- Özbekistan, Taliban liderliğindeki Afganistan’la pragmatik bir biçimde ilişki kurarak ticareti artırmayı, su kaynaklarını yönetmeyi ve bölgesel gerilimleri azaltmayı amaçlayan “Bağlantı Yoluyla İstikrar” yaklaşımını benimsemektedir.
- Trans-Afgan demiryolu, Surhan–Pol-e-Khumri enerji hattı ve Termez Serbest Ekonomik Bölgesi gibi kilit altyapı projeleri, Orta Asya ile Güney Asya’yı birbirine bağlamayı hedeflemektedir.
- Taşkent, AB, Çin ve bölgesel komşularla ortaklıklar geliştirerek kendisini Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak konumlandırmakta ve jeopolitik dengeyi gözetmektedir.
Özbekistan’ın Afganistan’la bağlantı kurmaya olan ilgisi; ekonomik fırsatlar, enerji iş birliği, güvenlik ihtiyaçları ve jeopolitik strateji gibi unsurlardan kaynaklanıyor—ki bu faktörler Özbekistan’ın yeni pazarlara erişimini kolaylaştıracağı gibi bölgenin istikrarına da katkı sağlayacaktır. Taşkent’teki Orta Asya Uluslararası Enstitüsü’nden Büyükelçi Javlon Vakhabov, bu yaklaşımı “Bağlantı Yoluyla İstikrar” olarak adlandırıyor. Yani Özbekistan, Afganistan’ı tecrit etme çabalarına karşılık, insani destekle bölgesel güvenliği dengeleyen pragmatik bir politikayı tercih etmektedir.
Orta Asya cumhuriyetleri (Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan), Afganistan’daki savaşların sınırında yer alıyordu. Bu savaşlar; Afgan iç savaşı (1992–1996, 1996–2001) ve ABD öncülüğündeki NATO işgali (2001–2021) dönemlerini kapsıyor ve bu ülkeler tarafından “ekonomik büyüme ve sosyal kalkınmanın kayıp on yılları” olarak değerlendiriliyor. Bu cumhuriyetlerin liderleri, kendilerinin ve Afganistan’ın “ebedi komşular” olduğunu biliyor ve işler kötüye gittiğinde Kuzey Amerika’ya çekilme lüksüne sahip olmadıklarının farkındalar; dolayısıyla politika, coğrafyanın gerçeklerini dikkate almak zorunda.
Özbekistan’ın Taliban’la etkileşimi, NATO’nun Ağustos 2021’de Afganistan’dan çekilmesinden çok önce başlamıştı.
1997 yılında dönemin Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov, Afganistan üzerine Altı Artı İki Grubu’nu önerdi. Bu öneri, barışa giden yolun silahlı güç değil, diyalog ve siyasi uzlaşı olduğuna dair bir anlayıştan doğmuştu. Ancak grup, savaşan tarafları—Taliban ile önceden Kuzey İttifakı olarak bilinen Birleşik Cephe’yi—diyalog başlatmaları konusunda ikna edemedi.
Mart 2018’de Özbekistan, Taliban ile Afganistan İslam Cumhuriyeti arasında ön koşulsuz doğrudan barış görüşmeleri çağrısında bulunan Taşkent Konferansı’na ev sahipliği yaptı. Ne var ki Taliban, yalnızca “yabancı işgal gücü” olarak tanımladığı Amerika Birleşik Devletleri ile müzakere edeceğini ve görüşmelere başlamadan önce yabancı birliklerin çekilmesini şart koştuğunu açıkladı.
Temmuz 2022’de Taşkent, Afganistan’a ilişkin bir konferansa ev sahipliği yaptı. 30 ülkenin temsilcilerinin katıldığı bu konferans, uluslararası toplum için Taliban yetkililerini daha yakından tanıma ve Taliban için de Afganistan’a yatırım çekme ile Batı’nın, Afganistan İslam Cumhuriyeti’nin çöküşünden sonra el koyduğu Afgan varlıklarının serbest bırakılmasını teşvik etme fırsatıydı. Etkinliğin tonu geleceğe dönüktü ancak Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, “…resmî diplomatik tanıma için uluslararası toplumun şartlarını yineledi: Afgan toplumunun tüm kesimlerinin devlet yönetiminde geniş şekilde temsil edilmesi, temel insan hak ve özgürlüklerinin—özellikle kadınlar ile tüm etnik ve mezhepsel grupların—güvence altına alınması.”
