Putin’in Düşüşü: Batı’nın Büyük Rusya Rejim Değişikliği Hayali

Batılı güçlerin Rusya’da rejim değişikliği yanılsamasını terk edip gerçekçiliğe (realism) dayalı pragmatik bir yaklaşımı benimseme zamanı gelmiştir. Geçmiş müdahalelerin tarihî sonuçları, yabancı rejimleri dönüştürmeye kalkışırken taşınan risklerin çarpıcı bir hatırlatıcısıdır. Caydırıcılığa odaklanarak, Batı çıkarlarını koruyabilir, istikrarı teşvik edebilir ve Rusya’nın yol açtığı zorluklarla hem etkili hem de sürdürülebilir bir şekilde başa çıkabilir. İlerleme yolu, ulaşılamaz idealler peşinde koşmakta değil; dünyamızı tanımlayan karmaşık gerçekleri kabul etmekte yatmaktadır.
Temmuz 16, 2025
Chess pieces over a map of europe with European union, USa, Ukraine and Russian Federation Flags. Conflict between Ukraine and the Russian Federation. Race to become the world's leading power. Selective focus
image_print

Önemli Noktalar ve Özet – Batı’nın Rusya’da rejim değişikliği arayışları, Irak ve Libya’daki geçmiş müdahalelerin derslerini göz ardı eden “tehlikeli bir yanılsamadır”.

-Bu tür çabalar, Rusya’nın milliyetçi direncini göz önüne alındığında gerçekçi olmamakla kalmaz; aynı zamanda daha büyük bir istikrarsızlık ve daha saldırgan bir Kremlin’i tetikleme riski taşır.

-Bu kusurlu stratejinin peşinden gitmek yerine, Batı pragmatik ve sağlam bir caydırıcılık modeli benimsemelidir.

-Bu yaklaşım, Rus saldırganlığına etkili bir şekilde karşı koymak için güvenilir askeri hazırlık, hedefe yönelik ekonomik yaptırımlar ve sürekli diplomatik angajmanı bir araya getirirken, Rusya’nın siyasi gerçekliğini de kabul etmelidir.

Neden Rusya’da ‘Rejim Değişikliği’ Tehlikeli Bir Fantezidir

Bu, Moskova’dan gelen tehditle başa çıkmanın tek sürdürülebilir yoludur.

Uluslararası ilişkilerin karmaşık ve çoğu zaman çalkantılı ortamında Batı, Rusya’ya yönelik stratejisi konusunda kritik bir eşiğe gelmiştir. Rejim değişikliği (regime change) cazibesi uzun zamandır Batılı liderleri etkilemiş, Kremlin’in yarattığı sayısız soruna hızlı bir çözüm vaadi sunmuştur. Ancak acı gerçek şudur ki, bu beklentiler yalnızca gerçekçi değil, aynı zamanda son derece tehlikeli sonuçlar doğurma potansiyeline de sahiptir. 2025’in jeopolitik koşullarında ilerlerken, Batılı güçlerin Rusya’da rejim değişikliği hayalini bir kenara bırakıp realist bir caydırıcılık stratejisi (realist deterrence strategy) benimsemesi zaruridir.

Tarihsel olarak, rejim değişikliği girişimleri çoğu zaman istenmeyen ve yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. ABD’nin Irak ve Libya’ya müdahaleleri, dış güçlerin bir ülkenin siyasi yapısını yeniden şekillendirmeye çalıştıklarında ortaya çıkabilecek kaosun çarpıcı örneklerini oluşturur. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi, yeni bir demokrasi dönemi başlatmak şöyle dursun; ülkeyi mezhep çatışmaları ve hâlâ süregelen istikrarsızlığa sürüklemiştir. Benzer biçimde, bir zamanlar nispeten istikrarlı bir devlet olan Libya, Muammer Kaddafi’nin devrilmesini takiben başarısız bir devlet haline gelmiştir. Bu örnekler, özellikle karmaşık toplumsal ve siyasal yapılara sahip ülkelerde rejim değişikliğinin (regime change) doğuştan gelen risklerini açıkça gözler önüne serer.

Batı’nın Rusya’da etkili bir rejim değişikliği gerçekleştirebileceği düşüncesi de aynı ölçüde yanıltıcıdır. Rusya’nın siyasal yapısı, güçlü bir milliyetçilik duygusu ve hoşnutsuzluklarına rağmen dış tehdit zamanlarında liderinin arkasında kenetlenen bir halk yapısıyla karakterizedir. Kremlin, Batı’yı varoluşsal bir düşman olarak lanse ederek anlatısını ustaca kurgulamıştır. Bu anlatı, hem iç desteği pekiştirir hem de yabancı aktörlerin muhalefeti teşvik etme ya da alternatif yönetim modelleri oluşturma çabalarını büyük ölçüde zorlaştırır.

Dahası, rejim değişikliği (regime change) çabalarının sonuçları, yarattıkları hemen kaosun ötesine uzanır. Bu girişimler, rakipleri cesaretlendirerek uzun vadeli stratejik istikrarsızlığa yol açabilir ve Batılı güçlerin güvenilirliğini zedeleyebilir. Batı’nın egemen devletlere iradesini dayatmaya çalıştığı yönündeki algı, öfke ve direnci körükleyerek Rusya gibi ülkeleri daha saldırgan bir duruş benimsemeye itebilir. Bu dinamik, Kremlin’in Batı müdahalelerine verdiği yanıtta açıkça görülmektedir; zira Kremlin, bu müdahaleleri egemenliğine ve güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit olarak yorumlamaktadır.

Bu tarihî dersler ışığında, Batılı liderlerin Rusya’ya yönelik yaklaşımlarını yeniden kalibre etmeleri elzemdir. Odak, rejim değiştirme hayalinden uzaklaşıp mevcut jeopolitik gerçekleri kabul eden sağlam bir caydırıcılık (deterrence) stratejisine kaymalıdır. Bu strateji, Rusya’nın motivasyonlarını ve eylemlerinin daha geniş etkilerini doğru bir şekilde anlamaya dayanmalıdır.

Bu bağlamda caydırıcılık; askeri hazırlık, ekonomik yaptırımlar ve diplomatik angajmanın çok boyutlu bir bileşimi olarak ele alınmalıdır. Batı, çıkarlarını ve müttefiklerini savunmaya yönelik güvenilir bir taahhüdü göstermeli; aynı zamanda karşılıklı çıkar konularında Rusya ile temas kurmaya gayret etmelidir. Bu ikili yaklaşım, bölgeyi istikrara kavuşturmaya ve yanlış hesaplamaların yol açabileceği çatışma riskini azaltmaya yardımcı olabilir.

Askerî hazırlık bu caydırıcılık stratejisinde esastır. Batı, kuvvetlerinin herhangi bir Rus saldırganlığına yanıt verebilecek şekilde doğru konumlandırıldığından ve hazırlıklı olduğundan emin olmalıdır. Bu, NATO’nun doğu kanadının güçlendirilmesini ve bölgedeki üye devletlerin yeteneklerinin artırılmasını içerir. Görünür ve inandırıcı bir askeri varlık, Moskova’ya saldırganlığa müsamaha gösterilmeyeceği sinyalini güçlü bir şekilde ileterek etkili bir caydırıcı unsur olabilir. NATO’nun Doğu Avrupa’da gerçekleştirdiği son askeri tatbikatlar, ittifakın üye devletlerini koruma kararlılığını gözler önüne sermektedir.

Ekonomik yaptırımlar da realist bir caydırıcılık stratejisinde kritik bir rol oynar. Hedefe yönelik yaptırımlar, Rus ekonomisine önemli maliyetler yükleyerek ülkenin dışarıda güç projeksiyonunu sınırlayabilir. Ancak bu yaptırımlar, rejimi daha da güçlendirebilecek istenmeyen sonuçlardan kaçınacak şekilde titizlikle kalibre edilmelidir. Amaç, Kremlin’in saldırganlık kapasitesini zayıflatırken, bu tedbirlerin yükünü sıklıkla çeken Rus halkı üzerindeki etkiyi en aza indirmektir. Yaptırımların amacı konusunda net bir iletişim kurulmalı; bu adımların Rus halkını cezalandırmak için değil, saldırgan eylemleri caydırmak için uygulandığı vurgulanmalıdır.

Diplomatik angajman da bu stratejide göz ardı edilmemelidir. Batı, Rus saldırganlığına karşı tutumunda kararlı kalmalı; ancak silah kontrolü, siber güvenlik ve bölgesel istikrar gibi konularda diyalog fırsatlarını değerlendirmelidir. Bu alanlarda Rusya ile temas kurmak, çatışma riskini azaltacak bir bir arada yaşama çerçevesi oluşturabilir ve daha istikrarlı bir uluslararası ortamın yolunu açabilir. Örneğin silah kontrolü antlaşmaları etrafındaki son tartışmalar, gerilimlere rağmen iş birliği potansiyelini göstermektedir.

Ayrıca, rejim değişikliği peşinde koşmanın, Kremlin’in küresel arenadaki daha acil eylemlerinin gölgesinde kalmaya yol açabileceği de unutulmamalıdır. Kremlin’in demokratik süreçlere müdahalesi, askerî müdahaleleri ve komşu ülkelere yönelik saldırgan tavrı, derhal ele alınması gereken meselelerdir. Batı, caydırıcılığa odaklanarak bu zorluklarla daha etkin bir şekilde mücadele edebilir ve rejim değişikliği bataklığına saplanmadan hedeflerine ulaşabilir.

Bu bağlamda, bazı Batılı liderlerin hâlâ Rusya’da rejim değişikliğini (regime change) mevcut krize uygulanabilir bir çözüm olarak savundukları dikkat çekicidir. İngiltere Başbakanı Rishi Sunak gibi isimler zaman zaman Kremlin’de bir değişiklik gerekliliğine işaret etmiş; bu duygu, hem cazip hem de tehlikeli olabilir. Ancak bu tür görüşler, uluslararası ilişkilerin gerçekleriyle giderek daha fazla uyumsuz hâle gelmektedir. Geçmişin dersleri, bize istikrar yolunun rejimleri devirmekten değil, caydırıcılık ve angajman (engagement) çerçevesi oluşturmaktan geçtiğini hatırlatan bir uyarı niteliğindedir.

İlerlerken, Batılı güçlerin ulaşılamaz bir hedef olarak rejim değişikliği yerine istikrar ve güvenliği önceliklendiren realist bir bakış açısını benimsemeleri gerekmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca Rusya’nın siyasi yapısının karmaşıklığını kabul etmekle kalmaz; aynı zamanda eylemlerimizin küresel düzeydeki daha geniş etkilerini de göz önüne alır. Bir caydırıcılık stratejisi (deterrence strategy) benimseyerek; Batı, Rus saldırganlığına etkili bir şekilde karşı koyabilir ve diyalog ile iş birliğine elverişli bir ortamı destekleyebilir.

Sonuç olarak, Batılı güçlerin Rusya’da rejim değişikliği yanılsamasını terk edip gerçekçiliğe (realism) dayalı pragmatik bir yaklaşımı benimseme zamanı gelmiştir. Geçmiş müdahalelerin tarihî sonuçları, yabancı rejimleri dönüştürmeye kalkışırken taşınan risklerin çarpıcı bir hatırlatıcısıdır. Caydırıcılığa odaklanarak, Batı çıkarlarını koruyabilir, istikrarı teşvik edebilir ve Rusya’nın yol açtığı zorluklarla hem etkili hem de sürdürülebilir bir şekilde başa çıkabilir. İlerleme yolu, ulaşılamaz idealler peşinde koşmakta değil; dünyamızı tanımlayan karmaşık gerçekleri kabul etmekte yatmaktadır.

Sonuçta, Batı, caydırıcılık stratejisinin yalnızca savunma duruşu olmadığını; faaliyet gösterdiğimiz ortamı şekillendirmeyi amaçlayan proaktif bir yaklaşım olduğunu kabul etmelidir. Kararlılık ve diyaloga açık olma iradesini göstererek, Batı saldırganlığı caydıran ve aynı zamanda iş birliği yolları açan bir çerçeve oluşturabilir. Böylece güç dinamiklerinin gerçekliğini kabul eden, barışçıl bir bir arada yaşama çabasıyla daha istikrarlı ve güvenli bir uluslararası düzen tesis edilebilir.

Riskler yüksektir ve bugün yaptığımız tercihler gelecek nesiller üzerinde yankı bulacaktır.

* Dr. Andrew Latham, Defense Priorities’de misafir araştırmacı ve Macalester College (Saint Paul, MN) bünyesinde uluslararası ilişkiler ve siyaset kuramı profesörüdür. X’te kendisini @aakatham kullanıcı adıyla takip edebilirsiniz.

Kaynak: https://nationalsecurityjournal.org/the-fall-of-putin-the-wests-great-russia-regime-change-dream/

SOSYAL MEDYA