Latin Amerika’nın Karanlık Yüzü: Çocuk Tetikçiler-SİCARİO

Bu karanlık yüzün en çok bilinen figürlerinden biri, İspanyolca’da “kiralık katil” anlamına gelen sicariodur. Ancak sicario, yalnızca bir suçlu kategorisi değildir. O, toplumsal çürümenin, devletin otorite kaybının, küresel eşitsizliklerin ve uyuşturucu ekonomisinin yarattığı yapısal bir semptomdur. Sokaklarda infaz gerçekleştiren genç bir tetikçinin öyküsü, aslında bir kıtanın sosyo-ekonomik patolojilerini açığa vuran bir aynadır.
Eylül 10, 2025
image_print

Latin Amerika, küresel sistemde daima ikili bir yüze sahiptir. Bir yanda büyülü gerçekçiliğin edebî ihtişamı, samba ve tango ritimleri, And Dağları’nın kadim görkemi ve Karayip kıyılarının baş döndürücü cazibesi. Diğer yanda ise uyuşturucu kartelleri, paramiliter şiddet, yolsuzluğa bulaşmış devlet aygıtları ve derinleşmiş yoksulluğun ürettiği kanlı döngüler. Bu ikili imge, kıtanın modern tarihinin trajik paradoksunu açığa çıkarır: eşsiz bir kültürel zenginlik ile ölümcül bir toplumsal kriz yan yana var olur.

Bu karanlık yüzün en çok bilinen figürlerinden biri, İspanyolca’da “kiralık katil” anlamına gelen sicariodur. Ancak sicario, yalnızca bir suçlu kategorisi değildir. O, toplumsal çürümenin, devletin otorite kaybının, küresel eşitsizliklerin ve uyuşturucu ekonomisinin yarattığı yapısal bir semptomdur. Sokaklarda infaz gerçekleştiren genç bir tetikçinin öyküsü, aslında bir kıtanın sosyo-ekonomik patolojilerini açığa vuran bir aynadır.

Bu yazı, sicario figürünü bütün boyutlarıyla incelemeyi amaçlamaktadır. Tarihsel kökenlerinden toplumsal arka plana, kültürel temsillerinden etik-politik tartışmalara, uluslararası bağlantılarından nihai sonuçlara kadar geniş bir çerçevede, bu karanlık olguyu hep beraber tanımaya çalışacağız.

I. Sicario Kavramının Kökeni

“Sicario” kelimesi, kökenini Antik Roma’daki sicariiden alır. Bu terim, Roma işgali altındaki bölgelerde, kısa hançer (sica) taşıyarak siyasi cinayetler işleyen radikal milisleri tanımlıyordu. Sicarii, devlet otoritesine karşı gizli suikastlar düzenleyen, siyasal şiddeti bir araç olarak kullanan gruplardı.

Yüzyıllar sonra bu kavram, tamamen farklı bir coğrafyada yeniden doğdu. 20. yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika’da organize suçun ve uyuşturucu ticaretinin yükselişi, kelimeyi yeni anlamlarla donattı. Kolombiya’da Medellín Karteli’nin lideri Pablo Escobar döneminde, sokaklarda infaz yapan genç tetikçilere sicarios denmeye başlandı. Kısa sürede bu terim, kıtanın farklı bölgelerinde organize suçun en görünür aktörünü işaret eder hâle geldi.

Bugün sicario, belirli bir kartel ya da suç örgütü adına para karşılığı cinayet işleyen, çoğu kez yoksul mahallelerden devşirilmiş genç tetikçiyi ifade eder. Onun varlığı, devletin şiddet tekelini kaybettiği ve “paralel devlet” gibi işleyen suç örgütlerinin toplumsal düzeni belirlediği bir bağlama işaret eder. Dolayısıyla sicario yalnızca bireysel bir fail değil, tarihsel koşulların ve yapısal krizlerin ürünüdür.

II. Toplumsal ve Ekonomik Arka Plan

Latin Amerika, dünyanın en yüksek gelir eşitsizliklerinden birine sahiptir. Dünya Bankası ve CEPAL verilerine göre bölgenin Gini katsayısı, küresel ortalamanın çok üzerinde seyretmektedir. Toplumun en zengin %10’u toplam kıta servetinin yarısından fazlasını kontrol ederken, milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu derin uçurum, yalnızca gelir farkı değil, aynı zamanda sağlık, eğitim, barınma ve güvenlik gibi temel haklara erişimde de kendini göstermektedir.

Bu yapısal eşitsizlik, özellikle genç nüfus üzerinde yıkıcı bir etkiye sahiptir. İşsizlik oranlarının yüksekliği, düşük ücretli ve güvencesiz işlerin yaygınlığı, sosyal hareketliliğin sınırlılığı gençleri “geleceksizlik” duygusuna mahkûm etmektedir. Medellín, Ciudad Juárez ya da San Salvador gibi şehirlerde, marjinalleştirilmiş mahallelerin gençleri, kartellerin sunduğu “alternatif gelecek” karşısında savunmasızdır. Karteller onlara yalnızca para değil, aynı zamanda aidiyet, güç ve saygınlık vadeder. Bu bağlamda sicarioluk, yalnızca bir “suç tercihi” değil; toplumsal yapının ürettiği bir çıkış yolu olarak görülmektedir.

Bir tetikçi için tek bir infazın karşılığı, ailesinin aylarca geçimini sağlayabilecek bir miktara denk gelir. Bu gerçeklik, sicarioluğun ekonomik cazibesini açıklar. Ancak mesele yalnızca paradan ibaret değildir. Sicarioluk, marjinalleştirilmiş gençler için toplumun geri kalanının gözünde görünür olmanın, “hiçlikten çıkmanın” bir yoludur. Şiddet, bu gençler için bir tür “sosyal sermaye”ye dönüşür.

Devletin güvenlik ve adalet kurumlarının zayıflığı bu tabloyu daha da ağırlaştırır. Kolombiya’da 1980’lerde işlenen cinayetlerin %98’i cezasız kalmıştır. Meksika’da “desaparecidos” (zorla kaybedilenler) dosyalarının büyük çoğunluğu hâlâ aydınlatılamamıştır. Yolsuzluğa batmış polis teşkilatları ve etkisiz yargı sistemi, kartellerin adeta paralel devlet gibi işleyebilmesine imkân tanır. Bu bağlamda sicario, devletin başarısızlığının en somut tezahürlerinden biridir: o, yalnızca bir suç faili değil, devletin terk ettiği alanların efendisidir.

Sicarioluğun gençler arasında “kariyer” hâline gelmesi ayrıca dikkat çekicidir. Medellín’de yapılan saha çalışmalarında 14–15 yaşındaki çocukların karteller adına tetikçilik yaptığı belgelenmiştir. Bu “niños sicarios” olgusu, çocuk asker fenomeninin şehirleşmiş bir versiyonu olarak görülebilir. Çocukların henüz gelişim çağında şiddete bu denli erken maruz kalması, toplumsal çözülmenin en dramatik göstergesidir.

Sicario olgusunu anlamak için yalnızca bireysel suç motivasyonlarına bakmak yeterli değildir. Onu yaratan toplumsal-ekonomik arka plan, Latin Amerika’daki yapısal eşitsizlikler, devletin otorite kaybı, gençlerin marjinalleşmesi ve kartellerin cazibesiyle örülmüş geniş bir bağlamı işaret eder.

III. Kültürel Temsiller

Sicario figürü yalnızca şehrin karanlık sokaklarında değil, sanatın ve kültürel üretimin farklı alanlarında da görünürlük kazanır. Bu figür, hem edebiyat hem sinema hem de müzik aracılığıyla toplumun kolektif hafızasına kazınmış; korku, hayranlık ve çaresizliğin sembolü hâline gelmiştir.

Edebiyat

Fernando Vallejo’nun La virgen de los sicarios (1994) romanı, Medellín’in şiddetle yoğrulmuş sokaklarında genç tetikçilerin nihilist yaşamını anlatır. Vallejo, sicarioları yalnızca birer suçlu olarak değil, Tanrı’nın sessiz kaldığı bir toplumun çocukları olarak resmeder. Bu roman, bireysel bir dramın ötesinde, toplumsal çürümenin ve değerler dünyasının çöküşünün edebî bir kaydını sunar. Alonso Salazar’ın No nacimos pa’ semilla adlı eseri de sicarioların doğrudan tanıklıklarını içerir; böylelikle onların gündelik yaşamı, hayalleri ve trajedileri sosyolojik bir belgesel üslubuyla aktarılır.

Sinema

Sinema, sicario figürünü küresel izleyiciye tanıtma açısından kritik bir rol üstlenmiştir. Denis Villeneuve’ün Sicario (2015) filmi, ABD–Meksika sınırında kartellerle devlet arasındaki bulanık çizgileri gözler önüne serer. Burada sicariolar, bireysel tetikçilerden öte, ulusötesi suç ağlarının görünmez dişlileri olarak işlenir. Kolombiya sinemasında da bu tema sıklıkla karşımıza çıkar: Barbet Schroeder’in Vallejo romanından uyarladığı La virgen de los sicarios filmi, tetikçilerin nihilist yaşamını sert ve rahatsız edici bir gerçekçilikle perdeye taşır. Bu yapımlar, sicarioyu hem korkunun hem de toplumsal çaresizliğin sinematografik sembolü hâline getirir.

Müzik ve Popüler Kültür

Meksika’daki “narcocorridos” türü, sicarioları ve kartel liderlerini modern zaman kahramanları gibi sunar. Bu şarkılarda şiddet, romantik bir kahramanlık öyküsüne dönüştürülür; tetikçiler, zenginlik ve güç uğruna savaşan anti-kahramanlar olarak idealize edilir. Şiddetin estetize edilmesi, toplumsal bellekte sicario figürünün normalleşmesine yol açar. Bu durum, popüler kültürün hem şiddeti meşrulaştıran hem de yaygınlaştıran bir araç olabileceğini göstermektedir.

Kolektif Hafıza ve Estetizasyon

Edebiyatın derinlemesine betimlemeleri, sinemanın görsel anlatıları ve müziğin kitlelere ulaşan ritimleri birleştiğinde, sicario artık yalnızca bir toplumsal gerçeklik değil, aynı zamanda bir imgeye dönüşür. Bu imge, korkuyla hayranlık arasında salınan bir toplumsal hafıza üretir. Kimi zaman lanetlenen, kimi zaman yüceltilen sicario, kültürel üretim aracılığıyla bir “ikon” hâline gelir. Böylelikle sanat, hem şiddeti teşhir eden hem de farkında olmadan onu yeniden üreten bir rol oynar.

 

IV. Etik ve Politik Boyut

Sicario figürü, etiğin en sert sınırlarını test eden bir olgudur. Onu yalnızca bireysel bir suçlu, bir “kiralık katil” olarak görmek kolaydır; fakat bu yaklaşım, toplumsal ve yapısal bağlamı gözden kaçırır. Asıl sorun, toplumun bizzat sicarioları üretmesidir. Yoksulluk, eşitsizlik, cezasızlık kültürü ve devletin yetersizliği, şiddeti bir meslek hâline getirir. Bu bağlamda sicarioluk, bireysel ahlak zafiyetinden ziyade, toplumsal bir üretim biçimi olarak anlaşılmalıdır. Fail aynı zamanda sistemin kurbanıdır: bir yanda insan hayatını sonlandıran eli tetiğe basan genç, öte yanda o genci bu noktaya sürükleyen adaletsiz bir dünya.

Etik İkilemler

Buradaki temel etik ikilem, suçlu ile mağdur arasındaki sınırın bulanıklaşmasıdır. Sicario, cinayet işleyen faildir; fakat aynı zamanda marjinalleştirilmiş, fırsatlardan yoksun bırakılmış, toplumsal olarak dışlanmış bir gençtir. Bu nedenle, sicarioluğun ahlaki değerlendirmesi, bireysel sorumluluğu inkâr etmeksizin yapısal şiddeti görünür kılmak zorundadır. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla paralel olarak, sicarioluğun sıradanlaşması, şiddeti toplum içinde olağan bir yaşam pratiği hâline getirir.

Politik Kriz ve Devletin Meşruiyeti

Politik düzlemde sicario, devletin meşruiyet krizini gözler önüne serer. Max Weber’in devlet tanımında vurguladığı gibi, devletin temel niteliği “meşru şiddet tekeli”dir. Ancak Latin Amerika’nın birçok bölgesinde bu tekel, kartellerin eline geçmiştir. Karteller, vergi toplar gibi haraç toplar, kendi yasalarını dayatır, toplumsal düzeni belirler. Sicario ise bu paralel iktidarın infazcısıdır.

Bu durum, demokratik kurumların altını oyarken, vatandaşların devlete olan güvenini de aşındırır. Devletin adalet dağıtamaması, halkın güvenliğini sağlayamaması, kartellerin ve sicarioların “alternatif otorite” olarak algılanmasına yol açar. Böylelikle, sicario yalnızca bir suç figürü değil, aynı zamanda demokrasiyi içeriden çürüten bir unsur hâline gelir.

Siyasetle Karteller Arasındaki Bağ

Sicarioluğun politik yönü, yalnızca iç meselelerle sınırlı değildir; küresel uyuşturucu ekonomisi üzerinden uluslararası boyutlar taşır. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) raporlarına göre Latin Amerika’daki uyuşturucu ticaretinin yıllık hacmi 300 milyar doların üzerindedir. Bu devasa sermaye, siyasetin en üst katmanlarına kadar sızarak suçla siyaset arasındaki sınırları bulanıklaştırmaktadır.

Meksika örneği bu durumun en çarpıcı yansımalarından biridir. Eski Meksika Güvenlik Bakanı Genaro García Luna, 2023’te ABD’de görülen davada Sinaloa Karteli ile işbirliği yapmaktan suçlu bulunmuş ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Aynı şekilde eski Michoacán valisi Jesús Reyna García, Knights Templar Karteli ile bağlantıları nedeniyle 2014’te tutuklanmıştır. Bu olaylar, kartellerin yalnızca yerel değil, ulusal siyaseti de finanse ederek koruma sağladıklarını göstermektedir.

Kolombiya’da ise 1980’lerde Pablo Escobar’ın Medellín Karteli, siyaseti doğrudan etkilemiştir. Escobar, Kongre’ye milletvekili olarak girmiş; rakiplerini öldürterek politik gücünü pekiştirmiştir. Daha yakın dönemde ise “parapolítica skandalı” adı verilen olayda yüzlerce Kolombiyalı siyasetçi, paramiliter gruplarla bağlantıları nedeniyle soruşturulmuştur.

Orta Amerika’da da benzer örnekler görülmektedir. Guatemala eski Devlet Başkanı Otto Pérez Molina 2015’te “La Línea” adlı yolsuzluk ve kaçakçılık ağına karıştığı için istifa etmek zorunda kalmış, ardından tutuklanmıştır. Honduras eski Devlet Başkanı Juan Orlando Hernández, ABD’de uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla 2022’de iade edilmiştir.

Bu örnekler, kartellerin sağladığı ekonomik gücün siyasal iktidarları şekillendirmede oynadığı kritik rolü göstermektedir. Karteller, siyasal kampanyaları finanse ederek dokunulmazlık kazanırken; siyasetçiler de kartellerin sağladığı maddi kaynaklarla iktidarlarını pekiştirmektedir.

Bu simbiyotik ilişki, sicarioların yalnızca suçun değil, siyasetin de bir aracı hâline gelmesine yol açar. Bir tetikçinin sıktığı kurşun, çoğu zaman yalnızca bireyi değil, devletin bütünlüğünü, demokratik kurumları ve siyasal düzenin meşruiyetini hedef alır.

V. Uluslararası Boyut

 

Latin Amerika’daki sicario olgusunu yalnızca bölgesel bir mesele olarak görmek eksik kalır. Onun arkasında, küresel ölçekte işleyen çok daha karmaşık bir ağ vardır: uyuşturucu talebi, silah ticareti, kara para aklama ve finansal sistemler.