Taşkent, Ağustos 2021’de Kabil hükümetinin devrilmesinin ardından ABD ve Avrupa makamlarının dondurduğu 9 milyar dolarlık devlet varlığı da dâhil olmak üzere, Taliban yönetimindeki Afganistan’la etkileşim çağrısını kararlılıkla sürdürdü.
Orta Asya su sıkıntısı çeken bir bölge ve Özbekistan ile Türkmenistan “ciddi su stresi” kategorisinde yer alıyor. Afganistan’daki Kosh Tepa Kanalı’nın inşası, Taliban öncülüğündeki Afganistan İslam Emirliği ile Özbekistan ve Türkmenistan arasındaki gerilimi artırma tehdidi taşıyordu. Zira kanal, Amu Derya Nehri’nin su akışını %15–20 oranında azaltma potansiyeline sahipti ki bu, Orta Asya tarımı için felaket anlamına gelmektedir. (Özbekistan’da tarım, GSYİH’nın %25’ini ve iş gücünün yaklaşık %26’sını oluşturuyor.)
Nisan 2025’te Özbekistan ve Afganistan, Amu Derya Nehri Havzası’ndaki su kaynaklarının paylaşımı konusunda iş birliği yapma konusunda anlaştı. Cumhuriyetler endişeli; çünkü “Amu Derya’nın akışındaki önemli bir azalma, ekosistemlerin bozulmasına, toprak tuzluluğunun artmasına ve nehir aşağısında yaşayan topluluklar için yaşam koşullarının kötüleşmesine neden olabilir… [ve] Aral Gölü’nün yeniden canlandırılması çabalarını sekteye uğratabilir, bölgedeki çevresel zorlukları daha da şiddetlendirebilir.”
Özbekistan, Taliban yönetimindeki Afgan hükümetini resmen tanımamış olsa da, sınır aşan su kaynaklarına ilişkin yapılan bu anlaşma, ikili ilişkilerin giderek daha kurumsallaştığını gösteriyor. Taşkent, yalnızca su kaynaklarına yönelik değil, Afganistan’da barınan 20 kadar terör örgütünün oluşturduğu tehdide karşı da çıkarlarını önceliklendiriyor.
Bu çaba, tüm taraflardan ciddi diplomasi gerektirecek ve Özbekistan (ve ABD) için, kanalın aşırı su kaybı ve toprak tuzlulaşması en aza indirilerek inşa edilmesini sağlamak üzere teknik yardım sağlama fırsatı sunacaktır.
Özbekistan, büyüyen tekstil sektöründe, 10 milyar dolara çıkarılması planlanan tekstil ihracat hedefi doğrultusunda, pamuk yerine daha az su tüketen alternatif ürünlere geçme fırsatını değerlendirmelidir. Ayrıca pamuk ithalatını Türkiye, Çin ve Bangladeş’ten sürdürmelidir. (Özbekistan aynı zamanda Kazakistan, Tacikistan ve Türkmenistan’dan da pamuk ithal ediyor, ancak su kaynaklarını tüketen bu tür ürünlerden bölgeyi uzaklaştırma konusunda liderlik rolünü üstlenmelidir.)
Su sorununu barışçıl yollarla çözmenin bir adımı da, Afganistan’ı, eski Sovyet Orta Asya cumhuriyetleri arasında Sovyet dönemine ait su paylaşım oranlarına dayalı olarak su tahsislerini düzenleyen 1992 tarihli Almatı Anlaşması’na taraf yapmaktır. Bu anlaşma, Orta Asya Devletlerarası Su Koordinasyon Komisyonu (ICWC) tarafından uygulanmaktadır ve Afganistan’ın ICWC’ye dâhil edilmesi, onu sorunun değil çözümün bir parçası hâline getirebilir. Bu sayede Taliban, Orta Asya’daki “yol kurallarını” öğrenmiş olur ve cumhuriyet yetkilileri de Taliban’ın kişilikleri, motivasyonları ve öncelikleri hakkında net bir anlayış kazanır.
