Namibya’nın Unutulmuş Soykırımı: Bushmenler Alman Sömürge Yönetimi Altında Nasıl Avlandı ve Öldürüldü
Alman sömürge güçlerinin 1904-1907 yılları arasında Namibya’nın Ovaherero ve Nama halkına uyguladığı soykırım, geniş biçimde belgelenmiş bir tarihsel gerçektir. Ancak bundan sonra yaşanan, ülkenin Bushmen (Buşman) olarak bilinen —ya da San adıyla da anılan— halkına yönelik soykırım, çok daha az bilinmektedir.
1992’de antropolog Robert J. Gordon, Namibya’nın bu yerli halkını ve Alman sömürgeciler tarafından nasıl avlanıp köleleştirildiklerini anlatan The Bushman Myth and the Making of a Namibian Underclass (Bushmen Efsanesi ve Namibya’da Bir Alt Sınıfın Oluşumu) adlı kitabını yayımladı.
Bu eser, tamamen gözden geçirilip güncellenerek The Bushman Myth Revisited: Genocide, Dispossession and the Road to Servitude (Bushmen Efsanesi Yeniden Ele Alındı: Soykırım, Mülksüzleştirme ve Köleliğe Giden Yol) adıyla yeniden basıldı. Biz de kendisine beş soru yönelttik.
Neden Gözden Geçirilmiş ve Yeniden Yazılmış Bir Kitap?
Bugün Bushmenlerin büyük çoğunluğu hâlâ kendi ülkelerinde köleliğe varan koşullar altında yaşıyor. Yerel San toplulukları ve insan hakları savunucuları, kitabımın güncellenmiş ve uygun fiyatlı bir versiyonunu hazırlamam için beni teşvik etti. Bu yeni baskı kısa süre önce Namibya Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı. Orijinal baskılar ABD’de basıldığı için Namibya’da neredeyse hiç bulunamıyor; oysa orada okunup tartışılması gerekiyordu.
İlk baskıdan bu yana, benimki de dâhil olmak üzere Alman sömürgeciliği üzerine olağanüstü sayıda kitap yayımlandı. Bu eserler, kitabımda platzgeist gibi anahtar kavramları kullanmam için ilham kaynağı oldu. Platzgeist, belirli bir dönemin ruhunun (zeitgeist) belirli bir mekâna (platz) bağlanarak, insanları normalde yapmayacakları eylemlere yöneltmesini ifade eder.
Sömürgecilik Öncesinde Yerli Halkın Yaşamı Nasıldı?
Güney Afrika’daki Kalahari Havzası, dünyanın en zengin etnografik bölgelerinden biridir (farklı kültürlerin yoğun olarak bulunduğu alanlar). Bölge, hâlâ varlığını sürdüren en eski dillerden bazılarına ev sahipliği yapar. Buradaki genetik çeşitlilik ise, bu toprakların dünyanın en eski atalarından birinin yurdu olduğunu göstermektedir.
“Bushman” (Buşman) terimi, 200’ün üzerinde etnik grubu kapsayan genel bir ifadedir. “Tipik bir Bushman” yoktur; aksine, birbirine geçişli ve akışkan toplulukların çeşitliliğinden oluşurlar. “Bushman” kelimesi, resmî makamların onları “San” ve “Marjinal” olarak sınıflandırmasına karşı bir direnç biçimi olarak birçok yerel topluluk tarafından tercih edilir. “San” terimi yalnızca Khoekhoegowab dilinde bulunur ve Bushman ile aynı anlama gelir.
Ben onları, güçlü bir paylaşma ideolojisine sahip, dost canlısı insanlar olarak görüyorum. Sömürgeci iktidar, insanların arzuladıkları şeylere —para veya hayvancılık gibi— erişimi kontrol etme üzerine kuruludur. Bushmenler ise avcı-toplayıcı bir yaşam sürer, arazide serbestçe dolaşırlardı. Mülkiyete farklı bir anlayışla yaklaşırlardı; ne para ne de hayvancılık isterlerdi. Bu nedenle kontrol edilemezlerdi, hayvan gibi görülüp yok edilmeye maruz bırakıldılar.
Soykırımcı Platzgeist Ne Anlama Geliyordu?
Öncelikle biraz arka plan. Günümüz Namibya’sı, 1884’ten itibaren “Alman Güney Batı Afrika” adıyla bir Alman kolonisiydi. 1904-1907 yıllarındaki, soykırım niteliğindeki Herero-Nama savaşı, Almanya’nın yerleşimcileri teşvik ederek bir “Alman cenneti” yaratma çabasında belirleyici bir dönüm noktası oldu.
Toprağın kuzeydoğu yayı —Otavi’den Gobabis’e uzanan ve merkezinde Grootfontein’in bulunduğu bölge— yeni tamamlanan demiryolu hattı, madenler, geniş tarım potansiyeli ve ulaşılabilir arazileriyle güçlü bir çekim merkezi hâline gelmişti. Yalnızca Grootfontein’de yerleşimci çiftliklerinin sayısı 1903’te 15 iken, 1913’te 175’e yükseldi. Bu sığır çiftliklerinin neredeyse tamamı, Bushmenlerin yaşadığı topraklarda bulunuyordu.
Yerleşimciler kısa sürede sorunlarla karşılaştı. 1911’de Namibya basını “Bushman Vebası” manşetlerini attı. Panik iki nedene dayanıyordu: Birincisi, bir polis memurunun ve birkaç beyaz çiftçinin öldürülmesiydi. İkincisi ise, Bushmenlerin —iddia edilen— “haydutluk/eşkıyalık” faaliyetlerinin, Owambo ve Kavango bölgelerinden yeni keşfedilen Luderitzbucht elmas madenlerinde çalışmak üzere gelen ve şiddetle ihtiyaç duyulan sözleşmeli göçmen işçilerin akışını engellemesiydi. Madenler Odası, bölgenin “temizlenmesini” istiyordu.
Bu nedenle Alman valisi, Bushmenlerin, yetkililer ya da yerleşimciler tarafından tutuklanmaya direndikleri düşünüldüğünde vurulabileceklerini emretti. 1911 ile 1913 yılları arasında yaklaşık 60.000 km²’lik bir alanı kapsayan 400’den fazla Bushmen karşıtı devriye faaliyeti yürütüldü.
Ancak yerleşimciler ve yetkililer bu önlemleri yetersiz buldu. Yerleşimciler, tek bir uyarı bile almadan Bushmenleri terörize etmeyi sürdürdü. “Bushmen avları”, 1915’te Güney Afrika’nın bölgeyi ele geçirip adını “Güney Batı Afrika” olarak değiştirmesine kadar devam etti.
Kaç Bushmen’in öldürüldüğü kesin olarak bilinmiyor. Ancak kitabımda da açıkladığım üzere, resmî tahminlere göre Bushmen nüfusu 1913’te 8.000-12.000 arasındayken, 1923’te bu sayı 3.600’e düştü. Bu rakamlar, katliamın boyutunu açıkça gösteriyor.
Soykırımı körükleyen şey, yerleşimcilerin platzgeistiydi. Hâkim ruh hâli, kuşatılmışlık ve öngörülemeyen dış güçler tarafından tehdit edilme duygusuydu. Cömert devlet desteği ve sübvansiyonlarla gelen bu çiftçilerin çoğu, tarım konusunda yetersiz eğitimli, yerel bilgiye sahip olmayan, terhis edilmiş askerlerdi; üstelik ırkçı bir kibirle yetişmişlerdi. Bu durum, güvensizlik, korku ve aşırı erkeklik duygusunu besledi.
Kendilerini kamufle etme ve panzehiri olmayan zehirli oklarla iz sürüp avlanma becerileriyle tanınan Bushmenler, izole çiftliklerde hâkimiyet kurmaya çalışan yerleşimciler için adeta en büyük kâbusu temsil ediyordu. Yırtıcı av hayvanları gibi algılanan Bushmenler, bir grup olarak ortadan kaldırılmalıydı. Bu, kelimenin tam anlamıyla bir soykırımdı.
Soykırımdan Sonra Ne Oldu?
1915’ten 1990’daki bağımsızlığa kadar Güney Afrika yönetimi altında baskı devam etti; ancak şiddet düzeyi daha düşüktü. Bushmenlere ait yay ve ok bulundurmak yasadışı hâle getirildi. Bushmenler, av rezervleri ve yerleşimci çiftlikleri için yer açmak amacıyla topraklarından giderek mahrum bırakıldı.
1970’lere gelindiğinde bile yönetim, 30.000 Bushmen’i “Bushmanland” adıyla ilan edilen ve tamamen yapay olarak oluşturulan bir bölgeye taşımayı düşünüyordu. Bu alan, onların bir zamanlar işgal ettiği toprakların yalnızca %2’sine denk geliyordu.
Büyük çoğunluk, artık yerleşimci çiftçilerin hâkimiyetindeki geleneksel bölgelerinde kaldı ve köleliğe varan bir bağımlılık durumuna düştü. Namibya bağımsızlığını kazandığında ise durum daha da kötüleşti. Yeni iş yasaları asgari ücret belirleyerek Bushmen işçilerin çalıştırılmasını ekonomik açıdan elverişsiz hâle getirdi. Pek çok çiftçi av hayvanı yetiştiriciliğine yöneldi ya da arazilerini, kendi akrabalarını işe almayı tercih eden siyah çiftçilere sattı.
Sonuç olarak Bushmenler, toplu yaşam alanlarına ya da şehir çeperlerindeki gayriresmî yerleşimlere zorlandı ve burada son derece güvencesiz bir yaşam sürmeye başladı.
Peki, Bugün Bu İnsanlar Nerede?
Bushmenler bugün, farklı derecelerde kölelik koşullarında, çoğunlukla kuzey ve kuzeydoğu bölgelerde —bir zamanlar atalarının yaşadığı topraklarda— basit, düşük vasıflı işlerde çalışıyor. Hükümet, Bushmenlere yardım etmeye çalışıyor; ancak bu yardımlar çoğunlukla sosyal destek ödemeleri ve aşırı kalabalık birkaç yeniden yerleşim çiftliğinden ibaret.
İnternette “Namibian Bushmen” araması yapıldığında, geleneksel kıyafetleri içinde avcılık ve iz sürme gösterileri yapan Bushmenlerin abartılı görüntüleriyle karşılaşılır. Çoğunlukla turizm sektörünün teşvik ettiği bu anlatılar, “el değmemiş” Bushmen efsanesini pekiştirir. Soykırım ve kölelik geçmişi ise sistemli biçimde silinip yok ediliyor.