Küresel Talep

Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UNODC) 2023 raporuna göre, dünyada yaklaşık 20 milyon kişi düzenli olarak kokain kullanmaktadır. Bu pazarın %60’ından fazlasını ABD ve Avrupa oluşturmaktadır. ABD’de yalnızca kokain piyasasının yıllık hacmi 35 milyar dolar civarındadır. Avrupa’da ise kokain tüketicilerinin sayısı 4,5 milyonu aşmış ve pazarın değeri 10 milyar euroyu geçmiştir. Bu talep sürdükçe, Latin Amerika’daki karteller üretimi artırmakta; üretim sürdükçe de sicariolar varlığını devam ettirmektedir.

Silah Akışı

ABD, dünyadaki en büyük yasal silah üreticisidir; ancak bu üretim aynı zamanda yasa dışı kaçakçılığı da besler. Meksika hükümetine göre ülkedeki suç örgütlerinin kullandığı silahların %70’i ABD’den gelmektedir. Sınırdan her yıl yaklaşık 200.000 ateşli silah kaçırılmaktadır. Bu silahların büyük kısmı sicarioların eline geçmekte ve infazlarda kullanılmaktadır. Böylelikle sicario, ABD’nin silah endüstrisiyle de dolaylı bir bağa sahiptir.

Kara Para ve Finansal Sistem

Kartellerin yıllık toplam gelirinin 300 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu paranın büyük kısmı, uluslararası bankacılık sistemleri aracılığıyla aklanır. 2012’de HSBC bankası, Meksika kartellerinin milyarlarca dolarlık gelirini aklamaktan dolayı 1,9 milyar dolar ceza ödemek zorunda kalmıştır. Bu örnek, sicario kültürünün yalnızca “arka sokaklarda” değil, Londra ve New York gibi küresel finans merkezlerinde de beslendiğini göstermektedir.

Gözden Kaçan Noktalar

Sicario fenomeninin uluslararası boyutunda genellikle göz ardı edilen bir unsur, göç ile bağlantısıdır. Orta Amerika’dan ABD’ye doğru ilerleyen göçmen kafilelerinin önemli bir kısmı, kartel şiddetinden ve sicariolardan kaçmaktadır. Bu da gösteriyor ki, sicariolar yalnızca suç işleyen aktörler değil; aynı zamanda kitlesel göç dalgalarını tetikleyen jeopolitik unsurlardır.

Bir diğer az bilinen nokta, kartellerin yeni teknolojileri kullanmaya başlamasıdır. Son yıllarda sicarioların dronlarla saldırılar düzenlediği, kripto paralar aracılığıyla ödeme aldığı vakalar rapor edilmiştir. Bu durum, sicario olgusunun yalnızca klasik mafya yapılarında değil, dijital çağın araçlarıyla da evrilmekte olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç

Sicario, Latin Amerika’nın karanlık yüzünü temsil eden bir figürdür; ancak onun öyküsü, kıtanın ötesine taşan küresel dersler içerir. Sicario, bireysel bir suçludan çok daha fazlasıdır: eşitsizliğin, devletin zayıflığının, uluslararası uyuşturucu talebinin ve küresel kapitalizmin ölümcül yüzünün bir ürünüdür.

Onu edebiyat ve sinema aracılığıyla tanımak, yalnızca şiddeti estetize etmez; aynı zamanda toplumsal travmaları görünür kılar. Sicarioluğun kökenlerini ve boyutlarını anlamak, Latin Amerika’daki demokrasi krizlerini, insan hakları ihlallerini ve küresel kapitalizmin ahlaki çıkmazlarını anlamakla eşdeğerdir.

Sonuç olarak, sicarioya bakmak, yalnızca Latin Amerika’nın değil, tüm dünyanın karanlık yüzüne bakmaktır. Onun hikâyesi, modern çağın en keskin sorularını sormamıza yol açar: Adalet nedir? Devlet nedir? Ve toplum, kendi yarattığı şiddeti nasıl durdurabilir?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.