Müslümanların Dünyevileşmeyle İmtihanı: Helal Keyfe Kâfidir

Helal olanla ahlaki olan arasındaki ayrımın bu denli açılmasının temel sebeplerinden biri Müslümanların dünyevileşmesi, zenginleşmesi ve kapitalleşmesidir. Bireysel menfaat ve hazların öncelenerek, toplumsal sorunların göz ardı edilmesi maalesef çok ciddi ahlaki krizlere sebep olmaktadır. Zira geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz krizde yaptığımız şeyler şer’an helal olurken; vicdanımızı acıtan, kanatan bir yöne sahip olabiliyor. Kalbimize danıştığımızda içimizi rahatsız eden o şeyin ya da davranışın gerçekten helal olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ağustos 8, 2025
image_print

Sahil, deniz, tekne ve koy paylaşmayanın tatil yapmış sayılmadığı bir dönemde “modern muhafazakarların” “helal konseptli eğlence/tatil” storylerini eleştirmek fazlasıyla cesur ve linçlenmeye açık. Zaten kendisi de bu imtihanla kafası karışık biri olarak önce kendimle hesaplaşmak sonra “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” demek için yazmaya niyet ettim.

Sosyolog değilim. 28 Şubat sonrasında Müslümanların ama özellikle Müslüman kadınların değişimlerini [Kadınları özellikle zikretmemin sebebi erkekleri bu konuda yeterince gözlemleyemediğimdendir.] bir akademisyen gözlüğüyle incelemeyi çok isterdim. Hakları, zevkleri, beğenileri, yaşama biçimleri ellerinden alınmış o kadınlar, geldiği nokta itibariyle kendilerinden alınan bütün her şeye yeniden sahip olma gayesiyle ardı arkası kesilmeyen bir sürü yeni icat/bidat ortaya çıkardılar. Bu kişileri 28 Şubat mağdurlarıyla kısıtlamamak gerekir; aslında ben bir tavırdan bahsediyorum: “Yapamadık, yapalım; gidemedik, gidelim; yiyemedik, yiyelim.” Millî Görüş hareketi ve devamında AKP iktidarıyla zenginleşen Müslümanların dünyevileşmeyle imtihanlarına ve bu imtihanlara buldukları kılıfa dikkat çekmek istiyorum.

Sosyal medyada gönderileri önüme düşen bol takipçili bir hesap, yaz tatilini güzel ülkemin Ege kıyılarında bir koyda geçiriyor. Orada gördüğü, yediği, içtiği, giydiği ne varsa -kapital düzene hizmet ederek- takipçileriyle paylaşıyor. Alkolsüz balık lokantaları, sadece bayanlardan oluşan tekne turları…bunları artırmak mümkün. Dünya nimetlerinden faydalanmayı bir tür vecibe gibi algılayan ve ona göre davranan bu insanların mazeretleri de hazır: “Müslümanlar, diğerlerine özenmeyin. Aynısı bizde de helal konseptli bir şekilde var. Zira helal dairesi geniştir. Keyfe kâfidir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Sosyal medya mecralarının arama çubuklarına “Helal keyfe kafidir.” diye yazıp arattığınızda önünüze ne postlar geliyor. Sıra geceleri mi dersininiz, birbirinden çeşitli oyunlar, halaylar, eğlenceler mi dersiniz. Bu postların hemen hepsinde şahit olduğumuz ortak özellik ise kullanıcıların, İslam’ın sıkıcı bir din olmamasından ve helal dairesi içerisinde ne kadar eğlendiğinden bahsetmesi. “Helal dairesi içinde eğlenmek” bazen bana “üçgen bir kare” gibi geliyor. Fazla abartılı bulabilirsiniz. Zira ikinci örnek haddi zatında imkânsız aslında. Peki ama Müslümanların eğlenceyle arasına çizmesi gereken bir sınır yok mudur? Ya da bahsedilen helal dairesi neye göre belirleniyor?

Bediüzzaman Said Nursî’ye atfedilen bu söz modern zamanlarda Müslümanların dünyevileşmesinin/dünyadan zevk almasının gerekçesi haline geldi. Helal dairede olduğu müddetçe her şeyi yapabiliriz. Peki gerçekten ölçü bu mu? Hz. Peygamber’in hayatı ve yaşantısı göz önüne alındığında, Kur’ân-ı Kerîm’in çizdiği Müslüman profile dikkat kesildiğimizde helal keyfe kâfidir gerekçesine sığınarak yaptığımız her fiili ahlaki görebilir miyiz?

İslam düşüncesinde helal, “işlenmesi sebebiyle hakkında ceza verilmeyen” ve “şer’in yapılmasını serbest bıraktığı şey” olarak tarif edilmiştir. Bu noktadan bakıldığında helal, mükellefin hükümlerinden farzdan/vacipten mübaha kadar uzanan yelpazeyi içine almaktadır. (TDV, Helâl) Yani vacip/farzlar, faziletler, mübahlar bu kategori içerisinde değerlendirilebilir. İslam hukukçularına göre bu geniş çerçeve aynı oranda iyi (hasen) değerine sahip değildir. Daha açık bir ifadeyle vacip/farz olan bir fiilin iyi olması ile mübah bir fiilin iyi olması arasında derece farkı vardır. Bununla birlikte vacipten mübaha uzanan fiiller kategorik olarak iyidir yani ahlakidir. Dolayısıyla helal olarak nitelenen her fiil iyidir/hasendir. İslam alimleri iyi ve kötünün (hasen ve kabih) tanımını şöyle yapar; “Bir şey dünya hayatında övgüye, ahirette sevaba taalluk ediyorsa iyi; dünya hayatında yergiye, ahiret hayatında cezaya taalluk ediyorsa kötüdür.”  Yani helal ve ahlaki olan kesişir; helal olanla ahlaki olan arasında derin bir ayrım yoktur. Nitekim Hanefî geleneğe göre iyi ve güzel olan emredilmiş; kötü olan ise yasaklanmıştır. Bu bir ilke olarak da benimsenmiştir. Ayet-i kerimede de bu hususa dikkat çekilir: “Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar.” (Nahl Suresi, 90.) Bu noktada Alev Alatlı’nın şu muhteşem konuşmasını alıntılamak ve bir noktaya dikkat çekmek istiyorum:

Aslolan hakkın helal edilmesi olmalıdır. Aslolan helalleşmek olmalıdır. Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal hak helal değildir ve olamaz. Keza iflas eden kardeşinizin haraç meraç satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir ama helal değildir. İmar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir…Ve son olarak bir kalem darbesiyle atar ergenleri, lümpen ergenleri sokağa döken yazar; alevler afakı sardığında suç mahallinde değilse, olayları evinden seyrettiğini ispat edebiliyorsa yasal olarak suçsuzdur. Ama helal değildir yaptığı.

Bir adım öteye gitmek istiyorum ve diyorum ki içinde bulunduğumuz çağda helal olması Müslümanlar için yeterli mi? Helallerin ve mübahların yasaklardan ve mekruhlardan çok daha geniş bir alanı kapsadığını bilerek sormak istiyorum, bugün helal ve mübah olarak nitelediğimiz fiiller ahlaki mi? Bütün bir dönemi çalışarak geçiren ve dinlenmek isteyen bir Müslümanın helal dairesinde lüksler içinde yaptığı bir tatil ahlaki midir? Bir de buna iki yıldır sistematik soykırıma uğrayan Gazzeli kardeşlerimizin varlığını eklediğimizde daha vahim sonuçlar yok mudur? Kalemiyle ve araştırmalarıyla çağa, insanlığa ve geleceğe yön veren bir ilim adamının odasına kapanıp bunun için çalışması helaldir. Ancak dünya yanarken hala bu işi hiçbir şey yokmuş gibi sürdürmesi ahlaki midir? İlerleyen teknolojilerle güçlü silahlar üreterek vatanını ve milletini korumak için çalışan bir mühendisin yaptığı şey helaldir. Ama o savunma sistemleriyle sadece kendi vatanını koruma isteği ahlaki midir? Müslümanların mülk edinmesini sağlayan katılım bankalarının, satın aldıkları mülkleri kat be kat fiyatlarla müşteriye satması helaldir. Ancak neredeyse faiz oranlarının üzerinde bir karla satması ahlaki midir? Özetle günümüzde helal olanla ahlaki olan arasındaki makas gittikçe açılmıştır. Helal olanla ahlaki olan arasındaki ayrımın bu denli açılmasının temel sebeplerinden biri Müslümanların dünyevileşmesi, zenginleşmesi ve kapitalleşmesidir. Bireysel menfaat ve hazların öncelenerek, toplumsal sorunların göz ardı edilmesi maalesef çok ciddi ahlaki krizlere sebep olmaktadır. Zira geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz krizde yaptığımız şeyler şer’an helal olurken; vicdanımızı acıtan, kanatan bir yöne sahip olabiliyor. Kalbimize danıştığımızda içimizi rahatsız eden o şeyin ya da davranışın gerçekten helal olduğunu söyleyebilir miyiz? Müslümanların eğlenceyle/dünya hayatından nasiplenmeyle/dünyayı yaşamayla ilişkisi ve irtibatı erken dönemlerden itibaren bir tür yumuşak karın meselesidir. Bir yanda bütün ihtişamı ve güzellikleriyle dünya hayatı, nefisle yoğrulmuş insan; diğer tarafta ahiret. Bu denklemde dengeyi sağlayarak bu çağda yaşamak zor zanaat. Ancak ben yine şu ayeti düstur edinerek yaşama çabası içinde olmanın anlamlı olduğuna inanıyorum:

“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak [vasat] bir ümmet yaptık.” Bakara Suresi, 143.

“Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye [kader] göre yarattık.” Kamer Suresi, 49.

Dünyaya dalıp unuttuğumda, nefsim bana dünya nimetlerinden faydalanmamı söylediğinde, kendime denge aradığımda da Hz. Peygamber’in şu nasihatini aklıma getiriyorum: “İstemez misin ey Ömer, dünya onların ahiret bizim olsun.” Bu, dünyadan vazgeçişin ifadesi değildir; önemli olanın ne olduğuna dair bir ikazdır. Anlam krizimize bir ilaç ve huzur; ne harcadıklarımızda ne satın aldıklarımızda ne de kontrol ettiğimiz yapılacaklar listesinde bulunur. Yani helal dairesi içinde, ahlakın ve vicdanın rehberliğinde dünyevileşme imtihanını vermek mümkün vesselam.

Dr. F. Sümeyye Kılaç

F. Sümeyye Kılaç, Hatay/Erzin’de dünyaya gelmiştir. 2014 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim Dalı’nda yüksek lisans derecesi almıştır. 2015 yılında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak göreve başlamış, 2017 yılında araştırma görevlisi olarak çalışma hayatına devam etmiştir. 2024 yılında "Sadrüşşeria'nın Osmanlı Kelâmına Etkisi: Hüsün-Kubuh Meselesi" başlığıyla İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını tamamlamıştır. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.