Diğer bağlantı girişimleri şunlardır:
- Afgan ziyaretçilere iki haftalık vize sağlayan ve bir gümrük ofisi, otel, depolama tesisleri ile yılda 100.000 kamyon ve 900.000 ton mal kapasitesine sahip olan Termez Serbest Ekonomik Bölgesi.
- Pakistan limanlarına uzanan 7 milyar dolarlık, 765 kilometrelik Trans-Afgan demiryolu hattı; bu hattın taşıma maliyetlerini %30–40 oranında azaltması bekleniyor. Ayrıca Özbekistan, demiryolunu Hairatan’dan Herat’a uzatma yönünde ön fizibilite çalışmalarını yakında başlatabilir. Bu genişleme, İran ve Türkmenistan’la ticaretin başlangıç noktası olacaktır.
- Surhan–Puli-Humri Enerji Hattı; Afgan ulaşım altyapısının elektrifikasyonunu destekleyecek 1.000 MW kapasiteli bu hat, Tacikistan, Kırgızistan, Afganistan ve Pakistan arasında bir ortak girişim olan CASA-1000 enerji projesine de bağlanabilir. (Özbekistan, Afganistan’ın elektrik ithalatının yaklaşık %60’ını sağlayarak hâlihazırda ülkenin en büyük elektrik ihracatçısı konumundadır.)
Hattın faaliyete geçmesiyle birlikte Özbekistan’ın Afganistan’a yönelik elektrik ihracatı %70 oranında artacak; günde 24 milyon kWh’a, yılda ise 6 milyar kWh’a kadar elektrik sağlanabilecek. Proje toplamda 245,6 kilometrelik bir alanı kapsıyor; bunun 45 kilometresi Özbekistan topraklarında yer alıyor ve bu kısım hâlihazırda tamamlandı. Afganistan’daki kısım ise 200,6 kilometre uzunluğunda. Bu hattın kapasitesi yalnızca elektrik arzını artırmakla kalmayacak, aynı zamanda Hairatan–Mezar-ı Şerif demiryolunun elektrifikasyonunu da kolaylaştıracak; bu da dizel lokomotiflerin daha temiz elektrikli trenlerle değiştirilmesi sayesinde taşıma maliyetlerini düşürecek.
Özbekistan, Afganistan’da pek çok fırsat görüyor; 2024 yılı itibarıyla iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1,1 milyar dolara ulaştı ve bunun büyük kısmını Özbekistan’ın ihracatı oluşturuyor. Ticari fırsatlar kuşkusuz mevcut, ancak Taşkent’in amacı Afganistan’ı sınırlandırmak değil; onu sadece ticaret için değil, bölgesel bir köprü olarak kullanmak. Afganistan’ın gelecekte ulusötesi terörizmin kaynağı olabileceğine dair endişeler var, ancak Taliban ile ABD arasında, her iki tarafın da El Kaide (AQ) ve İslam Devleti – Horasan Vilayeti (IS-K) tehdidinden duyduğu ortak kaygı sayesinde istihbarat paylaşımı bu durumu engelleyebilir.
Artan ticaret, El Kaide ve IŞİD’in politikalarını doğrudan değiştirmeyebilir; fakat ekonomik fırsatların artması, bu grupların yeni militanlar devşirmesini zorlaştırabilir. Afganistan’daki medreselere fon sağlanması gibi çabalar da eğitim sisteminin zehirli etkilerden arındırılmasına katkıda bulunabilir. Eğer Taliban halkın refahını önceleyen ticaret ve iş faaliyetlerini desteklerse, meşruiyet kazanabilir. Bu durum ABD’nin hoşuna gitmeyecektir; ancak Hindukuş’ta büyük oranda Amerika kaynaklı olarak geçen iki kargaşa dolu on yılın ardından, Washington, Afganistan’ın altyapı inşa etmesini ve haşhaş yetiştiriciliği dışındaki yollarla gelir elde etmesini sağlayacak herhangi bir girişimi — kimden gelirse gelsin — desteklemelidir.
Afganistan’a dış müdahaleler genelde felaketle sonuçlanmıştır; ancak eğer Taşkent, ekonomiyi iyileştirmek isteyen, ılımlı ve dışa açık bir tutum sergileyen Kabil merkezli Taliban ile iş birliği yapabilirse, bu, Kandahar’daki radikaller karşısında dengeyi sessizce değiştirebilir. (Evet, Sirac Hakkani ve Molla Ömer burada “ılımlı” sayılıyor ama şu anda geldiğimiz nokta tam da bu.)
Özbekistan, Orta Asya’daki kritik minerallerin gelecekteki işletilmesinde rol oynayabilir ve ABD’nin güvenli bir kritik mineral tedarik zinciri oluşturmasına yardımcı olabilir.
Visual Capitalist’e göre, “ABD hükümeti tarafından kritik olarak belirlenen 50 mineralin 12’si için ABD %100 oranında ithalata bağımlı, diğer 32 kritik mineralin ise %50’sinden fazlası için dışa bağımlılığı söz konusu.” Orta Asya ve Afganistan, kritik mineraller açısından zengin olsa da, izole konumları ulaşım açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Ayrıca nadir toprak elementlerinin madenciliği ve işlenmesi çok fazla su gerektirir ki bu kaynak bölgedeki kıtlıklardan biridir. Her ne kadar yeni bir Çin teknolojisi üretim hızını üç katına çıkarıp kirliliği azaltabilecek olsa da, bu durum Çin’i kilit bir konuma getirecektir ve ABD muhtemelen buna karşı çıkacaktır.
Andrew Korybko, Trans-Afgan demiryolunun kısmen tamamlanmasının dahi cumhuriyetler için fayda sağlayabileceğini, zira Afganistan’ın madenlerini geri taşıyıp bu madenleri cumhuriyetlerde ya da Rusya ve Çin’de işleyebileceklerini belirtiyor. Cumhuriyetlerin, mineralleri yerel ve sürdürülebilir biçimde işlemek için (satın alma anlaşmalarıyla birlikte) yatırım güvence altına alması gerekecektir; ancak Washington ve Brüksel, bu kaynakların Rusya ve Çin’in eline geçmesini önlemek istiyorsa ciddi teklifler sunmalıdır. (Washington’un “doğru olanı yapın” çağrıları ve Çin ile Rusya’ya satış yapılmaması yönündeki yaptırım imaları, Orta Asya için adeta bir vergi niteliği taşır ve yalnızca Amerika’nın bölgedeki itibarını zedeler.)
Çifte kara ile çevrili bir ülke olan Özbekistan, küresel pazarlara erişimde zorluklar yaşamaktadır. Afganistan’la kuracağı bağlantılar, özellikle Pakistan’ın Karaçi ve Gwadar limanları aracılığıyla Güney Asya’ya ulaşım imkânı sunmaktadır. Ancak Özbekistan, İran ile ticari ilişkilerini de geliştirmektedir; İran’ın Bandar Abbas ve Çabahar limanları ile Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru’na erişim, Trans-Afgan rotası işlerlik kazanmazsa bir “B Planı” olarak düşünülmektedir.
Son on yılda Taşkent, Orta Asya’yı “güvenli bir mahalle” hâline getirmeye çalıştı ve Özbekistan’ın sınır anlaşmazlıklarını komşu cumhuriyetlerle barışçıl yollarla çözme, Kâbil’de kapsayıcı bir hükümetin teşvik edilmesi gibi önceliklerinin çoğu Washington tarafından da paylaşılmakta. Ancak Orta Asya cumhuriyetleri, bölgesel güvenliğe dair daha geniş bir tanıma sahip: bu tanım diplomasiye, insani kalkınmaya ve ticarete dayanmakta; ayrıca Rusya, Çin, İran ve Afganistan ile ticaret ve normal siyasi ilişkileri de içermekte.
Orta Asya artık NATO’nun Taliban’a karşı yürüttüğü kampanyanın bir platformu değil, ancak Washington’un sürdürdüğü ekonomik savaşlara rağmen Taliban’ın bir yere gitmeyeceği düşünüldüğünde, bölge Taliban ile etkileşimin bir platformuna dönüşebilir mi?
Nisan ayında Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Avrupa Birliği (AB) ve diğer uluslararası ortaklarla birlikte Afganistan’ın kalkınmasını desteklemek için “mevcut krizlerin aşılması” amacıyla çalışmaya hazır olduğunu açıkladı; bu politika Taliban tarafından da memnuniyetle karşılandı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı António Costa, Nisan ayında Özbekistan’ı ziyaret etti. Von der Leyen bu ziyaretin amacını şu sözlerle ifade etti: “Orta Asya ile olan ortaklığımızı bir üst seviyeye taşımak.” Bölgeye Avrupa doğrudan yatırımlarının artırılması, kritik minerallere erişimin güvence altına alınması ve eğitim değişimlerinin teşvik edilmesi gibi klasik başlıkların yanı sıra, Orta Asya’nın potansiyel Avrupalı ortakları, Afganistan’ın bölgenin üretken bir üyesi hâline gelmesini ve terör ile uyuşturucunun kaynağı olmaktan çıkmasını sağlamak için cumhuriyetlerle akıllıca iş birliği yapmalıdır.
Avrupa askerlerinin de içinde yer aldığı başarısız NATO misyonu, bir Amerikan kaybı olarak görülüyor ve bu durum Avrupa’ya Orta Asya’da savaş sonrası dönemde daha fazla manevra alanı sağlıyor. Ayrıca Avrupa, Kuşak ve Yol Girişimi ile Orta Koridor üzerinden Asya’dan gelen Doğu-Batı ticaretine Amerika’dan daha fazla ihtiyaç duyacak, bu da onu şu anda Orta Asya için daha uygun bir ortak yapıyor.
Ancak Orta Asya cumhuriyetleri, AB ve uluslararası ortakların harekete geçmesini beklemiyor. Mirziyoyev’in açıklamasından kısa süre sonra, Mayıs 2025’te Taşkent, Orta ve Güney Asya Arasında Bağlantı Kurulmasına Yönelik Termez Diyaloğu’nu kalıcı bir bölgesel bağlantı platformu olarak hayata geçirdi. Özbekistan ve Afganistan, komşularıyla ilişkilerde “önce ekonomi” ilkesini savunmakta; bu, Batı’nın Afganistan’daki başarısız ulus inşa projesinin ardından cumhuriyetlerin “gerçekliğin kabulü” olarak adlandırdığı bir politikadır.
Cumhuriyetlerin temsilcileri, Orta ve Güney Asya arasındaki bağlantıyı güçlendirmeye yönelik planlar yapmak üzere Özbekistan’ın Termez kentinde aynı hafta bir araya gelirken, Pakistan, Çin ve Afganistan da Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (CPEC) Afganistan’a genişletilmesi konusunda anlaştı. CPEC, tarafların beklentilerini karşılamaktan uzak kaldı; bu nedenle Afganistan’ın dahil edilmesinin akıllıca bir hamle mi yoksa sadece Çin’in daha fazla parasını boşa harcayacak bir girişim mi olacağı henüz belli değil.
Termez toplantısının hemen ardından, İran ve Çin, Çin’in batısındaki Şian kentinden İran’ın başkenti Tahran yakınlarındaki Aprin kuru limanına uzanan bir demir yolu hattı başlattı. Bu güzergâhın deniz yoluyla 30 gün süren taşımacılığı 15 güne indireceği ve gelecekteki olası çatışmalarda ABD Donanması’nın kullanmayı umduğu Malakka Boğazı ve Hürmüz Boğazı gibi dar boğazları bypass edeceği bildiriliyor. Hat Afganistan’dan geçmeyecek ancak Pekin’in bölgeyi bir bağlantı alanı olarak gördüğüne dair bir güven oyudur.
Özbekistan ve diğer Orta Asya cumhuriyetleri NATO’ya Afganistan’da destek verdi fakat bu sonuçsuz kaldı. Bu yüzden artık özüne dönme zamanı: Özbekistan 2030 Stratejisi gibi girişimlerle ekonomik ve sosyal kalkınma sağlamak; İlerici Reformlar Merkezi gibi oluşumlarla iyi yönetişimi teşvik etmek ve sivil katılımı artırmak. Washington da, cumhuriyetlerin bu tür çabalarına nasıl katkı sağlayabileceğine odaklanmalı; komşu Afganistan’ı izole etmeme yönündeki sağduyulu taleplerinden dolayı dikkati dağılmamalı ya da rahatsızlık duymamalıdır.
Kaynak: https://oilprice.com/Energy/Energy-General/Uzbekistan-Builds-Where-the-West-Withdrew.html