Black Mirror dizisinin yedinci sezonu, gerçek olamayacak kadar iyi görünen ciddi sorunlara dair çözümler hakkında bir uyarıyla başlıyor. Mesela düşük fiyatlı tanıtım abonelikleri. Ya da sanal ölümsüzlük.
C.S. Lewis, İnsanın Kaldırılması (The Abolition of Man) adlı eserinde, teknolojinin bir tür “kandırmaca” işlevi gördüğünü öne sürer: Kullanıcılar güç kazandıklarını zannederler, ama aslında özgürlüklerinden vazgeçmektedirler. “İnsanın gücü dediğimiz şey, gerçekte bazı insanların sahip olduğu ve diğer insanların bundan yararlanmasına izin verip vermeyeceklerine kendilerinin karar verdiği bir güçtür.” Lewis, “uçak, telsiz ve doğum kontrolü” gibi örnekler verir: Her biri bir güç illüzyonu sunar. Uçuş ve telefon aracılığıyla mesafe aşılır; doğum kontrolüyle doğanın süreci engellenir. Hepsi, doğal sınırlamalardan bir tür “özgürlük” vadeder. Ancak birey, vaat edilen bu şeylerden hiçbirini fiilen gerçekleştirmez—gerçek güç, teknolojiye sahip olanda kalır. Teknolojiyi kullanma karşılığında yapılan ödeme, bireyin bu yeteneklere sahipmiş gibi davranmasına olanak tanır. Havayolu şirketleri bireylerin uçuşunu yasaklayabilir; Verizon teorik olarak insanların mesafeler arası iletişimini engelleyebilir. İlaç veya sigorta şirketleri, doğum kontrolüne ya da herhangi bir ürüne erişimi sınırlayabilir.
Bu dinamik—özgürlük vaat eden teknolojinin, kontrolün sahiplerine devredilmesini gerektirmesi—Netflix’in Black Mirror dizisinin son sezonunda tüm açıklığıyla ortaya konuyor. Açılış bölümü olan “Common People”, insanın gerçekten gelişmesini sağlayacak teknolojilerin, insan kişiliğine değer vermekle başlaması gerektiğini öne sürüyor. “Common People”, yakın gelecekte geçen ve modern bilim kurgunun başarılı bir örneği olan bir dizi. Hikâyesi fazlasıyla inandırıcı ve belirli bir tür teknolojik uygulamaya yönelik yerinde bir eleştiri sunuyor.
“Common People”, hayat kurtaran bir beyin teknolojisine odaklanıyor. Başroldeki iki karakter Amanda (Rashida Jones tarafından canlandırılıyor) ve kocası Mike (Chris O’Dowd) tatlı bir çifttir. Amanda ilkokul öğretmeni, Mike ise kaynakçıdır. Çocuk sahibi olmak istiyorlar ama henüz çocukları yok. Maddi olarak istikrarlılar, ancak fazladan bir güvence payları yok. Bir gün Amanda bayılır ve komaya girer. İlk teşhis: ameliyat edilemeyen bir beyin tümörü. Ancak “Rivermind” adlı deneysel bir tedavi umut verebilir. (Uyarı: Spoiler içerir.)
Rivermind, dizinin en kötü haliyle yırtıcı kapitalizmi tanıtmasını sağlayan teknolojik bir kurgu aracıdır. Riverside, beynin bir kopyasını oluşturur ve ardından tümör dokusunu, kişiliğin bir kısmının Riverminder kulelerinden aktarıldığı “sentetik alıcı doku” ile değiştirir. Bu hayat kurtaran tedavi, aylık 300 dolarlık bir başlangıç fiyatıyla sunulmaktadır (evet, bu da, Netflix’in kendi sunduğu abonelik modeliyle oldukça benzer bir sistemdir.). Takip eden yıl boyunca Amanda hayatına kaldığı yerden devam edebilir. Ancak zamanla işler değişmeye başlar. Aniden Amanda’nın konuşmaları “Honey Nugs” mısır gevreği, belirli kahve markaları ve hatta bir öğrencisi ebeveynlerinin boşanmasından bahsettiğinde “inanç temelli danışmanlık hizmeti” reklamlarıyla dolmaya başlar.
Ayrıca Rivermind, Amanda’ya artık Rivermind Common seviyesinde olduğunu bildirir. Bu seviyede, Amanda uyurken beyin gücü işlem kapasitesi olarak kullanılır ve bağlama uygun reklamlar gösterilir. Reklamları kaldırmak için, aylık 500 dolar ek ödeme yaparak Rivermind Plus’a geçmesi gerekir (toplamda aylık 800 dolar olur). Hikâyenin bu noktasında Amanda’nın kontrolünü tamamen kaybettiği ortaya çıkar: Ne konuşmalarını, ne uyku düzenini, ne de çocuklara öğretme yetisini kontrol edebilir. Rivermind faturalarını ödeyebilmek için gelirlerini artırmaya çalışan Mike, “Dum Dummies” adlı bir web sitesinde aşırı uç gösteriler (örneğin kendi idrarını içmek gibi) yaparak izleyicilerden para kazanmaya çalışır. Ancak sonunda bu kanal iş arkadaşları tarafından keşfedilince işini kaybeder.
Ne Mike ne de Amanda çalışmadığı için Riverside+ ödemelerini sürdüremezler ve Amanda, Mike’ın arada bulabildiği geçici işlerle ödeme yapabildiği aylar hariç, günde 16 saat uyuyan bir reklam panosuna dönüşür. Sonunda, Amanda’nın yaşamının artık sürdürülmeye değer olmadığına karar verirler ve Mike onu bir yastıkla öldürür.
“Common People” bir trajedidir ve bu kadar ilişkilendirilebilir olmasının bir nedeni de Mike’ın bir koca olarak gösterdiği güçtür. O, karısını koruyup kollamak isteyen, sevgi dolu ve destekleyici bir eş figürüdür. Attığı her adım mantıklıdır: Alternatif ölüm olduğunda elbette deneysel tedaviyi denemelidir. Elbette internet üzerinden ek gelir elde ederek karısına daha iyi bir hayat sunmaya çalışmalıdır. Ancak hikâyenin sonunda izleyici, Rivermind’ın sıradan insanların acısı ve işlem gücü üzerine kurulduğuna ikna olur. Bu doğrudan kapitalizme yönelik bir eleştiri değildir; daha çok teknolojik kölelik olasılığına işaret eder.
Hikâyenin mantığına göre Amanda, komaya girdikten hemen sonra ölmeliydi. Rivermind’ın gücü, yaşamı uzatmakta yatıyor; ama bunu yaparken, Amanda’ya asla vazgeçemeyeceği bir ürün sundular. İşte modern teknolojinin olasılığı burada yatıyor. Doğa bazı sınırlar koyar, bilimsel araştırmalar bu sınırları kesin olarak anlamamızı sağlar ve şirketler bu sınırları aşma imkânını bir bedel karşılığında sunar. Bu bakış açısı, bir ölçüde modern gerçeklik algısını yansıtır. Burada C.S. Lewis’in içgörüsü sahnelenir: Bireyler bu takasta özgürlük kazanmazlar. Bunun yerine, özgürlüklerini başkasının gücüne bağımlılıkla takas ederler. Ve bu takasla birlikte yeni sorunlar doğar.
The Magician’s Nephew (Sihirbazın Yeğeni) adlı eserinde Lewis aynı soruyu ele alır. Digory Kirke’nin annesi kitabın büyük bir bölümünde ölüm döşeğindedir ve Digory’nin aklında onu iyileştirme arzusu hep vardır. Bir gün, halası Lettie’nin mistik bir “Gençlik Elması”ndan söz ettiğini duyar ve böyle bir çare bulup bulamayacağını merak eder. Narnia’ya vardığında Aslan onu, Narnia’yı Beyaz Cadı’dan koruyacak bir elmayı getirmek üzere kısa bir göreve gönderir. Bahçeye ulaştığında, Digory bu elmanın annesini iyileştirebileceğini fark eder. Cadı o anda devreye girer ve elmayı çalıp eve dönmesi için onu kandırmaya çalışır. Digory bunu yapmaz. Döndüğünde Aslan ona ne olacağını söyler: “Anla ki, o elma onu iyileştirirdi, ama ne senin ne de onun mutluluğu için. Öyle bir gün gelirdi ki, sen de o da geriye dönüp bakar ve bu hastalıkta ölmüş olmasının daha iyi olduğunu düşünürdünüz.”
İnsan varoluşunun sorunlarını çözmek tek başına yeterli değildir; bu tür sorunlar doğru şekilde, doğru zamanda ve doğru ölçüde çözülmelidir. Bu tür çözümler için basit bir teknikten (techne) ziyade bir sanata (ars) ihtiyaç vardır. Rivermind gibi teknolojik vaatler, hissedilen bir ihtiyaca cevap verir; ancak bunu acı, keder ve kölelik getirerek yapar. Aslan, Digory’yi sefalet içinde bırakmaz: “Çalınan elma ile olacak olan buydu, evlat. Şimdi olacak olan bu değil. Sana şimdi vereceğim şey sana mutluluk getirecek. Senin dünyanda sonsuz yaşam vermeyecek, ama iyileştirecek. Git. Ağaçtan ona bir elma kopar.” Rivermind’ın karşılıklı işlem doğasına karşın, Aslan’ın elması saf bir armağandır. Ne bir koşul vardır, ne gizli bir ücret, ne de bürokratik bir yapı. Ve bu armağan şifa getirir.
Bilim kurgu, hayal gücünü harekete geçirmek ve farklı teknolojilerle insan hayatının nasıl değişebileceğini düşünmek gibi kendine özgü bir göreve sahiptir. Ancak bu tür, iki koşul sağlandığında başarılı olur. Birincisi, dünya ikincil bir gerçeklik olarak inandırıcı olmalıdır; ikincisi ise insan doğasının ele alınışı, gerçeği yansıtmalıdır. “Common People” her iki koşulu da karşılar. Yakın gelecekte geçen bu dünya, biraz küçük bir kasabada kurulu bir ortamda geçer; insanlar tanıdık hayatlar sürmekte ve tipik kariyerlerin peşinden gitmektedir—kısacası, kahramanlar gerçekçi bir şekilde tasvir edilir ve neredeyse herkesin gerçek hayatta karşılaşabileceği baskılara tepki verir. Böyle bir ortam, izleyiciyi teknolojik meydan okumanın gerçekçiliğini sorgulamaya davet eder.
Dahası, hikâye insan doğasına dair sağlam bir kavrayışa dayanır. Bu hikâye, teknoloji kadar bir evliliği de konu alır. Karısını seven bir koca, çocuk isteyen bir çift ve beklenmedik ve hayatı tehdit eden bir beyin hastalığına yakalanan bir kadın—bunlar herhangi bir izleyicinin başına gelebilecek şeylerdir ve bu yüzden hikâye yankı uyandırır. “Common People”, izleyicilere yeni bir teknolojinin getirebileceği potansiyel takasları tartmalarını ister. Belki yeni bir girişim, doğayı alt ettiğini, doğrudan hissedilen bir ihtiyacı çözdüğünü iddia etmektedir. Böyle bir durumda şu soruyu sormak gerekir: Bunun bedeli ne olacak? Bu, her birimizin zamanla daha da yakıcı biçimde sormaya başlayacağı bir soruya dönüşecek.
Kaynak: https://rlo.acton.org/archives/127200-the-perennial-temptation-to-be-as-gods.html