Semavi kaynaklarda geçen bazı mitolojik unsurlar
Aşağıda, orijinal metinlerinden alıntı yapmaksızın Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an’da yer aldığı ileri sürülen bazı mitolojik unsurlara ilişkin çeşitli örnekler verilmiştir. Hem mitik hikayelerdeki hem de Semavi kaynaklardaki karşılıklarını ayrı ayrı uzun pasajlar halinde aktarmak okumayı zorlaştıracağı ve konunun takibine engel olacağı için kısaca değinme yoluna gidilecek ve sadece yeterli sayıda örneğe yer verilecektir. Burada asıl amaç, problemin anlaşılması ve inanç değerleri açısından makul bir açıklama yapma imkanını araştırmaktır.
1- Hz. Adem ve Havva hikayesi ile ilgili olarak Kitab Mukaddes’te ve Kur’an‘da geçen ifadeler Sümer tabletlerindeki anlatılarla ciddi benzerlikler göstermektedir. Özellikle Kitab-ı Mukaddes ve bazı hadislerde geçen yılanın Havva’yı ve Havva’nın da Adem’i kandırması hikayesi ayrıntılı bir şekilde tabletlerde bulunmaktadır. Benzer şekilde, yaklaşılması yasak olan malum ağacın bilgi ve sonsuzluk ağacı olduğu meselesi de Sümer ve Akat mitolojisinde uzunca anlatılmıştır. Tabletlerde Dilmun adı verilen cennetten ve yasak ağacın meyvesinden bahsedildiği gibi cennetten kovulma ve sonra sıkıntılı bir sürecin olduğundan bahsedilmektedir.
İran mitolojisinde ilk insan olan Hazreti Adem’in yerini Kiyumers isimli bir şahıs alırken, Sümer ve Akat mitolojisinde ilk insan olarak Adapa, Çin mitolojisinde ise Fu Hsia ismi geçmektedir. İslam ulemasından Şehristani El Milel ven-Nihal isimli kitabında bu konulara yer vermiştir.
2- Birçok kültürün mitolojisinde doğacak bir çocuğun, ünlü bir hükümdarı tahtından edeceğini ve kralın, çocuğu öldürmek üzere harekete geçeceğini, çocuğun annesi tarafından kaçırılarak sepete konulduğu ve nehre bırakıldığını anlatan hikaye Hz. Musa örnekliğinde olmak üzere hem Kur’an’da hem de Kitab-ı Mukaddes’te geçmektedir.
Bu kıssanın çok benzer örnekleri olarak İran mitolojisindeki Dahhak’ı öldüren Feridun, Efrasiyab’ı öldüren Keyhüsrev, Yunan mitolojisinde Kronos ve Oidipus, Hint mitolojisinde Kamsa gösterilebilir. Hz. Musa ile ilgili bu olay, Akat kralı ikinci Sargon üzerinden neredeyse birebir olacak biçimde hikaye edilmektedir.
3- Nuh tufanı olarak bilinen kıssa hemen hemen tüm dünya mitolojilerinde ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. Sümer mitolojisinde tanrılar, insanların çok gürültü yapması ve tanrılardan uzaklaşması sebebiyle Pantheon’unda insanların yok edilmesi kararı verilir. İnsanlar büyük bir sel sonucunda ortadan kaldırılacaktır. Bu tanrılardan biri olan Enki, Utnapiştim veya Atrahasis denilen kişiyi gemi yapması için uyarır ve gemiyle ilgili bazı teknik bilgiler verir. Benzer bir hikaye Yunan mitolojisinde Zeus’un insanları yok etme biçimindeki kararıyla yer almaktadır.
4- Hz. Yakup ile oğlu Yusuf arasındaki hasret kıssası İran mitolojisindeki Feridun ve Keykavus’ta aynen geçmektedir. Hazreti Yusuf’un iffet ve sadakati meselesi Siyavuş ile temsil edilirken, Zeliha’nın her çılgınlığı göze alan tutkulu aşkı ise İran hükümdarı Keykubat’ın karısı Sudabe ile canlandırılmaktadır. Benzer bir anlatıya Mısır mitolojisindeki Anubis in karısıyla Bata arasındaki aşk hikayesinde rastlanmaktadır.
5- Çin mitolojisinde anlatılan bir efsane Ashâb-ı kehf rivayetine çok benzemektedir. Bir nehirde balık avlamaya giden bir adam fırtına sonucu bir adaya düşer. Orada bir imparatorun baskısından dolayı adaya kaçmış olan bazı insanlar görür ve onlara ne zaman buraya geldiklerini sorar. Onlar da “sen gelmeden biraz önce buraya geldik” derler. Adam, imparatorun adını sorunca onlar, “balıkçı doğmadan 500 sene evvel ölmüş” bir imparatorun ismini söyler.
6- Kıyamet öncesinde vuku bulacağı söylenen “sura üfleme” olayı İskandinav mitolojisinde geçmektedir. Buna göre, Jotunheim’dan gelen devleri arkasına alan tanrı Sutr, Ragnarok’u (kıyamet) başlatmak için Heimdall’ın koruduğu köprüye gelince Heimdall, Giallahorn isimli borusunu öttürerek kıyameti haber verecektir. Sözü edilen olay, İsrafil isimli meleğin sur adı verilen boruya üflemesine çok benzemektedir.
7- Sümer ve Yunan mitolojisinde tanrılar panteonunda 12 büyük tanrı bulunmaktadır. Bu sebeple 12 sayısı özel bir anlam taşımaktadır. Bu sayıya; İsrailoğulları’nın 12 kabileye ayrılması, Hazreti İsa’nın meşhur 12 havarisi, Şia’daki 12 imam inancı gibi pek çok örnekte rastlanmaktadır.
İskandinav mitolojisinde iyilik ve güzellik tanrısı ve Odin’in oğlu olan Baldur, 12 kişinin davet edildiği bir yemeğe sonradan gelen Loki’nin hilesi ile öldürülür. Bu mitolojiye göre Baldur, Ragnarok ile yani kıyamet zamanında Armageddon dirilerek geri gelecektir. Toplamda 13 kişinin bulunduğu son akşam yemeğinden sonra ilave olarak 13. kişinin hilesi ile Baldur’un öldürülmesi, Hz. İsa’yı öldüren 13. havari İskaryot meselesine ve yeniden dünyaya dönme olayına çok benzemektedir.
8- Hz. İsa’nın tanrının oğlu iddiasının kökenlerini mitolojik anlatılarda görmek mümkündür. Sümer inancında bir kadın kendini Tanrı’ya hizmet ve ibadet için adamış ve tapınakta uzlete çekilmişse tanrının hanımı olarak kabul ediliyordu ve başka bir erkekle ilişkiye girmesi yasaktı. Dolayısıyla doğacak çocuk tanrının çocuğu olacaktı. Hazreti Meryem’in çocuğu doğup olağanüstü şeyler yapınca ve büyüdüğü zaman Tanrı’dan haber getirdiğini söylediğinde (putperest Roma şartları altında meseleye bakılırsa) Hazreti İsa’nın tanrının oğlu olması inancının kökenin Sümerler’e dayandığı anlaşılmaktadır. Daha sonra Pavlus, bu meseleyi Hristiyanlığın bir akidesi haline getirdiği için problem içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
9- Hem Tevrat’ta hem de Kur’an’da geçen Talut-Calut kıssasına pek çok efsanede olduğu gibi Türk mitolojisinde de rastlanmaktadır. Buna göre, Tepegöz’ün (Calut) sihirli yüzüğünün olması, gözünden başka hiçbir yerine kılıç işlememesini sağlamaktadır. Ancak, canavarı gözünden yaralamayı başaran Basat (Hz. Davut), yüzüğü alarak devi öldürür. Bu olay hem Tevrat (Samuel bölümü ) hem de Kur’an‘da geçen Davut’un Golyat’ı öldürmesi olayına benzemektedir.
10- Meşhur Zülkarneyn kıssası son derece benzer şekliyle İskandinav mitolojisinde tanrı Odin’in başından geçmektedir. Benzer şekilde, Zülkarneyn’in güneşe doğru yaptığı uzun yolculuğun benzeri, Sümer mitolojisindeki Gılgamış Destanı’nda güneş yolculuğu olarak uzunca bir şekilde anlatılmaktadır.
Kutsal kitaplardaki kıssalar ve mitolojik anlatılar arasındaki benzerliklere yönelik izahlar:
1- Daha önce belirtildiği üzere, mitlerin tarih itibarıyla kutsal kitaplardan önceki dönemlere ait olması, dinlerin mitolojik unsurları tek tanrılı inanç sistemlerine adapte ettiği düşüncesini doğurmuştur. Mitolojiye kaynaklık eden bilgilerin çoğunun Sümer tabletlerine, fresklere ve kalıntılara dayanıyor olması bu iddiayı doğrular mahiyette görülmüştür. Bu iddianın arkasında, mitolojik anlatıların Sümerlerle başladığı varsayımı yatmaktadır, halbuki Sümerlerden çok önce sözü edilen hikayeler zaten bilinmekteydi. Yazıyı icat etme ve mevcut efsaneleri kayıt altına alma başarısını gösterdikleri için sanki her şey Sümerler’le başlamış biçiminde bir algı oluşturulmaktadır. Ne tarih ne de mitik anlatılar Sümer medeniyeti ile başlamış değildir.
Diğer taraftan, Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te yer alan kıssaların Orta Doğu mitolojilerinden derlenmiş alıntılar olduğu iddiasının doğru olduğu varsayılsa bile benzer hikayelerin dünyanın birbirinden bağımsız coğrafyalarına ait mitolojilerinde de görülmesi nasıl izah edilecektir? Binlerce yıl öncesinde, iletişim ve ulaşım imkanlarının olmadığı İzlanda, Meksika, Çin vs gibi farklı coğrafyalarda söz konusu hikayelerin bir kültürden diğerine aktarılması mümkün olmadığına göre aynı hikayelere rastlanılması bir tesadüf olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla daha mantıklı ve tutarlı başka bir açıklama yapılması gerekmektedir.
Meseleye şu şekilde bakılırsa çelişkiler ve soru işaretleri büyük oranda ortadan kalkacaktır: insanlığın başlangıcından itibaren farklı zamanlarda çeşitli coğrafyalara gönderilmiş olan sayısız peygamber, insanlara hakikati tebliğ ederken bir anlatım tekniği olarak eski kavimlerin başından geçen olayları yani kıssaları anlatmışlardır. Bu kıssalar zaman içinde ve değişik kültür ortamlarında sapmalara uğramış, her toplum kendi gelenek ve inançlarına göre bazı ekleme-çıkarmalar yaparak hikayeleri bir miktar değiştirmiş, yani yeniden tanımlamış ve üretmiştir. Bu anlamda mitolojik anlatıların yapısal olarak hem doğru yönlerinin hem de birtakım kabul edilemez içeriklerinin olduğu söylenmelidir. Dolayısıyla kutsal kitaplarla mitolojik anlatılar arasında birtakım benzerliklerin olması son derece doğaldır ve beklenen bir durumdur. Eğer bu tür benzerlikler olmasaydı asıl o zaman bir sorun olduğundan söz edilebilirdi.
Kıssaların kaynağının Sümerler olmaması, “Sümerler çok tanrılı inanca sahipti ve peygamberlerin geldiğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır” biçimindeki itirazlara da cevap oluşturmaktadır. Sümerler, zaten mevcut olan hikayeleri kendi çok tanrılı inançlarına uygun biçimde revize etmişlerdir.
Kısacası, kutsal kaynaklarda yer alan ve mitolojilerde karşımıza çıkan hikayeler, çeşitli peygamberlerin doğrudan yaşadıkları olayların veya kendilerinden evvel gelmiş olan elçilerin haberlerinin aktarılmasından ibarettir. Böyle bakıldığında, aynı hikayelerin dünyanın çeşitli yerlerinde oldukça benzer biçimlerde anlatılmış olması belirli bir hakikati tebliğ eden peygamberlerin varlığına açıkça işaret etmektedir.
2- İsimler ve coğrafyalar değişse bile dünyanın farklı yerlerinde benzer hikayelere rastlanması C.Jung tarafından insanlığın evrensel bir hafızaya sahip olduğu düşüncesiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Jung’a göre, benzerlikler tesadüften değil, insan zihninin derinliklerinde yatan ortak bir yapının varlığından kaynaklanmaktadır. Bu ortak yapıya Jung, arketip ismini vermiştir. İnsanın bireysel bilincinin yanı sıra bütün insanlığa ait ortak bir bilinç yapısı söz konusudur. Her insanın iki eli, iki ayağı vs özellikleri olması gibi tüm insanlar ortak ruhsal bazı kodlara sahiptirler. Bu ortak kodlar benzer temaları, bulundukları kültürel şartlara göre yeniden üretirler. Mitik anlatılar aslında içimizdeki korkuların, umutların, özlemlerin ve çatışmaların bu ortak kodlarla sembolik olarak dile getirilmiş biçimleridir.
İnsanların doğuştan gelen yapısında bulunan anlam kalıpları, hayat tecrübeleri ile karşılaştığında harekete geçerek açığa çıkar ve bir açıklama arayışına girişir. Açıklamalarda kullanılan hikayeler benzerdir, çünkü hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz, aynı kaygılara sahibiz ve benzer mücadeleler veriyoruz. Dolayısıyla hikayelerde ağaç, dağ, deniz, mağara, güneş, yılan gibi sembollerin kullanılması zaten beklenen bir durumdur.
Jung’un bu arketip açıklaması, sözü edilen kıssaların gerçekte vuku bulmadığı anlamına gelmez. Kur’an kıssaları gerçek olayları anlatmakla beraber bazı toplumlarda arketipler yoluyla benzer hikayelerin üretilmiş olması mümkündür. Bu bağlamda arketipleri, yani insan bilincinin ortak bir temele sahip olmasını Allah’ın insanın tabiatına yerleştirdiği bir özellik olarak algılamak gerekir.
3- Bu kısımda öncelikle Farabi ve bazı İslam filozofları tarafından temsil edilen, daha sonra ise modernist olarak isimlendirilen M. Abduh ve Reşit Rıza tarafından ileri sürülen görüşlere yer verilecektir.
Farabi, filozoflarla peygamberlerin aslında aynı ve bir hakikati anlattığını, fakat peygamberlerin halka, yani sıradan kitlelere hitap ettiğini ve dolayısıyla kıssaların nispeten basit bir lisanla yapılan anlatım biçimi olduğunu ileri sürmüştür. Filozoflar, peygamberlerin aksine bulundukları zamanın ruhuna ve nispeten daha elit bir kesime hitap ettikleri için kıssalar yerine felsefi bir dil kullanmışlardır. Kutsal kitapların anlattığı hikayeler gerçekte vuku bulmuş olaylar değildir ve sembolik bir yapıya sahip olup tevhit mesajını iletme maksadını gütmektedir. Bu yüzden, peygamberler ve kutsal kitaplar, o coğrafyada bilinen hikayeler üzerinden mesaj iletmeyi sağlayacak biçimde bir anlatım tekniği kullanmışlardır. Farabi göre, peygamberlerin dönemi bittiğinden artık tebliğ vazifesi filozoflara geçmiştir ve dolayısıyla da anlatıların mitolojik olma devri kapanmıştır, yani demitolojizasyon (mitolojiden arındırma) durumu söz konusudur. Yakın dönemde batı dünyasında Rudolf Bultman gibi araştırmacılar bu mitolojiden arındırma tekniğini İncil üzerinde uygulamaya çalışmışlardır.
Benzer şekilde, ilkçağ filozoflarından sofistler ve Neo-Platoncular, mitleri birer alegori yani mecaz örnekleri olarak kabul ederek ahlaki ve yüksek değerleri sembolize ettiklerini, bu nedenle de literal anlamlarıyla anlaşılmalarının yanlış olacağını ifade etmişlerdir.
Abduh ve Reşit Rıza’nın konun ile ilgili görüşü ise şöyle özetlenebilir:
İslam dininde asıl maksat, kutsal kitaplar ve peygamberler vasıtasıyla tevhit inancını mevcut topluma etkili bir şekilde iletmek ve şirki, yani parçalanmış zihinsel yapıyı ortadan kaldırmaktır. Peygamberler, kendilerini belirli bir zaman ve coğrafyada sözü edilen görevi yerine getirmek için seçilmiş kişiler olarak, içinde bulundukları kültüre hitap edecek iletişim imkanlarını kullanmışlardır. Bir başka deyişle, tebliğin yapılabilmesi için o toplumda zaten bilinen bazı hikaye ve mecazi unsurları, tarihi gerçeklik ya da doğruluk özelliği aramadan bir araç biçiminde kullanmışlardır. Gerçekten de Kur’an’da esatirü-l evveliyn, yani “geçmişin mitleri” ifadesinin dokuz defa kullanılması kısaların önemli bir kısmının o toplumda zaten bilinen şeyler olduğuna işaret etmektedir.
Bu anlamda “muhakkak ki biz, senden önce de nice peygamberler gönderdik; onların kimini sana aktardık ve bir kısmını da hiç anlatmadık” (mümin 78) ayetini dikkate almak gerekir.
Kıssalar, o toplumda biliniyor olmakla beraber içerikleri tevhit, hakikat, ahlak ve ahiret hayatı gibi kavramlarla doldurulmuştur. Burada hikayelerin doğruluğundan ve gerçekliğinden ziyade mesajın kolayca ve anlaşılır biçimde iletilmesi prensibi esas alınmıştır. Ancak araya asırlar süren bir zaman aralığı girdiğinde ve asıl mesaj kaybedilip kutsal kitapların sadece metnine bağlılık temel alındığında gerçeklik ve tutarlılık bağlamında sorunlar ortaya çıkmıştır. Kısacası, kutsal metinlerde ve mitlerde karşılaşılan benzerlikler, o toplumda zaten var olan ve bilinen hikayelerin bir tebliğ imkanı olarak değerlendirilmesinden ibarettir. Kutsal metinlerde bunların gerçekliği doğruluğu, tasdiki veya kökenin sıhhatine yönelik bir vurgu söz konusu değildir.
Oldukla ilginç ve tartışmalı bu görüşlere şu eleştirler yöneltilebilir:
Kitab-ı Mukaddes’in mitolojiden arındırılması çabalarının arkasında Tevrat ve İncil’e ait tartışmasız bir metnin bulunmayışı ve Rönesans, reform, aydınlanma ve sonrasında batıda meydana gelen rasyonalizm ve pozitivizm temelli düşüncelerin ön plana çıkması ve bilimsel dünya görüşünün ağırlık kazanması gibi faktörler yatmaktadır. Dolayısıyla, akla ve bilime uygun yani mitolojiden arındırılmış bir metne ulaşma çabası söz konusu olmuştur. Bir başka deyişle, dini metinlerin yeni bir dünya görüşü bağlamına uygun hale getirilme gayreti olduğu görülmektedir. Bu yönelimin 19. ve 20. yüzyıllarda İslam dünyasında, özellikle kısaların yorumları bağlamında etkileri görülmüştür.
Kur’an kıssaları ve mitler arasındaki farklılıklar
Kur’an’da geçen bazı kıssalarla mitik anlatılar arasındaki benzerlikler hakkındaki iddialar ve bunlara yönelik izahlara yukarıda belirtilmişti. Bu kısımda ise, zahiri bir takım benzerliklerden hareketle yapılan çıkarımların yanlışlığına ve meselenin iç yüzüne nüfuz edememekten kaynaklanan hatalara değinilecektir.
1- Kur’an‘da yer alan kıssalar, kitab-ı Mukaddes’te olduğu gibi bir tarih kitabı görünümü arz etmemektedir. Kur’an kısalarında gereksiz ayrıntılardan uzak durulmakta, özellikle yer, zaman ve özel isimlere yer verilmemektedir. Örneğin Tevrat’ta Hz. Nuh kıssası anlatılırken geminin yapılış sürecinden, geminin boyutlarından ve birçok özel isimden uzun uzun bahsedilmektedir. Kur’an’da ise, bu ayrıntıların hiç birine girilmemekte ve asıl mesaja dikkat çekilmektedir. Kur’an‘da bütün kıssalar tevhit temelinde ve hidayet amaçlı olarak aktarılmıştır. Bu anlamda, Kur’an‘da konuların işleniş şekli ve ana temaları ve muhteva bakımından hem Kitab-ı Mukaddes‘ten hem de tabletlerde anlatılanlardan farklılık göstermektedir.
2- Mezopotamya kültüründe boğa figürü kutsal bir nitelik taşımaktadır ve kökeni antik Mısır’a kadar gitmektedir. Mısırlılar geçmişte “Apis öküzüne’ tapınmaktaydılar ve boğa figürü yeryüzünde Tanrı’yı temsil eden ilahi bir varlık olarak görülmekteydi. Kur’an‘da bir grup yahudinin, Hazreti Musa’nın getirdiği ilahi vahyi 40 gün sonra unutarak boğaya tapınmalarını anlatan kıssa bilindiği üzere Bakara Suresinde geçmektedir. Mısır ve Mezopotamya mitlerinde çok meşhur olan Apis buzağısının Kur’an’da kıssa olarak geçmesi son derece yanlış bir şekilde “alıntı yapma” olarak değerlendirilmiştir. Halbuki sözü edilen ayetlerde son derece yaygın olan ve açıkça şirk anlamına gelen bu batıl inancın ortadan kaldırılması hedeflenmiştir. Bu inancın tamamen silinebilmesi için ayetlerde, şirk malzemesi olan buzağının “kurban edilmesi” emredilmiş, yani taptıkları sahte ilahı keserek imha etmeleri istenmiştir. Dolayısıyla, ayetlerde mitik bir aktarım söz konusu değildir, tam tersine fiili bir yanlışlığı ortadan kaldırma iradesi vardır.
Tam bu noktada, “sözü edilen kıssanın günümüz insanına ne gibi bir mesajı var?” sorusu akla gelebilir. Aslında ayetlerde evrensel bir problemin altı çizilmektedir. İnsanlara, gerçekten iman etmenin ve şirkten tamamen arınmanın açık bir şartı gösterilmektedir: Ayetlerde, eğer tam bir iman söz konusu olacaksa, kişinin para, makam-mevki, şehvet, kibir gibi hastalıklardan ve diğer tapınma araçlarından uzaklaşması, yani bunları Allah yolunda kurban etmesi gerektiği mesajı iletilmektedir.
3- Yahudilik‘teki on emirde geçen kimseyi öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina yapmayacaksın, yalan şahitlik etmeyeceksin, ana ve babaya saygı göstereceksin, komşunun malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer ve Hammurabi kanunlarında yer almaktadır. Bu tür ifadeler Kur’an‘da da pek çok ayetlerde vurgulanmaktadır. Bu ortak değerlerin ve kanunların varlığı, birinin diğerinden alıntı yaptığı anlamına gelmez. Gelse bile, vahyin kaynağı bir olduğu için bu durum sözü edilen kanunların kökeninin ortak olduğu sonucuna işaret eder. Kur’an‘da sabırlı ve adaletli olmanın öğütlenmesi, Hazreti İsa’nın her şart altında hoşgörüyle davranmayı emretmesi veya tanrının “kötülüğe karşı iyilikle cevap ver” sözleri aslında evrensel doğrulardır ve birbirleriyle benzerlik taşımaları son derece normaldir.
4- Kur’an kıssalarında, mitolojik anlatıların aksine birbiriyle çekişme halinde olan ve birtakım zaaflar içindeki tanrı tasavvuruna kesinlikle yer verilmez. Kur’an’da kıssalar, ahlaki neticeler verecek ve adaletli olmayı ön plana çıkaracak öğütler formatına dönüştürülerek insanlara sunulur.
5- Mitolojilerde doğada yer alan deniz, toprak, rüzgâr, güneş vs gibi varlıkların her biri ayrı bir tanrıyla temsil edildiği için çok tanrılı bir yapı görülmektedir. Bu durum aslında Allah’ın isim ve sıfatlarının sahte tanrılara dağıtılmasından ibaret olan bir sapma halidir. Soyut düşünme yeteneğine sahip olmayan zihinler her şeye gücü yeten ve evreni tek başına idare edebilen bir tanrı fikrini akıllarına sığdıramadıkları için Allah’ın sıfatlarını başka ilahlara havale ederek şirke düşmüşlerdir. İşte bu yüzden, Kur’an kıssaları en çok tevhit mesajına, yani insanları şirkten uzaklaştırma yöneliktir.
Semavi dinlerde yer alan melek inancı da benzer bir sapmaya uğrayarak şirk unsuru haline getirilmiştir. Allah tarafından çeşitli güçlerle donatılan ve belirli vazifeler verilen meleklerin zaman içinde ayrı birer tanrı olarak algılanması çok tanrılı inançların ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Benzer şekilde, bazı büyük kahramanların veya peygamberlerin sonradan efsaneleştirilerek tanrı konumuna getirildikleri bilinmektedir. Bu tür kişilere, gerçekte sadece Allah’a olan ait bazı niteliklerin verilmesi sözü edilen insanların tanrılaştırılmalarını kolaylaştırmıştır. Mesela hazret kelimesi Allah için kullanıldığı gibi peygamberler ve bazı büyük zatlar içinde kullanılmaktadır. Kısacası, bazı peygamberlerin, bilge kişilerin ya da büyük kahramanların uzun vadede tanrılaştırılması söz konusu olmuştur.
Netice
Semavi dinlerin ve tek tanrı inancının mitolojiden beslendiği ve köken olarak mitik hikayelere dayandığı iddiası tamamen geçersizdir. Tam tersine mitik anlatılar, insanlığın başlangıcından itibaren var olan Hak dinin bozulmuş ve tahrif edilmiş halleridir. Mitlerde her zaman çok tanrılı yapılara rastlanmakla beraber Yunan’da Zeus, Roma’da Jüpiter, Mısır’da Amon-Ra ve Sümer’de Anu gibi baş tanrıların olması, aslında bu inançların kökeninde tek tanrının var olduğunu ve sonradan bir bozulma neticesinde şirkin ortaya çıktığını göstermektedir.
Xenophanes, “eğer atların ve aslanların elleri olsaydı ve tıpkı insanlar gibi resim yapabilselerdi, atlar tanrılarına at gibi ve aslanlar da aslan gibi çizerdi” derken aslında tanrı hakkında konuşmanın güçlüğüne dikkat çekmekteydi. Tüm özellikleri nihayetsiz ve mutlak olan Allah hakkında konuşmak tarih boyunca (Mutezile, mücessime, filozoflar, Ehl-i sünnet gibi) hep bir problem olmuştur. Allah hakkında soyut düşünebilme yeteneği gelişmediği zaman, düşünceler somuta indirgenliğinden karşımıza antropomorfizm sorunu çıkmaktadır. Böylece mecazlar, hakikatin kendisi olarak algılanmakta Allah inancında sapmalar söz konusu olmaktadır. Bu noktada yanlışa düşmemek açısından Kur’an‘da Allahın kendisini tanıttığı çerçevenin dışına çıkmamanın en uygun yol olduğu açıktır.