İsrail, kurulduğu günden itibaren bir Çevre Doktrini izlemektedir. Bu doktrine göre, devasa Sünni Arap dünyasıyla kuşatılmış, izole bir İsrail, askeri olarak savunulabilecek stratejik derinlikten yoksundur.[1] Bu varoluşsal tehdidi gidermenin yolu, ya bütün komşularla ‘barış’ imzalamak, ya da bu devletlerin parçalanıp güçsüzleştirilmesini sağlamaktır. Birinci yol, İsrail’in Tevrat mitlerine dayalı genişleme ve işgal politikalarından ötürü orta ve uzun vadede muhal görünmektedir. Ancak ikinci yol orta uzun vadede uygulanabilir bir politika seti olarak İsrail’in masasındadır.
Yakın ve uzak halkalar şeklinde tasarlanan doktrin, öncelikle yakın çevredeki Gayri Müslim azınlıklar, Müslüman olup Arap olmayan azınlıklar, komşu Arap devletlerinin derinliğinde yer alan Arap olmayan devletlere dayanmaktadır. Bu manada Etiyopya, İran, Sudan, Türkiye, hatta Fas, İsrail için bu izolasyonu kıracak stratejik derinliği sağlayan devletler olarak görülmüştür. Nitekim geçmiş dönemde adı geçen ülkelerin İsrail’le ilişkileri oldukça kapsamlı ve derin ilişkilerdir. Ancak 1970’ten itibaren meydana gelen bazı jeopolitik değişimler, söz konusu devletler üzerine kurulu uzak halkaların kırılganlığını gün yüzüne çıkarmıştır. İran’da Şahlık rejiminin, Etiyopya’da Haile Selasiyye’nin devrilmesi, Enver Sedat’la Mısır’ın pozisyon değiştirerek barış imzalaması, Sudan’daki gelişmeler ve Türkiye’nin değişen politik yönelimleri, bu stratejide önemli değişimlere yol açmıştır. Bölgesel denklem içinde görece tek istikrar Ürdün’le sağlanan ‘saklı’ ittifaktır. Ancak Ürdün’ün Filistinli ağırlıklı demografisi ve yetersiz devlet kapasitesi, özellikle 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında meydana gelen gelişmeler, bu ilişkinin geleceğine dair önemli kuşkulara yol açmaktadır.
Yine devasa Müslüman denizinde etnik veya dini kimliklerinin tehlike atında olduğu hissîyle malul azınlıklar da doktrinin stratejik yakın halkaları olarak değerlendirilmiştir. Maruni Hristiyanlar, Dürziler, Irak ve Suriye Kürtleri bu grupta yer almaktadır.
Dürziler ve Maruniler en yakında yer alan ve ikisi de üzerinde çokça çalışılan dosyalardır. 1975’de başlayan, 230.000’den fazla can kaybı ve adeta devletin yok olmasına yol açan Lübnan iç savaşının arka planında, İsrail’in Lübnan’da Marunilere dayalı bir devlet kurma girişimi bulunmaktadır. Maruni Hristiyan devleti girişimimin başarısız olmasından sonra, MOSSAD raporlarında Marunilerin kapasitesinin yanlış değerlendirildiği belirtilmiştir. Dürziler için de benzer bir durum geçerlidir. İsrail içinde yaşayan 3 Dürzi kabilesinin kendi aralarındaki rekabetin araçsallaştırıldığı süreç sonunda Dürziler ‘kan kardeşliği’ mitiyle İsrail ordusuna entegre edilmiş, ancak Lübnan ve Suriye Dürzilerinden beklenen destek gelmemiştir.[2] Böylece ne Maruni ne de Dürzi azınlık, İsrail’in arzuladığı stratejik derinliği sağlayamamıştır.
Suriye ve Irak Kürtleri de benzer biçimde yakın halkada yer alan azınlık grubu olarak değerlendirilmiştir. İslam milletinden izole yaşayan Maruni ve Dürzilerden farklı olarak Müslüman ve Sünni olan Kürtler, İsrail’in çevre doktrininde en zor denklem olmuştur. Sosyolojik olarak yaşadıkları devletlerde baskılarla, inkâr ve asimilasyonlarla yüz yüze kalsalar da Kürtler, Dürzi ve Maruniler gibi periferi azınlıklar değil, Sünni İslam inanç ve kültür dünyasının oluşumunda merkezi roller üstlenmiş, bizzat sahiplik etmiş bir halk. Kürt toplumunun bu özelliğinden dolayı, Kürt örgütlerle İsrail ilişikleri hemen tamamen istihbarat örgütlerinin saklı dünyasıyla sınırlı kalmış, kimse de bu ilişkileri faş etme cüreti gösterememiştir.
