Kuşçubaşı Eşref’in Teşkilat-ı Mahsusa Anıları/ Osman Köker-Virgül Dergisi Kasım’97

Ocak 3, 2025
image_print

Osman Köker-Virgül Dergisi Kasım’97

Derin devletle ilgili tartışmalar Susurluk’tan sonra yaygınlaştı. Olayları anlamak için günümüzden daha geriye gitme ihtiyacı birçok kişi tarafından dile getirilmekte. Bu geriye bakışı, devletin güvenlik güçlerinin hapishaneden çıkarılan adamlarla birlikte çeteler oluşturduğu Teşkilât-ı Mahsusa’ya kadar götürmek mümkün. Teşkilât-ı Mahsusa hakkında bütünlüklü bir araştırma olmadığı için bu örgütte yer alan kişilerin anıları özel bir önem kazanıyor. Bunlardan biri de Kuşçubaşı Eşref’in Hayber anıları.

Eşref Sencer Kuşçubaşı, Abdülhamid’in kuşçubaşısı Çerkez asıllı Mustafa Nuri Bey’in oğlu olarak 1873’te İstanbul’da doğmuş. Kuleli Askeri Lisesi’nde eğitim görürken okul idaresine başkaldırdığı gerekçesiyle Padişah’ın emriyle Edirne’ye sürgüne gönderilmiş. Üç yıllık sürgünden sonra İstanbul’a gelerek askeri liseyi ve Harbiye’yi bitiren Eşref, Makedonya’ya atanmasından kısa bir süre sonra, bu kez babası ve kardeşi Selim Sami’yle birlikte Hicaz’a sürülmüş (1899). Burada konduğu el-Taif Hapishanesi, Mekke’deki Cihad Kalesi ve Medine Kalesi’nden defalarca kaçmayı başaran Eşref, kardeşinin de katıldığı “Arap İhtilal Cemiyeti” adlı bir silahlı grup oluşturarak Medine bölgesinde faaliyet göstermiş. Aynı zamanda Medine komutanı Şükrü Paşa’nın oğlu olan, Padişah’ın yaveri Mustafa Vasıf Bey’i Medine tören meydanında üç tabur askeri denetlerken kaçırmasıyla ünlenen Kuşçubaşı Eşref’in bir başka eylemi de, Padişah’ın her yıl âdet olduğu üzere Mekke’ye gönderdiği hediyeyi (sürre-i hümâyun), devlet otoritesinin aczini göstermek amacıyla çalması. Daha sonra Hindistan, Afganistan, İran ve Türkistan’a kadar uzanan Eşref, Hicaz’a döndükten sonra 1907’de Mısır ve Kıbrıs üzerinden Paris’e geçerek İttihat ve Terakki’ye katılmış.

Paris’teki faaliyetler kendisini kesmeyince daha sıcak bir alan olan Makedonya’ya geçmiş. Buradaki faaliyetlerinden dolayı Divan-ı Harp tarafından gıyabında idama mahkûm edilmiş. 1908’de yakalanmasına rağmen, araya bazı paşaların girmesiyle idamdan kurtularak, koşullu olarak salıverilmiş. “Haince” faaliyette bulunmama koşuluyla, babası ve kardeşiyle birlikte İzmir’de bir çiftliğe yerleştirilerek sakin bir hayat sürdüğü müddetçe kendisine her gün bir altın lira verileceği bildirilmiş. Selim Sami ve Çerkez Reşid’in (Çerkez Ethem’in kardeşi) de aralarında bulunduğu bir grup arkadaşıyla İzmir’de İttihat ve Terakki Cemiyeti hücresi kuran Eşref, bütün Ege’de faaliyet yürütmüş ve Abdülhamid rejimine karşı ünlü eşkıya Çakırcalı Mehmed’le bile işbirliğine girmeye kalkmış. 1908 Devrimi’yle tekrar saygınlık kazanan Eşref ve arkadaşları, Padişah tarafından affedildikleri gibi, İzmir yöresindeki eşkıya takip birliklerinin başına getirilmişler.

Ancak bu kez de özellikle yeni oluşturulan Meclis-i Mebusan’ın üyeleri tarafından yerel ayaklanmaları bastırmakta fazla gayretkeşlik göstermek ve halka sert davranmakla suçlanan Kuşçubaşı Eşref görevinden istifa etmiş; gerçekten bir kenara çekilerek at tüccarlığına başlamış.

1911’de İtalyanların Bingazi ve Trablus’u işgal etmesinin ardından Enver Bey’in (daha sonra Paşa) çağrısı üzerine Kuşçubaşı tekrar sahneye çıkmış ve bu bölgede bir direniş hareketi örgütlenmesinde yer almış. 1912’de Balkan Savaşı çıkınca Enver Bey tarafından geri çağrılarak bir gerilla hareketi oluşturması için Trakya’da görevlendirilmiş. Batı Trakya’daki faaliyetler sonucunda 31 Ağustos 1913’te Gümülcine’de ilan edilen Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti’nin hükümetinde “Millî Kuvvetler Komutanı” olarak yer almış. Haziran 1913’te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinin ardından, İstanbul komutanı Cemal Bey’in (sonra Paşa) emriyle suikastçıları ve suikastın arkasındaki örgütü açığa çıkarmak üzere İstanbul’a dönmüş. Muhalefetin susturulması için kullanılan bu operasyonun ardından tekrar Trakya’ya geçerek Edirne’nin geri alınışında bulunmuş. 1914’te Belçika’ya giderek Enver Bey adına Hindistan İhtilal Cemiyeti temsilcileriyle görüşmüş ve daha sonra da Hindistan’da İngiliz egemenliğine karşı, ve başarılı olunursa, Orta Asya’da Ruslara karşı İslam birliği propagandası yapmak üzere kardeşi ve bir grup arkadaşıyla birlikte Hindistan’a gitmekle görevlendirilmiş. Birinci Dünya Savaşı patlak verince, Bombay’a gitmek üzere bindiği gemiden indirilerek İstanbul’a çağrılmış, Savaş sırasında Teşkilât-ı Mahsusa’nın Arabistan, Sina, Filistin, Suriye ve Lübnan sorumlusu olarak çalışmış. Savaşın başında Beyrut’taki Fransız Konsolosluğu’na baskın düzenleyerek, Fransızlarla ilişkide olan Arap milliyetçi hareketleri hakkındaki belgelerin ele geçirilmesini sağlamış. Temmuz 1916’da Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Osmanlı yönetimine karşı ayaklanarak İngilizlerle işbirliğine girmesinin ardından, Kuşçubaşı Eşref, Enver Paşa tarafından, kendisiyle bağlantıları kesilen Yemen’deki Osmanlı kuvvetlerine para götürmekle görevlendirilmiş. Bu görevi sırasında isyancı Arap kuvvetleri tarafından Hayber’de yaralı olarak yakalanan Kuşçubaşı Eşref, İngilizlere teslim edilmiş, 1919 sonuna kadar Malta’da esir kalan Eşref, yurda dönüşünde İstanbul’da, Yunanlılara karşı yürütülen mücadele için silah, para ve adam toplamak amacıyla eskiden Teşkilât-ı Mahsusa mensubu olan subayların kurduğu bir gruba katılmış. Daha sonra Adapazarı bölgesi Kuva-yı Milliye komutanlığı yapmış, Savaş sonunda ise Çerkez Ethem’le birlikte Yunanlılarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle “150’likler” listesine alınmış. Daha sonra affedilmiş ve 1964 yılında ölünceye kadar İzmir yakınındaki çiftliğinde yaşamış.

Eşref’in 1916’da Arabistan’daki mücadelesini kendi ağzından anlatan kitap Dr. Philip Hendrick Stoddard ve Hasan Basri Danışman tarafından yayına hazırlanmış. Bir dönem Amerikan Dışişleri Bakanlığı Haber Alma ve Araştırma Dairesi’nin Türkiye bölümünde uzman olarak çalıştığını hatırlamamızın, Teşkilât-ı Mahsusa’nın ilgi alanına pek uzak olmayan bir meslekten geldiğini vurgulamak açısından önemli olduğunu düşündüğüm Philip H. Stoddard, bu konuya Princeton Üniversitesinde doktora çalışması yaparken ilgi duyar. Doktora tezinin konusu, 1908-1918 döneminde Osmanlı Devleti ile Arap milliyetçi hareketi arasındaki ilişkilerdir. 1955-1957’de Türkiye’de, 1961-62’de Mısır’da bu konudaki literatürü tarar. Konunun bir tez için çok kapsamlı olacağını anlayınca, tez konusunu Teşkilât-ı Mahsusa ile sınırlandırır. 1963 yılında tamamladığı “The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Preliminary Study of the Teşkilât-ı Mahsusa” adlı doktora tezinde, çok uzun tutacağı için, Kuşçubaşı Eşref’in son Arabistan görevine yer vermez. Doktora çalışmaları sırasında Kuşçubaşı Eşref ve yayıncı Cemal Kutay’dan kopyasını aldığı defteri ayrıca değerlendirir. Defterin ana metninin Osmanlıcadan İngilizceye çevrilmesinde Stoddard’a yardımcı olan emekli diplomatlardan H. Basri Danışman ise, Türkçe basım için Stoddard’ın deftere yaptığı notların çevirisini üstlenmiş.

Eşref Bey’in Malta’da yazdığı bu defter şeklindeki anıları bir paragraflık bir “Ön söz”den sonra, 1916 Ağustos başında Harbiye Nazırı Enver Paşa’yla Ortaköy’deki köşkünde yaptığı görüşmeyle başlar. Bu görüşmeyi aktarırken Kuşçubaşı’nın Enver’e nasıl bir saygı ve bağlılık içinde olduğunu hissetmemek mümkün değildir. (Defterin tümünde Enver Paşa’ya gösterilen saygı, Cemal Paşa’ya gösterilmez.) Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyanının ardından tüm bağlantıların kesildiği Yemen’deki Osmanlı kuvvetlerinin paraya ihtiyacı vardır. Harbiye Nazırı Enver Paşa, Eşref Bey’in bu kuvvetlere 400 bin altın liraya yakın bir parayı götürmesini istemektedir. Hemen plan yapılır. Eşref Bey, bir takımın sadece motor kısmını alarak, bir grup arkadaşıyla birlikte İstanbul’dan hareket edecek. Şam üzerinden Medine’ye varıldıktan sonra, Medine’nin batısında Bahr-i Ahmer (Kızıldeniz) sahillerine inilecek. Burada bir yelkenli kayık satın alınarak motor buna monte edilecek ve görülmemek için gündüzleri sahile yanaşarak, geceleri ise Bahr-i Ahmer’in gemilerin geçemeyeceği kısımları takip edilerek yol alınacak.

Defterin bundan sonraki sayfalarını, isteyenler Enver Paşa’nın “force spéciale”inin çalışma tarzını anlamak, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Arap milliyetçi hareketleri ve Arap halklarının Osmanlı ve İngiliz kuvvetleriyle ilişkileri vb. konularda bilgi almak için okur; isteyenlerse sadece bir macera romanı niyetine. Macera romanı niyetine okuyacaklara, Eşref’in İstanbul’da satın aldığı motorun bin bir aksilik yüzünden bir türlü sökülüp trenle sevk edilemediğini, aylar sonra Medine’de ellerine geçtiğinde ise, Bahr-i Ahmer sahillerinin Şerif Hüseyin’in kuvvetleri tarafından tamamen tutulmuş olduğunu çıtlatayım. Eşref’in, “şimdi de makine, benzin, gaz ve her şey elimizde mevcuttu yalnız sahil yoktu” diye özetlediği bu durum karşısında, karadan yani çölden başka yol kalmamıştır. Çölde ise iki kafileye ayrılırlar. Birinci kafile paranın önemli bir kısmını Yemen’e ulaştırırken, başında Kuşçubaşı’nın bulunduğu ikinci kafile Emir Abdullah’ın yirmi bin kişilik kuvvetleriyle çarpışmak zorunda kalır. Eşref’in yaralı olarak yakalandığı çarpışmada, kafiledekilerin önemli bir kısmı ölürken diğerleri de esir düşer. Eşref’in İngilizlere teslim edilmesi ve Kahire’de sorgulanmasıyla devam eden anılar, Malta’ya getirilmesiyle sona erer.

Kitapta, defter metninden önce Philip H. Stoddard tarafından kaleme alınan bir “Sunuş” yazısı yer alıyor. Yazı, Eşref Bey’in Hayber Cengi hatıralarını geniş bir bağlama yerleştirmeyi, yazarın Eşref Bey’le ilişkisini ve çalışmanın nasıl ortaya çıktığını anlatmayı ve okura manüskriyi tanıtmayı amaçlıyor.

Defter metninden sonra ise Stoddard’ın eklediği notlar, biyografik bilgiler, kafilelerdeki kişilerin listesi, başka eserlerden alıntılar, katkıda bulunanların özgeçmişleri, defterin üç sayfa kopyası, harita, kroki, fotoğraflar ve dizin yer alıyor. Bu değerli ekler hakkında okuyuculara, aradıkları dipnotları belirtilen sayfalarda bulamayacaklarını, iki kroki yerine bir kroki bulunduğunu ve haritanın İngilizce bırakıldığını hatırlatmak gerekir.

Stoddard’ın Arba Yayınları tarafından yayımlanan doktora tezi, Teşkilât-ı Mahsusa’nın Arap ülkelerindeki faaliyetleriyle sınırlıdır. Bu faaliyetler, İttihat ve Terakki yönetiminin İslam birliğini, İtilaf devletlerinin ise Arap milliyetçi hareketlerini öne çıkardığı bir coğrafyada geçmesi bakımından ilginçtir.

Stoddard, Teşkilât-ı Mahsusa’yı hem II. Abdülhamid’in hafiye sisteminin devamı hem de Osmanlılar için Batılı tarzda yeni bir istihbarat örgütü olarak değerlendirir. Örgüt, askeri ve yarı askeri harekâtlarda çeteleri yetiştirme ve yönlendirme gibi görevler de üstlenmiştir.

Teşkilât-ı Mahsusa hakkında toplu bir arşiv bulmak imkânsızdır. Belgelerin önemli kısmı, düşmanın eline geçmemesi için imha edilmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ciddi bir tarama yapılmamış, araştırmacıların Genelkurmay Başkanlığı Arşivinde çalışmasına izin verilmemiştir. Bu durumun, özellikle Teşkilât-ı Mahsusa’nın 1915’teki “Ermeni Tehciri”ndeki rolünün açığa çıkmasından duyulan endişeyle ilgili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sayıları otuz bine ulaştığı sanılan üyelerin ve ajanların listesinin yayınlanması, Yakın Doğu’daki birçok devlet adamını rahatsız edebilecektir, çünkü bu liste onların Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkler için yaptıklarını ve aldıkları paraları gösterecektir.

Osman Köker-Virgül Dergisi Kasım’97

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır

SOSYAL MEDYA