Seküler Çağda “Tanrı’nın İmgesi” Neden Hâlâ Önemli?

YZ bizden daha zeki olabilir, ancak asla bizim imajımızı geçemez. Yalnızca insanlar—kırılgan, hataya açık ama kendilerine görev verilmiş varlıklar—adil bir teknolojik geleceği şekillendirme sorumluluğunu taşır. Hukuk bu farkı korumalıdır. Politika, otomatikleştirilemeyen şeyler üzerine inşa edilmelidir: insan onuru, hesap verebilirlik ve sorumluluk. Makine çağı daha az teoloji değil, daha iyi bir antropoloji gerektirir.
Kasım 12, 2025
image_print

Yapay Zeka, İnsanın Biricikliği ve Kamu Politikası: 

 

AB Yapay Zeka Yasası yürürlüğe girerken ve ABD kurumları OMB Memorandum M-24-10’u uygulamaya koyarken, dijital çağın belirleyici bir sorusu öne çıkıyor: İnsanları hukukta ve yönetişimde yeri doldurulamaz kılan nedir? Politika yapıcılar haklı olarak adalet, şeffaflık ve risk meselelerine odaklanıyor; ancak daha derin bir mesele kodun altında yatıyor: yaratıcılarla yaratımları arasındaki ahlaki sınırı nasıl koruyacağız? Argümanım basit: Demokrasinin dayandığı teolojik temeli unutursak, onun ahlaki yapısını sürdüremeyiz.

İnsanlığın imago Dei—Tanrı’nın imgesi—olarak yaratıldığı yönündeki İncilî iddia, yalnızca mezhepsel bir doktrin değildir; şimdiye dek insan onuru için ortaya konmuş en istikrarlı felsefi dayanak noktasıdır. Değeri bilişsel kapasiteye veya rasyonel öz farkındalığa bağlayan modern anlatıların aksine, Yaratılış anlatısı onuru yeteneğe değil, statüye dayandırır. Yaratılış 1:26–28’in İbranice grameri—bĕtselem ʾĕlōhîm—insanların Tanrı’nın imgesinde değil, O’nun imgesi olarak yaratıldığını ifade eder; bu da meslek, temsil ve devredilmiş ahlaki otorite anlamına gelen yüklem yapılı bir ifadedir (beth essentiae).

Bu, her insanın—ister bebek, yaşlı, engelli ya da sıradan biri olsun—ilahi bir sorumluluğun taşıyıcısı olduğu anlamına gelir. Onurlu olmamız yaptıklarımızdan değil, temsil ettiğimiz kişiden kaynaklanır. Teolojik ima, toplumsal bir anlama dönüşür: eğer insan değeri değişken yeteneklere değil de ilahi bir görevlendirmeye dayanıyorsa, o hâlde ne kadar zeki olursa olsun hiçbir yapay nesne ahlaki statümüzü paylaşamaz.

Politika çevreleri genellikle mezhepçilik endişesiyle teolojiden uzak durur. Oysa insanın biricikliğini imago Dei’ye dayandırmak, çoğulcu meşruiyeti zayıflatmaz; aksine güçlendirir. Filozoflar Nicholas Wolterstorff ve Miroslav Volf’un belirttiği gibi, İncil’e dayalı antropoloji, seküler hümanizmin uzun süredir aradığı metafizik temeli sunar—otomasyona ve ideolojiye rağmen eşitliği gerekçelendiren bir temel. Haklar sinirsel gelişmişlik yerine ilahi imgeye dayandığında, kişilik değişken bir hedef olmaktan çıkar.

Bu konu şu anda büyük bir aciliyet arz ediyor. Yasama organlarında “YZ kişiliği” önerileri yeniden gündeme gelmeye başladı. 2017’de Avrupa Parlamentosu, otonom sistemler için “elektronik kişilik” fikrini bile ortaya atmıştı. Bu tür jestler sembolik görünebilir, ancak hukuk açısından etkileri sarsıcı olur. Eğer makineler yasal kişi olarak tanınırsa, hesap verebilirlik kodun içinde buharlaşır. Bir algoritma ayrımcılık yaptığında, yanlış çalıştığında ya da ölümle sonuçlanan bir hata verdiğinde, kim sorumlu tutulacak? Demokratik tutarlılığı korumak için, sorumluluk ahlaki eylem yetisine sahip olanlarda kalmalıdır.

Bu nedenle, sorumlu bir yapay zeka (YZ) rejiminin ilk temel direği, YZ’ye kişilik kazandırılmasının yasal olarak yasaklanması olmalıdır. Bu, teolojik bir dayatma değil; hukukun üstünlüğünü korumaya yönelik bir önlemdir. Hukukçu Ryan Calo’nun uyardığı gibi, nesnelere kişilik atamak, “sorumluluğun devredilmesi” riskini doğurur—suçun silikon vekillere havale edildiği bürokratik bir aldatmacadır. Hukuk açıkça belirtmelidir: yalnızca insanlar suçlu olabilir, çünkü yalnızca insanlar seçim yapabilir.

İkinci zorunluluk, “döngüde insan” yaklaşımından “sorumlu insan”a (Human-in-Responsibility, HIR) geçiştir. Fark ince ama belirleyicidir. “Döngüde insan”, sürece biçimsel katılımı—bir düğmeye basmak, bir kutuyu işaretlemek gibi—ifade eder. HIR ise, sağlık, adalet, finans ya da savunma gibi alanlarda YZ’nin verdiği her kritik karar için adı belirtilmiş bir kişinin yasal olarak sorumlu olması demektir. Bunun benzeri Sarbanes-Oxley Yasası’dır: CEO’lar şirketlerinin mali tablolarını onaylamak zorunda olduğu gibi, yöneticiler ya da yetkili memurlar da yaşamı, özgürlüğü veya geçim kaynaklarını etkileyen YZ çıktılarından sorumlu olmalıdır. Sağlık alanında, ruhsatlı bir hekim YZ destekli bir tanıyı onaylamalı; savunma alanında ise komutanlar, Direktif 3000.09 uyarınca otomatik hedefleme kararlarını yetkilendirmelidir. Böylece sorumluluk, simgesel bir ilke olmaktan çıkıp uygulanabilir bir uyum yükümlülüğüne dönüşür.

Üçüncü reform, kamu alımlarında teknik risk incelemelerinin yanı sıra Onur Etki Değerlendirmeleri’nin (DIA) zorunlu hale getirilmesidir. Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü’nün (NIST) YZ Risk Yönetimi Çerçevesi ile Whittlestone ve diğerlerinin etik uygulama araştırmasına dayanan DIA’lar, bir YZ sisteminin insanları değiştirilebilir, gözetlenebilir veya ast olarak görme riski taşıyıp taşımadığını değerlendirir. Şu soruları sorarlar: Bu uygulama düşünsel özerkliği aşındırıyor mu, rızayı zorluyor mu ya da meslekî yeterliliği devre dışı mı bırakıyor? Verilen yanıtlar doğrudan mevcut NIST denetimlerine yansıtılır—böylece kutsal antropoloji denetlenebilir bir politika altyapısına dönüşür.

Dördüncü olarak, hükümetler Onurla Tasarım (Dignity-by-Design) kamu alım standartlarını benimsemelidir. Her kamuya ait YZ sözleşmesi, itiraz edilebilirlik, açıklama ve insan yedekleme yetkisine yönelik kanıtlanabilir güvenceleri zorunlu kılmalıdır; bu gereklilikler YZ Haklar Bildirgesi, OECD ve UNESCO ilkeleriyle karşılaştırmalı olarak belirlenmelidir. Bunlar soyut erdemler değil, ahlaki ağırlık merkezini insanda tutan mühendislik sınırlamalarıdır. Geliştiriciler, sorumluluğun algoritmalara devredilemeyeceğini bildiklerinde, farklı şekilde tasarım yaparlar: şeffaflık artık bir basın bülteni vaadi değil, mimarî bir parametre hâline gelir.

Bu önlemler birbirini karşılıklı olarak güçlendirir. Birlikte, yapay zeka (YZ) için bir tür “yönetişim hendeği” oluştururlar—sisteme alçakgönüllülüğü kodlayan kurallar bütünü. Aynı zamanda, İncil’in “emanetçilik” olarak tanımladığı şeyi pratik hale getirirler: görevle sınırlı egemenlik, vicdanla denetlenen yaratıcılık. Bu tür çerçeveler yeniliği engellemekten ziyade güven inşa eder. Tıpkı çevre hukukunun sanayiye meşruiyet kazandırdığı gibi, onur hukuku da dijital meşruiyeti koruyabilir.

Şüpheciler bunun dine politikaya sızmak olduğunu söyleyecektir. Oysa burada ileri sürülen iddia itirafçı değil, anayasal niteliktedir. Imago Dei, seküler eşdeğerlerine sorunsuz şekilde çevrilebilir: içsel onur, eşit koruma, ikame edilemezlik. Kantçı etikle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle ve demokratik anayasalardaki eşit koruma hükümleriyle uyumludur. Gücü, bu sivil normların neden var olduğuna dair ontolojik bir gerekçe sağlamasında yatar. Çoğulcu toplumlarda, politikalar hem inançlı hem de inançsız kamuoyları tarafından tanınan meşruiyet kaynaklarına dayandığında kalıcı olur.

Bir dönüm noktasındayız. Biden Yönetimi’nin OMB M-24-10 kararı, tüm federal kurumların YZ risk yönetimi çerçevelerini uygulamasını zorunlu kılarken, AB’nin 2024 YZ Yasası da kademeli olarak yürürlüğe girmeye başlıyor. Söz konusu olan yalnızca yasal uyum değil; mesele antropolojidir. Hükümetler, insanı sorumlu bir yönetici olarak mı, yoksa yükseltilebilir bir düğüm olarak mı kodlayacak? İncil’in “sorumlu insan” vizyonu nostaljik değil; ileriye dönüktür. Bu vizyon, makinelerimizin kabiliyetleri arttıkça ahlaki düzenimizin onların mantığına boyun eğmesini engeller.

Gerçekte, demokrasinin hayatta kalması tam da bu antropolojiye bağlıdır. Yetenek ile değeri karıştıran bir siyaset, kısa sürede verimli olanlara haklar tanırken, zayıfların haklarını reddedecektir. Onuru ilahi imgeye sabitleyerek, hem teknolojik taklitlere hem de ideolojik sapmalara karşı dirençli bir kişilik kavramını koruruz. Bu nedenle imago Dei, modern öncesi düşüncenin bir kalıntısı değil, bir yurttaşlık tasarım ilkesidir—ahlaki ontolojiden kopuk ilerlemenin, hesap verilebilirlikten yoksun otomasyona dönüştüğünü hatırlatır.

YZ bizden daha zeki olabilir, ancak asla bizim imajımızı geçemez. Yalnızca insanlar—kırılgan, hataya açık ama kendilerine görev verilmiş varlıklar—adil bir teknolojik geleceği şekillendirme sorumluluğunu taşır. Hukuk bu farkı korumalıdır. Politika, otomatikleştirilemeyen şeyler üzerine inşa edilmelidir: insan onuru, hesap verebilirlik ve sorumluluk. Makine çağı daha az teoloji değil, daha iyi bir antropoloji gerektirir.

* Emir J. Phillips, JD/MBA/DBA, Lincoln Üniversitesi’nde finans alanında doçenttir ve uzun süredir finans danışmanlığı yapmaktadır. Öğretim ve araştırmaları, politik ekonomi, bankacılık ve piyasaların ahlaki temellerine odaklanır. Çalışmaları Journal of Economic Issues ve Cambridge Journal of Economics dergilerinde yayımlanmıştır. Providence dergisine, finans alanındaki akademik ve mesleki deneyimlerinden hareketle Hristiyan kamu politikası ve ekonomik yönetim üzerine yazılar kaleme almaktadır.

Kaynak: https://providencemag.com/2025/11/ai-human-uniqueness-and-public-policy-why-image-of-god-still-matters-in-a-secular-age/

SOSYAL MEDYA