İsrail’de Irak’tan getirilen önemi bir Yahudi nüfus bulunmaktadır ve bunların önemli bir kısmı Irak Kürdistan bölgesindendir. İsrail Yahudi toplumunda genelkurmay başkanlığından bakanlıklara, medya ve akademi çevrelerinden iş dünyasına kadar hemen her alanda etkili olan bu grubun, İsrail ile Kürt örgütler arasında kurulan ilişkilerde etkisi önemlidir.[3] Bu ilişki doğası gereği, İsrail’in Ürdün’le ilişkisi gibi stratejik olarak ‘saklı’ bir zeminde yürütülmektedir. Yahudi lobilerinin etkisiyle ABD’nin de önemli miktarda yatırım yaptığı YPG/PYD, İsrail Çevre Doktrini için hayati derecede önemli bir proje olarak öne çıkmaktadır.
Ancak son bir yılda Suriye’de meydana gelen gelişmeler, İsrail ve YPG/PYD arasındaki bu ‘saklı’ ilişkinin açık alana taşınmasını zorlamış, bir anlamda ‘erken doğum’ şartları oluşmuştur. İsrail’in ‘konforlu düşmanı’ ve aynı zamanda PYD/YPG’nin vasalı olduğu mezhepçi Esad diktatörlüğünün 2024 sonunda, tam da Esad’ın Arap Birliğine yeniden kabul edildiği ve dünyanın ‘Esad kazandı’ argümanıyla normalleşme yoluna girdiği bir süreçte yıkılması gerçekten beklenmedik bir gelişme olmuştur. Özellikle bu gelişme, İsrail ve YPG/PYD’yi, içinde oldukları angajmanları dünyaya duyurmak ve bu angajman zemininde ilerlemek durumunda bırakmıştır.[4]
İsrail, Suriye’de Rusya ve İran’ın yenilip çekilmesinden sonra alanda belki de tarihteki en kapsamlı hava saldırılarıyla Suriye’nin savunma altyapısını tahrip etmiştir. Böylece YPG/PYD’nin Suriye yönetiminde söz sahibi olacağı bir süreci tetiklemeyi ummuştur. Ancak gerek yeni Suriye yönetiminin gerekse devrime giden süreçte ve sonrasında çok önemli etkisi olan Türkiye’nin aldığı tedbirler, bu umudu boşa çıkarmış görünmektedir.
Şimdi belki de ilk defa, Suriye’deki PYD/YPG örgüt yetkililerinin cüretle dile getirdikleri İsrail’le bağlantı gerçeği, PKK içinde de tartışıldığını düşündüren birçok gelişmeyi tetiklemiştir. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, örgütün feshi ve ‘bütün grupların’ silah bırakması talimatına PYD/YPG’den gelen itiraz, büyük oranda İsrail’in çevre doktrini ile bağlantılı görünmektedir.
Esasında, PKK ile İsrail arasında, eskilere dayanan bir kan davası ve Öcalan’ın yakalanmasında İsrail İstihbarat örgütü MOSSAD’ın kritik rolüyle devam eden ideolojik bir husumet bulunmaktadır. 5 Haziran 1982’de Lübnan’daki Arnon Kalesi saldırısında İsrail’in öldürdüğü 11 PKK’lı, örgüt hafızasında sık sık anılmaktadır.[5] Yine Öcalan’ın ‘savunmalarında’ yakalanmasıyla ilgili ‘komplonun’ en başat aktörü olarak sık sık İsrail’i zikretmesi dikkat çekicidir.[6] Dolayısı ile YPG/PYD, görünür her alanda bayraklaştırdığı PKK ve Öcalan mitine, İsrail ile kurduğu bu rabıta dolayısı ile açıkça sırt çevirmiş görünmektedir. Bu durum, İsrail’in çevre doktrininde önemli bir yer tutan ancak nüfuz edilemeyen Kürtlerden, Suriye’nin doğal kaynakları ve bölgedeki güç boşluğundan yaralanarak İsrail için kullanışlı bir aktör yaratma girişimine işaret etmektedir.
Ancak Maruni ve Dürzilerde aradığını bulamayan İsrail’in Müslüman Kürt toplumundan da hayal kırıklığı yaşayacağı kesindir. Sosyolojik gerçeklerden uzak, gölgeler içinde ve çıkar hesaplarıyla kurduğu ilişkilerin derinliği çokça tartışmalıdır. Bazısı terör örgütü, hemen bütün Kürt örgütlerin İsrail’le kurdukları ilişkinin doğası, çıkara dayalı ve konjonktürledir. Buradan sosyolojik ve ontolojik bir ilişki çıkarmaya çalışmanın sonucunun hayal kırıklığı olacağını söylemek kehanet değil. Kürtlerden, Siyonizm’in yedeğinde izole ve sonsuz bir şiddet sarmalı içinde yaşayacak bir toplum yaratma iddiası olan bir siyasanın hiçbir sosyolojik zemini bulunmamaktadır. İsrail Enstitülerine yolu düşmüş üç beş savruk yarı aydının, toplumsal gerçekliklerden kopmuş ‘batılı’ bazı sığıntıların ve konjonktürün getirdiği şartlardan heyecanlanan fırsatçıların bu tür fantezilerini temel alan ve örgütlerin çıkar ilişkilerini ‘stratejik ilişki’ olarak yorumlayanların ciddi bir yanılgı içinde olduklarını tarih bıkmadan tekrarlamaktadır.
Geç kalmış ve giderek ırkçılığa savrulan bir milliyetçilik ateşiyle hülyalı bazı Kürtler için bu fantastik Siyonist Kürt, ya da Kürt Siyonizm’i iç gıdıklayıcı gelebilir. Ancak bu hülyalar içindeki efendilerin bile çokça övündükleri Selahaddin Eyyubi ya da İdris-i Bitlisi, Kürdün tarih sahnesine nasıl çıkacağını gösteren esaslı örneklerdir. Emperyalizmin bölgeye implant ettiği ve geleceği çok tartışmalı bir proje olarak Filistin’deki Yahudi Kolonisi ile Müslüman Kürtlerin kaderini birleştirme cüreti, nerden bakılırsa bakılsın hastalıklı, sonu belalı bir utançtan başka bir şey değildir. Kürt adını kullanarak Siyonist projeye ileri karakolluğa soyunanlar, en başta Kürt toplumuna ihanet etmiş olacaklardır. Selahaddin’in torunlarından Siyonist çıkarma girişimi, Kürtlerin sırtına Siyonizm’i savunmak, Siyonist projenin bekası için savaşmak gibi bir mankurtluğu yıkma girişimidir. Askeri, ekonomik, demografik olarak her anlamda ‘taşıma’ ile ayakta tutulmaya çalışılan Siyonist Koloni, belirsiz bir geleceğin kâbusları içinde korkularla var olmaya çalışmaktadır. Bu anlamda Kürt, Dürzi, Maruni ya da diğer azınlık gruplardan ne kadar ‘ucuz kan’ bulabilirse o kanın bahşedeceği süre kadar daha nefes alabilecektir. Ancak bu nefes Kürdü, Dürzi’yi, Maruni’yi sonsuz bir şiddet sarmalında yok oluşa sürükleyecektir. Yakın geçmişte Fransız emperyalizminin Suriye’de kurduğu manda idaresi benzer bir girişimi denemiş ve kısa zamanda sökülüp atılmıştı. Ancak Fransız mandasına çanak tutanların yarattığı karmaşanın bedelini, torunları yüzyıldır ödemeye devam etmektedir.
Kürdün tarih sahnesine çıkacağı en esaslı politika, Yahudi’yi koçbaşı olarak kullanan emperyalizmin bölgedeki çürümüş istilasını yıkmaktır. Tıpkı Selahaddin’in Haçlı istilasını yıktığı, tıpkı İdris-i Bitlisi’nin Fars işgalini bitiren birliği gibi. Bu anlamda gerek Türkiye gerek Irak ve Suriye’de, hemen her etnik kökenden Müslümanın canını yakan ara rejimlerin suç ve günahları üzerinden üretilen her siyasa güdük ve eksiktir. Kürtlerin 21. yüzyılda kaderi, geçen yüzyıllarda olduğu gibi İslam milleti ile ortak hareket etmektir.
Notlar:
[1] Kahana, Ephraim & Suawed, Muhammed. Ortadoğu İstihbarat Sözlüğü, İyi Düşün Yayınları, İstanbul, 2020, s.83.
[2] Tezkan, Yılmaz, Bir Başka Açıdan İsrail, Ülke Kitapları, İstanbul, 2004, s. 97.
[3] https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/426583
[4] İsrail Başbakanı Binyanim Netanyahu ve YPG lideri Mazlum Abdi’nin konu hakkındaki açıklamaları için bkz: https://serbestiyet.com/featured/mazlum-kobaniden-israil-destegine-yesil-isik-israil-bolgede-etkili-bir-guc-memnuniyet-duyariz-198939/, https://m.nerinaazad2.com/tr/news/regions/middleeast/netanyahu-durzilere-ve-kurtlere-elimizi-uzatacagiz-67c84bf7589c9
[5] https://rojnews.news/tr/tarihi-arnon-kalesi-direnisi-ve-filistin-davasi-icin-sehit-dusen-11-pkkli-devrimci/
[6] Öcalan, Abdullah., Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru Özgür İnsan Savunması, Mem Yayınları, 2001, İstanbul, c.II, s. 229-30.