunda bir defa Ali Sami Yen Spor Kompleksi veya Şenol Güneş Spor Kompleksi deniliyorsa onlarca defa Telekom Arena ya da Papara Park Arena deniliyor. Sermaye bunu istiyor keza.

Arenalardan söz açılmışken, bir spor yazarımız, “statlarımıza niye arena ismini veriyoruz, orada gladyatörler dövüşmüyor ki, futbol oynanıyor” demişti. Evet futbolcular top oynuyor daha güzel ifadeyle Cem Dizdar’dan ödünç alarak söyleyecek olursam maç ediyorlar ama şirketler, reklamcılar, ajanslar tam anlamıyla gladyatör gibi dövüşüyor o statlarda. Oysa yakın zaman kadar Alanyaspor’un stadının ismi ne kadar güzel ne kadar içtendi mesela. Oba Stadı. Türklerin Uzak Asya’dan getirip Müslüman bir kimlik kazandırdığı ender kelimelerden biri olan Oba adı da çok yaşayamadı maalesef. Sponsor baskısına direnemeyip Bahçeşehir Okulları Stadı ile yer değiştirmişti. Ne kadar soğuk bir isim. Antalyaspor’un stadının ismi de birkaç yıl Antalya Stadı olarak kaldıktan sonra (ne sade bir isimdi) sponsor baskısına boyun eğince ne kadar üzülmüştüm.

Giuseppe Meazzalar, Fritz Walterler de geride kalıyor artık. Bayern Münih yılların Münih Olimpiyat Stadı’nı Allianz şirketine ipotek edip Allianz Arena yaparken de Alanyaspor ve Antalyaspor’un yaptığının yapıyordu. Sermaye ve kapitalizmin dini, ideolojisi yok demiştik değil mi? Ha unutmadan, tartan pistleri tedavülden kalksa da varlığını devam ettiren birkaç olimpiyat stadı var ki dünyada, onlardan biri de İstanbul’da. Ve adı hâlâ Atatürk Olimpiyat Stadı. İslâmcı iktidarın, orada bir isim değişikliğine gitmemiş olması, bari orası o isimle kalsın deyip Kemalizm dininin mensuplarını hayal kırıklığına uğratmamak düşüncesinden kaynaklanmıyor. “Mütayitlerin” fırsat bulup bir araziye çöreklenememesi gibi, şirketlerin coğrafi olarak gözden uzak olan bu stada henüz bir imkân bulup çöreklenememesinden kaynaklanıyor sadece.

Statlar da bakım istiyor aşklar gibi demiştik. Gördüğümüz üzere o bakım sadece periyodik bakımlar değil. Üç beş yılda bir sponsor öncülüğünde isim değişiklikleri de bakım kapsamına giriyor artık.

 

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA