Rusya Trump İçin Temkinli İyimser

Trump’ın seçim zaferi Rusya basınında genel olarak iyimser ama temkinli değerlendirmelere yol açtı. Trump’ın Rusya için ne anlama geldiğiyle ilgili Nezavisimaya Gazeta’nın başyazısını ve Kremlin’e yakın isimlerden Dmitri Trenin’in Kommersant’ta çıkan analizini birlikte okumak faydalı olacaktır.
Kasım 8, 2024
image_print

Trump’ın seçim zaferi Rusya basınında genel olarak iyimser ama temkinli değerlendirmelere yol açtı.

Ağırlıklı olarak Demokrat partinin destekçisi olan ABD ana akım medyasında Rusya’yla ilgili çıkan (Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiği iddialarından Trump’ın Kremlin’in adamı olduğuna kadar) olumsuz yayınların bir çoğundan ortalama bir Rusya vatandaşının da haberinin olduğunu söyleyebiliriz. Trump ve Demokrat partili herhangi bir aday arasında seçim yapmak zorunda kalsa, Rusya halkının açık ara Trump’ı destekleyeceği neredeyse kesin.

Türkiye’de de önemli bir kesim tarafından Trump’la ilgili “bahar havası” estiriliyor olsa da, ABD müesses nizamının ve küresel finans-kapitalin kuracakları denklemi kolay bir şekilde kestirebilmek çok mümkün değil.

Bahar havasının çok kısa sürdüğü Rusya’dan; Trump’ın Rusya için ne anlama geldiğiyle ilgili Nezavisimaya Gazeta’nın başyazısını ve Kremlin’e yakın isimlerden Dmitri Trenin’in Kommersant’ta çıkan analizini birlikte okumak faydalı olacaktır.

Nezavisimaya Gazeta: Yeni ABD Başkanı, Batı ile Rusya Arasında Müzakereler İçin Yeni Bir Kapı Açabilir

Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanması Rusya’da ölçülü ve temkinli değerlendirmelere yol açtı. Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki politikacı ile etkileşim deneyimi tamamen olumsuz değildi, ancak hayal kırıklığı yarattı. Yaptırımlar ve Ukrayna’ya silah sevkiyatı – tüm bunlar o zaman zaten vardı ve “büyük pazarlık” sonuçlandırılamadı.

Trump öngörülemez ve içgüdüsel tavırları olan birisi. Yapacağı personel atamaları onun yaklaşımına ışık tutabilir. Ancak yeni yönetimde dış politika ve güvenlik konularıyla kimin ilgileneceği henüz belli değil.

Trump’ın seçim kampanyasında verdiği Ukrayna krizini sona erdirme sözünü nasıl yerine getireceği merak konusu. Vladimir Putin ve Vladimir Zelenskiy ile yaptığı görüşmelerin böyle bir sonuca yol açacağını belirtmişti. Şimdi Başkan Yardımcısı seçilen James Vance de aynı şeyden bahsetti ve olası bir barış anlaşmasına cephe hatlarının belirlenmesi ve Ukrayna’nın tarafsızlığı ve egemenliğinin garanti altına alınması gibi dokunuşlar ekledi. Ancak bunun nasıl başarılacağı konusunda Trump’ın kendisi de dahil olmak üzere henüz kimsenin bir fikri yok gibi görünüyor.

Bununla birlikte, önemli bir sonuç çıkarılabilir gibi görünüyor: Trump müzakere etmeye istekli. İçinde bulunduğumuz dönemde bu hiç de azımsanacak bir şey değil. Artık Moskova ile siyasi temaslar Batı için tabu. Gazeteci Tucker Carlson’a itiraf ettiğine göre Putin, Joseph Biden ile en son ne zaman konuştuğunu bile hatırlamıyor ama bu kesinlikle özel operasyondan önceydi. Yani yaklaşık üç yıl önce. Rus lider, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile 2022 yılında defalarca telefon görüşmesi yaptı ancak o tarihten bu yana herhangi bir görüşme gerçekleşmedi. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel bu yaz Macar lider Viktor Orban’ın Moskova’ya yaptığı barışçıl ziyareti eleştirerek AB ile Putin arasında resmi temasların ihtimal dışı olduğunu söyledi. Eğer ABD Başkanı Putin’le temas kuracak olursa bu durum tabloyu tamamen değiştirecektir.

İki lider arasındaki müzakereler diğer düzeylerde somut diyaloglara yol açabilir: Başkanlar kavramsal olarak bir çerçeve üzerinde anlaştıklarında, danışmanları, bakanları ve uzmanlarının bunu ayrıntılı olarak ele alması gerekir. Trump’ın da sonuçsuz bir fikir alışverişine değil somut bir sonuca ihtiyacı var. Seçim kampanyası sırasında belirttiği gerçekçi olmayan son tarihleri bir kenara bıraksak bile, sonuç hızlıdır. Macron’un yaptığı gibi Rus mevkidaşıyla 100 saat boyunca boş yere konuşmak ona göre değil.

Trump’ın barış anlaşmasına Ukrayna’yı destekleme taahhütlerini arttırmayı da dahil etmek istediği bildiriliyorsa, Avrupalıların Moskova ile siyasi bağlarını da çözmesi gerekecek. Her halükarda Berlin, Paris ve Brüksel, Rusya ve ABD’nin kendi arkalarından pazarlık yapmasını kenardan izlemekle yetinmeyecektir.

Dolayısıyla Batı’da Rusya ile siyasi iletişimde sınırlı bir çözülme yaşanabilir. Bunun ne kadar uzun ve verimli olacağını ancak tahmin edebiliriz. Açıkçası başarıya inanmak zor. Trump’ın Ukrayna sorununu aceleyle dondurmaya çalışacağı ve kendisini askeri çatışmaları kararlı ve etkili bir şekilde sona erdiren küresel bir lider olarak göstereceği yönünde bir his var. Ancak Moskova’ya göre bu, ne acı veren Ukrayna sorununu ne de Batı ile olan daha sistemik çelişkileri temelden çözecektir.

Trump’ın NATO’ya ve ortakları bu örgüt etrafında toplama ihtiyacına şüpheyle yaklaştığı biliniyor. NATO’yu bir yük, müttefikler lehine aşırı malî ve askerî yükümlülükler olarak görüyor. Hem NATO’nun genişlemesi hem de Ukrayna’nın bu örgüte katılımı Moskova için stratejik olarak kabul edilemez olduğundan, Trump ve Putin arasında bu “yolda” etkileşim fırsatları var. Bu da muhtemelen iyi bir şey…

Dmitri Trenin: Trump’ın Seçim Zaferi Küreselci Güçlere Darbe

Kremlin’e yakınlığıyla bilinen Ulusal Araştırma Üniversitesi Ekonomi Yüksek Okulu Dünya Askeri Ekonomisi ve Stratejisi Enstitüsü araştırma direktörü Dmitri Trenin ise “Batı’nın küreselci güçlerinin sol-liberal gündemine vurulmuş güçlü bir darbe” olarak tanımladığı Trump’ın seçim zaferinin, Rusya’nın ABD ve Avrupa ile iltişim kanallarının açabileceğini düşünüyor.

Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili şimdilik tek iyi haberin ABD’nın Ukrayna’ya vereceği desteği çekmek olacağını belirten Trenin, Rusya için asıl önemli olanın Ukrayna’nın askeri-politik statüsünün olduğuna dikkat çekiyor. ABD’nin Çin’le ekonomik savaşında Avrupa’ya da bu savaşa katılması için baskı yapacağına, İran’a baskının artarken İsrail’e desteğin açık bir şekilde devam edeceğine işaret eden Dmitri Trenin’in Kommersant gazetesinde yayımlanan analizinde öne çıkan başlıklar şöyle:

ilk bakışta, Amerikalı seçmenleri ilgilendiren en önemli konularda – ekonomi ve göç – vatandaşların Trump’ın görüşlerini Kamala Harris’in önerdiklerinden daha ikna edici bulduğu anlamına geliyor. Ayrıca bu zafer, Amerikalıların bir devlet başkanı seçerken daha güçlü bir kişiliği tercih ettiğini göstermektedir. Son olarak, Trump’ın yakında Beyaz Saray’a dönecek olması, Demokrat Parti’nin Cumhuriyetçi adayı bir suçlu, bir faşist ve Kremlin’in bir ajanı gibi göstermeye yönelik muazzam propaganda çabalarının başarısızlığa uğraması anlamına gelmektedir.

İkinci bir yaklaşımla, Trump’ın zaferi bir bütün olarak siyasi Batı’nın küreselci güçlerinin sol-liberal gündemine vurulmuş güçlü bir darbedir. Avrupa’daki ulusal yönelimli sağcı güçler – hem iktidar (Macaristan) hem de muhalefet (Fransa, Almanya) – güçlü bir müttefik kazanmıştır. Bu kesinlikle liberal-küreselciliğin sonu değil, ama en azından geçici olarak geri çekilmeye zorlanmasıdır. Trump’ın seçim zaferini engelleyemeyen meşhur derin devlet ise şimdi onu kucağında boğmak zorunda kalacak. ABD siyasi bir belirsizlik dönemine giriyor, ancak aynı zamanda Trump’ın zaferinin inkar edilemez doğası sokak ayaklanmaları ve kitlesel şiddet olasılığını önemli ölçüde azaltıyor.

Üçüncü yaklaşımda, Beyaz Saray’ın ve Kongre’nin en az bir kanadının (Senato) Cumhuriyetçilerin kontrolüne geçmesi, Washington’un ABD müttefiklerine yönelik dış politikasının sertleşmesi anlamına gelmektedir. “Özgür dünya çıkarlarını” desteklemek için askeri ve mali harcamaların yükünü ABD’den müttefiklerine kaydırma eğilimi Trump’ın ilk dört yıllık dönemine kadar uzanıyor ve Joe Biden döneminde de kesintiye uğramadı. Atlantikçilerin korkularına rağmen NATO’nun lağvedilmesi olası değildir, ancak ittifak Avrupalılara önemli ölçüde daha pahalıya mal olacaktır. Asyalı müttefiklerden de Trump-45 döneminde başlayan ve 47. ABD başkanı döneminde daha da yoğunlaşacak olan Çin ile çatışmaya daha fazla yatırım yapmaları istenecek. Buna karşın Orta Doğu’da ABD, İsrail’e verdiği destekte daha aktif ve açık sözlü olacak ve bu desteği artık münferit eleştirilerle gizlemeyecektir.

ABD’nin küresel bir hegemon olarak konumuna tehdit kaynağı olarak gördüğü ülkeler Trump yönetiminin baskı nesnesi haline gelecektir. Bu durum başta Çin olmak üzere İran için de geçerlidir. Pekin, Çin’in ekonomik ve özellikle teknolojik gelişimine ve Amerikan askeri ve siyasi ittifaklar sisteminin güçlenmesine karşı Washington’un artan muhalefetiyle karşı karşıya kalacaktır.

Washington, Avrupalı müttefiklerini -çıkarlarına ve isteklerine aykırı olarak- Çin’e yönelik ekonomik baskı kampanyasına katılmaya daha aktif bir şekilde zorlayacaktır. İran’a yönelik baskının da hem doğrudan hem de İsrail’e verilen desteğin artması yoluyla artması bekleniyor.

Donald Trump, üçüncü bir dünya savaşı tehlikesine ilişkin açıklamaları ve Ukrayna’daki savaşı “24 saat içinde” bitirmeye hazır olduğu yönündeki sözleriyle tanınıyor. Batı ile Rusya arasındaki mevcut dolaylı çatışmanın doğrudan bir çatışmaya dönüşme tehlikesini kabul etmek, Trump’ın kampanya söyleminin olumlu bir unsurudur. Biden-Harris yönetiminin savaşı tırmandırma politikası tam da böyle bir çatışmaya ve nükleer savaşa yol açıyordu. Savaşı sona erdirme hazırlığına gelince, öncelikle bunun “24 saat içinde” mümkün olmayacağı ve ikinci olarak “savaşı sona erdirmenin” “düşmanlıkları durdurmak” değil, bunlara yol açan sorunları çözmek anlamına geldiği anlaşılmalıdır.

Eğer mevcut temas hattı boyunca çatışmaların durdurulmasından bahsediyorsak, bu yaklaşımın Moskova’da ciddiye alınması pek olası değildir. Böyle bir “savaşın durması” bir duraklamadan başka bir şey olmayacak ve sonrasında çatışma yeniden ve muhtemelen daha büyük bir şiddetle alevlenecektir. Gelecekteki Ukrayna rejiminin doğası, askeri ve askeri-ekonomik potansiyeli ve Ukrayna’nın askeri-politik statüsü Rusya için büyük önem taşıyor. Buna ek olarak, yeni bölgesel gerçekler de dikkate alınmalıdır.

Trump yönetiminin, Rusya’nın temel çıkarlarını dikkate almak bir yana, bu konularda esaslı bir diyaloğu kabul etmesini beklemek bile zor. Eğer istekli olursa diyalog başlayacaktır, ancak o zaman bile anlaşma garanti olmaktan uzaktır. Her iki tarafın da birbirine hiç güvenmediği koşullarda neyin tatmin edici garantiler olarak kabul edilebileceği ayrı bir konudur. İki “Minsk” (2014 ve 2015 anlaşmaları) ihlal edildi, üçüncü girişim -2022’de başlatılan “İstanbul”- engellendi, dolayısıyla dördüncüsünün gerçekleşmesi pek olası değil. Rusya’nın güvenebileceği tek garanti kendi garantisidir. Şimdilik iyi haber Trump’ın Ukrayna’ya askeri yardımı kesmek istediğini söylemesi. Avrupa’nın Kiev’e verdiği desteğin kısmen dengelenmesi ihtimaline rağmen bu çaba, eğer bir çözüme dönüşürse, barışı daha da yakınlaştıracaktır.

Cengiz Sözübek

Endüstri mühendisi. 20 yıldır özel sektörde çalışıyor. İngilizce ve Rusça biliyor.
Rusya siyaseti başta olmak üzere uluslar arası siyasetle ilgileniyor.
Muhalif, Yarın, karizma dergilerinde; Star Açık görüş'te yazıları yayımlandı.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır