Küçük bir çocuk düşüp bir yerini acıttığında önce etrafındakilere bakar, eğer telaşla koşturan yetişkinler görürse orada ağlaması gerektiğini öğrenir. Korku da çoğu zaman böyledir sakin ebeveynlerin çocukları börtü böcekle daha teklifsiz ilişkiler kurabilir. Çocuk olayları değil olaylara nasıl tepki vermesi gerektiğini öğrenir. Stoacı düşüncenin “İnsanları sarsan şey olaylar değil, o olaylara dair yargılarıdır” ifadesiyle bu durumu özetleyebiliriz. İnsanların mecbur kaldıklarında asla tahammül edemeyeceklerini düşündükleri durumlara da alışabilmeleri işte bu yargıların eğitilebildiğini, dönüştürebildiğini gösterir.
Peki, yaşadığımız bir olayda ne kadar sarsılmamız gerektiği konusunda standardımız ne olmalı? Uzak doğu kültürlerinde daha çok izlerini gördüğümüz Stoacı düşünce uyumu ön plana koyar. Dünyayı ve olayları değiştiremeyiz ama tepkilerimizi değiştirebiliriz, öylece mütehammil olmayı öğrenmemiz gerekir. Bu kültürlerin vazettiği sükûnet ve tahammül, duyguları bastırmayı, dünyaya tahammül etmeyi öğrenmeyi, çevreye uyum göstermeyi ve krizler karşısında bir taş gibi durmayı över. Batıda ise hakim paradigma bunun tam tersini pazarlar. Birey olmak, ses çıkarmak, aktif olmak, dünyaya teslim olmayı bırak tam tersine üzerinde tahakküm kurmak, zevklerin peşinden koşmak, ertelememek, beklememek, hız, tüketmek, görünmek, duyguları bastırmamak ve fevrilik batılı bireyin alametleridir. Batılı birey duygu kontrolünü sadece kapitalist iş dünyasında asla pes etmemek ya da kolluk kuvvetlerinde duyguları kontrol edip iş disiplininin önüne geçmesine izin vermemek gibi durumlarda istisnai olarak makbul karşılar. Protestan çalışma ahlakı üzerine kurulu kapitalist düzende parlatılan “asla pes etme” sloganı bile aslında tam bir duygu kontrolünü değil de yenilmişlik duygusunu hedonist hedeflere kilitlenmiş bir hırsa dönüştürerek duygu patlamasının istikametini değiştirmeyi ifade eder.
Psikolojide sıklıkla atıf yapılan Freudçu “bastırılmış duygular” tezi bu denklemin bir parçasıdır. Bastırılmış duygularını salmış ve böylece hız, haz ve fevriliğin esiri olmuş bu batılı birey prototipi hayatın her alanına sinsice yerleşmiş durumda. Reklam sloganları hep bu tiplemeyi yüceltiyor: “açken sen sen değilsin”, “’imaj hiçbir şeydir, susuzluk her şey”, “anın tadını çıkar”, “kendin ol”. Psikologlar sürekli metaneti Freudçu çözümlemelere sokup bir arıza olarak takdim ediyor. Sosyal medyada hız, marjinallik ve keskin duygular hep revaçta. Metanetin sizi sosyal medya fenomeni yapması bir hayli zor. Dizilerde esas oğlan sevdiklerinin başına bir şey geldiğinde ne kadar kontrolden çıkıyorsa o kadar makbul oluyor. Eskiden kimse sinirden duvar yumruklamazdı şimdi ise zırt pırt duvar yumruklamazsanız ayıplanabilirsiniz. Trafikte öfke kontrolü yapamayanlar, hastası öldü diye doktor darp edenler vs hepsi bu “sal duygularını” propagandasının yan ürünleri. ABD gibi caydırıcılığın daha güçlü olduğu yerlerde fiziksel kavga veya doktor darp etme gibi olayların yaşanma eşiğinin daha yüksek olması metanetten değil. Zira herhangi biri o eşiği geçtiğinde son derece gaddar psikopatlara dönüşüp çok rahat can alabiliyor.
Tüm bunların ilacı ise metanet. Asya kültürlerinde yaygın olan, sükûnet vazeden ve doğaya, Dünyaya, evrene uyum göstermeyi öven öğretiler tam olarak kastettiğim metanet değil. Bunlar bir şekilde duyguları bastırmayı öğütler. İslam’ın bize vazettiği metanet ise sabır ve sebatla yoğrulmuş, tevekkül ve güzel ahlakla şekil verilmiş bir duygu kontrol sistemidir. Ayetteki “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz.” (Bakara, 216) ifadesi bize olaylardan hemen kesin sonuçlar çıkarmamamızı vazeder. Yine “Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler” (Bakara, 156) ayeti de başımıza gelebilecek kötü şeyleri nasıl karşılamamız gerektiği hususunda net bir ölçü koyar. İşte bu şekilde Allah’a güvenen, Allah’a dayanan, onun sonsuz bilgisine ve mutlak adaletine teslim olan ve işlerinde gayretini gösterip gerisinde tevekkül eden Müslümanca tavrın adıdır metanet.
Metanet, gayreti ve sebatı dışlamaz hatta bunlar metanetin birer cüzü olarak bile düşünülebilir. Metin olan duygularını terbiye edendir. Metin olan hız ve haz peşinde koşmaz sakindir. Öfkesini tamamen baskılamaz kontrol eder, gereken yerde gerektiği kadarını kullanır. Düşünmeden söz söylemez, acele etmez. Acısında da mutluluğunda da ölçüsüz davranmaz.
Metanet pasifist bir tutum değildir. Sükûneti uysal koyun olmayı gerektirmez fakat metin olanın isyanının da bir ahlakı ve edebi olmalıdır. Metanet bir duygu usûlüdür ve bu usûl ne duyguları bastırmayı ne de hepten salmayı ifade eder, ifratla tefrit arasında bir orta yoldur. Ve bizim yitirmekte olduğumuz bu orta yolu yeniden övmemiz gerekiyor.