Onlar bizim Ermeniler!..* /Yarın Dergisi-2004

Hatice’ye göre Mannik’le Sırpuhi, 1915’in dışındaydılar. Onlar  düşmanla işbirliği yapacak insanlar değildi. Böylesine iyi insanlar nasıl olur da düşmana omuz verirlerdi. Bu mümkün müydü? Olsa olsa onlar kötü Ermenilerdi. Bizde de yok muydu? İyi Müslüman kadar  kötüsü de vardı. Bu millet iyi, şu millet kötüdür denebilir miydi? Bir milletin iyileri gibi kötüleri de vardı.  
Ağustos 12, 2025
image_print

Seksenine merdiven dayamış Hatice nine Ermeni arkadaşları Mannik’le Sırpuhi’yi çok sever, onları dostları arasında ayrı bir yere koyardı. Üçünün arkadaşlıkları yarım asrı geçiyordu.

 * * *

Mannik’le Sırpuhi mahalleye taşındıklarında Hatice henüz üç yıllık evli olmasına karşın peşi peşine iki çocuk doğurmuş, genç yaşta anneliği dolu dolu yaşamıştı.

Hatice’nin Mannik ve  Sırpuhi’yle arkadaşlıkları bütün köklü arkadaşlıklar gibi geç başladı ama sağlam başladı. Bir gün Hatice, küçüğü ateşlenince çok telaşlandı. Deneyimli olmasına karşın, ne yapacağını bilemiyor, ne etse çocuğun ateşini bir türlü düşüremiyordu. Çaresiz, ağlıyor ve dua ediyordu.

Hatice o yaşına kadar hiç Ermeni tanımamıştı. Ne de 1915’den haberdardı. Onun için Ermeni demek, ‘öteki’ yani Hıristiyan demekti. Aslında onun Ermeniler hakkındaki bildiği bu kadarla sınırlı değildi. Basit bir gözlemle onların da diğer insanlar gibi iki gözlü, iki kulaklı, bir burunlu, bir ağızlı, bir kafalı, iki ayaklı ve iki kollu olduğunu görüyordu. Kısacası Hatice’nin Ermeni algısı tek boyutluydu, dinseldi, biyolojikti ve ilkeldi.

Mannik ve Sırpuhi’yi tanımasaydı eğer Hatice’nin Ermeni algısı daha uzun yıllar aynı kalacak, bu algının oluşması büyük olasılıkla bilinmeyen bir geleceğe ertelenecekti. Çocuğun o gün bir türlü düşmeyen ateşi gariptir, sıcak bir dostluğun da ateşi, başlangıcı oldu. Hatice Mannik’le Sırpuhi’yi yürekten sevdi. Onlar da onu. Bu arada Hatice’nin Ermeni algısı değişerek dönüştü. Büyük bir şaşkınlıkla  onların da diğer insanlar gibi sevdiğini, güldüğünü, ağladığını, aşık olduğunu, kızdığını, nefret ettiğini, düşene el uzattığını, kıskandığını, kısacası insani durumlara yabancı olmadıklarını gördü.

O güne kadar salt günaydınlar, merhabalar, iyi akşamlarla sınırlı kalan komşuluk ilişkisi, Hatice’nin Mannik’le Sırpuhi’den yardım istemesiyle boyutlandı. Çocuğun ateşi düşmemiş tersine yükselmişti. Kocasının eve dönüşünü bekleyemezdi. İki gözü iki çeşme yardım için kendini evden dışarı atan Hatice’nin onca komşusu dururken yardım için Ermeni bir komşuyu seçişini kimse anlayamadı. Kendisi de. Dahası, bu satırların yazarı da!

Mannik’le Sırpuhi, o gün iki doğru adım atarak çocuğu ölümden döndürdüler: İlkin, bir kova suya bir şişe sirkeyi boca ettiler. Büyükçe bir  havluyu bu suya batırarak, çırılçıplak soydukları çocuğu bu havluya sardılar. Bu sirkeli su kompresi yaklaşık üç saat sürdü. Bu arada Mannik

Sırpuhi’yi tanıdık Ermeni bir doktora gönderdi. Doktor geldiğinde çocuğun ateşi düşmeye başlamıştı. Doktora göre çocuk ‘havale’nin eşiğinden dönmüş, tehlike azalmıştı.

Bu olayla birlikte Hatice’nin ‘öteki’ yani Ermeni  algısı kökten değişikliğe uğramış; dinsel algı yerini insani algıya bırakmıştı. Mannik ile Sırpuhi, Hatice için artık birer ‘salt insan’dılar. Ermeni kimlikleri belki yok olmamıştı ama eni konu aşınmış, arka plana geçmişti. İnsanın insana  doğrudan dokunması yani yürekten yüreğe konuşması için her türlü kimliğin buharlaşması ön koşuldu.

O günden sonra Hatice’nin Mannik ve Sırpuhi’yle olan  ilişkileri sıklaştı, gidip gelmeler çoğaldı,  iş gece oturmalarına kadar vardı. Bayramı bayrama kattılar, karşılıklı ziyaretlerde bulundular. Hatice’nin gözlemeleri, Ermeni yemeklerine katık oldu. Ortak sofralar kuruldu, aynı sofrada okunan dualar birbirine dolandı.

Kısaca bu üçlü, uzun, çok uzun yıllar  derin bir dostluğu demleyip yudumladılar. Türkçe konuşup Türkçe duyumsadılar. Bazen de Ermenice bir şarkının ezgisinde aynı duyguları paylaştılar. Ta ki, 1915’e dair yeni gelişmeler, yeni olaylar ve yeni tartışmalar başlayıncaya kadar. Olup bitenler karşısında iki taraf da sessiz kaldı, ima yoluyla da olsa serzenişte bulunmadı. Hiç kuşkusuz, Mannik’le Sırpuhi, atalarının ölümüne dair az çok bilgiliydiler, ama 1915’de tam olarak nelerin yaşandığını onlar da pek bilmiyorlardı. Hatice’nin bilgisizliği daha katmerliydi. Atalarından ona aktarılan hiçbir bilgi yoktu. Sanki 1915 hiç yaşanmamıştı. Kollektif belleğe hiçbir kayıt düşülmemişti.

Hatice bu süreçte birçok kez eşikten döndü. Mannik’le Sırpuhi’yi kırabileceğinden korkarak her seferinde aklına takılanları sormaktan vazgeçti.1915’de neler olmuştu? Merakını gidermesi gerekiyordu. Bunun için gazeteleri ve televizyon programlarını daha dikkatli izler oldu. Zamanla 1915’de neler olduğunu – yalan yanlış ve eksik de olsa – öğrendi.

Ona göre Ermeniler savaş sırasında düşmanla işbirliği yaptıkları için sürgüne gönderilmişti. Bu sürgün sırasında kimine göre bir milyon kimine göre de yüz-iki yüz bin Ermeni ölmüştü.

Hatice’ye göre Mannik’le Sırpuhi, 1915’in dışındaydılar. Onlar  düşmanla işbirliği yapacak insanlar değildi. Böylesine iyi insanlar nasıl olur da düşmana omuz verirlerdi. Bu mümkün müydü? Olsa olsa onlar kötü Ermenilerdi. Bizde de yok muydu? İyi Müslüman kadar  kötüsü de vardı.

Bu millet iyi, şu millet kötüdür denebilir miydi? Bir milletin iyileri gibi kötüleri de vardı.

Hatice’nin Ermeni algısı bir kez daha dönüşmüş, ‘öteki’yle ‘beriki’ arasında salınmaya başlamış, sonunda ‘hem o hem bu’, yani hem ‘öteki’ hem de ‘beriki’ bir çizgiye oturmuştu. Aslında iki dünya arasında sıkışıp kalmıştı;

bir yandan yalan yanlış yazılar ve haberler, öte yanda  ise Mannik’le Sırpuhi gerçeği…Yaşadığına mı inansın yoksa söylenenlere mi?

* * *

Hatice nine eğer ayağını kırmasaydı Ermeni algısı artı-eksi uçlar arasında salınmaya devam edecekti. Kızları, iyileşinceye kadar ona bir bakıcı kadın tutmayı önerdiler. O, bu fikre şiddetle karşı çıktı. Bu karşı çıkışıyla asıl kızlarına serzenişte bulunuyordu. İçten içe ona onların bakmasını istiyor, evinde bir yabancı olsun istemiyordu. Sonunda ikna edildi. Firmalardan birinden bakıcı bir kadın istediler. Firma, Ermenistanlı bir kadını gönderdi.

Ermenistanlı bakıcı kadın, Hatice ninede düş kırıklığı yarattı. Hatice nine Ermenistanlı bakıcı kadına iki nedenle karşı çıkıyordu. İlki, bakıcı kadının görünümüydü: Puantiye etek, puantiye bluz ve puantiye ayakkabı…Saçlarda abartılı bir topuz…ve topuzu tutturan parıltılı tokalar, kıskaçlar…Bu görünümüyle gerçekten de bir bakıcı kadın görünümünden uzaktı. Mannik’le Sırpuhi nerede, bu kadın nerdeydi? Aralarında dağlar kadar fark vardı. Hatice nine bu konuda haklı olabilirdi belki ama kadına karşı çıkışındaki ikinci nedeninde haklı sayılamazdı. Çünkü öne sürdüğü gerekçe, onun Ermeni algısı konusunda kişilik bölünmesi yaşadığını belgeliyordu.

Hatice kadın Ermenistanlı bakıcı kadının kendisini öldürebileceğini öne sürüyordu. Kızları onun bu tutumuna karşı çıkıyor, Ermeniler hakkındaki bu düşüncesinin kendi gerçeğiyle çeliştiğini vurguluyor, ona Mannik ve Sırpuhi’yle olan yarım asırlık dostluğunu anımsatıyorlardı.

Hatice nine kızlarının bu çıkışı karşısında içine düştüğü çelişik durumdan zekice bir mantıkla karşı çıkıyordu: “Onlar bizim Ermeniler!..”

——————————

*Yakın geçmişte yaşanmış olan bu olayı – kişi adlarını değiştirerek – yeniden kurguladım.

Kaynak: Yarın Dergisi-Nisan 2004

 

**Oşin Çilingir

Oşin Çilingir

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA